Kuzey’de Türk Heyeti Gören İki Malili
2012 yılı Ocak ayında büyük bir krizin içine adım adım düşen Afrika’nın en fakir ve en az gelişmiş ülkelerinden Mali artık yalnız başına içine sürüklendiği bu durumu atlatabilecek konumu kaybetmiş durumdadır. Afganistan, Irak, Suriye, Myanmar ve Somali’deki dramı görmek kadar Mali’dekine de duyarsız kalınmamalıdır. Çünkü onlar için de son ümit kapısı Türkiye oldu. Bu vesile ile Mali Cumhuriyeti’nde yaşanan insanlık dramını yerinde görmek ve gerekli insani yardım köprüsünü kurmak için TİKA tarafından 17-23 Temmuz 2012 tarihleri arasında bu ülkeye bir heyet gönderildi. Bu çerçevede görevli olarak biz de bu heyette yer aldık.
Dünyada yaşanan ekonomik krizlerin büyük ülkeleri, hatta onlardan daha fazla Afrika ülkelerini vuracağı tahmin ediliyordu. Diğer taraftan 2010’dan beri izleri görülmeye başlanan Arap Baharı ile kıtada meydana gelen gerginlikler sonrası beklenen kargaşa ortamı, kendini en fazla Mali’de hissettirdi. Başka bir ifade ile Arap Baharı’nın negatif etkileri Mali’de ortaya çıktı. Bu ülkede birçok etnik unsur birlikte yaşamasına rağmen 15 milyonluk nüfus içinde %2 oranında, yani 300 bin kadar oldukları tahmin edilen Tuaregler ülkenin kuzeyinde kontrolü ele geçirdiler. Mali 1960 yılında Fransızlardan bağımsızlığını elde etmişti. Ardından, 1963 yılından itibaren bugüne kadar sayısız direniş hareketleriyle ülke –özellikle Kuzey Mali- içinden çıkılmaz sıkıntıların merkezi haline getirildi. Aslında Mali halkı uzun yıllar Fransız istilasına karşı direnmişti fakat içlerinden istilacılar ile işbirliği yapanların sayısı da arttı. Öyleki, 1960 yılına kadar bölgede en fazla akan kan Tuareg kanı oldu. İlginçtir Mali’ye bağımsızlığını veren Fransa buradan çekilirken Tuareglerin bir kısmını da bu ülkenin sınırları içinde bıraktı ama siyahi tenli güneylilere itaat etmemelerini de ısrarla tavsiye etti. Onun bu sözünü tutan az da olsa bir grup Tuareg daima Mali merkezi hükümetini hedef alıp saldırılar düzenledi. 1992 ve 2006 yıllarında iki defa Cezayir’in aracılığı ile merkezi hükümetle görüşerek silahı bırakma girişiminde bulundular. Ne var ki Büyük Sahra bölgesi Afrika kıtasının dörtte birinden fazla yüzölçümünü kaplıyordu ve burada dağınık bir biçimde yaşayan göçer kabileleri idare etmek çok zordu.
Tuareg toplumu üzerinde hesabı olan ülkelerin sayısı o kadar fazla ki bu karmaşık düzeni çözmek büyük bir irade istiyor. Osmanlı Devleti Tuareg toplumunu 1850’lerde keşfetti. 70 yıl bunlarla ilgili siyaset üretti. Trablusgarp eyaletine bağlı kazalar kurup onları idaresine aldı. Türkiye Cumhuriyeti ise bu toplumu tam 90 yıldır ihmal etti. Hatta varlığından haberdar bile olmadı. Tuaregler üzerine yapılan tüm siyasi manevralarda Türkiye maalesef hiç olmadı. Bizler, süreçler tamamlandıktan sonra “demek böyleymiş” deyip pasif bir bilgilenme ile yetiniyoruz.
Fransa başta olmak üzere ABD, Çin, Kanada, Avustralya, Almanya, İtalya, İspanya, Hindistan, Cezayir, Libya, Rusya ve daha bilemediğimiz birçok ülke Büyük Sahra’ya yakından ilgi duyuyorlar. Çok değil bir asır önce Büyük Sahra’da sadece Türk-Fransız rekabeti vardı. Bugün ise içinde Türkiye’nin olmadığı çok taraflı rekabet ortamları yaşanıyor. Mali Cumhuriyeti komşusu Nijer gibi bugüne kadar Tuareg toplumu ile kırılgan bir zeminde yaşadı. Bir türlü kardeşçe toplumlarını yaşatmayı başaramadı. Bunun müsebbibinin Mali merkezi otoritelerinin olmadığı bu gün her yönüyle ortaya çıktı.
Fransa Afrika’dan çekildikten sonra bir müddet uluslararası ilişkiler anlamında etkinliği Sovyetler Birliğine kaptırdı. Sovyetler Birliği’nin dağılması Afrika’da bir rahatlama atmosferi oluşturdu ve kıta hızlı bir şekilde toparlanmaya başladı. Kendi imkanları ve kaynaklarını özellikle Çin’in yatırımları ile daha karlı hale getirince, Avrupa ülkeleri devreye girerek farklı Afrika ülkelerinde yapay gündemler oluşturdular. Mali’nin payına hiç tasvip etmediği halde kuzey bölgesinde insan ve silah kaçakçılığı, uyuşturucu trafiği ve adam kaçırarak fidye alma girişimleri düştü. Aslında bu yapılanların hiçbirisinde etkinliği olmasa da Avrupa devletleri, özellikle Fransa daima Mali’yi suçladı. Oysaki herkes Tuaregleri silahlandıran ve kuzeyi kontrol dışına iten bizzat Farnsızlar’ın olduğunu bilse de o kabahati hep Mali merkezi hükümetinin üzerine attı. Özellikle 2012 seçimlerini kaybeden Nicolas SARKOZY Mali’yi Somali yoluna sokmak için epeyce gayret gösterdi. Uluslararası camiayı inandıracak zemin çoktan oluşmuştu. Ancak seçimler talihini bitirdi ve yerine geçen François HOLLANDE ise daha yumuşak bir tavır sergileme emareleri gösterse de; Mali’nin kargaşa ortamına sürüklenme süreci devam etti. Hatta bu gün Fransızların müdahaleleri SARKOZY dönemini aratmayacak gayretleriyle ve tüm hızıyla devam ediyor.
Türkiye Cumhuriyeti 2010 yılı Şubat ayında Mali Cumhuriyetine ilk defa tayin ettiği büyükelçisiyle bu ülke ile diplomatik bağını en üst seviyede kurdu. Bu Türkiye açısından büyük bir gelişmeydi, ancak bunu destekleyecek büyük çaplı etkileşim alanları oluşturulması gerekiyordu. Karşılıklı ziyaretler hep Mali tarafından yapılanlarla sınırlı kaldı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiçbir cumhurbaşkanı veya başbakan bu ülkeye resmi bir ziyaret gerçekleştirmedi. Oysaki tüm Afrika toplumları içinde Mali halkının çok ayrı bir yeri vardır. Uysal bir toplum olup kolay kolay silaha sarılmazlar. Hırsızlık dahil en az suç işleme oranına sahip ülkelerdendir. Halk, inanç ve farklı etnik unsurlardan oluşmasına rağmen, Tuaregler’ın dışında kavga yaşanmadı. Mali Dünya’da dayanışma kültürünün en fazla olduğu ülkelerin başında gelmektedir. Bu sebeple kanaatimize göre Mali’de yaşanan iç karışıklık geçicidir. Mutlaka bir çıkış yolu bulunacaktır. Eski sömürgeci, bu günki müdahaleci güçlerin aksine; kendi menfaatlerini geri plana itebilen Türkiye en kısa zamanda Mali’ye yakın alaka göstermeli ve içine düştüğü girdaptan çıkması için yardım etmelidir.
Mali’yi kendi insanları için tehlikeli ülkeler sınıfına alan başta Fransa olmak üzere tüm Avrupa ülkeleri, buraya askeri bir operasyon yapılması için ise acele ediyorlar. Silah tüccarları fırsat kollamakta, hatta bu tür operasyonlar dünyada yaşanan mali krizden çıkmak için bir çare olarak görülmektedir. Oysaki son yıllardaki tecrübeler göstermiştir ki; hangi ülkeye operasyon yapılmışsa akan kan daha da artmış ve o ülkeye bir daha da huzur gelmemiştir. Henüz el değmemiş zengin kaynakları olan bu ülke karışırsa, üzerine pek çok vesayet konacağı apaçıktır.
Mali’de kapıların Türk insanına ardına kadar açık olduğu net olarak görülmektedir. Yaptığımız incelemeler ve gözlemler de bunu ortaya çıkarmıştır. Türk insanı da Mali’de kendini bulmaktadır. Ziyaretimiz sırasında Başkent Bamako’ya 250 km. mesafedeki Segou şehri yakınında Nijer Nehri üzerindeki devasa köprüde etrafı seyreden Türk heyetini gören iki ihtiyar Malili heyecana kapılıp “burada beyaz tenli insanları tekrar gördük, ülkemiz yeniden huzura kavuşacak” diyerek sevinçlerini belirtmişlerdir. Mali Cumhuriyeti kalkınacak ve bunu da sadece bir ülke sağlayabilecek, o da Türkiye’dir. Başkent Bamako’da Türk Sivil Toplum Kuruluşları mensupları cami cami dolaşıp Mübarek Ramazan ayında muhtaç Malililerle iftar yapan tek Müslüman ülke vatandaşlarıdır. İçine düştüğü krizden itibaren bugüne kadar Mali’ye giden tek resmi heyet TİKA ile Prof. Ahmet KAVAS başkanlığındaki heyet temsilcilerinden oluşmuştur.
Barışı savaşa tercih eden Mali’ye gönderilecek yabancı askerlerle burayı Somali, Afganistan ve Irak yapmak isteyenlerin önünde Türkiye durabilecek konumdadır. Yaşadığı 1960, 1971, 1980 ve 1997 askeri darbeleri ve muhtıraları ile darbeler konusunda büyük tecrübe kazanmış bir ülke olarak Türkiye’ye göre Mali’nin kaosu o kadar büyük değildir. Bu yüzden Mali’ye krizden çıkış konusunda rehberlik edebilir. Mali siyaseten ve iktisaden şu anda kurtlar sofrasına düşmek üzere. Bu yüzden ona siyasi rehberlik ve mütevazi mali yardımlar yapılarak bu ortamdan kurtarabilir. Yoksa Mali de Somalileştikten sonra atılacak adımlar hiçbir yarar getirmeyecektir. Malili çocukların gözyaşı toprağa düşmeden Türk Devletinin ve insanının şefkat elini bir an önce omuzlarında hissetmeleri gerekir. Bu insanî bir zorunluluktur.
İncelememiz sırasında Başkent Bamako’dan ülkenin merkezindeki Mopti’ye kadar 700 km. boyunca sadece iki adet traktör gördük. İnsanlar geniş arazilerinde tüm zirai işlemlerini çapa yardımıyla elle yapıp yüklerini eşek arabalarıyla taşımaktadırlar. İşin bir diğer tarafı da Malililer para ile satın almak istedikleri halde bile traktöre sahip olamamaktadırlar. Çünkü acımasız rekabet onları güçsüz bırakarak modern köle statüsünde tutuyor. Traktörün girmediği araziden alınan verim yok denecek kadar az olmaktadır. Ayaklarının altındaki suyu beş on metre kuyu kazıp çıkaramamaktadırlar. Maalesef 20 yıl öncekinden farkı olmayan bu günkü Mali, bu gidişle 20 yıl sonra da aynı kalacaktır.
Mali halkı, sıkıntılarının temelinde ülke yönetiminde etkili olan tüm siyasetçileri görüyor. Ancak bu kişiler uzaydan gelen insanlar değil, bilakis Mali toplumunun evlatları olup mesele onları yetiştiren Fransız döneminin devamı olan zihniyeti gütmeleridir. Başka bir deyişle Mali’de sömürge zihniyeti hala ayakta duruyor. Ancak bu zihniyet eskisinden de tehlikeli görünüyor. Zira eskiden sömürgeciler bizzat varken, şimdi yerli haktan sömürgeci zihniyette olanlar var. Her Malili ülkesini çok seviyor, ama istese de ona hizmet edemiyor. Büyük bir çıkmazın içine girdiği için onu ancak bu konuda tecrübeli bir devlete ait toplum çıkaracaktır. O da şu anda dünyanın pek çok yerinde harıl harıl çalışan Türk Sivil Toplum Kuruluşları ve onlara pek çok alanda destek veren Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm resmi ve sivil kuruluşlarıdır.