Geçmiş ile Gelecek Arasındaki Köprü: Türkiye-Mağrip Buluşması
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidara gelişinden kısa süre sonra en çok değer verdiği bölgelerden olan Mağrip ülkelerine birkaç yıl sonra ikili resmi gezilerini başlatmış ve 2006 yılı tarihî bir dönüm noktası olmuştu. O sene imzalanan ve adım adım takip edilen süreçteki gelişmeler son derece verimli neticeler vermiş ve 2013 yılına gelindiğinde tüm Mağrip ülkeleri ve Türkiye birlikte kazanmanın gururunu açıkça ifade eder hale gelmişlerdir. Bölge üzerinde etkinliği olan diğer ülkeler bu gelişmeleri yakın takibe almakta gecikmediler ve Türkiye’nin yapay gündemleri son geziyi etkileyecek derecede tetiklenerek adeta başlamadan bu gezinin bitirmesi planlanmıştı. Hatta Başbakan Erdoğan’ın birkaç ülkeyi kapsayan birçok yurtdışı gezileri öncesinde ve de gezilerin devam ettiği günlerde Türkiye’de ya ciddi terör saldırıları olmuş, ya halk bir şekilde basit sosyal olaylarla galeyana getirilmişti. Maalesef son “Gezi Parkı” gösterileri de amacı dışında bambaşka boyuta çekilerek adeta AK Parti’nin ülkeyi yönetmekte acziyete düştüğü havasına sokulmak istenmişti. Ancak Mağrip gezisi planlandığı gibi yürümüş ve Gezi Parkı görüntülerini 24 saat yayın yapan kanallarında aralıksız veren Fransız basını başta olmak üzere uluslararası tüm ciddi basın organlarına rağmen herhangi bir aksama olmadan tamamlandı. Bu tür üst düzeydeki yurtdışı gezilerinin dolaylı faydalarından birisi de bu bölgelerdeki özel konuların daha fazla tartışma ortamına çekilerek gündeme gelmesi ve onlarla ilgili etkileşimlerin başlamasına vesile olmasıdır. Batı Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı konusu, Cezayir-Fas gerginliği, Cezayir’de yaşanan petrol tesisine yapılan son baskın gibi konular bu anlamda değerlendirilmelidir.
Mağrip Birliği ve Batı Sahra Meselesi
Mağrip olarak bilinen Libya, Tunus, Cezayir, Fas ve Moritanya ile tamamlan beşli gruba Mısır da ilave edildiğinde “Büyük Mağrip” olarak isimlendirilmektedir. Şayet Fas, Cezayir ile Moritanya arasındaki Batı Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti de müstakil olabilseydi Mağrip Birliği içinde yedi ülke yer alacaktı. Fakat İspanya 1884 yılında Rio de Oro ve Sagiyetü’l-Hamra adıyla ele geçirdiği Afrika’nın bu kuzeybatı ucunu 1976 yılında terk edince Fas Krallığı ile Moritanya bu bölgenin toprakları üzerinde hak iddia ederek aralarında paylaştılar. 6.600 milyar ton fosfat rezervine sahip Çin’den sonra Batı Sahra 5.700 milyar tonluk fosfat rezervi ile dünyada ikinci sırada yer almaktadır. Ayrıca henüz işletilmemekle birlikte demir, petrol kaynakları olduğu da biliniyor.
Fas idaresi yerleşmeden önce Batı Sahra’nın Cezayir ile 42 km., Fas ile 443 km. ve Moritanya ile 1561 km. sınırı vardı. Yerel halk ise İspanyol sömürgeciliği zamanında kuzeyi, doğusu ve güneyindeki her üç ülke de Fransız sömürgesi olduğundan en azından dil bakımından ve de yaşadığı sürecin getirdiği bir zorunlulukla Madrid’e bağlılık alışkanlığıyla farklılığını korumak istiyor. İspanyolca “Polisario” adıyla bilinen ve Moritanya’da kurulan direniş örgütüyle 1973 yılında İspanyollara, 1976-1991 yılları arasında da Fas Krallığına karşı 20 yıl kadar silahlı mücadele verdi. 27 Şubat 1976 günü Batı Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti adıyla İspanyolların çekilişinden bir gün sonra bağımsızlığını ilan etse de Fas bunu reddetti. Direniş örgütünün adı Sagiyetü’l-Hamra ve Rio de Oro’nun Bağımsızlığı Halk Cephesi (Frente Popular de Liberación de Saguía el Hamra y Río de Oro/POLISARIO) kısa yazılışından ibarettir. Moritanya 10 Ağustos 1979 günü Batı Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti ile anlaşarak haklarından vazgeçip yeni bağımsız devleti tanıdı ve idaresine aldığı bölgelerden derhal çekildi. Ancak bıraktığı yerleri 14 Ağustos günü Fas derhal kontrolüne geçirdi. Fakat bu durum uluslararası toplumca kabul edilmedi. Sürgündeki Muhammed Abdülaziz başkanlığındaki hükümet Afrika Birliği’nce 1982’de tanındı. Batı Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti çoğu Afrika ve Latin Amerika ülkelerinden 40 kadarınca da bağımsız kabul edilmektedir. Polisario’yu taraf olarak kabul etse de bağımsızlığını kabul etmeyen Birleşmiş Milletler ve Arap ülkelerinin bütünlüğünü savunan Arap Birliği tarafından ne Polisario ne de sürgündeki hükümet tanınmamaktadır. Fas kurucusu olduğu Afrika Birliğindeki üyeliğini 1985 yılında askıya aldı ve bu durum hala devam ettiği için kıtada üye olmayan tek ülkedir. 2000’li yıllarda Fas uluslararası siyasette etkinliğini artırdıkça daha önce Batı Sahra’nın bağımsızlığını tanıyan ülkeler bundan vazgeçmektedirler. Ayrıca Polisario da 29 Nisan 2008 günü Fas ile karşılıklı görüşmelere hazır olduğunu bildirdi.
Yine de Batı Sahra meselesinin çözümünde artık iki ülke kilit rol üstlenmektedir ki Cezayir’in 1976 yılında devreye girmesiyle ortam iyice gerildi, hatta aynı yıl aralarında yaşanan Amgala Savaşıyla aralarındaki sınırlarını kapatmak dâhil tüm ilişkilerini dondurdular. İki Müslüman ve komşu olan kardeş ülke düşman hale geldiler. Yaklaşık 20 yıldır neredeyse ikili ilişkiler kurmamaktan azami derecede kaçınmaktadırlar. Fas, henüz kendi tabii sınırları içindeki Melile ve Septe kasabalarını 500 yıldır bırakmayan İspanya da dâhil edildiğinde üç komşusundan en büyüğü olan Cezayir’i Batı Sahra üzerinden Atlas Okyanusuna bir koridor açmak isteği var diye tenkit ediyor. Haliyle Batı Sahra’yı kendisinin tabii uzantısı kabul ettiği bu bölgesinin bağımsızlığındaki ısrarcı tavrını kabullenemiyor. El-Uyûn (al-Ayoune) isimli merkezi şehir dahil ikiye bölünen ülkenin 266 bin km2.lik yüzölçümünün %80’i Atlas Okyanusu kıyıları dahil Fas’ın idaresinde olup %20’lik doğu kısmıyla buranın arası dünyanın dikkatlerinden uzak bir şekilde İsrailli ve Amerikalı uzmanların katkılarıyla 1980 Ağustos ayında başlayan ve 1987’de tamamlanan yedi farklı duvar ile altı parçaya ayrıldığı ve Fas tarafına geçişi engellemek üzere mayınlarla döşendiği, çitler çevrildiği ve sığınıklar yapıldığı dahi söylenegelmektedir. Kısaca uluslararası camiada “Fas Duvarı” adıyla bilinen ve Fas tarafından ise “kum duvarı, savunma duvarı ve güvenlik duvarı” adını verilmektedir. Toplam 2.720 km. uzunluğunda ve 3 metre kum ve toprakla yükseltilen duvarları 100.000 Fas askeri ile korunmaktadır. 155.000 civarındaki Batı Sahralı Cezayir tarafındaki Tinduf kamplarında yaşamakta olup bunların 90.000 kadarına Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği gıda dağıtmaktadır. Fas bu kamplarda kalanların sayılarının abartıldığı ve 25.000 kadar olduklarını iddia etmektedirler. Cezayir tarafındaki kamplar dışında Batı Sahralıların bir kısmı da Moritanya, İspanya, Kanarya Adaları ve hatta Küba’ya iltica etmişlerdir. Özellikle kamplarda yeni yetişen genç nesiller artık ciddi sıkıntılara sebep olmakta, hatta Mali’nin kuzeyinde son iki yılda yaşanan gelişmelerin içinde Batı Sahralı gençlerin de yer aldığı biliniyordu. Fas Batı Sahra’daki faaliyetlerinde ABD, Batı Avrupa, Körfez ülkeleri ve İsrail tarafından desteklenirken Cezayir’i sadece eski doğu bloku ülkeleri, Rusya, Küba ve Libya desteklemektedir. Fas tarafında bu konunun giderek uluslararası boyut kazanması sebebiyle bazı adımlar atılmakta ve Batı Sahra’ya verilecek otonominin bunun güncel, demokratik ve güvenilir bir girişim olacağı ifade edilmektedir.
Fas ve Cezayir arasındaki bu gerginlik herhangi birisini veya peşpeşe ikisini de ziyaret eden devlet adamlarının gündemine mutlaka gelmektedir. Fas gelen misafirini Batı Sahra konusunda kendisini desteklemesi şartıyla ağırlıyor, Cezayir ise bu konuda uluslararası camiada destek ve yakın ilgi bekliyor. Batı Sahra’nın ikiye ayrılmış halde yaşayan halkı ise bir an evvel tek bayrak altında buluşup devletlerini kurmak istiyorlar. Oyun gerçekten giderek Fas’ın Batı Sahra topraklarını kendisine ait görüp sınırlarına katmasıyla bitmemiş bilakis daha da girift hale gelmiş, işin içine en önemli komşusu Cezayir girmiş, Moritanya bir tarafta sessizce bekliyor, Afrika Birliği bağımsızlık sürecini desteklediği için kurucu üyelerinden olan Fas Krallığı buradaki üyeliğini askıya almak zorunda kaldı.
İki büyük İslam ülkesi arasındaki bu kopukluk her iki taraf kadar İslam İşbirliği Teşkilatı’nı ve Afrika Birliği’ni ciddi olarak rahatsız etmektedir. Neredeyse her uluslararası platform bu gerginliğin bitmesini beklemektedir. Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN’ın 40 yıldır Cezayir destekli Polisario’nun bağımsızlık mücadelesini açıkça desteklemediğini ilan etmesini Fas tarafı gayet iyi karşılarken iki kardeş ülkenin bir an evvel barışması için her türlü desteği vermeye hazır olduğunu bildirmesinden de rahatsız olmadı. Ne var ki her iki ülke de komşuluk ilişkilerini Batı Sahra meselesine kilitledikleri için adeta çözümden yana tavır almamak için gayret ediyorlarmış gibi bir hava var. Fas’ın tabii uzantısı olarak kabul ettiği Batı Sahra’yı İspanyol idaresinin çekilmesini bahane ederek bir anda kendi içine entegre etti. Birbirinden tarih içinde uzaklaşanlar aynı soydan da olsalar, velev ki aynı toprakları paylaşsalar bile bu tür ayrılmışları bir araya getirmek neredeyse imkansız olabilmektedir. Bu tür birliktelikleri iki Almanya’nın birleşmesinde olduğu gibi iki tarafın rızasıyla yapmak birçok sıkıntının kendiliğinden hallolmasını sağlamaktadır.
Fask Krallığı’nda İki AK Parti Buluşması
Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN’ın Kuzey Afrika gezisinin ilk durağı Fas Krallığı oldu. Tarihte Osmanlı Devleti ile iktidarı ele geçirdikleri 1659’dan itibaren tatlı bir rekabete giren Fas’daki Alevi de denilen Filali Hanedanı arasındaki samimi dostluk hep göz ardı edilmiş ve neredeyse aralarında sadece iki düşman ülke ilişkileri varmış gibi yansıtılma gayretine girişilmiştir. Oysaki arşivlerimiz bu iki güçlü Müslüman hanedanlığın asırlarca kader birliği ettiğine ve bunu destekleyen işbirliklerine şahitlik eden belgelerle doludur. Osmanlı Devleti’nin Mısır, Cezayir, Libya ve Tunus’ta kurduğu nüfuzunu Fas Krallığı’nda kuramaması özellikle Avrupalı tarihçiler tarafından kasıtlı olarak askeri yönden yetersizliği ile ifade edilmişti. Aslında bu nüfuzda en can alıcı nokta Afrika’da kurulan tüm Osmanlı eyaletlerinde yerel iktidarların İspanyol işgali karşısındaki yok edilişlerini durdurmak ve yok olmaktan kurtulmak için bizzat kendilerince yapılan yardım taleplerine cevap verme şeklinde olmuştu. Fas ise sadece Akdeniz sahilindeki yerleşim yerlerinde yetersiz kalsa da iç bölgelerinde hükümranlığını korumuş ve Tunus’ta İspanyollarla işbirliği yapmayı vazife edinen Hafsi hanedanı yanında Fas’taki Sadiler ve Filaliler daima Osmanlı ile işbirliğine önem vermişlerdi. Haliyle buna benzeyen diğer tarihi bağlar Sahraaltı Afrika’da Bornu, Songay, Ayir, Bagirmi, Sokoto ve Vaday sultanlıklarıyla; Sudan’da Func, Darfur ve Kordofan sultanlıklarıyla; Etiyopya’da Harar Emirliği ile ve Doğu Afrika’da Zengibar Sultanlığı ile mümkün mertebe güçlendirerek devam etmişti. Ama batılı tarihçiler Fas’a Osmanlı’nın eyalet kurup hâkim olamamasını daima Osmanlı açısından bir başarısızlık olarak yansıtmaktan hiç vazgeçmediler. Onları kaynak olarak kullanan bazı Arap tarihçilerinde de bu bilgilere rastlanmaktadır. Oysaki Fas’ın Fransa tarafından 1912 yılında himaye adı altında sömürgeleştirilmesini engellemek için çırpınan bir avuç Osmanlı subayı bizzat kendilerini davet eden Sultan Mevlay Hafız’ın Fransız baskısı karşısında dayanamayıp gözyaşları ile göndermesine kadar gitmişti. O dönemde kuzeydeki Tance şehrinde bulunan Avrupa elçilikleri yanına Osmanlı Devleti’nin bir elçilik açmasının nasıl uluslararası krize dönüştürülerek engellendiği ve maalesef Fas Krallığı ile ilişkilerimizin Madrid sefaretimiz üzerinden yürütülmek zorunda kalındığı tüm vesikalarla tespit edilen bir geçektir.
Bugün Türkiye 2000’li yıllardakinden daha etkin bir şekilde Kuzey Afrika’dadır. Fas Kralı Altıncı Muhammed’in Türk başbakanını kabul etmediği haberleri ile yüzünden olmayan bir randevu büyük bir diplomasi krizi havasına sokulmuştur. Tarih tekerrür etmez mi, elbette ki eder, Fas Kralı, taşıdığı sıfatı gereği kendisini tüm “inananların emiri/emirü’l-mü’minin” olarak görmektedir. Son on yılda Başbakan ERDOĞAN’ın Asya’da, Avrupa’da ve Afrika’daki tüm Müslüman toplumlar üzerindeki etkinliği ile Fas Kralının sıfatı arasında hiçbir zaman bir paralellik kurulmamıştır, ama etkinlikte daima hep öncü olduğu bilinmektedir. Önemli olan bu tür bir sıfatı taşımak mıdır? Yoksa bir asırdır ezilenlerin hakkını gereği gibi savunmak mıdır? İster istemez asırlardır ağırlığını hanedanlık geleneği ile omuzlarında hisseden bir sultanın yanında demokratik yollarla güçlenmiş bir siyasi liderin gücü arasındaki mukayese yersizdir. Adeta Fransa’da bulunması dolayısıyla ülkesinde olmayan ve olduğunda Fransa Başbakanı, İspanya Başbakanı, Avrupa’dan gelen Dışişleri Bakanları, hatta Arap ülkelerinden gelen içişleri bakanlarını dahi kabul eden kralı haklı gösterme yorumları ile ne türlü bir çelişkiye düşüldüğünün farkına bile varılmamaktadır. Dahası Libya’da Muammer Kaddafi’nin, Tunus’ta Zeynelabidin Bin Ali’nin ve Mısır’da Hüsnü Mübarek’in iktidarlarından düşmeleri sürecinde Türkiye’nin ve özellikle başbakanının etkinliği Fas’ta pek hoş karşılanmadığı yorumları yapılmıştı. Hatta bu ülkelerde devrimler tamamlandıktan sonra Recep Tayyip Erdoğan’ın her üç ülkeye ziyaret gerçekleştirmesine rağmen Fas’ta kralın reformlarını yeterli gördüğü anlamına gelebilecek bir gezi yapmaması da kendisine karşı hanedan ve çevresindeki bakış açışını menfi etkilemekte denmişti.
Geçmiş yıllarda Fransa’yı ziyaret eden İspanyol kralının Fransız Milli Meclisi’ne yaptığı ziyaret ciddi anlamda tenkit edilmişti. Zira Fransa kendi krallığını tarihinden sileli bir asrı geride bırakmış, demokrasinin beşiği meclisinde herhangi bir kralı görmek istemiyordu. Haliyle Türkiye Başbakanının Fas Kralını ziyareti gerçekleşseydi bu sadece bir nezaket ziyaretini ifade edecekti. Kralın yurtdışı gezisine çıkması, yabancı devlet adamları ile mümkün mertebe görüşmemesi, Fransa ile aralarında sömürgecilik döneminden gelen ve son yıllarda giderek artan yakınlığın devamı gibi konular ise gerçekle alakalı olmazsa da birer bahane olarak ileri sürülebilir.
Fas’ta seçimlerin galibi olarak hükümeti kurmakla görevlendirilen Adalet ve Kalkınma Partisi önderi Abdelilah Benkirane ile Türkiye’deki aynı adı taşıyan iktidardaki siyasi partinin önderi Recep Tayyip ERDOĞAN’ın buluşması hanedan mensubu ile demokratik yollardan seçilmiş birisinin görüşmesi eş değer değildir. Kral ülkesinde olsaydı kendisi mutlaka nezaketen ziyaret edilirdi. Şayet demokratik yollardan seçilmişler arası görüşme olmasaydı asıl sıkıntı bu olurdu.
Mağrip gezisinin ilke ayağı olan Fas ile ekonomik ilişkiler 2006 yılında imzalanan serbest ticaret anlaşmasından sonra 1 milyar 300 milyon dolar seviyesine çıkarak büyük bir gelişme göstermiştir. Gerçi Recep Tayyip ERDOĞAN bugün itibariyle ki ülke arasındaki normal iş hacminin üç milyar dolar civarında olması gerektiğini belirtmiştir ki bu iki ülke arasındaki ithalat-ihracat açığını dengeleyebilir. Fas ile Türkiye arasında 2006’daki serbest ticaret anlaşması kadar büyük çaplı olmazsa da özellikle hava, kara, deniz ve demiryolu taşımacılığı alanlarında yapılan anlaşmalar iki ülke arasındaki iktisadi büyümeye büyük ivme katacaktır. Yine iki ülke arasında Yüksek Seviyeli Stratejik Ortaklık Konseyi kurulması protokolünün imzalanması ilişkileri daha geniş alanlara yaymaya vesile olacak bir girişimdir. Avrupa-Akdeniz İşbirliği’nde iki ülkenin birlikte hareket etmesi ve Arap-Türk Formu kurulması, iki ülke içişleri bakanlıkları arasında anlaşmalar imzalanması bu gezisinin en verimli sonuçları arasına kaydedilmiştir. Halen 75 büyük Türk şirketinin 250 milyon doları aşan iş hacmi ve 6200 Faslıya iş imkânı sağlaması her iki ülke ekonomilerine aynı anda büyük bir katkı olmaktadır.
MÜSİAD’ın rehberliğinde geziye katılan 300 iş adamı yeni iş imkânları için büyük bir hamle olmuştur. Türkiye’de TÜSİAD ile MÜSİAD farklılığı Fas’ta da İş Adamları Genel Federeasyonu (Cofédération Générale des Entreprises Marocaines-CGEM) ile iktidar partisine yakınlığıyla bilinen AMAL Girişimcileri arasında mevcuttur. Türkiye tarafından MÜSİAD ile Fas’ta AMAL arasında gerçekleşen bir etkileşim olmuştur. Aslında eğer iki ülke iş adamları arasındaki buluşmadan son anda haberdar edilmemiş olsalardı CGEM üyeleri katılmak istiyorlardı. Yine Fas koalisyon hükümetinin Adalaet ve Kakınma Partisi (Partie de la Justice et du Développement-PJD) üyesi dışındaki diğer bakanlar da Türk meslektaşları ile buluşmak yerine Fas Millet Meclisi’ne giderek kendilerine sorulan sorulara cevap vermeyi tercih etmişlerdir. Hatta ülkenin en köklü siyasi partisi ve halen muhalefette olan İstiklal Partisi’nin lideri Hamid Şabat bu gezinin PJD’nin özel davetine dönüşmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Fas’ta yönetimde, siyasette ve iş dünyasında yaşanan ikiliğin temelinde yatan sebep ve de iktidarın büyük ortağı PJD’ye yapılan eleştiri Türkiye gibi dünyanın 16. büyük ekonomik gücü ile işbirliğini sadece kendi eksenleri etrafında programlamalarıdır. Diğer taraftan bazı çevreler Fas’ın Türkiye gibi güçlü bir ekonomiye sahip devletle yaptığı serbest ticaretin anlaşmasının kendi aleyhlerine netice vermesini bahane etmeleridir. Zira Türkiye’nin Fas’a ihracı bu ülkeden yaptığı ithalatının 2,5 katı fazla olmuştur.
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Fas’a yaptığı gezide kral Altıncı Muhammed ile görüşememesini bir tür hanedan tarafından kendi PJD’sine karşı tavır olarak değerlendiren bir makaleyi sanal alemde yayınlayan www.yabiladi.com sitesinin bugüne kadar krallıkta hiçbir sitedeki yazının 70.000 defa tıklanmadığına vurgu yaparak bunun bir rekor olduğunu ve büyük bir habercilik yaptıklarıyla övünmektedir. Aslında bu tıklanma sebebi Faslı okuyucularla ilgili olmayıp daha ziyade çoğu Avrupa’da yaşayan ve Fransızca konuşan Türklerin ilgisiyle alakalı demektedir. Yine haberin 1400 defa tweetlenmesini de ciddi bir alaka ile takip edildiği şekilde yorumlamıştır.
Tunus-Türkiye Buluşması Durağan Geçti
Mağrip ülkeleri içinde coğrafi olarak en küçüğü Tunus olsa da coğrafi konumu itibarıyla Osmanlı Devleti’nin en iyi idari yapı kurduğu eyaletlerinden Tunus 1574 yılından 1881 yılına kadar beylerbeyi, dayı ve bey isimli üç idarecinin müşterek yönetiminde İstanbul’da kuvvetli bağlar geliştirdi. Sadece Kafkas kökenli Hayreddin Paşa’nın İstanbul üzerinden bir çocukken götürüldüğü Tunus’ta hem asker hem de entelektüel bir aydın olarak yetişmesi yanında aynı zamanda orada başvezir, Dersaadet’te ise Sadrazam olması bile iki ülkenin ne kadar içiçe bir tarihi süreçten geçtiğinin işaretidir.
Fas ve Cezayir’e yapılan geziler yanında Tunus gezisi daha sakin geçti. İki ülke arasında Stratejik İşbirliği Konseyi toplantısına iki başbakan başkanlık ettiler. Diplomasi, güvenlik, ekonomi, eğitim ve kültürel anlaşmalar imzalandı ve toplam 27 imza atıldı. Çok değil bundan onbeş yirmi sene evvel iki imza atılsa büyük başarı olarak görülmekteydi. Burada da geziyi ele alanlar daha ziyade Tunus ekonomisinin Türkiye lehine açık verdiğini bildirdiler. Zira Türkiye bu kardeş ülkeden aldığının altı katı fazla malı bu ülkeye ihraç etmektedir. Tunus’ta faal Türk şirketi sayısı Fas’takilerin üçte ikisi kadar, yani 50 şirket olup iş hacmi ise 750 milyon doları bulmuştur. Türk Başbakanına göre iki ülke arasındaki iş hacmi aslında normal şartlar altında üç milyarı aşmalıdır. 2012 yılında Türkiye’yi ziyaret eden Tunuslu turist sayısı da 85.000’i aşarak rekor kırmıştır.
Cezayir Kuzey Afrika’nın En Büyük İşletmesine Tosyalı Holding İle Kavuştu
Anadolu merkezli ve özellikle de Osmanlı döneminde zirve yapan kahramanlarıyla Türk tarihinde önemli izler bırakan Cezayir-Türkiye ilişkilerinin 500. yılına üç yıl kala Fransız sömürgeciliğinin 132 yıllık tüm tahribatına rağmen bağlar yeniden tesis edilmektedir. Osmanlı denizcilerinin en büyük karargahlarından birisini oluşturan Cezayir ocağı her ne kadar 1830 yılında başlayan ve 1848 yılında doğudaki Kostantin şehrinin düşmesiyle karanlığa bürünse de içlerindeki kardeşlik duygusu ve kan bağı bugüne kadar geldi. Son Cezayir gezisi geleceğe birlikte umutla bakmamız için yeni hedefler belirlenmesine vesile oldu. Burdurlu Osman Hocanın oğlu Hamdan Hoca’nın Fransız işgaline karşı tek başına her ortamda verdiği mücadele destanlara konu olacak kadar kıymetlidir.
Türkiye Başbakanının Kuzey Afrika gezisinin en önemli konuları arasında ekonomik ilişkilerin artması gelmektedir ve bu konuda üç ülkeye yapılan gezi arzu edilen neticeyi vermiştir. Özellikle Cezayir’e iktidara geldiğinden bu tarafa yapılan üçüncü gezi iki ülke arasında 2006 yılında imzalanan ikili ilişkiler anlaşmasının meyvelerini verdiği bir döneme denk gelmiştir. Başbakan Abdülmalik Sellal buluşma ve akabinde Cezayir Meclisinde Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşma yapması Cezayir İşçi Partisi mensubu küçük bir muhalif grubun Taksim’deki gösterileri bahane olarak ileri sürüp iştirak etmemesi dışında oldukça coşkulu geçmiştir. Yıllar sonra Cezayir’de yaşanan dostluk manzarası Fas’takini aratmayacak seviyede gerçekleşmiştir. Bunun sebebi iki ülke arasında ekonomik ilişkilerin büyük yatırımlara dönüşmesi ve sonuç alınmış olmasıdır. Cezayir ile Türkiye arasında vizelerin kalkması için girişimler netice vermek üzeredir. 19 ayda Tosyalı holding tarafından 2000 işçinin alın teriyle tamamlanan ve 750 milyon dolarlık bir yatırım olan demir-çelik fabrikası Türkiye’nin yurtdışında gerçekleştirdiği şimdiye kadar ki en büyük yatırım oldu. Bunun ikinci ve üçüncü üniteleri de inşa edildiğinde bir dünya devi olacak kapasitededir. Yıllık cirosu bir milyar dolar olacak olan Vehran’daki bu tesis artık Cezayir’in en değerli yatırımı oldu. Oysaki projenin ilk aşamasında yaşanan bazı ciddi sıkıntıları göğüsleyen Tosyalı şirketi bu konudaki kararlılığını ortaya koymasa idi coğrafi olarak Avrupa’ya en yakın bir Afrika ülkesi olan Cezayir Türkiye ile bu derece büyük bir yatırımın bittiğini göremezdi. Bu haliyle 1000 Cezayirliye iş imkânı sağlamış oldu.
Cezayir Türkiye arasındaki ticaret hacmi yakın gelecekte 10 milyar doları aşacak büyük bir hamle içerisindedir. 2012’de elde edilen 5 milyar dolarlık seviye bunun en önemli delilidir. Halen bu ülkede de 200 kadar projeyi üstlenen 60 Türk şirketi bulunmaktadır. Şirketler arasında ortak güvenin sağlanması için bir hukuki kadro oluşturulması istenmiştir. 2012 yılında çoğunluğu turistik gezi olmak üzere değişik vesilelerle 100.000 Cezayirli Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Cezayir’in sekizinci büyük müşterisi olan Türkiye bu ülkeden önümüzdeki yıl dört milyon metreküp doğalgaz alacak ve bu anlaşma 10 yıl geçerli olacaktır.
Mağrip ülkelerinin Türkiye ile her alanda sağlanması en kolay ilişkileri basit sebeplerle heba edilmekte iken sadece siyasi sınırlara sıkışmasını artık geride bıraktı. Siyasetin açtığı yolu diğer alanlara da taşıdı. Modern çağın gerektirdiği seviyede başlayan yeni ilişkiler ağı her geçen yıl daha da fazla meyvesini vermektedir. Bir zamanların Garp Ocakları adıyla bilinen Tunus, Cezayir ve Libya üçlüsü Osmanlı Devleti’nin Akdeniz siyasetinin en hassas ve önemli noktalarından birisini oluştururdu. Padişahlarımız Akdeniz ve Garp Ocaklarında ne konuşulursa gerçek olsun veya olmasın mutlaka öğrenmek isterlerdi. Orada son kale olarak kalan Trablusgarp Ocağı, yani Libya’nın varlığı bile Osmanlı Devleti’nin hayatiyetini sürdürmesine yetiyordu. Onun düşmesiyle birlikte Anadolu’nun eski gücüyle ayakta kalma hayalleri tamamen tükendi. Bazı aksaklıklarına rağmen Mağrip’e yapılan son resmi gezi sadece bugünün değil geleceğe yönelik en ciddi hamlelerden birisi olmuş ve her iki tarafın atalarının ruhlarını şad ederek hedefine ulaşmıştır.