Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Barış Süreci ve Yeni Dengeler

0

Bağımsızlığını ilan ettiği 1960 yılından itibaren istikrarsız yapısıyla dikkatleri üzerine çeken, bu süreçte Fransa’nın güdümünde gerçekleşen beş askeri darbeye maruz kalan ve 2012 yılından bu yana oldukça yıpratıcı bir iç savaş tecrübesi yaşayan Orta Afrika Cumhuriyeti’nde nihayet iç barış sağlanmak üzere. Yıllardır uluslararası siyasetin gündemini yoğun olarak meşgul etmesine rağmen sorunlarının çözümü noktasında yeterli desteği alamayan ülkede, hükümet kağıt üzerinde egemenliği altında görünen toprakların yaklaşık % 80’inde fiili hâkimiyetini sürdüren çeşitli silahlı gruplar ile anlaşmaya vardı. Orta Afrika Cumhuriyeti’nde barışın tesis edilmesi ve ülkenin istikrara kavuşturulmasına yönelik çabalarda iki aktör ön plana çıkıyor: komşu Sudan ve kıta dışından gelen Rusya Federasyonu.

Sorunun kaynağı ne?

Ülke nüfusunun neredeyse % 80’inin Hristiyan olduğu Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki istikrarsızlığın temel nedeni Hristiyan ve Müslüman silahlı gruplar arasında yaşanan iktidar mücadelesinden kaynaklanmaktadır. Ülkede yaşayan bir milyona yakın Müslüman nüfus daha çok ülkenin kuzeydoğu kesimlerinde, Çad ve Sudan sınırına yakın bölgelerde yaşamını sürdürmektedir. Zaman zaman tansiyonun yükseldiği Hristiyan ve Müslüman nüfus arasındaki çatışmaları hızlandıran unsur, François Bozize’nin 2003 yılı Mart ayında darbe ile iktidara gelmesi oldu. Bozize iktidarı süresince sık sık yolsuzluk yapmak, adam kayırmak ve Müslüman karşıtı politikalar uygulamakla itham edilmekteydi. Nitekim bu süreçte 2010 yılında gerçekleşmesi öngörülen Cumhurbaşkanlığı seçimlerini “uygun ortamın olmadığı” gerekçesiyle ertelemesi, zaten huzursuz olan ülkede bardağı taşıran son damla olmuştur. Bütün bu yaşananlar, 2012 yılında Müslümanların oluşturduğu silahlı bir grup olan Seleka ile ona tabi durumda bulunan alt unsurlarının da katkısıyla ülkedeki mevcut iktidara karşı ayaklanma çıkmasına yol açtı ve ülke hızla kanlı bir iç savaşın içerisine sürüklendi. Her ne kadar 24 Mart 2013’de ülkenin başkentini işgal edip cumhurbaşkanı Bozize’nin Kamerun’a kaçmasıyla beraber iktidarı ele geçirseler de, Seleka koalisyonu uluslararası baskılara ancak birkaç ay dayanabildi ve aynı yılın Ağustos ayında iktidarı geçici bir hükümete devretmek zorunda kaldı. Seleka’nın iktidarı elinde tuttuğu süre zarfında yaşananlar nedeniyle ise Orta Afrika Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından silah ambargosu ile karşı karşıya bırakıldı.

Geçici hükümetin ardından 30 Mart 2016’dan bu yana aldığı % 62 oyla Cumhurbaşkanlığı makamında oturan Faustin-Archange Touadéra da ülkede bütün kesimlerin güvenini sağlamakta tam anlamıyla başarılı olamadı.  Zira Toudera’nın iktidarı döneminde Müslümanların hoşnutsuzluğu sürerken, ülkede yalnızca Müslüman silahlı grupların silahsızlandırıldığına, Hristiyan silahlı grupların ise varlığını sürdürdüğüne yönelik iddialar ileri sürüldü. Toudera ile ilgili Müslümanların en rahatsız olduğu husus ise 2008-2013 yılları arasında Orta Afrika Cumhuriyeti’nin başbakanı olmasından dolayı devrik lider Bozize ile olan yakınlığı. Nitekim ülkede Hristiyanların oluşturduğu silahlı gruplar arasında en etkili güç olan Anti-Balaka’nın eski cumhurbaşkanı Bozize tarafından desteklendiği görüşü, Müslümanların hem eski Cumhurbaşkanı Bozize hem de mevcut Cumhurbaşkanı Toudera’ya şüpheyle yaklaşmalarına neden oluyor. Bununla beraber, Seleka ve Anti-Balaka ülkedeki yegâne silahlı gruplar değil. Bu ikisinin dışında birçok silahlı grup, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde iktidarı ele geçirmek ya da bölgesel hâkimiyetlerini kuvvetlendirmek için çaba gösteriyor. Hiç şüphesiz,  ülkede yaşanan iç savaş, başta Müslümanlar olmak üzere Orta Afrika Cumhuriyeti vatandaşları için oldukça acı tecrübeleri de bünyesinde barındırıyor. Çoğunluğu Müslüman binlerce kişinin katledildiği, göç etmek ya da isim değiştirmek zorunda kaldığı ülkede, iç savaşın patlak verdiği 2012’den bu yana 4,5 milyonluk ülke nüfusunun yarısından fazlası yardıma muhtaç duruma düştü. Üstelik mevcut durumun her geçen gün daha da kötüye gittiği birçok uluslararası raporda ısrarla belirtilmekteydi. Zira ülke halen geçmişte Sudan’da olduğu gibi Müslüman ve Hristiyan nüfus arasında yükselen Kuzey-Güney rekabetinden/savaşından dolayı bölünme tehlikesi altında.

Bölgesel Bir Aktör Olarak Sudan

İstikrarsızlığın her geçen gün daha da arttığı Orta Afrika Cumhuriyeti için artık kaçınılmaz olan “barışı sağlamaya yönelik çabalarda” iki ülke ön plana çıktı. Bunlardan ilki, geçmişte kendisi de iç savaş ile bölünme tecrübesi yaşayan ve Orta Afrika Cumhuriyeti ile sınır komşusu olma münasebetiyle bu ülkenin Müslüman nüfusuyla etkileşim halinde bulunan Sudan. Bu ülkenin başkenti Hartum’da 24 Ocak 2019 tarihinde Orta Afrika Cumhuriyeti hükümeti ile ülkede asayişi tehdit eden 14 silahlı grup arasında Rusya’nın arabuluculuğu ve BM ile Afrika Birliği gibi örgütlerin de desteği ile başlayan barış ve istikrarın sağlanmasına yönelik uzlaşı görüşmeleri, takriben 10 günlük bir görüşme sürecinin ardından başarıyla tamamlandı. Silahsızlanma, askeri seferberliğin sona erdirilmesi, yeniden bütünleşme ve yurda geri dönüş, ulusal barış, demokratikleşme, ulus aşırı güvenlik düzenlemeleri, iktidar ile silahlı gruplar arasında güç paylaşımı ve mevcut statükonun el birliği ile değiştirilmesine yönelik çabalar gibi hususlarda anlaşmaya varan taraflar, 5 Şubat 2019’da Hartum’da ön anlaşmaya; 6 Şubat 2019’da ise Orta Afrika Cumhuriyeti’nde nihai anlaşmaya imza attı. Sürecin ardından 3 Mart 2019’da kurulan ve Cumhurbaşkanı Toudera tarafından onaylanan sekizi kadın, otuz altı bakandan oluşan yeni hükümetin, Şubat ayında imzalanan barış anlaşmaları çerçevesinde dizayn edildiği açıklandı. Bu süreçte Sudan’ın aktif rol alması, Afrikalıların sorunlarını kendi imkânlarıyla çözebilecek kapasiteye fazlasıyla sahip olduğunu ortaya koydu ve kıtadaki diğer sorunların da yerel dinamiklerin ışığında çözülmesi noktasında Afrikalıları teşvik edici bir rol üstlendi. Zira Orta Afrika Cumhuriyeti Meclis Başkanı Musa Lavran da ülkesi adına teşekkür amacıyla Hartum’a düzenlediği resmi ziyarette Ömer El Beşir’in Orta Afrika’da ve kıtanın tamamında barış ile istikrarı sağlamaya yönelik samimi çabalarını takdirle vurguladı. Bütün bu gelişmeler, Orta Afrika’daki iç savaşı bitirmek için bu ülkeye 12.000 asker gönderen; fakat nihai noktada başarısız olan BM’nin barışı sağlamaya yönelik çabaları ile birlikte düşünüldüğünde,  Sudan’ın ve Ömer El-Beşir’in uyguladığı politikaların bölgedeki önemini/ağırlığını göstermesi bakımından da dikkate değerdi.

Rusya’nın Hızlı Yükselişi

Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki iç savaş sürecinin ve barış görüşmelerinin ön plana çıkardığı sürpriz ülke ise Rusya Federasyonu oldu. Ocak 2017’de bu ülkenin Cumhurbaşkanı Toudera’nın Moskova’yı ziyaret etmesi ve burada iki devlet arasında çeşitli alanlarda birtakım anlaşmalar imzalanmasının ardından Rusya ile Orta Afrika Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler hızla gelişti. Öyle ki, nihai noktada Ruslar BM’nin de rızasını alarak 2018 yılının Ağustos ayından itibaren Orta Afrika Cumhuriyeti askerlerini eğitmeye ve bu ülkeye hafif silahlar satarak BM’nin silah ambargosunu yumuşatmaya –ve BM’nin de bu yöndeki çabalarını desteklemeye- varacak kadar ilişkilerini genişletti. Aslında, Moskova’nın Orta Afrika Cumhuriyeti ile ilişkilerini geliştirme çabaları 2014’de Kırım’ın bu devlet tarafından işgal edilmesinin ardından yükselen uluslararası tepkiler ile bağlantılıydı. Zira bu tarihten itibaren Rusya, tıpkı “Tiananmen Meydanı’nda” yaşanan olayların ardından Batı’nın tepkisine maruz kalan ve güçlü bir alternatif olarak Afrika’ya yönelen Çin Halk Cumhuriyeti örneğinde olduğu gibi, Afrikalı devletler ile ilişkilerini geliştirme yoluna gitti. Bu bağlamda Moskova yönetimi, takip eden süreçte Etiyopya ve Nijerya gibi ülkelerin de bulunduğu on dokuz Sahraaltı Afrika ülkesi ile ikili askeri işbirliği anlaşmaları imzaladı. Öte yandan ise, desteğine ve asker unsurları kullanmasına rağmen BM’nin Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki sorunu çözme noktasında etkisiz kalması ve zaman zaman ülkede BM misyonlarına yönelik yoğun protesto gösterilerinin yaşanması, Sudan gibi Rusya’nın da bölgede önemli bir aktör olarak sivrilmesine yol açtı. Yaygın görüşe göre ise, Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki siyasi ve askeri nüfuzunu her geçen gün arttıran Moskova yönetiminin bu yöndeki çabaları ile üç ana nedene dayanmaktaydı: Birincisi, Orta Afrika Cumhuriyeti’nin elmas, altın, uranyum gibi zengin yeraltı kaynaklarına sahip olması; ikincisi, bilhassa Kırım’ın işgalinden sonra Rusya’nın BM gibi uluslararası kurumlarda Afrikalı devletlerin oylarına duyduğu ihtiyacın artması ve üçüncü olarak da SSCB’nin dağılmasının ardından Afrika ile ilişkileri gerileyen bu ülkenin kıtadaki etkinliğini yeniden arttırma çabalarıdır.

Sonuç Yerine

Orta Afrika Cumhuriyeti açısından bakıldığında oldukça zorlu ve yıpratıcı bir iç savaş sürecinin ardından barış anlaşması imzalanmış olsa da, söz konusu anlaşma ülkede silahlı gruplar ile hükümet arasındaki barışın kesin olarak sağlandığı anlamına gelmiyor. Ülkede dengelerin oldukça hassas bir yapıda olduğunu ve daha önce imzalanan yedi ayrı barış anlaşmasının da uygulanamadığını hatırlamakta fayda var. Yine de, ülkede barışı sağlamaya yönelik bu girişimde rol alan aktörler, oldukça önemli bir sürecin parçası olma fırsatını yakaladılar. Örneğin Sudan’ın bu anlaşmanın imzalanması sürecinde sarf ettiği yoğun diplomatik girişimleri, gerek bölgedeki itibarı gerekse son dönemde iç siyasi ve ekonomik problemlerinden dolayı yaşadığı protesto gösterileri bağlamında baskı altında bulunan Ömer El Beşir açısından önemli bir adım olarak düşünülebilir. Diğer yandan ise Rusya, Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki etkinliğini arttırarak birçok ülkenin yeni-sömürgeci saiklerle hareket ettiği ve alan kazanmaya çalıştığı Afrika’daki “emperyalist” mücadelede “etkili” ve “yadsınmaması gereken” bir aktör olarak var olduğunun mesajını vermekte. Elbette ki Moskova’nın bu ülkedeki nüfuz tesisi, geçmişte “sömürgeci” sıfatıyla Orta Afrika Cumhuriyeti’nde varlık gösteren ve “ülkedeki nüfuzunu kaybetme” endişesi taşıyan Fransa’yı ziyadesiyle rahatsız etmiş durumdadır. Sudan ve Rusya denkleminin ötesinde düşünüldüğünde ise, imzalanan barış anlaşmasının hayata geçirilmesi Afrika dâhilinde yeni bir kaosun ve dini temelli bir bölünmenin önüne geçilebilmesi adına önemli bir fırsat sunmaktadır.

Not: Bu makale, 02.04.2019 tarihinde AA Analiz’de yayınlanmıştır.

Share.

Yazar Hakkında

Hasan Aydın 1993 yılında İstanbul, Üsküdar’da doğdu. İstanbul’da geçen ilköğretim ve lise eğitiminin ardından, 2016 yılında Yalova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler (İngilizce) Bölümünden derece ile mezun oldu. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim dalında başladığı tezli yüksek lisans eğitimini 2018'de başarıyla tamamlayıp aynı bölümde doktora eğitimine başlamıştır. İleri seviyede İngilizce bilmektedir. İlgi alanları, Din ve Milliyetçilik, Sömürgecilik ve Afrika’da ABD Dış Politikası’dır.

Yorum Yap