İsrail’in Filistin’e yönelik saldırısı Afrika kıtasının -en azından siyaset ve dış politika meselelerinde- homojen bir bakışa sahip olmadığını gösterdi. Olaylardan sonra bazı kıta ülkeleri İsrail ya da Filistin’e olan desteğini açıkça dile getirdi. Bunun yanı sıra önemli bir kısmı ise süreç içerisinde sessiz kalmayı tercih etti. Bir denge tutturmayı tercih eden bu ülkeler gerilimin tırmandırılmaması çağrısında bulundu ve herhangi bir ülkeyi desteklemeden saldırıları kınadı. Gerilimi azaltma yönünde genel çağrılarda bulunarak tarafsızlığını koruyanlardan bazıları İsrail’le güçlü ikili bağları olan Etiyopya, Uganda ve Angola gibi ülkelerdi. İki vatandaşının olaylardan etkilendiği Tanzanya da tarafsız bir duruş sergiledi.
Kenya, Gana ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti ve Togo İsrail’e destek veren Afrika ülkeleri olarak öne çıktı. Öte yandan Güney Afrika Cumhuriyeti, Cezayir gibi kıtanın güçlü ülkeleri, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını şiddetle kınadı ve Filistin ile dayanışma içinde olduklarını belirtti. Güney Afrika kıta genelinde, İsrail’i açıkça kınayan ve Arap Birliği üyesi olmayan birkaç ülkeden biriydi. Hamas’ın saldırısının hemen ardından Güney Sudan, Zambiya, Kamerun, Malavi ve Madagaskar İsrail’in yanında yer alarak Hamas’ı şiddetle kınadılar. Ruanda da bu ülkelerden biriydi ancak Ekim ayı sonlarında Gazze’ye insani yardım da sağladı. Öte yandan Afrika’nın Arap Birliği üyelerinden bazıları saldırıların sorumlusu olarak İsrail’i kabul ettiler.
Çatışmaların meydana geldiği ilk günlerde, dünya genelinde olduğu gibi Afrika devletlerinden yapılan açıklamaların hepsinde şiddetin sonlandırılması talebi yer aldı. Buna karşılık İsrail’i destekleyen grupta yer alan ülkeler “terör” eylemine karşı olduklarını vurgularken, diğerlerinin söylemlerinde altı çizilen tema “saldırıların uluslararası insan haklarının ihlali” demek olduğu şeklindeydi. Buna göre Afrikalı liderler mevcut İsrail-Filistin ihtilafındaki şiddeti kınama konusunda birleşirken kimi sorumlu tutacakları konusunda net bir çizgiye sahip değiller denebilir. Yine, Hamas tarafının İsrail’e yönelik saldırısının ardından bazı Afrikalı liderler şiddete tepki gösteren açıklamalar yayınlarken buna terör mü yoksa savaş mı denilmesi gerektiği konusunda anlaşamamış durumdalar.
Değişen bu tepkilerin ardında yatan sebepler de farlılık göstermekte. Karşılıklı çıkar ilişkileri, din, tarihi bağlar, batı karşıtlığı/sömürge düzeni, dışa bağımlılık/ekonomi, güvenlik ve insan hakları gibi konular ülkelerin gösterdiği tavrı etkileyen unsurlar. Yalnız, bu faktörlerin ele alınacağı düzleme sadece kıtanın Filistin ve İsrail’le olan bağları değil Afrika ülkelerinin ABD ve AB ülkeleriyle kurduğu ilişkiler de dahil edilmeli.
Olaylar başlar başlamaz kıta genelinde verilen ilk tepkiler değişkenlik gösterse de zaman içerisinde çoğu Afrika hükümetinin, Afrika’daki önemli siyasi grupların ve Afrika halkının önemli bir kısmının Filistin davasına daha sıcak bakmaya başladığı, İsrail’in Gazze’deki askerî harekâtına karşı bir duruş sergilediği görülmekte. Örneğin Moritanya, 1999’da İsrail’i tanıyan Arap Birliği’ndeki üçüncü ülke olmasına rağmen 2009’da Gazze savaşı dolayısıyla askıya aldığı ilişkileri 2010’da tamamen sonlandırmıştı. 2020’den itibaren de ilişkilerin normalleştirilmesi için adımlar atılmışken son olaylar karşında Moritanya Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada İsrail mevcut krizin müsebbibi olarak görüldü.
Filistin lehine gelişen birlikteliğin bir göstergesi de 27 Ekim’deki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yapılan oylama oldu. Ürdün’ün genel kurula sunduğu, düşmanlığı sonlandıracak acil, kalıcı ve sürdürülebilir insani ateşkes çağrısını içeren karar için otuz beş Afrika ülkesi oy verdi. Karar 120 kabul, 14 aleyhte ve 44 çekimser oyla kabul edildi. İsrail’i açıkça destekleyen Kenya, Gana ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti dahi lehte oy kullanırken hiçbir Afrika ülkesi aleyhte oy kullanmadı; bazıları (9) oylamaya katılmadı; Yeşil Burun Adaları, Kamerun, Etiyopya, Tunus, Güney Sudan, Zambiya ise çekimser kaldı. Kabul oyu kullanan ülkeler arasında, İsrail’le ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik İbrahim Anlaşması’na imza atan Mısır, Fas ve Sudan’ın da bulunması dikkat çekici. Ayrıca Mısır ve Sudan, yine kendileri gibi İsrail’le diplomasisini geliştirme arifesinde olan Çad’la birlikte, oylamaya sunulan kararın hazırlayıcısı 47 sponsor ülke arasında yer alıyor. Bu gibi ülkelerin oylamada durdukları yerin, İsrail’le ilişkilerindeki siyasi pratiğe yansımaları ayrı bir bahis olarak incelemeye muhtaçtır. Hem Afrika ülkelerinin bireysel olarak hem de Afrika Birliği’nin ortak bir şekilde Filistin meselesinde aldığı tavır elbette önemlidir. Ancak bu tavırların bölgesel ya da küresel anlamda ne derece etkili olacağı ise büyük bir soru işareti. Etkisi ve sonuçları tartışmaya açık olmakla birlikte bu tür kararlara verilen desteğin doğrudan İsrail’in aleyhinde ve Afrika ülkeleriyle iş birlikleri olan Amerika’nın isteklerine aykırı olduğu unutulmamalı. Üstelik 55 Afrika Birliği üye devletinin 46’sı tarafından tanınan ve Afrika’da 17 büyükelçiliğe, 12 konsolosluğa sahip bir İsrail’e rağmen bu kararın çıkması değerli görülebilir.
Aynı gün Birleşmiş Milletler, Hamas’ın kınanmasını içeren ve İsrail’in çıkarlarının daha olumlu değerlendirildiği bir değişikliğin imzalanmasını oyladı. Red kararı çıkan oylamada Yeşil Burun Adaları, Gana, Kenya, Malavi, Nijerya ve Güney Sudan İsrail yanlısı bu değişikliği destekledi; Angola, Botsvana, Fildişi Sahili, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Etiyopya, Gine-Bissau, Lesoto, Mozambik ve Togo çekimser kaldı. İsrail’in müttefiki Kamerun ve Zambiya da dahil olmak üzere bazı ülkeler oy vermeyince taslağın meclisin gerekli üçte ikisi tarafından kabul edilmesi için yalnızca üç oy eksik kaldı ve kabul edilmedi. İsrail’i eleştiren Afrika ülkeleri değişikliğe itiraz etti. İlginç bir şekilde İsrail ile uzun süredir ilişkileri olan Uganda, Tanzanya, Senegal ve Orta Afrika Cumhuriyeti gibi ülkeler de onlara katıldı.
Diplomatik düzeyde iki devletli çözümü desteklemeye devam eden Afrika Birliği ise Arap Devletleri Birliği (LAS) ile yaptığı ortak açıklamada Gazze’deki düşmanlıkların derhal durdurulması ve 2,2 milyon Filistinliye temel yardım ve acil insani yardım sağlanması için uluslararası düzeyde ortak bir çaba gösterilmesi çağrısında bulundu (15 Ekim). Afrika Birliği Başkanı Moussa Faki Mahamat, bağımsız ve egemen bir devleti olan Filistin halkına ait temel hakların inkarının, kalıcı İsrail-Filistin geriliminin ana nedeni olduğunu belirtti. Ancak Mahamat’ın açıklaması genel olarak her iki tarafa yaptığı nötr çağrılardan oluştu: Her iki tarafa da acilen askeri düşmanlıklara son vermeleri, halklarının çıkarlarını korumak için iki devletin yan yana yaşaması ilkesini uygulamak üzere koşulsuz olarak müzakere masasına dönmeleri, uluslararası toplumun (özellikle de büyük dünya güçlerinin) barışı tesis etme ve iki halkın haklarını güvence altına alma sorumluluklarını üstlenmesi çağrılarında bulundu.
Filistin’e yönelik saldırıların devam ettiği süreç içerisinde en az iki Afrika ülkesi İsrail’deki diplomatlarını geri çağırdı: Güney Afrika ve Çad. Güney Afrika Cumhurbaşkanlığı Bakanı Khumbudzo Ntshavheni “Uluslararası toplumun gözetimi altındaki bir soykırım hoş görülemez.” ifadesini kullanırken Dışişleri Bakanlığı 4 Kasım’da basına yaptığı açıklamada “İsrail’in hastanelerde, ambulanslarda, okullarda, apartmanlarda ve özel araçlarda Filistinli sivilleri doğrudan hedef alması bir savaş suçudur” dedi. Bakanlık, Güney Afrika’nın “derhal ateşkes” çağrısını yineledi. Güney Afrika hükümeti, İsrail tarafından gerçekleştirilen Gazze’deki sivil ölümlerini “soykırım” olarak görürken Dışişleri Bakanı Naledi Pandor bu durumu “toplu cezalandırma” olarak tanımladı.
Gazze’deki çatışmaya tepki olarak 4 Kasım’da ülkenin İsrail’deki maslahatgüzarlarını geri çağıran Çad’da, hükümet sözcüsü “Çad, birçok masum sivilin hayatını kaybetmesini kınıyor ve Filistin meselesine kalıcı bir çözüm sağlayacak ateşkes çağrısında bulunuyor.” dedi. Çad’ın verdiği tepkinin oldukça anlamlı olduğunu belirtmek gerekir. Zira İsrail ile diplomatik ilişkilerini daha yeni geliştirmeye başlamıştı ve geçtiğimiz Şubat ayında bir büyükelçilik açmıştı. Aynı şekilde Sudan 2021’de İsrail’in egemenliğini tanıyan son Afrika ülkesi olmuştu. Ancak Filistin’in meşru müdafaa hakkını savunduğunu belirtti ve Cibuti, Güney Afrika ülkeleri gibi sürekli ihlaller nedeniyle bölgeyi radikalleştirdiğini söyleyerek İsrail’i Filistinliler arasında öfkeyi alevlendirmekle suçladı.
Libya Temsilciler Meclisi de İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik saldırılarını destekleyen ülkelerin büyükelçilerinin, Libya’yı terk etmelerini istedi. Temsilciler Meclisi sözcüsü Abdullah Buleyhık “İsrail’in yaptığı katliamı durdurmaması durumunda, Libya hükümetinden bu ülkeyi destekleyen ülkelere gaz ve petrol ihracını durdurmasını istiyoruz.” ifadelerini kullandı. Başbakan Abdul Hamid Dbeibah de ilk günden itibaren Filistin’e olan desteklerini net bir şekilde beyan etti.
Öteden beri Filistin ile tam dayanışma içinde olduğunu yineleyen Cezayir, uluslararası kurumları çatışmaya müdahale etmeye çağırdı ve “İsrail sömürge yerleşimine” karşı savaşan Filistinlilere saygı duyduğunu ilan etti. Filistin’de bir işgal olduğunu, Filistin halkının meşru hakları bulunduğunu ve uluslararası hukuka göre bu haklarının verilmesi gerektiğini vurgulayarak desteğini her fırsatta yineledi.
Tunus parlamentosu, İsrail ile ilişkileri normalleştirmeyi suç sayan tasarıyı görüşmeye aldı. Meclis Başkanı Brahim Bouderbala “Filistin sorununun halkımız için temel mesele olduğu yönündeki tutumumuzu sürdüreceğiz. Bu varlığın normalleştirilmesine ve meşruiyetinin tanınmasına karşıyız.” dedi. Cumhurbaşkanı Kays Said, İsrail ile normalleşmeye karşı olduğunu, ülkesinin bu konudaki tutumunun da sabit olduğunu söyledi.
İsrail-Filistin çatışmasındaki gelişmeleri görüşmek üzere 21 Ekim’de Kahire Barış Zirvesi düzenlendi. Zirveye ev sahipliği yapan Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi açıklamasında sivillerin hedef alınmasına karşı olduğunu belirterek sivillerin korunması, sınırdaki insani yardım ve Filistinlilerin yerlerinden edilmesi konularına dikkat çekti.
Başlangıçta İsrail’i açıkça destekleyen bazı Afrika ülkeleri, İsrail’in saldırıları sonucunda ölü sayısının artmasıyla birlikte daha dikkatli tutumlar göstermeye başladı. Örneğin Kenya, ilk olarak İsrail ile güçlü bir “dayanışma” beyanında bulunmuştu, ancak o zamandan beri gerilimi azaltma çağrılarını desteklemeye devam etti. Tabi bu tavrı, yetkililerin ülke içindeki Şebab mensuplarının tepki saldırısından endişe duyuyor olmaları etkilemiş olabilir. Ayrıca içeriden bir tepki olarak, Ulusal Müslüman Liderler Forumu (NAMLEF) aracılığıyla Kenyalı Müslüman liderlerin, Hamas’la devam eden çatışmada insanlığa karşı işlenen suçları öne sürerek artık ülkenin İsrail’le bağlarını kesmesi ve elçisini geri çağırması talebi, ayrıca Filistinlilerle dayanışma içinde olma çağrısı da dikkatlerden kaçmamış olsa gerek.
Resmî açıklama ve tepkilerin yanı sıra kıtada halk nezdinde güçlü desteklere şahit olmak da mümkün. Bu konuda Kuzey Afrika’nın öne çıktığını söyleyebiliriz. Çünkü kuzeydeki Filistin yanlısı protestolar Sahraaltı Afrika’dakinden daha güçlü. İsrail için önemi giderek artan bir ortak olan Fas dahi büyük protestolara izin vermiş durumda. Hatta Fas ilk üç hafta içerisinde en çok gösteri düzenlenen Afrika ülkesi konumunda. Ancak bunların hiçbiri Rabat ile Tel Aviv arasındaki bağların güçlenmesini yavaşlatmış görünmüyor. BM Genel Kurulu’ndaki oylamada çekimser kalan Tunus’ta da halk birçok kez Filistin için miting yapmak üzere sokaklara döküldü.
Gösterilen bütün tepkiler ve Birleşmiş Milletler Genel Kurul oylamasında ortaya konulan tavra rağmen Afrika devletlerinin, ülkelerindeki Filistin yanlısı kitlesel hareketlere izin verme konusunda temkinli davrandıklarını ileri sürenler de mevcut. Nitekim hiçbir ülke için siyasi ve jeopolitik çıkarların görmezden gelinmesi mümkün değildir. Hükümetlerin ihtiyatlı yaklaşımı elden bırakmadığını iddia edenlere göre Sahraaltı Afrika’da Müslüman çoğunluğa sahip bazı ülkelerin yetkilileri protestoların devam etmesine izin vermede isteksiz davrandılar. Örneğin 28 Ekim’de Senegal, Filistin davası için Ulusal İttifak’ın miting düzenlemesine izin vermedi. Fakat yine de Dakar’da bir protesto gerçekleşti. Kıtada en çok Müslüman nüfusa ev sahipliği yapan Nijerya, diyalog yoluyla “gerginliği azaltma ve ateşkes” çağrısında bulunarak, şiddetten “derin endişe duyduğunu” ifade etti. Nijerya’nın açıklaması kamuoyunda itidalli bir duruş olarak kabul edildi. Buna rağmen çok sayıda insan Filistin’le dayanışma için protestolara katıldı ve hükümetten iki devletli çözüme ulaşılana kadar İsrail ile diplomatik ilişkilerin durdurulmasını talep etti. Şeriat Yüksek Konseyi, ABD’yi İsrail’e destek vermekle suçladı ve Birleşmiş Milletler’e kararlı bir duruş sergilemesi çağrısında bulundu. Ayrıca Güney Afrika, şaşırtıcı olmadığı üzere Sahra’nın güneyindeki en büyük protestolara tanık oldu ve halk Filistin’e destek için seslerini duyurdu. İlginç bir şekilde Kenya ise İsrail’e açık destek vermesine rağmen ülkede Filistin’e destek eylemleri gerçekleştirildi. Bunların yanında Sierra Leone gibi ülkelerde nadir de olsa basına yansımayan bazı İsrail destekçisi eylemler gerçekleştirildi.
Bir taraftan Afrika devletlerinin resmî açıklamaları ve çağrıları gelmeye devam ederken diğer yanda halkların Filistin’e yönelik sivil desteği sürmekte. Fakat gösterilen duruşun ne kadar gerçekçi veya etkili olduğu, Filistin’deki yaşanan acı olayların sonlandırılmasına ne kadar katkı sunacağı hala tartışmaya açık bir konu. Zira resmi makamların yaklaşımına mugayir de olsa kamuoyundaki sivil duyarlılığının henüz İsrail ile diplomatik bağlara zarar vermeyecek düzeyde olduğu dile getirilmekte. Üstelik İsrail ile olan ilişkilerin yanı sıra onun en önde gelen destekçisi konumundaki ABD’nin Afrika ülkeleriyle olan münasebetleri de hesaba katılması gereken bir faktör. Bu durum Filistin’in aleyhine olmasına rağmen ABD’nin, etkileme ihtimali olan Afrika ülkelerini yönlendirme çabaları başarıya ulaşacak gibi görünmemektedir. Zira ABD’nin buna benzer olarak Ukrayna-Rusya savaşında Afrika ülkelerini taraf olmaya ikna etme çabasında başarısız olduğu hala unutulmuş değil.
Yine de Afrika’nın Filistin-İsrail çatışmasında taraf olmaya sıcak bakmadığı, haliyle Filistin’le topyekûn ve sınırsız bir dayanışmaya girmeyeceği görüşünü savunanalar söz konusu. Bu bakışa göre Afrika halkları Ukrayna savaşı, Gazze saldırıları gibi krizlerin ortasında kıtanın kendi çatışma ve problemlerinin göz ardı edildiği kanaatine varmış durumdalar. Bu durum aslında, çatışmayla ilgili herhangi bir yorumda bulunmamayı tercih eden ülke sayısının çok oluşunu da kısmen açıklamakta.
Çatışmanın enerji ürünlerinde fiyat artışlarını tetiklemesiyle bölgede oluşan yeni enflasyon dalgası ve yüksek faiz oranları, hangi tavrı alırsa alsınlar Afrika ülkelerinin ekonomisini de olumsuz olarak etkilediğini gösteriyor. Bazı uzmanlara göre Afrika ülkeleri, gıda kıtlığı nedeniyle ithalat maliyetlerinin artmasına sebep olan Kovid-19, iklim zorlukları ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgali olaylarına eklenecek yeni bir küresel şoku kaldıramayacaktır. Artan enerji maliyetlerinin, birçok badireler atlattıktan sonra toparlanmaya çalışan Afrika ekonomilerine büyük bir darbe vurma ihtimali olup yine ABD’nin, Arap dünyasına olan dolar akışını azaltmaya yönelik olası bir adımı, ekonomik destek için bu ülkelere bağımlı olan bazı Afrika ülkelerini dolaylı olarak etkileyecektir. Bu durumun da söz konusu ülkelerin İsrail’i destekleme konusundaki jeopolitik ittifaklarında pürüzler çıkarması olasıdır.
Filistin’in durumu Afrika’da çok sayıda motifi harekete geçirmiş vaziyettedir. Etnik, dini, siyasi, ekonomik ve sosyal pek çok motif farklı boyutlardan ve birbiriyle uyumlu bir şekilde hesaba katılmadan doğru bir sonuca ulaşmak ise oldukça zordur. Mevcut resme bakılırsa Afrika ülkelerinin ortak bir tavrı olmadığı görünüyor ve kamuoyu hakkında da bir genelleme yapmak oldukça zor.
Hepsinden önemlisi ortak hareket ve tavır birliği sağlanmış olsun veya olmasın Afrika ülke liderlerinin açıklamalarında yer alan arka plan, aslında İsrail işgalinin reddedilmediğini göstermekte. Zira 10 Kasım’da Riyad’da düzenlenen Suudi Arabistan-Afrika Zirvesi’nde de olduğu gibi Afrikalı liderler hep bir ağızdan, yapılanların uluslararası insan hukukuna ve yasalara aykırı bir ihlal olduğunu belirtse ve dünya kamuoyunun bu noktadaki desteklerini talep etse de en nihayetinde atılacak somut adım önerisi olarak “Filistin halkına 1967 sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız devletlerini kurma hakkını garanti altına alacak” şekilde iki devletli bir çözümü ve bu uğurda çaba gösterilmesini teklif etmektedirler.
Dr. Öğretim Üyesi İsa GÖKGEDİK