Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın 24-27 Aralık’ta (2017) Sudan, Çad ve Tunus’a gerçekleştirdiği ziyaretler hem bizde hem de bu ülkelerin halkında çok büyük heyecan uyandırdı. 26 Aralık’ta Türkiye’den Çad’a, cumhurbaşkanı düzeyindeki ilk ziyaret başı, sonu ve detaylarıyla medya tarafından yakinen takip edildi. Erdoğan’ın Çad devlet başkanı İdris Debi’yle görüşmelerinden hâsıl olan “Türk Kültür Kompleksi”nin başkent Encemine’de 230 bin metrekarelik alan üzerinde inşası gibi anlaşmalar da iki ülkenin samimi ilişkilerinde ümit verici adımlar olarak değerlendirildi. Bununla birlikte, ziyaretten çok kısa bir süre sonra Çad’ın aldığı kararla başkentin en işlek caddelerinden biri olan “Devlet Caddesi”nin ismi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Çad ziyareti ve İstanbul-Encemine “kardeş şehir” bağının nişanesi olarak “İstanbul Caddesi” şeklinde değiştirildi.
Ziyaret esnasında düzenlenen ortak basın toplantısında Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, Çad ile ilişkilerin 16. yüzyıla dayandığını, Osmanlı Devleti ile bu bölgede var olan sultanlıklar arasında elçi teatisinin bulunduğunu söyleyerek iki ülkenin kadim dostluğunu vurguladı. Erdoğan konuşmasının devamında “Biz buraya Çadlı kardeşlerimizle unutturulan bağlarımızı yeniden güçlendirmeye ve tekrar bu bağları kurmaya geldik. İnanıyorum ki bu ziyaretimiz Çadlı kardeşlerimizle yüzyıllarca geriye giden bağlarımızı tekrar kuvvetlendirmeye vesile olacaktır.” değerlendirmesinde bulundu.
“İstanbul Caddesi”nin günümüz Türkiye-Çad ilişkileri açısından manevi kıymeti olmakla beraber bundan bir buçuk asır önce daha da dikkat çekici bir gelişme yaşanmıştı. Çad halkının ataları, sadakat ve muhabbetlerinin timsali olarak Osmanlı sancağını kendi topraklarında dalgalandırmışlardı. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’ndeki Eylül 1888 tarihli belge, o zaman Çad-Nijerya topraklarında hüküm süren ve Afrika’nın en köklü sultanlığı olma vasfını haiz Kânim-Bornu Sultanlığı’nın hâkimi Şehu Ömer b. Muhammed el-Kânimî’nin, kendisine hediye edilen Osmanlı sancağını buraya diktirdiğini gösteriyor.
Belge, Trablusgarp ahalisinden Muhammed Başala ismindeki şahsın Sudan, Bornu ve Tevârik bölgelerine yaptığı seyahat sonunda buraların siyasi, sosyal, iktisadi, dini durumu hakkında ve Osmanlıya ilhakı için harekete geçilmesi gerektiğine dair Yıldız Sarayı’na 1888 tarihinde sunduğu layiha suretinde bir arîza. Aslında onun bu arîzayı kaleme alma sebebinden anladığımız kadarıyla, kuvvetle muhtemel Sultan Abdülhamid Han onu, Afrika coğrafyasındaki Müslüman halk ve idarecilerle irtibat kurması için hususi olarak vazifelendirmişti. Zira o, sahranın güneyine doğru pek çok ziyaret gerçekleştirerek Afrika içlerindeki sultan ve hükümdarlarla irtibat kurdu. Bu irtibatlar elbette belli bir maksatla tesis edildi ve Başala buradaki yöneticilerden kimiyle doğrudan görüşüp yanında uzun süre kalırken kimisine de ziyareti esnasında mektuplar gönderdi. Gaye ise onları Osmanlı hilafetine celbetmekti. Muhammed Başala raporunda, Çad topraklarına yaptığı daha önceki seyahatlerinden ve Kânim-Bornu sultanıyla Osmanlı Devleti’nin kadim bağlarından da bahsetmektedir. Her ne kadar yazısını o tarihte (1888) arz ediyor olsa da çok daha evvel, Sultan Abdülmecid döneminde gerçekleşen ilişkilere de yer vermektedir. Zira Sultan Abdülmecid Kânim-Bornu hâkimine bir ferman ve birtakım hediyeler göndermişti.
Muhammed Başala bu seyahatinde, 1837-1881 seneleri arasında Kânim-Bornu sultanı olan Şehu Ömer b. Muhammed el-Kânimî ile aralarındaki kadim dostluk vasıtasıyla ona, tören eşliğinde Dersaâdet’ten gönderilen eşyalarla birlikte bir Osmanlı sancağı hediye etti. Sultan da bu sancağı Cuma, bayram ve diğer resmi günlerinde dalgalandırmayı âdet haline getirdi. O tarihlerde Kânim-Bornu sultanlığı her ne kadar bugünkü Nijerya sınırları içinde kalan kısımdan idare ediliyorsa da sultanlığın hemen batı yakası olan Çad Gölü’nün arkası da (günümüzde Çad Cumhuriyeti’nin başkenti Encemine, tarihi adıyla Kânim) aynı yere tâbi idi. Burası eski idare merkezi olduğu için sultanlığın adı bu iki bölgeyle birlikte anılmaktadır.
Trablusgarplı Muhammed Başala’nın kaydettiği bilgileri aynen aktarıyoruz:
“…Bundan sonra [Kavar’daki 15 günlük ziyaretin ardından] kırk gün kat‘-ı mesafe ile Bornu nam mahalle vâsıl oldum. Mezkûr Bornu kıtasının ahalisi umumiyetle müslim olarak pek azı mecusîdir. Kendileri Mâlikiyyü’l-mezhep olup tarîkat-ı Kâdiriyye’dendir. Ahalisi ziraat ve filâhat ve hayvanât beslemekle meşgul olarak kısm-ı kalîli ticaretle meşguldür. İşbu kıta-i cesîmede mevcud olan halkın pek azı lisan-ı Arabî ile tekellüm eder ise de kendilerine mahsus lisanları dahi vardır. Ol tarihte Bornu hâkim-i müstakilli bulunan Şeyh Ömer el-Kânimî hazretleriyle münasebet-i kadîmem olmasına mebni hâmil olduğum hedâyânın en mukaddes tetimmesi olan sancak-ı Osmanî kemal-i ihtifâl ile müşarünileyhe teslim edilmekle der-akab ikâmetine mahsus olan mahalde rekz ederek Cuma ve bayram ve sair eyyâm-ı resmiyede nasb etmektedirler. Hâkim-i müşarünileyh âlim ve fâzıl idi. Devlet-i Aliyye’ye ve bilhassa zât-ı hazret-i hilafet-penâhîye mahabbet-i fevkalâdesi var idi.
Cennet-mekân firdevs-âşiyân Gazi Abdülmecid Han hazretleri zamanında hâkim-i müşarünileyhe bir kıta ferman-ı âlîşân ile bir hediye-i behiyye inayet ve irsal buyrulmuş idi. Hâkim-i müşarünileyh nezdinde imtidâd eden dört buçuk sene müsâferetimde bi’l-cümle evkâtımı zat-ı melâik-simât-ı cenâb-ı hilafet-penâhînin evsâf-ı mahsûsasını tertîl ile meşgul olduğum gibi muvaffakiyât ve icraât ve adalet-i şahaneyi ve Devlet-i Aliyye’nin kuvvet ve miknetini ve Sudan hâkimlerinden bulunan Sokoto hâkimi Şeyh Abdu ile ummâlinden bulunan Kano hâkimi Muhammed Bilu[Bello] nâm meşâyihe bâ-tahrîrât-ı mahsûsa beyan eylediğim cihetle müşarünileyhim dahi duahân-ı hazreti hilafet-penâhî oldular…”
Muhammed Başala bu görüşmede sultana, Halife-Padişah Abdülhamid Han’ı ve Devlet-i Aliyye’yi anlatmıştır. Öncesinde Kânim-Bornu sultanı Şehu Ömer’in devlete ve İslam halifesine son derece sevgi ve muhabbet beslediğini zikretmektedir.
Elbette Afrika’nın tam orta yeri olan Bilâdüssudan coğrafyası ile ecdadımızın münasebetleri sadece bundan ibaret değildir. Ortak tarihimizin çalışılmaya muhtaç pek çok alanı olduğunu unutmamalıyız.
Son olarak; ne mutlu ki, Osmanlıya duyulan sevginin, itaatin ve sadakatin temsilî bir nişanesi olan sancağı en mesrur zamanlarında gururla dalgalandıran bu coğrafyanın insanları yaklaşık bir buçuk asır sonra da atalarının izinden gidiyor; ortak tarihimizi yeniden canlandıracak hamleler yapıyorlar. Osmanlı hilafetinin başkenti İstanbul’un adını kendi topraklarında yaşatmak ve ayrıca başkentlerine “Türk Kültür Kompleksi’ inşa etmeye niyetlenmek. Bu hem bir vefa göstergesi hem de bir yâd-ı cemil!
Tarihe şahitlik eden aşağıdaki arşiv vesikalarını inceleyebilirsiniz…