Beklentiler ve Gerçekler
2016 yılının Kasım ayında yapılan başkanlık seçimini birçoklarına göre sürpriz bir şekilde kazanarak ABD’nin 45. başkanı olma vasfını elde eden Donald Trump, Beyaz Saray’daki ilk döneminin son yılına girmek üzere. Görev yaptığı süre zarfında iç ve dış politikada yaptıkları ya da yap(a)madıklarıyla adından sıkça söz ettiren Başkan Trump’ın, ülkesinin Afrika’ya yönelik politikaları söz konusu olduğunda kendisinden önceki başkanların politikalarıyla benzer ve büyük oranda başarısız olarak nitelendirilebilecek bir yol izlediği görülüyor. Geçtiğimiz yılın Aralık ayında, eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’ın Heritage Foundation’da yaptığı bir konuşma aracılığıyla, ülkesinin Afrika politikasının temel sacayaklarını “karşılıklı ticaretin ve ekonomik ilişkinin arttırılması”, “terörle etkili bir şekilde mücadele edilmesi” ve “Çin ile Rusya gibi ülkelerin kıtadaki faaliyetlerinin sınırlandırılması” olarak ilan eden Trump yönetimi, bu hedeflerini yerine getirme noktasında şimdiye kadar başarılı olabilmiş değil. Aksine, Trump yönetiminin Afrika’daki göreli başarısızlığı, Çin ve Rusya gibi rakip olarak addedilen ülkelerin kıtadaki nüfuz alanlarını genişletmesi ile neticelenmiş durumda.
ABD Başkanının Kıtaya Sınırlı İlgisi
Hemen her dönemde olduğu gibi, Donald Trump döneminde de, Afrika kıtası ile ilgili meseleler ABD dış politikasında birincil dereceden bir önceliğe sahip değil. ABD başkanının kıta ülkelerine yönelik tavrı göz önünde bulundurulduğunda, bu durum daha da belirgin bir hal alıyor. Zira başkanlık koltuğuna oturduğu 2017 yılının Ocak ayından bu yana birçok ülkeyi ziyaret eden Donald Trump, henüz hiçbir Afrika ülkesini ziyaret etmedi. Öte yandan, popüler sosyal paylaşım sitesi Twitter’ı her gün etkin bir şekilde kullanan Trump’ın kıta ya da kıta ülkeleri ile alakalı sınırlı sayıda paylaşımda bulunması ya da geçtiğimiz yıl Beyaz Saray’da düzenlenen bir toplantı sırasında bazı Latin Amerika ve Afrika ülkelerini “lağım çukuru” olarak adlandırması, Afrika kıtasının Washington’daki dış politika yapıcıları nezdinde öncelikli bir konuma sahip olmadığı görüşünü destekler nitelikte. Trump yönetiminin, tıpkı diğer ABD başkanlarının yaptığı gibi, Afrika kıtası ile ilgili meseleleri göz ardı etme tavrını sürdürmesi ise, kıta ülkelerini zihinsel ve fiziksel olarak ABD’den uzaklaştırırken, bu ülkeleri başka alternatiflerle yakın ilişki kurmaya yöneltiyor.
Güvenlik Politikalarında Geri Adım
John Bolton’ın yaklaşık bir yıl önce açıkladığı Afrika stratejisi, ABD dış politika yapıcılarının konu hakkındaki söylemleri ve çeşitli uzman görüşleri dikkate alındığında, Trump yönetiminin kendisinden önce iktidarda bulunan Clinton, Bush ve Obama dönemlerinden farklı olarak, “güvenlik” ile ilgili meselelere ya da “iyi yönetişim” gibi kurumsallaşmaya ilişkin konulara daha az vurgu yaptığı görülmekte. Kıtada tedhiş örgütlerinin ciddi bir tehdit olarak varlıklarını sürdürdüğü bir ortamda, Trump yönetiminin Afrika Komutanlığı’nda (AFRICOM) görev yapan personel sayısının % 10 azaltılacağını ifade etmesi ve bu söylemini hayata geçirmesi ABD’nin Afrika’ya ilişkin askeri konularda daha fazla inisiyatif almak istemediği şeklinde yorumlanıyor. Washington’ın bu noktadaki isteksizliği, Afrika’ya gönderdiği askerlerinin sayısını her geçen gün arttıran ve kıta ülkeleri ile enerji ürünleri, yer altı kaynakları ve tarım gibi spesifik alanlarda yeni işbirliği anlaşmaları yapan Pekin ve Moskova yönetimlerinin Afrika’daki etkinliğini arttıran bir gelişme olarak karşımıza çıkmakta. Obama’nın dahi kendisinden beklenmeyecek bir şekilde AFRICOM’u sahiplendiği düşünüldüğünde, Burkina Faso, Fildişi Sahili, Nijer, Benin, Togo ve Gana gibi Afrika ülkelerinde görev yapan Amerikan askerlerinin bir kısmının ülkeye geri çağırılması, Trump yönetiminin Bush döneminden beri çeşitli aralıklarla dile getirilen ve mümkün mertebe uygulamaya konulan “terörle savaş” yaklaşımından geri adım atması olarak değerlendiriliyor.
ABD, Ekonomik Olarak Çin’in Gerisinde
Beklenildiği üzere, Trump yönetiminin Afrika stratejisinin en önemli parçasını “karşılıklı ticaretin” ve diğer ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine yönelik beklentiler oluşturmaktaydı. Bu kapsamda, Barack Hussein Obama’nın iktidarının son yılında (2016) 48,7 milyar dolar olan ABD ile Afrika ülkeleri arasındaki ticaret hacmi, Donald Trump’ın Beyaz Saray’daki ilk yılının ardından 55,4 milyar dolara, ikinci yılının ardından ise 61,8 milyar dolara çıkmıştı. Trump yönetimi altında Washington yönetimi, Obama dönemine kıyasla Afrika ile olan ticaret hacmini nispeten arttırmış ve nihai noktada Rusya’nın 2018 yılında Afrika ile toplamda 20 milyar dolar olan ticaret hacmini üçe katlamışsa da, aynı yıl Çin’in Afrika ile toplam ticaret hacmi olan 204,1 milyar doların oldukça gerisinde kalarak bu ülkenin Afrika’nın en büyük ticaret ortağı vasfını sürdürmesini izlemekle yetinmişti. Bu üç küresel aktörün kıta ülkeleri ile olan ticaret hacimleri belirtilen şekilde seyrededursun, eski ulusal güvenlik danışmanı John Bolton’ın Trump yönetimi adına açıkladığı Afrika stratejisinde yer alan “karşılıklı ekonomik ilişkileri geliştirme” ve “müreffeh bir Afrika kıtası oluşturma” fikirleri kıta ülkeleri tarafından çeşitli nedenlerden ötürü şüphe ile karşılandı ve Afrikalı liderlerin zihin dünyasında tam anlamıyla makes bulmadı.
Şüphe İle Karşılanan Ekonomik Hedefler
Trump’ın Afrika stratejisinde yer alan ekonomik ilişkileri geliştirmeye ve müreffeh bir Afrika oluşturmaya yönelik fikirlerin kıta ülkeleri tarafından şüpheyle karşılanmasının ilk nedeni, söz konusu fikirlerin Afrika’nın kalkınmasına yönelik mi, yoksa küresel aktörler arasındaki rekabetin bir ürünü olarak mı ileri sürüldüğünün muallakta kalışıydı. Zira John Bolton, Trump’ın Afrika stratejisini açıklarken Çin ve Rusya’yı kıtanın ekonomik potansiyelinin ve istikrarının altını oymakla suçlaması, Trump yönetiminin Afrika’nın kalkınmasından daha ziyade diğer küresel aktörlerin kıtadaki etkisinin sınırlandırılmasını amaçladığını ortaya koymaktaydı. Ne var ki, Washington yönetiminin Afrika ülkelerine Çin ve Rusya ile daha az ekonomik ilişki kurmalarına yönelik ihtarı kıtada beklenen karşılığı bulmadı. Kıta ülkelerinin bu yönde bir ihtara aldırış etmemesinin temel nedeni ise, birkaç on yıl önce Afrika’da nüfuz sahibi olan tek -veya en etkili- aktör olmanın verdiği rahatlıkla kıta ülkelerine kendi şartlarını dayatan ABD’nin ve bazı Batılı ülkelerin, Çin ve Rusya gibi Afrikalıların ilişki kurabileceği alternatif ülkelerin sayısının artmasıyla söz konusu şartları yumuşatmak zorunda kalmasıydı. Böyle bir ortamda Trump yönetiminin Çin ve Rusya karşıtı ihtarları ters teperek, var olan süreç Afrikalı devletlerin bu devletlerle olan siyasi ve ekonomik işbirliğini arttırma eğilimleri ile neticelendi.
Yeni dönemde ABD’nin Afrika stratejisinin ekonomik ayağını oluşturan hedeflerin Afrika’da karşılık bul(a)mamasının ikinci nedeni ise değinildiği gibi Trump yönetiminin Afrika’ya olan ilgisinin son derece sınırlı kalmasıydı. Çin devlet başkanı Xi Jinping’in Afrika ülkelerini birçok kez ziyaret ettiği ve bu ülkelerin liderlerini ülkesine davet ettiği, Rusya’nın Soçi’de 24 Ekim 2019 tarihinde 50 Afrika ülkesinin liderini toplayarak bir zirve düzenlemeyi planladığı bir ortamda, ABD liderinin kıtaya ilgisinin sınırlı kalması ve hatta 2019 yılının Haziran ayında Mozambik’in Maputo’da gerçekleştirilen ABD-Afrika İş Zirvesi’ne Washington’dan katılımın beklenilen düzeyde olmaması, Çin ve Rusya’nın Afrika’da her geçen gün etki alanlarını genişletmelerinin arkasında yatan nedenlerden birini gözler önüne sermekteydi. Trump yönetiminin ekonomik olarak Afrika ile olan ilişkileri geliştirme ve daha zengin bir Afrika oluşturma fikrinin kıta ülkeleri tarafından istenilen derecede sahiplenilmemesinin üçüncü nedeni ise Trump yönetiminin uluslararası ilişkilere sıfır toplamlı bir anlayış üzerinden, yani bir tarafın kazandığı diğer tarafın ise daima kaybettiği bir ilişki biçimi olarak yaklaşmasıydı. Bu kapsamda, “içte ve dışta önce Amerika” gibi son derece pragmatist bir slogan ile yola çıkan Trump yönetiminin karşılıklı ticari ilişkileri geliştirme fikri, kelimenin tam manasıyla bir “samimiyet testine” tabi tutuldu ve sürecin bir çıktısı olarak kıta ülkeleri üzerinde istenilen etkiyi yapamadı.
Sonuç Yerine: Afrika’da Başarısızlığa Mahkum Bir Dış Politika
Barack H. Obama’nın ilk dört yılında olduğu gibi, Donald Trump’ın şimdiye kadar olan iktidarı boyunca da Washington yönetiminin Afrika’ya yönelik politikaları beklentileri karşılamaktan hayli uzak kaldı. Aslında Clinton, Bush ve Obama dönemlerinde Afrika’ya ilişkin hayata geçirilen politikalar ile Trump’ın eski ulusal güvenlik danışmanı Bolton’ın Heritage Foundation’da ilan ettiği ABD’nin Afrika stratejisinin muhtevası bir bütün olarak düşünüldüğünde, bu yönde bir durumun ortaya çıkması kaçınılmazdı. Trump yönetimi adına Bolton’ın ilan ettiği söz konusu strateji, eski başkanların Afrika’ya yönelik projelerini sahiplenmekte ve bahsi geçen başkanlar döneminde ortaya konulan temel siyaset felsefesinin bir benzerini yansıtmaktaydı. Ne var ki, benzer argümanlar üzerinden dahi olsa, Trump yönetimi, kıtaya yönelik temel dış politika prensiplerini hayata geçirmekte başarısız oldu. Bu noktada, bir yandan kıtada terör ile mücadele bağlamında kararlı bir duruş ortaya konulacağı ifade edilmesine rağmen kritik bölgelerdeki yüzlerce Amerikan askeri ülkelerine geri çağırılırken, diğer yandan ise Afrika’da Çin’in ve Rusya’nın etki alanının sınırlandırılması gerektiği ifade edilmesine rağmen bu ülkelerin Afrika’daki siyasi ve ekonomik nüfuzlarını arttırmalarının önüne geçilemedi. Trump yönetiminin Afrika’da ve dünyada en temel mottolarından biri olan “ticari ilişkilerin geliştirilmesi” noktasında ise Obama dönemine nispeten daha başarılı olunsa da, bu alanda da Çin’in oldukça gerisinde kalındı. Gelinen noktada ise, Donald Trump’ın ilk dönemi geride kalmak üzereyken Washington yönetimin Afrika politikaları, Obama yönetiminin ilk döneminde olduğu gibi, ABD Senatosu nezdinde verimsiz ve hayal kırıklığı yaratan bir görüntü çizmektedir. Kısa vadede Trump yönetiminin Afrika’ya olan ilgisinin ve etkisinin görece arttırması mümkün olsa da, orta ve uzun vadede ise artan Çin ve Rus nüfuzu karşısında ABD’nin kıtada giderek alan kaybetmesi beklenmektedir. Sonuç olarak, oldukça iddialı bir söylem olmakla beraber, Trump’ın Afrika politikasının başarısızlığa mahkûm olması kaçınılmaz görünmektedir.
Not: Bu makale, AA Analiz’de 28.10.2019 tarihinde yayınlanmıştır. Ayrıntılı bilgi için tıklayınız.