Afrika Talanının Uzun Vadede Kıta Ülkelerine Etkileri

0

Sömürgecilik Öncesi Afrika’nın Dünya Siyasetindeki Yeri

Afrika, kolonyalizmden önce de farklı kültürlerle ekonomik, siyasi, toplumsal ve dini anlamda etkileşim halindeydi.  Arap, Fars, Yunan ve Osmanlı kadim medeniyetleri, Kuzey Afrika’da etkin olmuştu ve İslam, ilk halkayı Habeşistan üzerinden tesis etse de en güçlü yayılmayı Afrika’nın kuzeyinden güneyine doğru gerçekleştirmişti. Buna mukabil Hristiyanlık da ilk zamanlarından itibaren Kuzey Afrika’dan başlayarak kıtaya alan bulmaya çalışmıştı (Fatokun, 2005). Her ne kadar Büyük Sahra, Sahraaltı Afrika’nın diğer toplumlarla etkileşimini sınırlasa da 15. yüzyıla kadar kara ve deniz ticaretiyle Araplar ve Avrupalılar ile güçlü münasebetler tesis edilmişti. Afrika’daki bir takım güçlü sultanlıklar, Afrika’nın kolonyalizm öncesinde uluslararası siyaset ve ekonomiye dahil olduğunu ve hatta zaman zaman bu alanlarda belirleyici rol üstlendiklerini göstermektedir. Buna ek olarak Darfur, Func ve Kordofan sultanlıkları da 16. yüzyıl ile birlikte günümüz Sudan coğrafyasında hâkim olan güçlü sultanlıklar arasında yer almaktaydı. Benzer şekilde Kânim-Bornu, Vaday ve Bagirmi Çad bölgesindeki önemli sultanlıklar olarak tarihe geçmişti. Nijerya bölgesinde ise Hevsa devletleri, Sokoto Halifeliği, Kano ve Bornu kıta siyasetinde belirleyiciydi. Bu sultanlıklardan daha önce Timbuktu Paşalığı ile Mali civarında Songay, Mali ve Gana devletleri dikkat çekmekte idi (Kavas, 2017). 14. yüzyılda Mali Sultanlığı ise Afrika’nın ekonomideki gücünü anlamak adına önemlidir. Yerel ve uluslararası ekonomide önemli bir konumda olan bu sultanlığı 1312-1337 yılları arasında yöneten Mansa Kankan Musa, dünyanın en zengin insanları arasında kabul görmüştü. Ayrıca Mali Sultanlığı’nın, o dönemin şartlarında Eski Dünya’da işleme tabi tutulan altının yarısına sahip olduğu belirtilmekteydi (Mohamud, 2019). 60 bin kişi ile Mekke’ye hac yolculuğuna çıkan Mansa Musa’nın kafilesinde altın taşıyan 100 deve bulunmaktaydı ve yolculuk süresince dağıttığı altınlar sebebiyle Ortadoğu’daki altın fiyatları büyük oranda düşmüştü. Bu düşüşün 1,5 milyar dolara tekabül ettiği tahmin edilmektedir (Mohamud, 2019). Tüm bu bilgiler Afrika kıtasının sömürgecilik öncesi uluslararası ekonomiye ve siyasete entegre olduğunu göstermektedir ki bu durum, Afrika’nın dış dünyaya kapalı olduğu tezini çürütmektedir.

Afrika Talanı

1415’te Portekizlilerin Afrika’nın Akdeniz kıyısında bulunan Ceuta’ya askeri karargâh kurması sömürgeciliğin ilk adımlarındandı. Portekizliler daha sonra kıtanın doğu ve batı kıyılarında bir dizi ticaret merkezi kurdular. Kolonyal faaliyetlere katılan Hollandalılar, 1652’de Afrika’nın güney ucuna Cape Town şehrini inşa ettiler. Bu şehir daha sonra İngilizlerin kontrolüne geçecekti. 18. ve 19. yüzyıla kadar Afrika’nın çeşitli bölgelerinde Avrupalılarca ticaret merkezleri kuruldu ve bu merkezler vasıtasıyla altın, fildişi gibi doğal kaynakların yanı sıra iş gücü olarak köleler Avrupa’ya taşındı. Hristiyan misyonerler de bu süre zarfında kıtada nüfuz kazanmaya başladılar. Fakat tüm bu faaliyetler doğrudan kolonyalizm kapsamında vuku bulmadı (Thomson, 2004). 19. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde ise olaylar farklı bir boyut kazandı. Sömürgecilik yarışına giren Avrupa devletleri 1884-1885 Berlin Konferansı ile kıtayı bölüştüler. Scramble for Africa olarak terminolojik literatüre geçen bu mesele, Türkçe’ye “Afrika Talanı[1]” ya da “Afrika Kapışması/Çekişmesi” şeklinde çevrilmiştir. Etiyopya ve Liberya[2] ise bu paylaşımın dışında

Kaynak: https://mrjolivettesworldhistoryclass.weebly.com/africa.html

kalmıştır. Afrika Talanı’nda Batı, Kuzey ve Orta Afrika, Fransa’nın işgal ettiği bölgeler olurken; İngiltere, Batı, Doğu ve Orta Afrika bölgelerinin bir kısmında ve kıtanın güney bölgelerinde kolonyal yönetim kurmuştur. Gine-Bissau, Mozambik ve Angola ise Portekiz sömürgesine dönüşmüştür. Eritre, Libya ve Somali’nin bir kısmı İtalya’nın kontrolüne geçmiş; Fas, İspanyol Sahrası ve İspanyol Ginesi İspanya’nın kolonyal yönetim kurduğu bölgeler olmuştur. Belçika Kralı II. Léopold ise Kongo’yu almıştır. Almanya, kıtanın güneybatı ve doğu kısımlarına hâkim olurken Kamerun ile Togoland’i de işgal etmiştir. Fakat Almanya’nın I. Dünya Savaşı’nda yenilmesiyle Milletler Cemiyeti bu bölgeleri diğer kolonyal devlet arasında taksim etmiştir (Thomson, 2004).

Sınırların Mahalli Yönetim Modellemesinden Uzak Bir Surette Taksimi

1960’lardan itibaren Afrika ülkeleri bağımsızlıklarını elde etmişlerdi; fakat kolonyalizm bağımsızlıktan sonra da Afrika ülkeleri üzerindeki etkilerini sürdürdü. Bunun en önemli sebepleri arasında Avrupalı devletlerin toplumsal, ekonomik ve siyasal gerçeklikleri göz ardı ederek bağımsızlık verilen devletlerin sınırlarını belirlemeleri yer almaktadır. Afrika ülkelerinin yeni sınırları Afrika halklarının uzun dönemdeki çıkarları öz önünde bulundurularak çizilmemiştir. Aksine bu sınırlar kolonyal güçlerin kısa dönemdeki ekonomik menfaatleri doğrultusunda belirlenmiştir. Cetvelle çizilmiş izlenimi veren sınırlar, kolonyalizm öncesi dinamikleri yok saymıştır. Örneğin Batı Afrika’da Gambiya gibi küçük bir ülkenin bulunmasının nedeni İngiltere’nin Gambiya Nehri kıyısında kurduğu ticaret merkezini koruma refleksiyle alakalıdır. Benzer şekilde Afrika’nın güneyinde bulunan ve Alman kolonisi olan Namibya sınırlarına, ülkenin kuzey doğusuna doğru uzanan ve Caprivi Şeridi olarak isimlendirilen toprak parçasının dahil edilmesi de Almanya’nın menfaatleri neticesinde gerçekleşmiştir. Dönemin Alman Dışişleri Bakanı Count von Caprivi, Namibya’yı Zambezi Nehri’ne bağlamak için bu toprak parçasında ısrarcı olmuştu, çünkü nehre silahlı tekneler konuşlandırmayı planlamaktaydı (Tordoff, 2002).

Sınırların, Afrika’da asırlardır varolan mahalli yönetim modellesinden uzak bir surette yok sayılarak bölünmesi, 14 ülkenin denize ya da okyanusa kıyısının olmasını engellemiştir. Ticari açıdan ülkeler bu durumdan olumsuz etkilenmiştir ve ithalat-ihracat için komşularına bağımlı hale gelmiştir. Afrika dışında başka hiçbir kıtada bu kadar çok karayla çevrili ülke bulunmamaktadır (Thomson, 2004). Rastgele belirlenen sınırlar, bazı Afrika ülkelerinin ekonomilerini üzerine kuracağı doğal kaynak ve tarım arazisi gibi imkanlardan mahrum bırakmıştır. Örnek vermek gerekirse Nijer, tarıma elverişli sınırlı araziye sahiptir ve yine doğal kaynaklar açısından diğer Afrika ülkelerine kıyasla dezavantajlı konumdadır. Bu sebeple günümüzde Nijer kalkınma açısından ciddi sorunlar yaşamaktadır.

Toplum-Devlet İlişkisi

Avrupalıların rastgele oluşturduğu sınırlar siyasi ve toplumsal sorunları da beraberinde getirmiştir. Mesela emperyal müdahale, Somali halkının beş özerk bölgeye dağılmasına neden oldu: İngiliz Somaliland, İtalyan Somaliland, Fransız Somaliland, Kenya ve Etiyopya. Günümüzde Burkina Faso’da da benzer bir durum söz konusudur. Bu ülkenin sınırları da 21 kültür ve dil grubunun bölünmesine sebep olmuştur. Afrika gerçeklerinden bihaber oluşturulan bu sınırlara istisna olarak Ruanda, Lesotho, Burundi ve Esvatini örnek olarak gösterilebilir, ancak sömürgecilik öncesi Afrika şartları doğrultusunda oluşturulan bu ülkeler nadirdir. Kültürel ve etnik realiteden bağımsız olarak sınırların belirlenmesi sömürgecilik sonrasında Afrika ülkelerinde ciddi sorunları beraberinde getirmiştir. Zira milletlerin farklı ülke sınırlarında kalacak şekilde bölünmesi, ileride bu milletlerin tek bayrak altında toplanma talebiyle neticelenebilir. Bu da ülkeler arası savaşa yol açabilmektedir ki 1970’lerdeki Somali ile Etiyopya arasında yaşanan savaş tam da bu sebepledir. Somalililerin çoğunlukta olduğu ve Etiyopya sınırlarında kalan Ogaden bölgesi için bu savaşta Sudan, Etiyopya ile çarpışmıştır. Öte taraftan Afrika realitesinin aksine oluşturulan yeni ulus-devletler bünyesinde, rastgele belirlenen sınırlar nedeniyle birlikte yaşamaya zorlanan farklı etnik gruplar da birbirleriyle çatışabilmektedirler. Örneğin sadece Tanzanya’da 200’den fazla etnik grup yaşamaktadır. Böylece bağımsız Afrika ülkeleri sınırlarla alakalı ve ülkelerin doğasına aykırı bir dizi sorunla baş başa kalmıştır (Thomson, 2004).

Kolonyal yönetimler, Afrika ülkelerinin yönetim ve kalkınma alanında bağımsızlıktan sonraki süreçte de sorunlar yaşamasına neden olmuştur. Ekonomik açıdan önemli bulunmayan ve stratejik olarak ikinci planda yer alan bölgelere en düşük düzeyde altyapı sağlanmış ve asgari yatırımlar yapılmıştır (Michalopoulos & Papaioannou, 2016). Bu bölgelerde asimilasyon politikalarının da yürürlükte olduğu söylenebilir. Fakat Güney Afrika, Güney Rodezya (Zimbabve), Kenya, Güney Batı Afrika ile Cezayir stratejik bölgeler olarak değerlendirildiğinden modern devlet öğeleri inşa edilmiştir ve bu bölgelerde beyaz yerleşimciler yaşamıştır. Kıtanın genelindeki devlet imkânlarının yetersizliği ve devlet otoritesinin-hegemonyasının kurulamayışı, sömürgecilik sonrası dönemde devlet ile sivil toplum arasındaki bağın zayıf kalmasına yol açmıştır (Tordoff, 2002).

Kolonyal Yönetim Geleneği ve Elit Sınıflar

Kolonyal yönetimler kıta genelinde işgal ile hâkimiyet kurdukları için hukuka riayet etmek yerine zor kullanma yoluna gitmişlerdir. Bu sebeple hükümet ile halklar arasında tesis edilmiş bir güven ve toplumsal mutabakat yoktur. Kolonyal devletlerde yöneticiler Avrupa’dan aldıkları emirleri uygulamakla meşgul olduklarından sadece düzeni korumak, bütçeyi dengelemek, ihraç edilecek ham maddeleri denetlemek ve yerli iş gücünü yönetmek gibi görevleri sürdürmekteydiler. Başka bir deyişle kolonyal yönetimlerde sosyal devletlerin vatandaşlarına sunduğu hizmetler kısıtlıydı. Öte taraftan modernleşen Avrupa’da devlet halkın istekleri yönünde şekillenmeye başlamıştı. Yüzyıllardır monarşi ve imparatorluklarla yönetilen Avrupa’da orta sınıf ortaya çıkmıştı ve daha sonra bu sınıfı işçi sınıfı izledi. Son kertede, her sınıf devlet kurumlarının işleyişine yön vermiş oldu. Halkın taleplerine göre şekillenen devlet kurumları ile toplum arasındaki bu ilişkinin yanı sıra sosyal devlet anlayışı demokrasi kavramını oluşturan unsurlar arasında yer almaktaydı. Fakat Afrika’da bağımsızlıkla gelen modern devlet anlayışı, halkın taleplerine göre zamanla şekillenen bir yapıda değildi. Aksine kısa sürede oluşan yeni devletler kolonyal sistemin devlet anlayışı büyük ölçüde devam ettirilmişti. Dolayısıyla yöneten ile yönetilen arasında güven ortamı sağlanamamış ve vatandaşlar devlet kurumlarına yeterince itibar etmemişlerdir. Afrika’daki nispeten güçlü olan devlet-toplum ilişkisi, kolonyalizm ve kolonyalizm sonrası süreçte ciddi şekilde zarar görmüştür. Kolonyalizm döneminde bağımsızlığı elde etme, Afrika halklarını birleştiren en önemli unsurdu ve Afrika milliyetçiliği büyük oranda bu amaç doğrultusunda şekillenmişti. Bağımsızlıktan sonraki süreçte bu büyük amacın ortadan kalkmasıyla kabile çatışmalarının yaşanabileceği kaygısıyla yöneticiler, üniter devlet ile tek partili yönetimde ısrarcı olmuştur (Oran, 1980). Afrikalı liderler, Afrika’da Avrupa’daki gibi sınıfsal bir toplumsal yapının olduğunu düşünmemekteydiler. Yapay sınırların farklı etnik grupları bir arada yaşamaya zorlamasının etnik bölünmelere yol açacağını ve böylece emperyal müdahalelerin kaçınılmaz olacağını düşünen Ganalı lider Kwame Nkrumah (1909-1957) ve Kongolu lider Patrice Lumumba (1925-1961) gibi yöneticiler federal devlet yerine üniter sistemi savunmuşlardı. Patrice Lumumba bağımsızlık sürecinde de halkın milli bilinç kazanması için tepeden inme bir devrimin şart olduğunu öne sürmüş ve böylece üniter devlet ile tek parti yönetimini benimsemişti. Öte taraftan bu şekilde devletin gücü elitlerde toplanmıştır. Tek parti sistemiyle de toplumun talepleri yerine tepeden inme devrimci bir anlayış geliştirilmiştir ki bu da uzun vadede toplumsal çatışmaları körüklemiştir. Tek parti sistemi sayesinde hükümet ile devlet politikasının eşitlendiği varsayılmıştır. Bunun yanında, sivil toplum kuruluşlarının da dahil olduğu, ülkedeki tüm kurumları kontrol altına almıştır ve tek partiye muhalif olan gruplar baskılanmıştır. Tüm bunların neticesinde 1980’ler ve 1990’lardaki çok partili sisteme geçiş sürecinde kolonyal mirasın sonucu olan otoriter rejimlere karşı direniş hareketleri ve çatışmalar ortaya çıkmıştır (Oran, 1980).

Devlet kadrolarında elitlerin hegemonyası kolonyalizmin bir diğer sonucudur. Kolonyal yönetimlerin yalnızca Avrupalıların direktifleriyle kıtayı yönetmelerinin pratik olmadığını düşünmesi, onları Afrikalılarla işbirliğine teşvik etmiştir. Kabileleri, halkları Avrupa çıkarları doğrultusunda yönetmek üzere yerel Afrikalı elit bir sınıf oluşturulmuştur. Devlet kaynaklarından ve eğitim kurumlarından rahatça istifade edebilme hürriyeti kazanan yerli işbirlikçiler, bağımsızlık mücadelelerinde de kitleleri yönlendiren liderler arasında yer almıştır. Kenyalı lider Jomo Kenyatta (1891-1978) ile Ganalı lider Kwame Nkrumah gibi pek çok Afrikalı elit, ülkelerinin bağımsızlık mücadelelerinde öncü olmuş ve bağımsızlıkla birlikte kurucu başkan ve ilk devlet başkanı olarak görev yapmışlardır (Oran, 1980).

Tek partili sistem, elitlerin merkezi otoriteyi sağlama adına devlet ile hükümeti eşdeğer görmeleri hedeflenenin aksine etnik çatışmalara neden olmuştur. Çünkü yöneticileri ve iktidardaki siyasi partinin eleştirilemez olduğu post-kolonyal Afrika ülkelerinde tıpkı kolonyal dönemde olduğu gibi halk ile yöneticiler arasında güven tesis edilememiş ve toplumsal, siyasi ve ekonomik problemler protestolara ve seri darbelere neden olmuştur. Tek partili sistem etnik çatışmaları artıran faktörler arasında yer almıştır. Çünkü yöneticiler kendi menfaatlerini öncelerken yolsuzluk, nepotizm gibi kolonyal alışkanlıkları sürdürmüşlerdir. Siyasi liderin kabilesine mensup vatandaşların devlet imkanlarından faydalanma oranlarının diğer vatandaşlara göre kolay oluşu gelir adaletsizliklerine neden olmuş ve devlete olan güveni iyice sarsmıştır. Bağımsızlıkla gelen ani modern devlete geçişin yol açtığı problemler arasında kolonyal dönemde yetiştirilmiş elitlerin atandıkları yeni görevlerde ehil olmayışları da yer almaktadır. Dekolonizasyondan hemen önce terfi alan asker ve polisler rütbelerinin gerektirdiği bilgi, eğitim ve tecrübeden yoksundu (Anderson & Rolandsen, 2014). Örneğin Uganda lideri Idi Amin (1925-2003), İngiliz Sömürge Alayı olan ve sömürge topraklarının yanı sıra Dünya Savaşları’nda Afrika dışında da görev yapan Kral’ın Afrika Tüfekleri’nde 1951 yılında çavuş olarak görev yapmıştır. Kenya’nın bağımsızlığına yol açan Mau Mau (Mzungu Aende Ulaya- Mwafrika Apate Uhuru)[3] direnişinde Kenyalılara karşı bu birlikte savaşan Idi Amin daha sonra teğmen rütbesi aldı. 1960’dan önce birkaç terfi alan Amin, 1962’de bağımsızlık kazanan Uganda’nın 1971’de darbeyle yönetimi devralan lideri oldu. Halka ve muhalif seslere karşı uyguladığı şiddet politikası kolonyal geleneği sürdürdüğüne delil olarak gösterilebilir. Amin yönetiminde yolsuzluk, ekonomik problemler ve hak ihlalleri Uganda toplumunda yaygındı. Sömürge yönetiminden bağımsızlığa hızlı geçiş sürecinde kolonyal yönetime sadık, fakat ehil olmayan elitler devlet kadrolarında görev almışlardır ve bu da yeni devletlerin kurumsallaşmış yapılar inşa etmesinin önüne geçmiştir.

Devlet-Toplum Ekseninde Şiddet Kültürü

Şiddet ve yaptırım, Afrika talanının post-kolonyal ülkelerde sebep olduğu bir diğer problemdir. Hükümetin halka uyguladığı şiddete ilaveten toplumsal ve ekonomik farklılaşmanın neden olduğu, çoğunluklu etnik çatışma şeklinde seyreden sınıf çatışmalarında sivillerin birbirlerine karşı uyguladığı şiddet Afrika örneğinde dikkat çekmektedir. Post-kolonyal Afrika’da şiddet, “düşmanı şeytanlaştırma, mağduriyetleri öne sürme ve güvenlik kaygılarıyla suçlamalarda bulunma” gibi motivasyonlarla savunulmaktadır (Anderson & Rolandsen, 2014). Şiddet ise bağımsız Afrika’nın ilk yıllarından itibaren darbelerin sebebi ve sonucu olmuştur. Sudan (1955), Uganda (1964, 1971) ve Somali (1961, 1969) gibi pek çok örnek, şiddet geleneğinin genç ülkelerdeki yansımalarındandır. Kolonyal dönemde ayrıcalıklı bir konuma sahip olan ordu, devletin güvenliğinden ziyade kolonyal liderlerin emirlerini yerine getirmeyi görev olarak üstlenmişti. Bağımsızlık döneminde direnişçilerin karşısında sömürgeci güçlerle iş birliği yapan ordu, sömürgecilik sonrasında saf değiştirip yeni liderlerin emri doğrultusunda hareket etmek durumunda kaldı. Ancak darbeler, ordunun artık kendi menfaatleri doğrultusunda hareket etmeyi istemesinin ve gücü elde etme hedefinin bir neticesi olarak kıtaya yayılmıştır.  Hükümetin hukuktan üstün görüldüğü, siyasi gücün merkezileştiği, otoriter yönetimlere rağmen devlet kurumlarının zayıfladığı Etiyopya, Sudan, Somali ve Uganda gibi ülkelerde darbeler yaşanmıştır ve darbeyle gelen hükümetler, genellikle şiddetin dozunu sivillere karşı artırarak tıpkı devirdikleri rejimlerdeki ve hatta kolonyal yönetimlerdeki gibi muhalif sesleri bastırma yoluna gitmişlerdir (Anderson & Rolandsen, 2014).

Yerli işbirlikçiler emperyal güçlerin aracısı olarak birtakım görevleri ifa ederek sömürgeciliğin daha etkili biçimde uygulanmasına yardımcı olmaktaydılar. Karşılığında yerel liderlikleri kolonyal yönetim tarafından desteklenmekte ve finansal açıdan menfaat sağlamaktaydılar. Yerel liderler halklarını emperyal güçlerin politikalarına uygun şekilde yönetirken vergileri ve cezaları düzenlemek, iş gücünü sağlamak ve kanunların uygulanmasını mümkün kılmak gibi görevlerden sorumluydular. Yerel liderlerin yanı sıra daha genç Afrikalı elit sınıf oluşmaya başladı. Bu sınıfı oluşturan başat unsur eğitimdi. Eğitim imkanlarına ulaşmak, devlet kadrolarına girmenin ve güç elde etmenin bir vasıtasıydı. Memur, öğretmen, doktor gibi meslekler edinen elitler, toplumun geri kalanına kıyasla refah içinde yaşarken Batı toplumlarıyla da ilişki kurdular. Kolonyal güçler, bu yolla devlet kadrolarında kendi yönetimlerine sadık Afrikalıları etkin kıldı. 1950’lerden sonraki milliyetçi bağımsızlık hareketleri de yine yerel elitler tarafından yönlendirildi. Bu şekilde kolonyal devletler, bağımsızlık sürecinde aslında destekledikleri Afrikalı elitlere gücü teslim etmekteydi (Thomson, 2004).

Ekonomik Engeller

Doğal kaynaklar ve işgücünü sömüren kolonyal yönetimler, bağımsızlık sonrasında oluşturdukları yapay sınırlarla Afrika ülkelerinin ihracat kalemlerini sınırlandırmışlardır. Örneğin Zambiya’da ekonomi büyük ölçüde bakır madenine bağlıyken Gana’nın ekonomisi kakao ihracatına dayalıdır. Bu sebeple Afrika ülkelerinin ekonomik açıdan tam bağımsız olduklarını söylemek güçtür. Benzer şekilde, sömürgecilik döneminde inşa edilen ulaştırma alt yapısı Afrika’nın hala Batıya daha fazla ürün ihraç etmesine ve bu şekilde ekonomik anlamda Batıya bağımlı olmasına neden olmaktadır. Ulaştırma altyapıları hammaddenin çıktığı bölgelerden limanlara ulaştırılması amacıyla inşa edilmiştir ve iç bölgelerde ulaştırma hizmetleri oldukça yetersizdir. Afrika ülkeleri yerel pazardan çok Batıyla ekonomik ilişki kurmasında kolonyal mirasın ulaştırma politikasının etkisi büyüktür (Austin, 2010). Tam da bu yüzden Gana, komşusu Fildişi Sahili’nden daha çok Fransa ile ticaret yapmaktadır. 2018 yılında Gana, Fildişi Sahili’ne 55.64 milyon dolarlık ihracat yaparken aynı yıl Fransa’ya olan ihracatı 358.01 milyon dolardır (Ghana Exports to France, 2019).

Gana’nın Fransa’ya İhracatı

Kaynak: https://tradingeconomics.com/ghana/exports/france

Gana’nın Fildişi Sahili’ne İhracatı

Kaynak: https://tradingeconomics.com/ghana/exports/ivory-coast

Sonuç

Bahsedilen hususlar göz önünde bulundurulduğunda Afrika Talanı’nın akabinde kurulan kolonyal yönetimlerden bağımsızlığını geri alan ülkelerin yaşadığı bir dizi sıkıntının temelinde bu kolonyal mirasın bulunduğu rahatlıkla söylenebilir. Kolonyal güçler, bölgeden çekilirken kendi menfaatleri doğrultusunda hareket etmiş ve Afrika gerçekliğini ihmal etmişlerdir. Avrupa’nın üst düzeyde fayda sağlayacağı şekilde belirlenen sınırlar, etnik çatışmalara ve sınır anlaşmazlıklarına neden olmuştur. Sınırların bölge koşullarına göre belirlenmeyişi, yeni kurulan ülkelerin ticaret, ulaşım ve ekonomilerine uzun vadede zarar vermiştir. Tek tip ürün yetiştirmeye ve bu ürünün ihracatı ile ticarete mecbur bırakılan ülkelerin ekonomileri eski kolonilerine ya da sınır komşularına bağımlı hale gelmiştir. Sömürgeci yönetimin ortaya çıkardığı elitlerin bağımsız devletlerde önemli pozisyonlarda görev yapması ve toplumla ilişki kurarken kolonyal geleneği sürdürerek hukuk çerçevesinde değil cebir kullanarak hükümeti devlet ile özdeşleştirmeleri, halkın devlete karşı güvenini kırmıştır. Etnik çatışmaların ve buna mukabil emperyal güçlerin müdahalesini engellemek adına tek partili sistem ile otoriter yönetimin benimsenmesi kabilelerden müteşekkil toplumsal sınıfların oluşmasına yol açmış ve bu da istenenin aksine etnik çatışmalar, iç savaşlar ve hatta darbelere zemin hazırlamıştır. Şiddet kullanımı kolonyal yönetimdeki gibi gerek devlet eliyle gerek sivil direnişçilerce sıradan bir metot olarak görülmüştür. Şiddet ve güvensizlik ortamı, devlet kurumlarını zayıflatmış ve sivil toplum kuruluşlarının da dahil olduğu her türlü oluşum bizzat devlet eliyle denetlenmiş ve yer yer baskılanmıştır. Ehil olmayan ancak kolonyal yönetimlere sadık olan kişilerin devlet kurumlarında yolsuzluk ve nepotizm ile iştigal etmeleri, verimli kullanmayışları ve bireysel menfaatlerini öncelemeleri halkın tepkisine neden olarak siyasi ve ekonomik açılardan ülkelerin ilerlemesini engellemiştir.

Afrika ülkeleri, sömürgeciliğin söz edilen olumsuzluklarını en aza indirecek potansiyele sahiptir. Doğal kaynakları, nüfus oranı ve dünya ekonomisine katkıları dikkate alındığında Afrika ülkelerinin sınır savaşları ile etnik çatışmaları engelleyecek politikalar geliştirip birbirleriyle iş birliği yaptıkları takdirde tıpkı sömürgecilik öncesinde olduğu gibi küresel siyasette belirleyici konuma yükselecektir. Afrikalı liderlerin kolonyal yönetim anlayışından vazgeçerek yolsuzluk, rüşvet, nepotizm gibi usulsüzlüklere tevessül etmemeleri, halklarını adaletle yönetmeleri; muhalif sesleri ve eleştirileri kalkınma, ilerleme adına memnuniyetle karşılamaları, ayrıştırıcı söylem ve eylemlerden kaçınarak iç çatışmaları önlemeleri, gerçekçi politikaları halklarının talepleri doğrultusunda geliştirmeleri elzemdir. Eğitim, enerji, tarım ve sağlık alanlarında komşularıyla iş birliği yaparak sürdürebilir projeler gerçekleştirerek dışa bağımlılığı azaltmaya çalışmalıdırlar.

DİPNOTLAR

[1] Sömürgecilik faktörü baz alınarak bu yazıda “Afrika Talanı” çevirisi tercih edilmiştir.

[2] O dönemde özgür bırakılan köleler için kurulmuş bir ülkeydi (Thomson, 2004).

[3] Beyazlar Dışarı, Afrika’ya Özgürlük (Svahili).

KAYNAKÇA

African Colonization. (tarih yok). The World History Class: https://mrjolivettesworldhistoryclass.weebly.com/africa.html adresinden alındı

Anderson, D. M., & Rolandsen, Ø. H. (2014). Violence as Politics in Eastern Africa, 1940-1990: Legacy, Agency, Contingency. Journal of Eastern African Studies, 539-557.

Austin, G. (2010). African Economic Development and Colonial Legacies. International Development Policy, 11-32.

Fatokun, S. (2005). Christianity in Africa: A Historical Appraisal. Verbum et Ecclesia, 357-368.

Ghana Exports to France. (2019). Trading Economics: https://tradingeconomics.com/ghana/exports/france adresinden alındı

Kavas, A. (2017). Geçmişten Günümüze Afrika. İstanbul: Kitabevi Yayınları.

Michalopoulos, S., & Papaioannou, E. (2016). The Long-Run Effects of the Scramble for Africa. American Economic Association, 1802-1848.

Mohamud, N. (2019, 03 10). Mansa Musa: Dünyanın Gelmiş Geçmiş En Zengin İnsanı. Bbc: https://www.bbc.com/turkce/haberler-47515666 adresinden alındı

Oran, B. (1980). Azgelişmiş Ülke Milliyetçiliği-Kara Afrika Modeli. Ankara: Işık Yayıncılık.

Thomson, A. (2004). An Introduction to African Politics. Routledge.

Tordoff, W. (2002). Government and Politics in Africa. Palgrave Macmillan.

Share.

Yazar Hakkında

1992 yılında Elazığ’da doğdu, aslen Diyarbakırlıdır. Lisansını 2014 yılında Boğaziçi Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği bölümünde tamamladı. 2014-2017 yılları arasında Biruni Üniversitesi’nde İngilizce Okutmanı olarak görev yaptı ve 2017 yılından itibaren 29 Mayıs Üniversitesi İngilizce Hazırlık Birimi’nde okutman olarak çalıştı. Yüksek lisansını 2019 yılında İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler anabilim dalında “Sömürgecilik Sonrası Afrika’da Direniş Hareketleri: Kenya Örneği” başlıklı teziyle tamamladı. Aynı üniversite bünyesinde doktora eğitimine devam etmektedir. İlgi alanları arasında Sahraaltı Afrika, toplumsal hareketler, sivil toplum ve göç çalışmaları yer almaktadır.

Yoruma Kapalı