Yazar: Prof. Dr. Ahmet Kavas
Kitabevi, 3. Baskı, İstanbul 2015, 551 s.
Osmanlı Devleti’nin üç kıtadaki hâkimiyetinin en az bilineni şüphesiz Afrika’daki kısmıdır. Roma ve Bizans hâkimiyetlerinin bile bu kıtadaki varlığının daha teferruatlı bilindiği dikkate alınacak olursa 16. yüzyılın ilk yıllarından 20. yüzyılın başına kadar tam dört asır devam eden sürecin özellikle arşiv ve diğer kaynakların titizlikle incelenerek daha iyi ortaya konması bir gereklilik halini almaktadır.
Yeryüzünün en geniş coğrafyalarında hâkimiyet kuran Fenikeliler, Romalılar, Bizanslılar ve Araplar Afrika’da da ciddi iktidar dönemleri yaşadılar. 868 yılında Mısır’da Tolunoğulları’yla başlayan ve 1912 yılında bugünkü Libya topraklarında Osmanlıların çekilmesiyle son bulan Türklerin tesis ettikleri idareleri toplam bin yılı aşan ömürleriyle Asya’nın ardından en uzun süre varlıklarını devam ettirdikleri kıtadır. Özellikle bu coğrafyanın önemli bir kısmında güçlü bir hükümranlık gösteren tek idare ise Osmanlı Devleti olmuştur. Avrupa sömürgeciliğinin bile en muktedir olduğu dönemde en fazla bir asır dayanabildiği göz önünde bulundurulduğunda Osmanlıların kıymeti daha da artmaktadır.
Afrika ülkeleri 1950’lerden sonra elde ettikleri bağımsızlık süreçlerinde iç kavgalar ve komşu devletler arasındaki gergin ilişkilerle ve çoğu askeri darbelerle devamlı çalkalandı. 1990’lı yıllarda ise Çin ve Hindistan gibi Asya ülkelerinin bu kıtaya giderek artan daha ziyade ekonomik ilişkilerinin bir getirisi olarak yeni kalkınma hamleleri başladı. Ne var ki 2000’li yıllarda eski sömürgeci Avrupa devletleri ile özellikle bu kıtayı genelde ihmal eden ABD bu kıtada her geçen gün nüfuz kaybına uğradıklarını fark ettiler. Böylece büyük güçler arasında Afrika yeniden menfaatler çatışmasına sahne olma sürecine tekrar girdi. En istikrarlı olduğu söylenen Tunus, Fildişi Sahili, Libya ve Mısır gibi ülkeler bir anda büyük kaos ortamlarına sürüklendiler. Bu yeni süreç adeta 16. yüzyılın başındaki İspanyol ve Portekiz işgallerine, özellikle de 19. yüzyılın son çeyreğindeki Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya, Belçika, İspanya ve Portekiz gibi Avrupa ülkelerinin istilaları sonrasında kıtayı kendi aralarında paylaşıp sömürgeleştirme hamlelerini hatırlatmaktadır.
Osmanlı-Afrika İlişkileri kitabı genel anlamıyla bu kıtanın sömürgeleştirilmesine karşı yerli idarelerle ve halklarla kurulan işbirliği sayesinde birlikte var olma mücadelesini farklı yönlerden ele almaktadır. Bu güçlü devletin üç kıtada süren hâkimiyetinin son dört asrında Afrika ile ilişkileri olabildiğince incelenmektedir. Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihte yaşanan bu tecrübelerden alacağı önemli dersler bulunmaktadır. Zira pek çok alanda kıtalar arası köprü konumuna gelmesinde geçmişte olduğu gibi gelecekte de bu coğrafyaya yakın ilgisi etkileyici rol oynayacaktır.