Fransa ile Cezayir arasında 132 yıllık sömürgecilik döneminde yaşanan birçok hadisenin etkileri bugünlere kadar uzanmakta ve iki ülke arasındaki gerginliklere etkisi hiç tükenecek gibi de değil. Bazıları var ki belki de ele alınması bile araştıranı hayretler içinde bırakabilecek boyutlara varabilir. Başkentte bulunan beylerbeyliğine ait bugünkü değeriyle 4 milyar avro tahmin edilen 500 milyon franklık hazinenin daha işgalin ilk yıllarında Paris’e taşınması bunlardan birisidir.
1830’lu yılların başında Osmanlı’nın bu güçlü eyalet merkezini işgal süreci başlar başlamaz gündeme gelen meseleler arasında Cezayirlilere ait ne varsa tahrip edilip yağmalandığıdır. Bunlar arasında mezarlıklar ile ilgili uygulamaların akılla mantıkla izah edilebilir bir tarafı yok. Şehir ve çevresinde yeni alan açmak, kabirlerin etrafını çeviren taşlarla yeni binalar inşa etmek ve dahası içi boşaltılan yerlerden çıkan kemiklerin gemilerle Fransa’ya taşınıp Marsilya şeker fabrikasında sanayi maddesi olarak kullanılması gibi aklın sınırlarını zorlayanlar var. Özellikle üzerinde en az durulan konulardan birisinin neredeyse bu meselenin olması ister istemez insanoğlu bunu yapamaz düşüncesiyle gerçekleşip gerçekleşmediği hakkındaki bazı şüphelerdir. Bir de bunu Fransa’nın kesin bir dille inkar etmesi olabilir. Fransızlar neredeyse buna hiç temas etmezken Cezayirliler arasında kesinlikle yaşandığına inanılmasıdır.
Toplumlar geçirdikleri acılı dönemlerinin ardından belki geçmişi unutabilirler, intikam duygusunu kaybedebilirler, ya da bir gün mutlaka geçmişin hesabını sorabilirler. Fakat kabirlerinde kemikleri henüz kaybolacak kadar dahi bir zaman geçmemiş ölülerin haklarını kim koruma ihtiyacı hissederdi? Zira onlar adına yapılacak en geçerli işlem kabirlerinin olabildiği kadar muhafaza edilmesi, şayet bir şekilde kemikleri gömüldükleri yerden çıkacak olursa derhal onları yine uygun bir şekilde toprağın altına koyulmasıdır.
Fransa kendine has bazı uygulamaları olan ülkelerden birisidir. Paris’te asırlar içinde aşırı büyüyüp kullanılamaz hale gelen eski mezarlıklarının 19. yüzyılın başlarında şehrin yenilenen konumuna bir yük teşkil etmesiydi. Bunların bir türlü düzene konulamayacağından hareketle Fransız İhtilali’nin kargaşa şartlarında bir çare düşünülmüştü. Büyük bir hızla inşası yürütülen binalarda kullanılan kayaların çıkarıldığı yer altı taş ocakları vardı. Zamanla uzunluğu sekiz kilometreyi bulan dehlizlerinin bir kısmı yer altı mezarlığına çevirilerek değerlendirildi. Yıkılan tüm tarihi mezarlıkların kalıntı kemikleri de yıllar içinde buraya getirilip istif edildi. Şimdilerde Paris Katakompu (Catacompes de Paris) denen “Denfert Rochereau Yeraltı Mezarlığı” uzun yıllardır aynı zamanda turist çeken bir müzeye de dönüştürüldü.
Kendi kemiklerini yerin altında dehlizlere taşıyarak da olsa koruyan Fransa aynı yıllarda özellikle başkent Cezayir şehri kabristanlarından toplanan kemiklere ise farklı muamele yapmaktan çekinmedi. Bunların gemilerle Marsilya’ya taşındığı kulaktan kulağa yayılmaktaydı. Önceleri buna kimse bir anlam veremiyordu. Çıkarılmalarının ardından sebebini bilmedikleri şekilde limandan yüklenip bir yerlere götürülüyordu. Meğer o yıllarda şeker fabrikalarında bu sanayi ürününün beyazlatılması aşamasında bir katkı maddesi olarak kemik kullanılmaya başlanmış. Zira kalsine sürecinde genel anlamda bunlardan elde edilen maddeye “hayvandan elde edilen kömür/charbon animal” veya “hayvandan elde edilen siyah/noir animal” denmekteymiş. Yapılan işlem neticesinde organik sıvıların rengi bozuluyor ve bazı oksitlerin indirgenmesi sağlanabiliyormuş. Benzeri bir durum şeker elde edilirken ürünü beyazlatmak için de geçerli imiş.
Cezayirliler bir şeyden emin oldular ki Fransız işgali sadece dirileri hedef almıyordu, ölülere de kabristanlarda huzur vermiyordu. Bugün başkentteki limanın biraz üst tarafındaki Kasaba (Casbah) denilen tarihi mahallede küçük bir kabristan var. Burada ülkenin tarihinde isim yapmış bazı şahsiyetlerin türbeleri ve makamları bulunmaktadır. Bunlardan ikisi özellikle çok tanınmış kimseler olup birisi Abdurrahman es-Salebi isimli yerel, diğeri de Veli Dede isimli Türk asıllı iki tasavvuf ehli kişidir. Özellikle birincisine ait türbenin kubbesi altında bulunan kabrin duvarlarına yapıştırılmış vaziyette Osmanlı dönemine ait birçok yöneticinin mezartaşı bulunmaktadır. İkinci şahsiyetin kabri daha tabii haliyle muhafaza ediliyor. Aslında bunun kabri limana çok yakın bir mekanda bulunuyormuş. Oranın yıkılması sırasında halkın aşırı tepkisinden çekinerek bu yüksekçe bir konumdaki noktaya getirip defnetmişler. Ama nice büyük mezarlıkları tamamen yok etmişler.
Böylece Fransa’nın ilk işgalci birlikleri tarafından yeryüzündeki diriler gibi toprak altındakilerin de huzuru kalmamış ve kemiklerine bulundukları o kabirler çok görülmüş. Rovigo Dükü unvanına sahip Anne Jean Marie René Savary isimli Fransız komutan Müslümanlara ait her türlü gayri menkule el koyduğu gibi 1831-1833 yılları arasında burada görevde tutulduğu sürece yıktırdığı tüm ibadet mahallerinin malzemeleri ile kurum binaları, depolar ve hatta kilise inşaatları yaptırmaktaydı. Mezarlıklardan çıkardığı geçmiş zamanlarda ölenlerin kemikleri yanında yeni vefat edip bedenlerinin henüz toprağa karışma süreci tamamlanmayanları dahi çıkarılarak gemilere doldurulup Fransa’ya gönderilmişti.
Mezarlıkların Bozulma Sebepleri
Asırlar önce Akdeniz sahilindeki en önemli merkezlerden birisi olan başkent Cezayir’in hemen hemen her tarafında şehir içi ve çevresinde çok sayıda mezarlık mevcuttu. Yeni şehir planlaması adı altında ilk yok edilecek yerler arasında sömürgeci memurlar gözlerini buralara diktiler. Öncelikle de çevrelerinde patika yollar açmak dahil, özellikle de geçmişleri asırlar öncesine gidenlerin tarihî dokusu bulunanlarda büyük yollar açmak, köprüler inşa etmek için sükunetin nişanesi kabirleri hedef aldılar. Paris’in mezarlıkları gibi Cezayir’in mezarlıklarını da sonuçları farklı olsa da yok etmeyi kafalarına koydular. Çünkü onların gözünde buralar boş alan demekti. İşgal edip ortadan kaldırılmalarında da bir sakınca görmediler.
Mezarlıklarda kullanılan tüm taşlar sömürgeciler tarafından inşaatlarda gerekli yapı malzemesi ihtiyacını karşılamak üzere kullanıldı. Özellikle şehri çevreleyenler zirai anlamda kullanılacak topraklar olarak görüldü. Buralarda açılan yeni alanlar ekilebilir arazilere çevrilerek Avrupa’dan getirilip yerleştirilen köylülere veriliyordu. İnsanlıkla bağdaşmayan bu uygulama bir asırdan fazla devam eden acımasız bir tavırdı. Kabirler arasında ilk bozulanlar arasında Bab el-Oued ve Bab Azzoun, Bab el-Jedid çevresindekiler ile Ali Boumendjel, Larbi Ben Mhidi ve Hassani İssad sokaklarının bulunduğu yerlerdeki mezarlıklar bulunuyordu. Ama her fırsatı değerlendirdiler. 1912 yılında bile Arbaa bölgesine yerleştirilen bir Fransız köylü tek başına üç mezarlığı bozup ekilebilir araziye çevirerek bu vahşi işlem bir şekilde devam ediyordu. Tahert (Tiaret)’deki Sidi Hosni’de bağımsızlık mücadelesinden başlamasından sadece iki yıl önce 1952 yılı gibi artık olmaz denilen bir zamanda bile sırf arazisi için bir mezarlık daha yok edildi. Öyle ki buralarda yeni defnedildikleri için henüz etleri kemiklerinden ayrılmamış cesetleri bile pulluklarla ezmekten çekinmemişti. Buradaki gömülü olanların akrabaları oralara gidip ağıtlar yakarak üzüntülerini dile getirmişlerdi. Cezayir Bağımsızlık Savaşı sadece tüm toplumun hürriyetini alma mücadelesi değil, kabirlerdekilerin hakkını da savunmaya dönüşmüştü.
Başkent Cezayir’in daha 19. yüzyılın ilk yarısında şehrin ortasında açılacak yollardan birisi özellikle büyük mezarlığın ortasından geçirildi. Tüm kemikler ortalığa saçıldı, bir kısmı dolgu malzemelerinin içinde kalarak öylece hafriyat olarak alınıp kullanıldı. Hatta ortalığa saçılanlardan öylece bırakılanlar da oldu. Bir Cezayirli nazarında yaşayanın mesken, ölünün de mezar hakkı ellerinden alınmıştı. Yaşayanlar atalarından kalan mallarından edilmelerine mi üzülsünler, ölülerinin ise daimi istirahatgâhlarında dahi huzur içinde yatamamalarına mı dertlensinler çaresizlik içinde bu vahşetin canlı şahitleri oldular.
Mezarlıkların bozulmasının verdiği acılar bir yana kabirlerden çıkarılan kemiklerin çok daha aşağılık amaçlar için kullanılması tüm Cezayirlileri daha da derinden yaralamaktaydı. Zira gemilere doldurulmalarının ardından bir insanın kendi vücuduna ait son kalıntısı da tamamıyla yok edilmek üzere Une tragédie aux ports d’Alger-La massacre des Aoufias isimli kitabın yazarı Cezayirli tarihçi Moulay Belhamisi’ye göre Marsilya’daki şeker fabrikasına taşınmıştı. Ama Paris’teki mezarlıklardan çıkardıkları kemikleri en azından taş ocaklarındaki boşluklara doldurulmaları bu şehir halkın teskin edebilirdi.
Fransızcada “hayvandan elde edilen siyah/noir animal” veya “hayvandan elde edilen kömür/charbon animal” denilen ve o dönemde şeker üretiminde ona beyaz rengi vermek için gerekli madde için bu kemikler kullanılmaktaydı. 1833 yılı Mart ayında La Bonne Josphine isimli gemi ile taşınanlar daha ilk günlerde şüphelenilen bu uygulamayı doğrulamıştı. Zira Marsilya limanına varır varmaz insan kemikleri ve kafataslarını boşaltmaktaydı. Coloniser- Exterminer kitabının yazarı Olivier Le Cour Grandmaison ise bu konuda ilk bilgi paylaşanın Tıp Doktoru Segaud olduğunu ve bu kemiklerin bir kısmının içinde yeni defnedilen yetişkin cesetlerine ait kafatasları, dirsek ve uyluk kemikleri ve hatta üzerlerinde henüz et parçaları bulunduğunu 1827 yılında Marsilya’da yayın hayatına başlayan bu Fransız şehrin en eski gazetelerinden olan ve Paris muhabirliğini Emile Zola’nın yaptığı Sémaphore Gazetesi’nin (Le Sémaphore de Marseille) yayın yönetmenine 1 Mart 1833 günü yayınlanması talebiyle bir mektup yazıp göndermişti.
Bu mektupta hayvana ait kömür yapımında kullanılan kemikler arasında insan türüne ait kemiklerin de bulunduğu bilgisini herkes gibi alenen öğrendiğini belirtiyordu. Bir hayırseverlik duygusuyla hareket edip kendisini buna iknaya çalışıp bu dolaşan haberlere hangi derecede inanabilecekti. Bonne-Josephine’nin kaptanı Perissola tarafından sipariş edilip Cezayir’den getirilen kemiklerle dolu gemiye çıktığını ve arada kemiklerin belirli bir miktarını büyük bir dikkatle inceledikten sonra bunların içinde insan iskeletlerini gördüğünü mektubunda dile getiriyordu. Bir kısmının yetişmiş insanlara ait olduğunu ve yakın zamanda ortaya çıkarıldıkları için üzerlerinde et parçaları bulunan kafatasları, dirsek kemikleri ve uyluk kemiklerini fark etmişti.
Dr. Segaud’ya göre insan kemiklerinin taşınması gibi bir uygulamaya müsamaha gösterilmemesi, yetkili makamların bu getirilen kemikler arasında Afrikalı kahramanlar kadar Fransa için ölenlere ait parçaların da bulunabileceği, insana ait kalıntıları bu şekilde kaçırmanın sürdürülmeyip durdurulmasını da talep ediyordu. Şayet bu tenbihlerine dikkat edilirse bundan istifade de edebileceklerinden emindi. Belki sanayi ve siyaset bu istenmeyen davranışlardan çıkar elde edebilirlerdi. Hatta insanlara ölülerine daha fazla saygı gösterilmesini emredip, dahası yaşayanları bile daha az hor görebilirlerdi. Marsilya’daki şeker rafinerilerinin devamı için yaşayanlara karşı tiksinme duygusuyla devam etmemeliydi. İnsan vücuduna ait kısımların kullanılması tüm şehirlerde Fransızlara nefreti körükleyebilirdi. Ayrıca bu sömürge siyaseti yüzünden zaten düşmanları konumunda bulunan Araplar bu kemiklerin alınıp götürülmesini öğrenince onlardaki karşıt tavırları daha da sertleştirecektir. Bunun acısını da esir aldıkları Fransızlar’dan çıkarabilirlerdi. Le Sémaphore de Marseille Gazetesi iki gün sonra ikinci sayfasındaki okuyucu sütununda yayınlayarak en azından onun endişeleri yankı bulmuştu. Başka yazarlar da bu uygulamayı onaylayan ifadeler kullanmışlardı. Bu olayın ortaya çıkması üzerine dönemin Fransız Savaş Bakanlığı harekete geçmiş gibi davranıp böyle bir ticaretin yapılıp yapılmadığının araştırılmasını, şayet varsa durdurulmasını isteyecekti.
Mezarlıkların kemikleri alınırken bunların kapladığı alanlar yeni şehircilik düzenlemesiyle Fransa’dan getirilen göçmenlere ev yapılacak arsalara ve onlar için gerekli yollara dönüştürüldüler. Başkent deyince bugün Cezayir şehir merkezinin kısmen de olsa korunan ve UNESCO tarafından dünya mirası listesine alınan Kasaba isimli tarihi mahallenin sınırları 1831 yılı ve sonrasında iyice artan modern yapılanmalarla o kadar çok tahrip edildi ki şu anda korunan kısımlar sadece geçmişi hatırlatacak izler taşımaktan ibaret kaldılar.
Unutturmak Mezar Bozmak Kadar Ağır Geldi
Sömürgeci Fransız memurlar bir taraftan mezarlıkları yok ediyorlardı. Diğer taraftan oralarda akrabaları defnedilmiş olanların bir müddet sonra bu insanlık dışı uygulamayı hatırlamamaları için ise özel gayret gösteriyorlardı. Şimdilerde yeni bir uzlaşı dili geliştirip iki ülke arasındaki tartışmaların odağında özellikle Cezayir tarafının da suçu var gibi gösterilip karşılıklı olarak bir anlaşma ortamını sağlama gayreti var.
Oysaki Cezayir’in işgali öncesinin en önde gelen kahramanlarından Emir Abdülkadir’in bile daha o dönemde gündemindeki konularından birisi bu gayri ahlaki insan kemiği ticaretiydi. Kendisi bu uygulama hakkında bilgi sahibi olunca Cezayirlilerin beyaz şeker tüketmelerini yasaklamıştı. Bu tüketim “antropophogie”, yani insan kalıntılarının tüketiminden başka bir şey değildi. Dahası antik çağdan modern çağa kadar tüm insanlık tarihinde tüm toplumların ortak değerlerinden birisi ölülerine saygılı davranmaktı. Sadece bu hadisenin etraflıca araştırılıp en ince ayrıntılarıyla aydınlatılması bile bir insanlık görevidir.