Sömürgecilik sonrası dönemde bağımsızlığını kazanan Afrika ülkelerinin yaşadıkları iktisadi ve içtimai sorunlar yeni sömürgeciliğinde gelişmesine imkân ve ortam sağladı. Bu düzlemde Fransa ve İngiltere başta olmak üzere sömürgeci güçler; hidrokarbon rezervleri, telekom, liman işletmeciliği, demiryollarının yönetimi, perakende ticaret sistemleri ve alt yapı üretimi sektörlerinde faaliyet gösteren müteahhitlik şirketleri olmak üzere kıtanın pek çok değerli kaynaklarına sahip oldular. Dolayısıyla kıta ülkelerinin yönetim krizleri çerçevesinde oluşan güç boşluklarını, söz konusu ülkelere bağımsızlıklarını veren sömürgeci güçler rahat bir şekilde doldurdu. Nitekim bu durumu, bir itiraz mahiyetinde Senegal’in eski dışişleri bakanlarından Dudu Tiam’ın şu sözleri anlamlandırmaktadır: “Yeter, biçimden öteye geçmeyen bağımsızlık. Biz ekonomik ve sosyal alanlarda egemenlik haklarımızı kazanmaya yönelmedikçe gerçek bağımsızlığa kavuşamayız.”
Bu yazının konu edindiği bölge olan Batı Afrika’da günümüz konjonktürünün değişim sinyalleri vermesiyle Fransa’nın alan kaybetme korkusunun onu yeni nesil sömürgecilik stratejileriyle güncellenmiş ahlak dışı yöntemleri uygulamaya sevk ettiği söylenebilir. Buradan hareketle konunun iki yönlü gerçekleştiğini ifade edebiliriz.
Birinci yön sömürge parası olan CFA Frangı konusudur. Son yıllarda CFA Frangının ve bu bölge içerisinde olan Batı Afrika ülkelerinin rezervleri (ilk kurulduğu yıllarda tamamı, mevcut durumda ise yarısı) Fransız Merkez Bankasına yatırılıyordu. Bu duruma tarihsel süreçte tepki gösteren ve CFA bölgesinden çıkmak isteyen onlarca devlet başkanına Fransa destekli darbeler gerçekleştirildiği de malumun ilamı. Bu bağlamda son yıllarda CFA bölgesi ülkelerinin söz konusu sömürge mirasını terk edecekleri ve Batı Afrika Ülkeleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) tarafından kıtanın kendi parası üzerinde çalışılan “eko”ya 2020’den itibaren geçileceği ifade edilmişti. Ancak 17 Ocak’ta söz konusu ülkelerin bu konuda gerçekleştirdikleri toplantıda Nijerya, Sierra Leone, Liberya, Gambiya, Gana ve Gine nezdinde “eko” para biriminin kullanılmasının reddedildiği bildirildi. Aslında söz konusu toplantıdan önce de “eko” para biriminin hazırlığı ECOWAS tarafından yıllarca süren bir çalışma sonucunda gerçekleştiği; yani “eko”yu kullanarak Fransa’nın yeni nesil bir sömürge yöntemi uygulayacağına dair Afrika ülkelerinde tartışmalar sürmekteydi. Dolayısıyla bu açıklamanın konuyla ilintili olacağı düşünülebilir ve bu bağlamda sürpriz olmadığını ifade edebiliriz.
İkinci yön ise Batı Afrika’da son dönemde artan tedhiş hareketleri ve bu bağlamda Fransa’nın terör olaylarının yaşandığı bölgelerde asker bulundurmasının meşruiyet zemininin oluşturulmasıdır. Söz konusu duruma karşı gerek Mali inisiyatifi başta olmak üzere Afrika’da yaşayan halklar, gerekse de Avrupa’daki Afrika diasporası Fransa’nın söz konusu tutumuna karşı oldukça tepkililer ve protesto gösterileri düzenlemekteler. Söz konusu topluluklar Fransa’nın Sahel bölgesindeki 2014 yılından bu yana sürdürdüğü Barkhane Operasyonu kapsamında bölgede konuşlandırdığı 4500 kişilik askeri kapasitesiyle terörü ve bölgesel istikrarsızlığı arttırdığını düşünmekte.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 4 Aralık 2019’da gerçekleşen NATO toplantısında “Sahel bölgesinde artan Fransız karşıtlığına ilişkin belirsizliği liderlere soracağına ve Fransız askerlerinin bulunduğu bu ülkelerin yöneticilerinin kendisine açıklama borçlu olduğuna” dair hadsiz açıklamaları Afrika’da da kayda değer bir tepkiyle karşılık bulmuştu. Bu bağlamda Burkina Faso Cumhurbaşkanı Roch Marc Christian Kabore, Macron’un kullandığı üslubun sorunlu olduğuna ve bu üslupla Fransa Cumhurbaşkanının hiçbir yere varamayacağını ifade etmişti. Bu minvalde Senegal, Mali, Nijer ve Fildişi Sahili devlet başkanları da Macron’un üslubuna ve sarf ettiği sözlere karşı tepki göstermişti. Nitekim Macron’un 20-22 Aralık’taki Fildişi Sahili ve Nijer ziyareti öncesi Nijer ve Mali başta olmak üzere birçok Afrika ülkesinde Fransız askeri üsleri protesto edilmiş; bazı kentlerde ise gösterilere izin verilmemişti.
Pau Sahel Zirvesi ve Fransa’nın Endişesi
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un çağrısıyla Batı Afrika ülkeleri Moritanya, Çad, Mali, Nijer ve Burkina Faso liderleri 14 Ocak’ta G5 Sahel Zirvesi kapsamında Fransa’nın güneyindeki Pau kentinde bir araya geldi. Macron’un ev sahipliğinde düzenlenen ve BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel ve Afrika Birliği Komisyon Başkanı Musa Faki Mahamat’ın de katıldığı Sahel Zirvesi’nde terörle mücadele, Fransa’nın bu bölgedeki (Sahel) askeri varlığının meşruiyeti, yeni stratejiler ve operasyonların yeniden yapılandırılması gibi konular görüşüldü.
Bununla birlikte Macron, son zamanlarda söz konusu ülkelerde Fransa’nın artan askeri varlığına yönelik halkın tepkisine karşı Afrikalı liderlerden siyasi destek açıklamaları bekliyor. Sahel ülkelerinden Fransa’nın varlığına ilişkin açık talep ve destek yinelemesi bekleyen Paris, gerektiğinde Avrupalı müttefiklerinin de Sahel bölgesinde aktif görev almasını istemekte. Ancak Avrupalı müttefikler “Takuba” adı verilen bu 500 askerlik özel birliğin aşamalarının gerçekleştirilmesinde çekinceli davranıyor olsa da Sahel ülkelerinden böyle bir talebin henüz gelmediği bilinmekte. Her ne kadar Fransa Devlet Başkanı Macron bu yapıya güvense de Amerika’nın da uluslararası siyasetin dönüşümü sürecine bağlı olarak Batı Afrika’daki asker sayısını kayda değer anlamda azaltarak desteğini yumuşattığı bilinmekte. Dolayısıyla söz konusu durumların bölgede gitgide Fransa’yı endişelendirdiğini; dolayısıyla önümüzdeki günlerde güç kaybı endişesiyle bölgedeki ahlak dışı siyasetinin dozunu daha da arttıracağını söyleyebiliriz.
Fransa’nın Batı Afrika’daki Askeri Varlığı Ne Anlama Geliyor?
Mevcut durumda Fransa’nın Afrika genelinde 4 kalıcı askeri üssü olsa da Sahel bölgesi faaliyet alanı olan Barkhane Operasyonunda olduğu gibi geçici üsler de zamanla kalıcı hale gelmektedir. Macron her ne kadar söz konusu operasyonlar kapsamında bulunan askerlerin Afrika’nın güvenliği için var olduğunu iddia etse de, bir havuç-sopa ilişkisi gibi söz konusu ülkeler üzerinde baskı uyguladığı ve bu sayede bölgenin değerli kaynaklarına sahipliğine dair ekonomik kazanımlarını sürdürmeyi amaçladığı gerçeğini görebilmeyi zorlaştırmıyor. Dolayısıyla Fransa Afrika’daki varlığını meşru bir zeminde korumak ve sürdürebilmek için (bilhassa askeri anlamda) çeşitli tedhiş hareketlerinin varlığından faydalanma çabasında. Nitekim bu durum Batı Afrika’daki söz konusu devletlerin güvenliğini, istikrarını ve egemenliğini kayda değer anlamda bozduğunu ve bu konjonktürde Fransa gibi eski ve neo-kolonyal devletlerin Afrika kaynaklarını talana devam edeceğini göstermekte ve son aylarda hem Afrika’da hem de Afrika dışındaki diasporanın protestoları bu talanın farkında olunması açısından çok kıymetli durmaktadır. Tam da bu denklemde Afrika’da yeni bir konsepte sahip Fransız-İngiliz rekabetinin de çok bilinmeyenli denklemleri söz konusu.
Sonuç olarak eski Senegal Dışişleri Bakanı Dudu Tiam’ın vurguladığı gibi Afrika devletlerinin ekonomik ve sosyal alanlarda kazanımlarını konsolide etmesi ve bu talana dur deme vakti tam manasıyla geldi. Demiri tavında dövmek gerek. Zira Afrika’nın genç ve dinamik yeni nesli bu idealleri gerçekleştirecek potansiyele ziyadesiyle sahip durumda.
Not: Bu makale, AA Analiz’de 24.01.2020 tarihinde “Batı Afrika’da Nüfuz Kaybeden Fransa Yeni Taktikler Deniyor” başlığıyla yayınlanmıştır. Ayrıntılı bilgi için tıklayınız.