18 Nisan 1980 yılı itibariyle resmi olarak bağımsızlığına kavuşan Zimbabve’nin kolonyalizmden kurtuluş mücadelesine öncülük etmiş ve bu tarihten sonra önce başbakan sonra devlet başkanı olarak tam 37 yıl ülkesinde görev yapmış Robert Mugabe geçtiğimiz hafta Singapur’da hayata veda etti. 37 yıllık iktidarı boyunca partisi ZANU-PF’nin liderliğini de üstlenen Mugabe, özellikle 90’lı yılların başından itibaren Batılı hükümet ve medyanın hedefi haline gelmiş; muhalefeti susturma, yolsuzluk vb. suçlamaların gölgesinde diktatör olarak yaftalanmıştır. Mugabe hakkındaki bu tür sert tutum ve eleştiriler daha somut hale getirilerek ABD ve AB’nin yaptırım kararlarıyla onu cezalandırmak istemesi, Zimbabve ekonomisini her geçen gün zayıflatmış, Mugabe’nin de ülke içindeki otokratik liderliğini artırması hakkındaki diktatör ithamlarının pekişmesine yol açmıştır. Ölümü ile Afrika’da kolonyalizm ile mücadele etmiş kurucu lider dönemi kapanmış fakat hakkındaki tartışmalar son bulmamıştır. Mugabe’nin ölümü ile Afrika kamuoyunda acımasız bir tiran mı, yoksa ülkesinin özgürlüğü için savaşan bir lider mi sorusu etrafında ikiye bölünmüşlük devam ediyor. Bu açıdan tartışmaların odağındaki isim Robert Mugabe’nin hayatı, mücadelesi, siyaseti ve yaşamındaki dönüm noktaları hem Zimbabve tarihi hem de siyaseti için büyük önem arz ediyor.
Katolik Öğretmen, Marksist Lider
Robert Gabriel Mugabe 21 Şubat 1924 yılında Zimbabve’nin (o günkü adıyla Rodezya) başkenti Harare’ye 60 kilometre uzaklıkta bulunan Zwimba bölgesindeki Katama’da Cizvit misyonerlerin bölgedeki merkezinde dünyaya geldi. Babası Gabriel Matibili Malavi’den bölgeye gelmiş, Cizvitler tarafından marangozluk eğitimi almış ailesinin geçimini bu meslekten elde ediyordu. Annesi Bona ise Şona kabilesine mensup Katama’da Hristiyan din dersleri veren bir öğretmendi. 1930 yılında aile Cizvit merkezinden ayrılmak zorunda kalınca Katama’ya yakın bir köye yerleştiler. 1934 yılında Robert Mugabe’nin en büyük abisi Raphael yakalandığı hastalık sonucu vefat edince babası evi terk edip, Bulawayo’ya yerleşerek ikinci evliliğini yaptı ve ailesiyle ilişkisini kopardı. Robert Mugabe bu sırada 10 yaşında ailenin en büyük erkek çocuğu olarak hayatının dönüm noktalarından ilkini yaşıyordu. Bu durum annesi ile güçlü bağlarının tesis edilmesine yardımcı olurken, Katolik mezhebine de sıkı sıkıya bağlı olmasını sağladı.
İlköğretimde geçen 6 yılın ardından Mugabe, Kutama bölgesindeki St. Francis Xavier Kolejine kabul edilir. 1945 yılında bu okuldan öğretmen olarak mezun olur ve bir süre öğretmenlik yapar. Fort Hare Üniversitesi’ne kabul edildikten sonra Güney Afrika’ya gider ve burada İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olur. Bu süre zarfında Afrika kıtasında anti kolonyalizm etrafında başlayan siyasi akımla ilk kez burada tanışır. Afrika Ulusal Kongresi’ne katılarak burada siyasi tartışmaların içine girer. Mugabe aynı zamanda ileriki yıllarda siyasi şahsiyetini şekillendiren Marksist ideoloji ile de Güney Afrika yıllarında hemhal olmaya başlamıştır. 1952 yılında Harare’ye dönerek Katolik okullarında öğretmenlik yapmaya devam etmiştir. 1955 yılında öğretmenlik için gittiği Zambiya’da (Kuzey Rodezya) dört yıl boyunca çeşitli okullarda görev almış aynı zamanda Londra Üniversitesi’nde uzaktan eğitim ile ekonomi bölümünden mezun olmuştur.
Robert Mugabe için bir diğer önemli dönüm noktalarından biri Gana’dır. Gana’da -1961 yılında evlendiği- ilk eşi Sally Heyfron ile tanışmış ayrıca Pan-Afrikanizm fikrini de bu ülkede benimsemiştir. Gana lideri Kwame Nkrumah’nın fikirlerinden etkilenen Mugabe’nin zihninde Marksizm iyice belirginleşmiş ve bundan sonraki siyasi yaşamını Afrika milliyetçiliği ile harmanladığı bu ideoloji etrafında şekillendirmiştir. Gana’da olduğu yıllarda ülkesinde pek çok değişiklik olmuş, farklı realitelerle yüz yüze kalmıştır. Tarım topraklarının büyük kısmı beyazlara verilmiş, çok sayıda siyah aile yerlerinden edilmiştir. Öyle ki 1960 yılında Zimbabve’ye dönen Mugabe kendini siyasetin içinde bulmuştur. Halkla temas kurduğu ilk hitabı Harare’de 7 bin kişinin katıldığı gösteride konuşarak yapmıştır. Bu gösteri kolonyal güvenlik güçleri tarafından bastırılarak yüzlerce kişi hapse atılmıştır. Hapse atılanlar içinde Robert Mugabe’nin yakın arkadaşları da vardır.
Robert Mugabe ve Gana Modeli
1950 ve 1960’lı yıllar Afrika’da çok sayıda ülkenin bağımsızlığını elde ettiği zaman dilimine denk gelmektedir. Kıta genelinde bağımsızlık mücadeleleri ya nihayete ulaşmış ya da devam etmekteydi. Gana’nın 1957’de Britanya’dan bağımsızlığını kazanması ve Kwame Nkrumah’nın liderliği kıta genelindeki Pan-Afrikanist fikrinin yayılmasına neden olduğu gibi Marksist ideolojinin de benimsenmesine yol açtı. Bunun başlıca sebepleri arasında dönemin Batı ve SSCB arasında ikiye bölünmüşlüğü, Batı’ya duyulan öfkenin Afrikalı milliyetçileri SSCB’ye savurması belki de en önemlisi bağımsızlık/direniş hareketlerinin çoğunlukla maden ve tarım işçileri etrafında şekillenmesidir. Bu bağlamda Robert Mugabe’nin 1960 yılında Zimbabve’deki tutuklamalar sonrasında yaptığı Gana örneğinden yola çıkarak yaptığı ‘Marksizmi kucaklayarak, bağımsızlık içim mücadele etmeliyiz’ cümlesi hayatının önemli dönüm noktaları arasındadır. Bu konuşması Mugabe’ye siyasi kariyer yolu açmış Ulusal Demokratik Parti’de önemli bir mevkiye yükselmiştir. Gana modelini takip eden Mugabe genç nesil arasındaki popülerliği hızla yükselerek koloni Rodezya’daki sömürge yönetimine karşı genç kuşağı çok iyi şekilde mobilize eden liderler arasına girdi. Ulusal Demokrat Parti, koloni yönetimi tarafından yasaklanması ve önemli isimlerinin hapse girmesi yeni bir siyasi hareketi ortaya çıkardı. Zimbabve siyasi tarihi önemli aynı zamanda Mugabe’nin şahsiyetiyle özdeşleşen ZANU-PF’nin ilk tohumları bu dönemde atıldı. Joshua Nkomo liderliğinde kurulan ZAPU bağımsızlık için diplomasiyi takip etmeyi tercih ederken Mugabe gerilla savaşını resmi olarak dillendirmeye başladı. Bu söylemleri onun 1962 yılında tutuklanmasına yol açtı. 3 ay ev hapsinde kaldıktan sonra ZAPU’dan ideolojik ve yöntemsel olarak ayrılarak arkadaşları ile beraber 1963 yılında ZANU’yu kurdular. Ndabaninga Sithole parti lideri olurken Mugabe genel sekreterlik görevini üstlendi. Bu dönemde Mugabe’nin söylem dozunun gitgide artması siyasi mücadelenin yerine daha çok silahlı hareketi dillendirmesi ve koloni yönetimine karşı başlayan silahlı saldırılardan sorumlu tutulması 1964 yılında 21 ay hapis cezası almasına yol açtı. Cezasını Zimbabve’nin çeşitli cezaevlerinde yatarak geçirirken dışarıdaki hareketle de iletişim halindeydi, öyle ki koloni hükümetine karşı yapılan gerilla operasyonlarını buradan yönetebiliyordu. ZANU lideri Sithole ile arasındaki fikir ayrılıkları nedeniyle parti içinde darbe sayılabilecek bir manevra ile ZANU’nun liderliğine seçildi.
Kurtarıcı ve ilk başbakan: Mugabe
Robert Mugabe, hakkındaki suçlamalardan dolayı hayatının tam 11 yılını hücrede geçirdi. Mart 1975 yılında serbest kaldığında silahlı mücadeleyi yönetmek için Zambiya ve Mozambik’e gitti. 1977 yılına gelindiğinde ZANU’nun siyasi ve askeri kanadının kontrolünü tamamen ele geçirmiş, Gana modeli üzerine inşa ettiği Marksist ve Maoist ideolojiyi liderlik ettiği harekete bir şekilde kabullendirmeyi başarmıştı. 1979 yılına kadar çok sayıda suikast girişiminden kurtulmayı başarmış, partisi ve gerilla birlikleri içindeki anlaşmazlıkları başarılı şekilde yönetirken aynı zamanda İngilizlerle müzakerelerde kilit şahsiyet olmuştu. 20 yıla yaklaşan mücadelesi 18 Nisan 1980 yılında yapılan seçimlerde başbakan olarak seçilmesi ve Zimbabve’nin bağımsızlığa kavuşması ile nihayete ererken eleştirilerin hedefinde olduğu 37 yıllık yönetimi de resmen başlamış oldu.
Mugabe’nin ilk dönemi: Pragmatizm ve tek adam sistemi
Robert Mugabe’nin 1980-1987 yıllarında arasındaki başbakanlığının ilk dönemlerinde pragmatizm siyaseti izledi. Söylemlerini yumuşatmayı tercih ederken, beyaz çiftçilerin ve iş insanlarının ülke ekonomisi bakımından önemli olmaları nedeniyle bu zümreye güvenceler verdi. Ayrıca beyazların siyasetteki temsiliyeti anayasa korumasına alındı. Siyah Zimbabvelilere ise gelir artışı, sosyal hizmetlerin iyileştirilmesi ve toprak verilmesi gibi sözler verildi. Bağımsızlık mücadelesinde fikir ayrılığı yaşanan ZAPU ile koalisyon hükümeti kuruldu. Fakat bu olumlu tablo 2 yıl sürdü, ZAPU’nun lideri Nkomo kabibe revizyonu sonrası dışarıda kaldı. Aynı günlerde başlayan etnik gerginlik ise ülkeyi uluslararası alanda zor duruma düşüren olaylar silsilesinin başlangıcı oldu. Şona (Shona) ve Ndebele etnik grupları arasında başlayan gerginliğin çatışmaya dönüşmesi ve Mugabe’nin çoğunluğu Şona kökenli Kuzey Kore’de eğitim görmüş birlikleri bu çatışmayı bastırmakla görevlendirmesi felaketle sonuçlandı. Uluslararası Af Örgütü bu katliamda 20 bin Ndebele’nin öldürüldüğünü açıklasa da Mugabe bu raporu kabul etmedi.
1984 yılında yapılan ZANU Kongresinde karşısına rakip çıkmayacak kadar eli güçlü siyasi bir figürdü. Bu kongrenin önemi parti içinde merkez komite ve polit büro gibi Sovyet-vari kurumları kendi partisine adapte etmesi oldu. 1987 yılında beklenmedik bir hamle ile ZAPU ile birleşme kararı aldı. Her ne kadar bütünleştirici bir hamle gibi gözükse de birleşme sonrası ZANU-PF adını alan parti tek parti otoriterliğine dayanan bir sistemin kapılarını aralamış oldu. Mugabe parti lideri olarak Zimbabve’nin ilk cumhurbaşkanı, anayasa değişikliği sonrasında devletin, hükümetin başı ve başkomutan olarak yeni bir kimliğe büründü.
Ekonomik kriz gölgesinde reformlar ve muhalif sesler
1990’lı yıllar Zimbabve için ekonomik krizin iyice hissedildiği, işsizlik ve enflasyonun arttığı dönemin başlangıcı olarak kabul edilebilir. Ülke içinde çocuk ölüm oranı sağlık ve sosyal hizmetlerde önemli mesafe alan Mugabe aynı başarıyı ekonomi alanında gösteremedi. Bunun başlıca sebepleri arasında Zimbabve ekonomisi için önemli konumda olan Avrupalı beyazların oluşturduğu çiftçi ve iş insanlarının Mugabe’nin liberalleşme ve küçük ölçekli tarımı desteklemeyi öngören ESPA adını verdiği programı uygulaması olarak gösterilebilir. Bu dönemde beyaz Zimbabvelilerin çoğu ülkeyi terk etmek zorunda kaldı veya kırsaldaki beyaz nüfusun çoğu zorunlu iskâna tabi tutuldu. Ekonomik krizin şiddetinin iyice hissedildiği dönemde bir başka hamle ise ülkede Mugabe’ye karşı muhalefetin ortaya çıkmasına neden oldu. Laurent Kabila yönetimindeki Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ne isyancılarla savaşmak üzere asker yollanması en somut örnektir. Böyle bir ortamda kendisinin ve kabine üyelerinin maaşlarının artması, veteran (eski, kıdemli, tecrübeli) askerlere 50 bin Zimbabve doları aylık ücret ödenmesi ülke içindeki muhalif sesleri iyiden iyiye yükseltti.
2000’li yıllar ve sonun başlangıcı
Afrika kıtasında Patrice Lumumba, Thomas Sankara, Kwame Nkrumah gibi Gana, Demokratik Kongo ve Burkina Faso’da bağımsızlığın ve anti kolonyalizmin figürü haline gelmiş liderler suikast ve askeri darbe sonucu yönetimden uzaklaştırılmış, devrim olarak niteledikleri mücadeleleri akamete uğramıştı. Bu açıdan Robert Mugabe ve Zimbabve örneği kıta siyasi tarihi için sıra dışı bir örneklik teşkil etmiştir. 2000’li yıllar Zimbabve için ekonomik koşulların daha da kötüye gittiği siyasi krizlerin ve uluslararası ambargoların Zimbabve halkını fakirleştirdiği yeni bir dönemin alâmet-i fârikasıdır. Tüm bu gelişmelerin, Robert Mugabe’nin tüm bu hengâmenin ortasında Katoliklik ve sosyalizm ile harmanladığı pragmatist ve ‘mesiyanik’ şahsiyeti ile açıklanması yerinde olacaktır. 2000 yılında yapılan parlamento seçimleri Mugabe için tam bir hayal kırıklığı oldu. Demokratik Değişim Hareketi (MDC) mecliste neredeyse yarı yarıya eşitliği sağladı. Bir diğer hayal kırıklığı ise aynı yıl yapılan anayasa referandumunda yaşandı. ZANU-PF’nin ‘evet’ kampanyası MDC’nin ‘hayır’ kampanyası karşısında tutunamadı. Mugabe iki yenilginin ardından Batı ile ilişkileri gerginleştirerek ülke içindeki seçmeni mobilize etmeyi başardı. 2002 seçimlerinde yeniden devlet başkanı seçilirken, anayasayı da kısmen de olsa değiştirmeyi başardı. Bu seçim galibiyeti Mugabe’ye Batı ile gergin olan ilişkilerin daha da gerginleşmesine ve seçimlerdeki şaibe söylentileri nedeniyle seyahat kısıtlamasına ekonomik ambargonun kapılarını araladı. Hâlihazırda ekonomik durumun kötü gidişatına bu olumsuz tablonun da eklenmesiyle Zimbabveliler temel ihtiyaç ürünlerini alamayacak duruma geldi. Enflasyonun % 100 bin artış gösterdiği bir ortamda 2008 başkanlık seçimleri yerel ve parlamento seçimleri ile bir arada yapıldı. ZANU-PF’nin adayı olarak Mugabe, muhalefet ise MDC’nin adayı Tsvangirai etrafında birleşti. Yapılan seçimlerde MDC adayı % 47,9 Mugabe % 43,2 oy aldı. Başkanlık seçimleri için yeterli oy oranına ulaşamadığı gerekçesiyle Mugabe görevini bırakmadı. ZANU-PF ise parlamento seçimlerinde çoğunluğu kaybetti. Seçimlerden sonra yaşanan şiddet eylemlerinden Mugabe muhalefeti sorumlu tutunca MDC adayı seçimlerin adil ve şeffaf ortamda yapılmadığını söyleyerek adaylık yarışından çekildi. İkinci tur seçimlere tek aday olarak giren Mugabe % 80 oy alarak yeniden başkan seçildi ama uluslararası kamuoyu ambargonun dozunu arttırmış, Zimbabve’yi uluslararası insani yardım listesinden de çıkartmıştı.
Seçimlerden kısa süre sonra güç paylaşımı açıklaması yapan Mugabe, Güney Afrika Kalkınma Topluluğu’nun gözlemci olarak katıldığı müzakerelerde İktidar Paylaşımı Anlaşması yapılmış, üç parti arasında oluşturulan birlik hükümeti kurulmuştur. Muhalif aday Tsvangirai bu hükümetin başbakanı olurken, Mugabe devlet başkanlığı görevine devam etmiştir. Bu anlaşmanın gereği yapılan ve Mugabe’nin yetkilerini kısıtlayan anayasa, referanduma sunularak halk tarafından kabul edilmiştir. Aynı yıl yapılan seçimlerde Mugabe yeniden ve son kez devlet başkanı olarak seçilmiştir. 2014 yılında Zimbabve’deki siyasi gerilimin azalması AB’nin ülkeye uyguladığı ambargoların kaldırılmasını beraberinde getirmiştir.
Afrika’da Bir Devrin Sonu
Robert Mugabe basına verdiği bir demeçte sadece devrimi tamamladığında iktidarı bırakacağını ve kendisinden sonraki lideri belirlemek istediğini belirtmişti. Zimbabve’de 2017 yılındaki krizi ele alırken bu açıklamayı göz önüne alarak değerlendirmek gerekir. Ani bir kararla 6 Kasım 2017 yılında Devlet Başkanı Yardımcısı Emerson Mnangagva’nın görevden alınması ile başlayan süreç Robert Mugabe’nin kimilerine göre başarılı kimilerine göre başarısız olan siyasi yaşamının sonunu getiren faktör oldu. Mnangagva’nın görevden alınması ve sonrasında ülkeyi terk etmesi ile başlayan krize ve halk gösterilerine ordunun müdahil olması sonrasında 21 Kasım 2017 günü istifa ederek görevinden ayrıldığını açıklaması beraberinde gelmiştir. Bu askeri müdahaleden sonra Zimbabve’ye dönen Mnangagva, geçici devlet başkanı olarak yemin etmiş ve kabineyi yenilemiştir. İlk seçimlerde yeniden başkan seçilmiş ve Mugabe’nin yaklaşık 50 yıl emek verdiği ZANU-PF yeniden parlamentodaki çoğunluğu sağlamıştır.
Robert Mugabe’nin tedavi görmek için gittiği Singapur’da hayatını kaybetmesiyle Afrika kıtası genelinde ve Zimbabve özelinde bir devir kapanmıştır. Mugabe yolunu izlediği Nkrumah, Lumumba gibi Afrika kıtasında daha popüler anti kolonyal liderlerin bulamadığı şansı yakalamış, başarı veya başarısızlıklarıyla 37 yıl gibi uzun sürede bağımsız olması için mücadele verdiği ülkesini yönetme fırsatı yakalamıştır. Ölümünden sonra görevden aldığı halefi Mnangagva da dahil Afrikalı liderler ve kamuoyu kendisi için ‘kurtarıcı’, ‘kahraman’ olarak sunsa da Zimbabve ve Afrika ülkelerinden çok sayıda insan kendisini ‘tiran’ ve ‘zalim’ olarak andı. Önümüzdeki yıllarda yazılacak Afrika veya Zimbabve siyasi tarih çalışmalarında, şayet Mugabe ve dönemi bu yaftalardan uzak objektiflik içinde değerlendirilebilirse daha iyi anlama olanağına sahip olacağız.