Rusların Libya topraklarına ilgisi daha 18. yüzyılda başlamıştır. O dönemde Libya’nın (Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp Eyaleti) yöneticileri Karamanlılardı.
1551’de Hristiyan işgalinden kurtarılıp fethedilen Trablusgarp’ta yaklaşık dört asırlık Türk hâkimiyetinin mühim bir kısmı Karamanlılar Dönemi olarak anılır. Karamanlı bir Türk’ün soyundan gelen Ahmed Bey, 18. yüzyıl başlarında yaşanan iktidar mücadelelerinde öne çıkıp 1711’de Trablus yönetimini eline geçirmiş ve Osmanlı merkezi yönetimi de onun valiliğini 1718’te tanımak zorunda kalmıştı. 1745’te vefatına kadar eyaletin bütün bölgelerinde otoritesini tanıttırınca veliaht tayin ettiği oğlu Mehmed Bey’in valiliğine kimse karşı çıkamamıştı. Karamanlıların bu şekilde babadan oğula geçen valilikleri 1835’e kadar sürmüştü.
Rusların Libya’yla ilk teması bu aileden Karamanlı Ali Paşa döneminde (1754-1793) gerçekleşti. 1754’te babası Mehmed Paşa’nın vefatı üzerine genç yaşta Trablusgarp valisi olan Karamanlı Ali Paşa, tecrübesizliği sebebiyle başlarda iyi bir yönetim sergileyemese de Karamanlı idaresini sürdürmeyi başarmıştı. Ancak valiliğinin son dönemlerinde yaşanan salgın hastalıklar, kıtlık gibi felaketler eyalet maliyesini ciddi ölçüde sarsmış; üstüne bir de oğulları arasında iktidar mücadelesi başlayınca eyalet idaresi çökmüştü. Taşrada valinin otoritesini tanımayan kabileler vergi vermeyi kesip birbirleriyle çekişmeye başlamış; halkın huzuru iyice kaçmıştı. Ali Paşa’nın gençliğinden beri etrafına çöreklenen mühtedilerin taşkınlıkları ve Yahudilerin Trablus ticaretini tekellerine alması da işin cabasıydı. Paşanın en küçük oğlu Yusuf Bey (daha sonra Trablusgarp Valisi) de babasına isyan etmiş ve Trablus şehrini kuşatma altına almıştı. Açlıktan sefaletten iyice bitab düşen halk, bir de kuşatma altında şehirde mahsur kalınca çareyi Halife-i Müslimîn’e başvurmakta buldu. Hemen ahalinin ileri gelenleri bir dilekçe hazırlayıp Sultan III. Selim’e (1789-1807) gönderdi. Karamanlıların valilikten uzaklaştırılmalarını ve yerlerine münasip bir idarecinin tayinini istiyorlardı.
Tarihte böyle bir kaos ortamını fırsata çevirmek isteyen kişiler her zaman bulunmuştur. O dönemde bu isim Cezayirli Seydi Ali idi. Cezayir’den kaçıp İstanbul’a gelmişti. Ağabeyi Kaptan-ı Derya’nın en güvendiği adamlarındandı. İki kardeş kafa kafaya verip bir plan yaptı. Cezayirli Ali’nin niyeti Trablusgarp’a hâkim olmaktı. III. Selim bir çok gâile arasında bir de Trablus’la uğraşmak istemiyordu. Cezayirli Ali’nin niyetini anlayıp kendisine müracaat eden Kaptan-ı Derya’ya “Bu makûle şey bizim bileceğimiz iş değildir” diye cevap vermişti. Cezayirli Ali, devlet tarafından kendisine destek verilmeyeceğini ama köstek de olunmayacağını anlamıştı. Hemen harekete geçti. Ağabeyinin yardımıyla birkaç gemi kiralayıp sefer hazırlıklarına başladı. Mora ve Yanya taraflarından paralı asker/maceracılar topladı. Ardından Akdeniz’de birkaç Sicilya gemisini toplarıyla beraber ele geçirdi. Küçük çaplı bir donanma hazırlanmış oldu. Bu donanmayla Trablus kıyılarına geldiğinde Cezayirli Ali’nin adamları hemen karaya çıkıp Osmanlı Padişahı’nın emriyle eyalete el koymaya geldikleri bildirdiler. Bunun için de sahte bir ferman okudular. Hiçbir şeyden haberi olmayan Trablus halkı da Padişah’ın seslerini duyduğunu ve eyalete yeni vali gönderdiğini düşünerek “sem’an ve tâaten (işittik ve itaat ettik)” dediler. Karamanlı Ali Paşa oğlu Yusuf Bey’in isyanıyla uğraşırken bir de böyle bir sıkıntıyla karşı karşıya kalınca pes etti. 1793 Temmuz sonlarında ailesini de alarak Tunus’a kaçmak zorunda kaldı. Cezayirli Ali’ye halk Bulgur Ali Paşa diyordu. Sebebi ise askerlerine Mısır’dan pirinç getiremeyince devamlı bulgur vermesidir. Bulgurdan gına gelen askerler valilerine Bulgur Ali Paşa adını takmış; halk da bu lakabı benimsemişti. Bulgur Paşa, eyaleti ele geçirdikten sonra İstanbul’a değerli hediyeler gönderip resmen Trablusgarp Valisi unvanını almıştı. Karamanlılar ise saltanatlarını kaybetmiş olsalar da Tunus Paşasını tahrik edip onun desteğiyle tekrar Trablus’a hâkim olmaya çalışıyorlardı.
İşte böyle bir dönemde Akdeniz’de kendilerine uygun bir merkez edinmeye çalışan Ruslar, ajanları vasıtasıyla Tunus’ta sürgün bulunan Karamanlı Ali Paşa’yla irtibata geçti. İstedikleri yer Trablus’un doğusunda Derne ile Tobruk arasında bulunan Bomba Limanı idi. Az bir gayretle Akdeniz ticaretinde mühim bir rol oynayabilecek olan bu liman karşılığında Ali Paşa’ya bazı vaatlerde de bulundular. Fakat Ali Paşa böyle bir teklife sıcak bakmadı. 1795’te Tunus Paşasının desteğiyle tekrar Trablus yönetimini ele geçirdikten sonra da oğulları lehine yönetimden feragat etti ve bu konu da bir daha açılmadı. O dönemde Fransızların da gözü Bomba Limanı’ndaydı. Trablustaki Konsolosları, bazı teşebbüslerde bulunduysa da o da netice alamamıştı. Ruslar o zaman elleri boş dönmek zorunda kalmışlardı ama emellerinden hiç vazgeçmediler. 20-25 yıl sonra bu mesele tekrar gündeme geldi. Artık Trablus tahtında Karamanlı Yusuf Paşa (1795-1832) oturuyordu.
Napolyon gâilesinin bertaraf edilmesinden sonra Avrupa’da yeniden düzeni sağlamak için tertip edilen 1815 Viyana Kongresi’nde Ruslar hiç gündemde olmamasına rağmen “Garp Ocakları” (Cezayir-Tunus-Trablusgarp) konusunun da ele alınmasını istemiş; İngilizler ise Rusların Akdeniz’de bir toprak parçası istedikleri için bu konuyu gündeme getirdiklerini farkedince meseleyi geçiştirip Londra’daki toplantıya ertelemişti. Osmanlı Devleti’nin katılmadığı bu toplantıda yer alan ve gûyâ Osmanlı çıkarlarını koruyacaklarını vaat eden Avusturyalılar, Londra’da yapılacak görüşme öncesinde Osmanlı makamlarından görüşme talebinde bulunmuşlardı. Neticede görüşme talebi kabul edildi. Arşiv belgelerine göre, Payitaht’ta yapılan görüşmelerde Avusturya Baştercümanı’na “Rusya’nın Akdeniz’de bir mevki temin etmek arzusu aşikârdır. Acaba Rusya nereyi istemektedir?” denildiğinde Baştercüman “olsa olsa Malta Adası veya Yediada yahut da İtalya sahillerinde bir limanı zapt etmek istiyorlardır” deyince Osmanlı tarafı, bunun pek mümkün gözükmediğini; çünkü ilk ikisinin İngiltere tarafından Rusya’ya bırakılmayacağının kesin olduğunu; üçüncüsünün ise olabileceğini ancak Garp Ocaklarına da göz dikmiş olabileceklerini söyledi. Ayrıca Rusya’nın Osmanlı Devleti ile yaptığı antlaşmalara göre Akdeniz’de Garp Ocakları korsanlarından emin olduğu ve rahatça ticaret yaptığı vaki iken bu meseleyi açmasının Osmanlı Devleti ile diğer devletlerin arasını bozmak demek olduğu belirtildi. Osmanlı devlet adamlarına göre, zaten Viyana Kongresi’nde İngiltere Başvekili Lord Castlereagh, bu meseleyi kapatmaya çalışarak Rusya’nın Akdeniz’deki emellerine müsaade etmeyeceğini ve Garp Ocakları üzerinden Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında eskiden olduğu gibi bir gerginlik çıkmasını istemediğini göstermişti. Osmanlı devlet adamları ayrıca, Avusturya heyeti üzerinden diğer devletlere bir nevi gözdağı vermek amacıyla Garp Ocaklarına saldırılırsa Fas, Afrika ve Hicaz gibi diğer İslam topraklarında bunun etkisinin büyük olacağını ve bir Müslüman-Hıristiyan çatışmasına dönüşeceğini de ima ettiler. Yapılan görüşmeler Padişah’a aksettirilince Sultan II. Mahmud: “Devletlerin maksadı ticaret emniyeti ise Garp Ocaklarıyla aralarını bulmak kolaydır. Ancak bütün bütün Ocakları kaldırmak ve Rusya’ya orada bir yer temin etmek niyetindeyseler bu meselenin halledilmesi bayağı müşkildir. Allah işlerimizi kolaylaştırsın” demişti.
Belgelerden anlaşıldığına göre o dönemde Rusların Akdeniz’de mutlaka bir yer zabt etmek istedikleri görülüyor ve daha önce de Bomba limanını istemiş olmaları dikkate alınınca bu yerin Trablusgarp topraklarından bir parça olduğu netleşiyor.
Ancak Ruslar, Napolyon Savaşlarında (1803-1815) iyice hırpalanmış ve devletleri mali müzayaka içerisine düşmüştü. Mecburen askerlerini Avrupa topraklarından çekip ordunun bir kısmını da terhis ettiler. İngilizler Rusların bu zayıf durumundan istifadeyle hemen harekete geçip ipleri eline aldı ve Rusya’nın Akdeniz’e sarkmasını engelledi. Ardından Londra’da yapılan görüşmelerde Avrupa devletlerini peşine takıp Garp Ocakları işini bizzat üstlendi. Ocaklar kendilerine dayatılan şartları kabul edip antlaşma imzalamak zorunda kaldı. Zaten Napolyon’un tasfiyesiyle Fransızlar sindirilmiş ve İngiltere 1816 yılında imzalanan bu antlaşmalarla Akdeniz’deki gücünü iyice pekiştirmişti. 1818’den sonra ise İngilizler, diğer Avrupa devletlerinin desteğiyle Garp Ocaklarının Akdeniz’deki hâkimiyetine son verdi. Gemilerini silahlandırmalarına izin verilmeyen, ticari faaliyetleri bile kısıtlanan Kuzey Afrika’daki Osmanlı eyaletleri, bundan sonra Avrupa devletlerinin sömürgeci nazarlarının hedefi hâline geldi. Neticede 1830’da Cezayir, 1881’de Tunus, 1911’de de Trablusgarp işgal edilince Osmanlı Afrikası bir hayal oldu.
Rusların Kaddafi döneminde Libya’yla yeniden ilgilenmeye başlamalarını ve Kaddafi sonrası ortaya çıkan siyasi yapıda kendilerine alan açmaya çalışmalarını daha iyi tahlil edebilmek için bu tarihî zemini de dikkate almak elzemdir.
Kaynaklar:
Abdullah Erdem Taş, Osmanlı Garp Ocaklarından Tralusgarp Eyaleti: Karamanlılar Dönemi 1711-1835, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2016.
Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C.XII, Matbaa-i Osmaniye, Dersaadet 1301, s.225-233.
Pellissier De Reynaud, “La Régence De Tripoli: Les Révolutions De La Régence. — Les Deys De Tripoli,Les Pachas Turcs Et Les Chefs Arabes”, Revue des Deux Mondes (1829-1971), Seconde Série De La Nouvelle Période,Vol. 12, No. 1 (1er Octobre 1855), s. 5-48.
BOA, HAT, 22537, 1231 (1815-1816).
BOA, HAT, 22537-A, 3.R.1231 (3 Mart 1816).
BOA, HAT, 49740, 11.B.1231 (7 Haziran 1816).
BOA, HAT, 49842, 7.B.(12)32 (23 Mayıs 1817).