Afrika’da Bağımsızlık Anıtları: Özgürlük Alameti Mi, Güç Gösterisi Mi?

0

Anıtlarda Devam Eden Direniş

Batılı devletler tarafından öncelikli olarak ekonomik kaygılar gözetilerek hayata geçirilen sömürgecilik faaliyetleri, muhtevası itibariyle Afrika başta olmak üzere etkisi altına aldığı bütün coğrafyalarda ve insanlığın kolektif hafızasında oldukça derin ve sarsıcı izler bırakmış, farklı toplulukların ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel (vs.) sistemlerini büyük oranda tahrip etmiştir. 6 Mart 1957 tarihinde ilk defa Gana’nın bağımsızlığına kavuşması, sömürgelerin tasfiye sürecinin başlaması noktasında bir milat olarak değerlendirilmiş ve bu tarihten itibaren Batı emperyalizminin boyunduruğu altında bulunan Afrikalı uluslar birer ikişer bağımsızlıklarını kazanmayı başarmışlardır. Afrikalılar, ülkelerini sömürgeciliğin pençesinden bir şekilde kurtardıktan sonra; kıtanın birçok noktasında kıta ülkelerinin sömürgeciliğe karşı verdikleri mücadeleleri ve bağımsızlık süreçlerini tasvir eden çeşitli anıtlar ve heykeller yükselmiştir.

Sömürgelerin tasfiye süreci ile birlikte Afrika kıtasının her köşesinde yükselmeye başlayan söz konusu anıtlar ve heykeller ilginç özellikleri ile dikkat çekmekte, fakat aynı zamanda çeşitli tartışmaları da beraberinde getirmektedirler. Anıtlar ile ilgili en çok üzerinde durulan husus söz konusu bağımsızlık anıtlarının bir özgürlük sembolü mü olduğu, yoksa Batılılarca her seferinde otoriter olmakla itham edilen Afrikalı devlet adamlarının kişisel zevklerine mi hizmet ettiği sorunsalıdır. Aslında, bu tartışma yalnızca Afrika’daki anıtlar için değil, dünyanın hemen her yerinde inşa edilen anıtları kapsamaktadır. Afrika örneğinde ise kimileri bu anıtları sömürgeciliğe karşı bir duruş olarak değerlendirip övmekte, kimileri ise otoriter ve keyfi yönetimlerin bir alameti olarak görüp yermektedir. İster sömürgeciliğe karşı bir duruş olarak değerlendirilsin, isterse otoriter ve keyfi rejimlerin alamet-i farikası olarak nitelendirilsin, ilgili anıtlar ve heykellerle ilgili kesin olan şey bu heykel ve anıtların sömürgecilik dönemine, Afrikalı ulusların bağımsızlığına ya da söz konusu ulusların bağımsızlığını kazanması aşamasında öncü rol üstlenen liderlerine vurgu yaptığı gerçeğidir.

Sömürgeciliğe Karşı Dik Duruşun Tasviri: Kral Behanzin Anıtı

Afrika’da sömürgecilik dönemine ve sömürgeciliğe karşı verilen mücadeleye ithafen en önemli anıtlardan biri Kral Behanzin Anıtı’dır. Kral Behanzin günümüzdeki Benin topraklarında hüküm süren Dahomey Krallığı’nın 11. ve son hükümdarı olma özelliğini taşımaktadır. Kendisini farklı kılan ve ölümünden onlarca yıl sonra heykelinin dikilmesine vesile olan ise yalnızca bir kral olması değil, aksine sömürgecilere teslim olmayıp emperyalizme karşı direnen bir idareci olmasıdır. 1899’da babasının yerine tahta geçtikten sonra telkinlere uyup Fransızlara teslim olmak yerine, yaklaşık 2 yıl süren çetin bir savaşın ardından mağlup olmasına rağmen dik duruşu ve emperyalizm karşısında taviz vermemesi nedeni ile gönüllerde müstesna bir yer edinen Kral Behanzin’in Abomey’de yer alan heykelinde, sağ eli sömürgeciliğe meydan okurcasına havaya kaldırılmış ve bir daha emperyalizme geçit vermeyecekmiş gibi bir görüntü çizmektedir.

Anıtlarda Yaşayan Milli Mücadele Kahramanları

Afrikalıların milli mücadele savaşlarında ön plana çıkan isimler de söz konusu heykel ve anıtlarda kendilerine sıklıkla yer bulmaktadır. Angola’nın başkenti Luanda’da bulunan Başkan Dr. Agostinho Neto Kültür Merkezi’nde başkanın hatırasını yaşatmak için kültür merkezinin ortasına dikilen devasa dikilitaş bu durumun örneklerinden biridir. Doktor, şair ve siyasetçi olan Neto, Portekiz’e karşı Angola’nın bağımsızlık mücadelesinde en önde yer almış, buna karşılık önce Yeşil Burun Adaları’na sürgüne gönderilmiş, ardından Portekiz’in başkenti Lizbon’da hapis cezasına çarptırılmıştı. Ülkesinin bağımsızlığını kazandığı 1975 yılında bu devletin ilk devlet başkanı olma sıfatını kazanan Neto, görev yaptığı 4 yılın ardından yakalandığı kanser hastalığının tedavisi için gittiği Moskova’da 1979’da hayatını kaybetmiştir. Neto’nun doğum günü olan 11 Kasım, ülkesinde halen daha “Milli Kahramanlar” günü olarak kutlanmakta; gerek Dr. Agostinho Neto Kültür Merkezi, gerekse kültür merkezinin içerisine yerleştirilen dikilitaş ise Angolalılar ve turistler tarafından ilgi görmektedir.

Bu bağlamda örnek verebileceğimiz bir başka eser ise Mozambik’te bulunan Samora Machel Heykeli’dir. Samora Machel, Portekiz’e karşı Mozambik Kurtuluş Cephesi (FRELIMO)’nin lideri olarak ülkesinin bağımsızlığı için savaşmış ve Mozambik’in 1974 yılında bağımsızlığına kavuşmasından sonra ülkenin ilk devlet başkanı olmuştur. Machel bu görevi,1986 yılında Mozambik, eSwatini (Svaziland) ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nin sınırlarının kesiştiği dağlık bir bölgede bir uçak kazasında ölene dek sürdürmüştür. Machel’in Mozambik’teki heykeli ise ölümünün 25. yılında, 19 Ekim 2011 tarihinde açılmıştır.

Milli Kimlik, Sömürgeciliğe Karşı Mücadele ve Anıtlar

Botsvana’da bulunan “Üç Dikgosi (Kabile Lideri) Anıtı” ise diğerlerinden farklı bir nitelik taşımaktadır. Söz konusu anıt, günümüz Botsvana sınırlarının ortaya çıkmasında ve ülkenin milli kimliğinin şekillenmesinde etkili olan üç kabile liderinin hatırasını yâd etmek için inşa edilmiştir: Khama III, Sebele I, ve Bathoen I. Bu üç ismin önemi ise 1895 yılında Londra’ya yaptıkları ziyaret sırasında İngilizlerle anlaşarak bugünkü Botsvana topraklarının Güney Afrika ve Zimbabve’den ayrılarak ayrı bir unsur olarak ortaya çıkmasına ön ayak olmalarıdır. Her ne kadar Botsvana’ya bağımsızlık 1895 yılından çok daha ileri bir tarihte (30 Eylül 1966) gelse de, 5.4 metre yüksekliğinde olan ve bronzdan yapılan Üç Dikgosi Anıtı, bugünkü Botsvana’nın ortaya çıkmasında birinci dereceden pay sahibi olan bu üç ismin anısına yapılmıştır.

Özel olarak Afrikalıların toplumsal hafızalarında yer edinen tarihi şahsiyetlere vurgu yapsalar da, anıtlar genel olarak ülkelerin sömürgeciliğe karşı verdikleri mücadelenin ve nihayetinde sömürgecilerin ülke topraklarını terk etmelerinin bir nişanesi olarak Afrika topraklarında yükselmektedir.  Senegal’in başkenti Dakar’da 100 metre yüksekliğe sahip bir tepenin üzerine inşa edilen ve 3 Nisan 2010’da Senegal’in 3. Cumhurbaşkanı Abdulaye Wade tarafından açılışı yapılan 52 metre uzunluğundaki “Afrika Rönesans Anıtı”;  Tom Bowers tarafından tasarlanan ve Seyşeller’in bağımsızlığını kazanmasının 38. yıl dönümü olan 29 Haziran 2014 tarihinde açılışı yapılan “Seyşeller Bağımsızlık Anıtı”; Cezayir’in 1962 yılında bağımsızlığını kazanmasının 20. yıldönümünde (1982 yılında) Devlet Başkanı Şadli Bin Cedid (Chadli Bendjedid) tarafından açılışı yapılan ve Cezayir bağımsızlık savaşında ölen kahramanların aziz hatıralarına ithaf edilen “Şehitler Anıtı”; Togo’nun 27 Nisan 1960 tarihinde Fransızlardan bağımsızlığını kazandığı tarihe ithafen dikilen “Togo Bağımsızlık Anıtı” ve Gana’da Bağımsızlık Meydanı’nda yer alan, Gana’nın ilk devlet başkanı Kwame Nkrumah tarafından yaptırılan “Bağımsızlık Kemeri” gibi eserler bireysel anlamlar taşısalar da, bu eserlerin hepsi bir bütün olarak Afrikalı ulusların bağımsızlığa ulaşmalarını simgeleyen özel eserlerdendir.

Birer İstisna Olarak İç Savaşı ve Sömürgeci Desteği Hatırlatan Anıtlar

Bağımsızlık iddiasındaki Somaliland’ın başşehri Hargesia’da ve Uganda’da yer alan Bağımsızlık Anıtları da taşıdıkları anlamları itibariyle diğer bağımsızlık anıtlarından ayrılmaktadır. Hargesia’da yer alan söz konusu anıt, Somali İç Savaşı’nı temsil etmesi itibariyle önemlidir. Anıt, bir ulus içerisinde bir başka ulusun varlığını ve egemenlik iddiasını çağrıştırdığı için trajik bir anlam taşımaktadır. Somali’deki iç savaşın acı bedelini hatırlatması nedeniyle o bölgede yaşayanlar için özel bir anlam atfedilen anıt, iç savaşın ardından Somaliland’ın tek başına bağımsızlığını ilan etmesini ifade etmesi itibariyle önem arz etmektedir. Kıtada bir başka ilginç anıt ise “Uganda Bağımsızlık Anıtı’dır”. Başkent Kampala’da bulunan anıtın ilginçliği, bağımsızlığı temsil etmesine rağmen, eski bir sömürgeci devlet tarafından Uganda topraklarında inşa edilmesinden kaynaklanmaktadır.” Bir çocuğu alıp gökyüzüne dokunabilmek için yükselen bir adamı” tasvir eden ve yeni doğmuş bir ülkenin sömürgecilik ile esaretten kurtulmasını çağrıştıran 6 metre uzunluğundaki anıt, 9 Ekim 1962 tarihinde, Uganda’nın 1. Bağımsızlık yılı kutlamalarından hemen önce İngilizler tarafından inşa edilmiştir. Bu yönüyle Uganda Bağımsızlık Anıtı, bir zamanlar Uganda’yı sömüren İngilizlerin, bağımsızlığın kazanılmasının ardından bu ülke üzerindeki etkisini devam ettirebilmek adına her yola başvurabileceğini, sömürgeciliği yeni ve farklı araçlarla devam ettirme arzusunu hiç kaybetmediğini ortaya koymaktaydı. Bu durum, elbette Uganda halkının meseleye şüphe ile yaklaşmasına neden oldu ve inşa edilen anıta yönelik olarak yüksek oranda bir sempati duyulması ihtimalinin önüne geçti.

Anıtlar ve Heykellerle İlgili Yükselen Olumsuz Görüşler

İlgi çekici yapıları ve çeşitli özelliklerinin yanı sıra Afrika’daki bağımsızlık anıtları ve heykeller ciddi tartışmalara da konu olabilmektedir. Tartışmaların odağındaki ilk husus, bağımsızlık anıtları ve heykellerin birçoğunda Kuzey Kore menşeli Mansudae Sanat Stüdyosu (Mansudae Art Studio)’nun imzasının bulunmasıdır. Gerçekten de Başkan Dr. Agostinho Kültür Merkezi, Behanzin Heykeli, Üç Dikgosi Anıtı, Samora Machel Heykeli,  Afrika Rönesans Anıtı gibi birçok önemli eser bu stüdyodan çıkmıştır. Özgürlük anıtlarının, içe kapalı ve totaliter bir yönetim ile yönetilen Kuzey Kore’de yapılması ile bilhassa Batılı yazında oldukça büyük bir çelişki olarak değerlendirilmektedir. Kuzey Koreliler ise kendilerini ideolojik olarak anti-emperyalist bir çizgide konumlandırdıkları iddialarından ötürü bu durumu olağan karşılamaktadır. Bu kapsamda, Kuzey Kore firmasının yaptığı heykel ve anıtlarda Afrika Rönesans Heykeli’nde olduğu gibi zaman zaman Sovyet esintilerine rastlanabilmektedir. Ne var ki, ister Batılılar tarafından isterse Kuzey Koreli bir firma aracılığı ile inşa edilmiş olsun, mevcut heykel ve anıtların büyük bir kısmının, simgesel olarak yoğun bir anlam taşımalarına rağmen biçimsel olarak öze yabancı kaldıkları, Afrika’nın değerlerini tam olarak yansıtamadıkları yadsınamaz bir gerçektir.

Anıt ve heykellerle ilgili bir diğer tartışma konusu da ekonomik, sosyal ve dini nedenlerle Afrika toplumlarının içerisinden yükselmektedir. Anıtların ve heykellerin oldukça masraflı olması, ekonomik sıkıntılar ile boğuşan Afrikalı toplumlarda söz konusu eserlerin gerekliliğini tartışmaya açmaktadır. Örneğin, Senegal’deki Afrika Rönesans Anıtı için ayrılan 27 milyon dolarlık kaynak, halkının neredeyse yarısı yoksulluk sınırının altında yaşayan ülkede ciddi tepkileri de beraberinde getirmişti. Tepkilerin bir diğer nedeni ise dini hassasiyetlerden kaynaklanmaktadır. Dünyadaki Müslüman nüfusun neredeyse dörtte birinden fazlasını bünyesinde barındıran Afrika kıtasında, İslam dininin genel eğilimleri ile uyuşmayan bazı anıtlar ve heykeller eleştiri oklarını üzerine çekebilmektedir. Aynı surette Afrika Rönesans Anıtı’na değinilecek olursa, bir kadın, bir erkek ve bir çocuktan oluşan anıtta yer alan kadın figürünün “yarı çıplak ve müstehcen”  olarak nitelendirilmesi, ülkedeki dini hassasiyeti yüksek gruplar tarafından anıta yönelik oldukça sert eleştirilerin yöneltilmesine neden olmuştu. Gerçekten de Afrika’daki Müslüman toplulukların dini ve kültürel yaşamlarına ne kadar bağlı oldukları düşünüldüğünde, üzerinde neredeyse hiçbir dini ve milli öğe barındırmayan bu heykellerin inşa edilmesi en temel tabiriyle bir öngörüsüzlük örneği olarak karşımıza çıkmakta ve dışarıya ait kültürler ile harmanlanan bu eserler doğal olarak Senegal toplumunun temel dinamiklerinde de tepki ile karşılanmaktaydı.

Sonuç Yerine

Her ne kadar çeşitli eleştiriler yöneltilse de, Afrika’da her geçen gün yükselen anıt ve heykeller kıtanın müdahale edilmiş tarihi ve geçmişte yaşadıkları sıkıntıların üstesinden geliş biçimlerini ifade etmesi itibariyle önem taşımaktadır. Fakat burada oldukça önemli bir husus göz ardı edilmemelidir. Batı tarzı ya da Sovyet tarzı bir anlayışla tasarlanan mimari eserler Afrikalı halkların yerel dokularını yansıtmakta başarısız kalmaktadır. Bunun yerine, söz konusu heykel ve anıtların daha çok ses getirebilmesi ve adına inşa edildiği toplumlarca daha geniş bir mutabakatla sahiplenebilmesi için eserlerin oluşum sürecinde kıtanın yerel/milli unsurlarına ve özgün mimarisine daha fazla yer verilmesi elzemdir. Ancak bu şekilde eserlerin daha başarılı ve kapsayıcı olması mümkündür.

Başarılı bir siyasi hamle olarak bu anıt ve heykellerden bazılarının açılış törenlerine eski sömürgeci ülkelerin yetkililerinin de davet edilmesi anlamlı bir mesaj niteliğindedir. Ne var ki, heykellerin ulusların özgürlüğünü temsil ettiği iddiası ile devlet başkanlarının ihtiraslarına hizmet ettiği fikri arasındaki ince çizgi dikkatle irdelenmelidir. Aksi halde, manipülasyona son derece elverişli olan bir ortamda devlet adamları ile halkın karşı karşıya getirilmesi işten bile değildir. Zira yerel motifler ile inşa edilip amacı doğrultusunda kullanıldığında, Afrika kıtasında inşa edilen anıt ve heykeller gerek turistik açıdan ilgi çekme için gerekse kıtayı sömürenlere karşı gelecekte böyle bir şeye asla müsaade edilmeyeceği noktasında bir uyarı işlevi görme potansiyeline sahiptir.

Söz konusu anıt ve heykellerin sûretleri için bkz.

 

 

Share.

Yazar Hakkında

Hasan Aydın 1993 yılında İstanbul, Üsküdar’da doğdu. İstanbul’da geçen ilköğretim ve lise eğitiminin ardından, 2016 yılında Yalova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler (İngilizce) Bölümünden derece ile mezun oldu. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim dalında başladığı tezli yüksek lisans eğitimini 2018'de başarıyla tamamlayıp aynı bölümde doktora eğitimine başlamıştır. İleri seviyede İngilizce bilmektedir. İlgi alanları, Din ve Milliyetçilik, Sömürgecilik ve Afrika’da ABD Dış Politikası’dır.

Yorum Yap