Barack Hussein Obama’nın Afrika Karnesi

0

Takvimler 4 Kasım 2008’i gösterdiğinde Kenya asıllı Barack Hussein Obama, Amerika Birleşik Devletleri’nin 44. başkanı oldu. Obama’nın oyların % 52’sini aldığı seçim sonuçları tüm dünyada olduğu gibi Afrika’da da heyecanla karşılandı. Zira Kenya’da doğup büyümüş bir baba ile Amerikalı bir annenin evliliği sonucu dünyaya gelen yeni başkan, 20 Ocak 2009 tarihinde başkanlık koltuğunu selefi George W. Bush’tan alarak ABD tarihindeki “ilk siyahi başkan” olarak Beyaz Saray’a yerleşti. Bilhassa 11 Eylül 2001 tarihinde ikiz kulelere yapılan saldırı sonrası Başkan Bush’un takındığı saldırgan tavır neticesinde Irak ve Afganistan gibi ülkeleri “terörle savaş” doktrini kapsamında işgal etmesi uluslararası camiada bazı tepkilere yol açarken, ülkenin vatandaşları arasında da aykırı seslerin yükselmesine neden olmuştu. Bu nedenle Samuel Huntington’un “Beyaz, Protestan ve Anglo-Saxon” olarak nitelendirdiği geleneksel Amerikalı modeline büyük ölçüde uymayan siyahi bir başkanın ülkenin bir numarası olması fikri, kimilerince “Bush döneminde ABD’nin içte ve dışta bozulan imajının tamiri” için kurgulanmış bir plan olduğu şeklinde yorumlandı.

Bush ve Obama Farkı

Her iki liderin de (Bush ve Obama) Amerika’nın dünya üzerindeki bir numara olma iddiası ile bu ülkenin kendine özgü ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel yapısı olarak nitelendirilen Amerikan istisnacılığı algısının devamını arzu ettiği düşünülürse; Bush yönetiminin politikalarıyla Obama yönetiminin politikaları arasındaki en büyük farkın iki liderin benimsediği stratejide yattığı söylenebilir. Bush içerisinde “terörle savaş” doktrinini de barındıran daha aktif bir dış politika peşinde koşarken, Obama nispeten daha dengeli bir dış politika izledi. Bush’un Amerikan ideallerini korumak için gerektiğinde askeri gücü de kullanmaktan çekinmeyen sert güç (hard power) anlayışına karşılık, Obama askeri gücü de içeren sert güç ile birlikte diplomasinin en ince ayrıntılarını bünyesinde barındıran yumuşak güç (soft power) unsurunu bir arada yürütmeye çalıştı. Nihai noktada, Bush yönetimi altında Amerika Birleşik Devletleri yabancı ülke topraklarını işgale kadar giden saldırgan bir dış politika eğilimine sahip olurken; Obama döneminde yabancı ülke topraklarının doğrudan işgal edilmesi bir yana, Bush döneminde işgal edilen Irak ve Afganistan gibi ülkelerden dahi Amerikan askerlerinin çekilmesi sağlandı. Obama’nın başkan olduktan sonra ilk resmi ziyaretlerini Irak savaşı nedeniyle “kırılgan ilişkilere” sahip olunan Türkiye ile Amerikan karşıtlığının yükseldiği bazı Ortadoğu ülkelerine gerçekleştirdiği düşünülürse, iki başkanın dış politika anlayışı arasındaki temel fark daha iyi idrak edilebilecektir.

Geleneksel ABD Dış Politikasında Afrika

ABD dış politikası tarihsel bir bütün olarak ele alındığında, Afrika’nın bu bütünde pek de fazla ön plana çıkmadığı görülmektedir. Özellikle Soğuk Savaş yıllarında bu ülkenin Afrika kıtasına yönelik faaliyetleri komünizmi çevreleme konsepti doğrultusunda askeri meseleler ve ekonomik yardımlardan ibaret kalıyordu. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ise mevcut durumda bir farklılık yaratmadığı gibi, onu daha da kötüleştirdi. Komünist tehdidin ortadan kalmasına ek olarak, Somali’nin başkenti Mogadişu’da 18 Amerikan askerinin öldürülmesi ABD’de siyasi bir sarsıntı yarattı. Bunun üzerine bu devletin -zaten az olan- kıtaya yönelik ilgisi daha da sınırlandırıldı. Afrika’nın ABD dış politikasında tekrar gözle görülür bir şekilde ele alınması ise ancak 2000’li yılların başlarında kıtadaki zengin enerji kaynaklarının keşfedilmesi ve Çin’in ciddi bir rakip olarak bölgedeki Amerikan varlığını tehdit etmeye başlar bir hale gelmesi ile mümkün oldu. Bu kapsamda Başkan Bush, Afrika’ya yönelik ekonomik yardım programlarını ve doğrudan ekonomik yardım miktarını seleflerine nispeten ciddi oranda arttırsa da, özellikle “terörle savaş” politikasından kaynaklanan Amerikan tek yanlılığı (unilateralism) kıtada ABD’nin imajını oldukça olumsuz bir şekilde etkiledi.

Afrikalılara Umut Veren (Eski) Başkan Obama, Hayal Kırıklığı Yaşattı

Cumhuriyetçi rakibi John McCain ile giriştiği başkanlık yarışı sırasında sık sık eski başkan George W. Bush’u eleştiren ve yeni bir dış politika vizyonu ile değişim vurgusu yapan Obama’nın iktidara gelişi Afrikalılar için önemli bir umut vesilesiydi. Afrikalı devlet adamları Obama’nın başkanlığının Afrika-ABD ilişkileri için yeni bir dönüm noktası olacağı, iki taraf arasında işbirliğini arttıracağı ve ekonomik, askeri, siyasi anlamda ilişkilerin yeni bir boyuta doğru evirileceği varsayımında bulunmaktaydılar. Kâğıt üzerinde de Bush yönetimi ile arasında derin görüş farklılıkları bulunan Obama’nın, Afrika’da daha yeni ve farklı bir dış politika takip etmesi beklenebilirdi. Ne var ki, Afrika kökenli Obama’nın Afrika’ya yönelik dış politikası herhangi bir ABD başkanından çok da fazla bir farklılık arz etmedi. Afrikalı başkanın 8 yıllık iktidarı döneminde Afrika ile ilgili meseleler ülkenin dış politikasında kendine daha fazla yer bulduysa da bunun nedeni Obama’nın Afrikalı kökleri ya da Afrika’ya duyduğu ilgi değildi. Bilakis başta petrol olmak üzere Afrika’nın sahip olduğu zengin doğal kaynaklar, kıtanın kimi kesimlerinde terörizmin ABD için ciddi bir sorun haline gelmesi ve Çin’in Afrika’da giderek daha etkili olmaya başlaması, bu ülkenin kıtaya yönelik dış politikasının yeniden şekillenmesinde tetikleyici oldu.

Afrika’ya ilk ziyaretini 2009 yılında Gana’ya giderek gerçekleştiren Başkan Obama, 2013 yılına kadar bu kıtaya başka hiçbir resmi ziyarette bulunmadı. Afrika kökenli başkanın bu tavrında ülkenin bilhassa 2008 yılından itibaren mücadele ettiği yoğun ekonomik krizin ve sonrasında Ortadoğu’da patlak veren Arap Baharı (!) ayaklanmalarının önemli rol oynadığı düşünülerek bu durum normal karşılandı. 2012 yılında tekrar seçilmesinin ardından ise Obama’nın Afrika’ya yönelik faaliyetleri nispeten daha “gözle görülür” bir hal aldı. Bu hususta ısrarla üzerinde durulması gereken nokta, ABD’nin yeni başkanının söz konusu Afrika kıtası olduğunda pek çok durumda eski başkanlar Clinton ve Bush’un dış politika anlayışlarını ve bazı projelerini sahiplendiği gerçeğidir. Bu kapsamda en dikkat çekenleri ise, Clinton zamanında ilk kez çıkarılan Afrika Büyüme ve Fırsat Yasası(AGOA)’nın yenilenmesi ile Bush tarafından 2007 yılında kurulan ve çok eleştirilen Birleşik Devletler Afrika Komutanlığı (AFRİCOM)’na arka çıkılıp, kapsamının ve işlevinin (operasyonel sahasının) genişletilmesiydi.

AFRICOM Sahipleniliyor ama Neden?

Obama döneminde ABD’nin kıtada gerçekleştirdiği en büyük “askeri” faaliyetlerden biri AFRICOM’un sahiplenilmesi ve zamanla etki alanının genişletilmesidir.  Pentagon tarafından Afrika’da sivil ve askeri operasyonlar düzenlemek amacıyla kurulan bu birim, ABD’nin kıtada yayılmacı emeller güttüğü ve askeri faaliyetlerini genişleterek kıtada hegemonya kurmak istediği gibi gerekçelerle sıklıkla eleştirilmiştir. Hatta Afrikalı hükümetlerin bu gibi nedenlerle AFRICOM’a şüpheyle yaklaşması ise bu birimin merkezinin Afrika’da bir yerde değil de Berlin’de kurulmasına neden olmuştur. Merkezin Afrika dışında kurulması AFRICOM’un etki kapasitesine ciddi anlamda zarar vermiştir. Genel olarak ise AFRICOM’un kuruluş gerekçesinin kıtada terörle daha etkili bir şekilde mücadele etmek ve Çin’in yayılmasını dengelemek olduğu ileri sürülebilir.

Afrikalılar ve diğer devletler tarafından “hoş karşılanmayan” AFRICOM projesi, Başkan Bush’un iktidarı devretmesinin ardından -ilginç bir şekilde- Obama tarafından da sahiplenilmiştir. Gana ziyaretinde “kıtanın güvenliğini ABD’nin ve hatta dünyanın geri kalanının güvenliği” ile eş tutan Başkan Obama, Mağrib el-Kaidesi, Ensaru, Boko Haram ve eş-Şebâb gibi terör örgütlerinin alan bulduğu bu coğrafyada Amerikan çıkarlarının devamını ve güvenliği sağlamak için çareyi bu komutanlığın faaliyetlerini arttırmakta bulmuştur. AFRICOM’un bölgede yürüttüğü eğitim ve operasyonlar da Obama döneminde % 200’ün üzerinde artmıştır. Yalnızca 2012 yılında Mali, Fas, Uganda, Botswana, Lesotho, Senegal ve Namibya’da 14 ayrı eğitim ve operasyon düzenlenirken, Afrika’daki ABD’li asker ve diplomatlar kıtayı “yarının savaş alanı” olarak tanımlamaktadır. Obama’nın bir yandan kıtada ekonomik büyümeyi, serbest pazar anlayışını ve küresel yönetişim fikrini teşvik etmeye çalışırken, diğer yandan da askeri unsurlara bel bağlaması ve terörle mücadele kapsamında Afrika’daki Amerikan askerlerinin ve onların teçhizatlarının sayısını arttırması Afrika kökenli bir liderin yönetimi altında dahi değişen bir şeyin olmadığı şeklinde yorumlanmıştır.

Afrika Büyüme ve Fırsat Yasası (AGOA) Yenileniyor

Obama döneminde Afrika’ya yönelik gerçekleştirilen bir başka önemli hamle ise Afrika Büyüme ve Fırsat Yasası’nın 2015 yılında yenilenmesidir. AGOA, Afrika’daki 40 ayrı ülkeden 6400 ürünün ve kobilerin Amerikan pazarına girişini kolaylaştıran bir anlaşma olarak dikkat çekmektedir. Bill Clinton döneminden beri var olan bu anlaşma bütün kalemleri kapsamaması ve daha ziyade petrol ürünlerine yönelik bir anlaşma olması nedeniyle eleştirilmektedir. Hal böyle olunca Nijerya, Angola, Çad gibi zengin petrol kaynaklarına sahip ülkelerin bu anlaşmadan daha fazla yararlanabildiği görülmektedir. Bu yönüyle AGOA’nın kıtada yoksulluğun azaltılmasına ve istihdamın arttırılmasına hatırı sayılır bir katkıda bulunmaması da eleştirilen noktalar arasındandır. Amerikan kanadı ise bu anlaşmanın ABD ve kıta arasındaki ticari faaliyetleri, küresel yönetişimi, insan ve işçi haklarını olumlu yönde etkilediğini ileri sürmektedir:

Belirtilen eleştirilere rağmen, 2015 yılının başlarına gelindiğinde AGOA’nın yenilenip yenilenmeyeceği ciddi bir tartışma konusuydu. İthalat ve ihracat dengesi bağlamında “Afrikalıların aleyhine” olacak şekilde faaliyet gösteren olumsuz yapısı, göze çarpan bu anlaşmanın yenilenmesi ABD’nin sahada “güçlü bir rakip olarak bulunma’’ isteğini yansıtması olarak algılanmıştır. Zira zaten başta Çin olmak üzere birçok devletin ve organizasyonun Afrika’ya yönelik faaliyetlerini arttırırken, ABD’nin kıtadaki faaliyetlerinde tasarrufa gitmesi beklenmemekteydi. Obama da Afrika’nın ekonomik olarak Çin’in tekeline girmesini ya da Çin’in Afrika’da ABD’den bir –ya da birkaç- adım öne çıkmasını istemiyordu. 2013 yılında Çin’in Afrika ile toplam ticaret hacminin 200 milyar doların üzerine çıkarken, ABD’nin bu kıta ile olan toplam ticaret hacminin ise 100 milyar doların altına düşmesi Obama’nın AGOA’yı yenilemek için gösterdiği çabanın ne kadar önemli olduğunu gözler önüne sermektedir.

Küresel Rekabette Var Olma Hamlesi: Liderler Zirvesi

Obama döneminde ABD’nin kıtaya yönelik bir başka önemli faaliyeti ise 4 Ağustos 2014 tarihinde başlayan ve üç gün güren ABD-Afrika Liderler Zirvesi’dir. Söz konusu zirveye ABD’nin yaptırım uyguladığı kişiler listesinde yer alan Zimbabwe Devlet Başkanı Robert Mugabe ve Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir ile birlikte, Afrika Birliği’nin isteği doğrultusunda Eritre Devlet Başkanı Isaias Afewerki ile Orta Afrika Cumhuriyeti Devlet Başkanı Catherine Samba Panza hariç yaklaşık 50 ülkenin devlet başkanı davet edilmiştir. Ekonomik, siyasi ve sosyal meselelerin görüşüldüğü bu zirve, Çin’in Afrika’daki etki alanını göstermesi bakımından da ayrı bir önem taşımaktadır. Zirve, bir yönüyle 1999 yılından bu yana Çin ile Afrika ülkeleri arasında gerçekleştirilen Çin-Afrika Forumu (FOCAC)’na benzemektedir. Kıtada artan Çin etkisine karşı ciddi bir mesaj olarak değerlendirilen bu zirve, ABD’li şirketleri Afrika’ya yönelik anlaşmalar ve yatırımlar yapması için teşvik edici bir rol üstlenmesi itibariyle ekonomik açıdan da önemlidir. Obama’nın Afrika politikalarının ticari yönünü de içeren söz konusu zirvede temiz enerji, havacılık, bankacılık ve inşaat gibi alanlarda Afrika’ya yönelik yatırımları teşvik etmek için yaklaşık 14 milyar dolarlık anlaşma yapılmıştır. Zirvede ayrıca eş-Şebâb, Boko Haram ve el-Kaide gibi terör örgütleriyle mücadele kapsamında da girişimlerde bulunulmuştur.

Diğer Faaliyetler

Obama’nın Afrika kıtasına yönelik bir başka faaliyeti ise 2012 yılında “ABD’nin Sahraaltı Afrika Stratejisi” künyesiyle, ülkenin bölgeye yönelik dış politika hedeflerini içeren bir stratejinin yayınlanmasıdır. Bu strateji Afrika kıtasında demokrasinin ve demokratik kurumların güçlendirilmesini, kıtadaki ülkelerin ekonomik büyümesinin, kıta ülkeleriyle yapılacak ticaretin ve kıta ülkelerine yönelik yatırımların teşvik edilmesini, küresel terörle daha etkili mücadele ederek barışın ve ulusal/uluslararası güvenliğin sağlanmasını ve ekonomik fırsatları içeren kalkınma hamlelerinin desteklenmesini hedeflemektedir. Oldukça büyük hedefler içeren bu strateji, Obama’nın da selefi olan diğer başkanlar gibi davranması sonucunda arzu edilen başarıyı yakalayamamıştır.

Obama’nın Afrika’da gerçekleştirmeye çalıştığı diğer projeler ise kıtada enerji üretimini ve Afrikalıların enerjiye ulaşımını kolaylaştırmak için gündeme getirilen Güç-Afrika Girişimi (Power Africa Initiative) projesi,  Afrika ile gerçekleştirilen ticarete yeni bir yön vermek için tasarlanan Ticaret-Africa (Trade Africa) projesi, bilhassa Sahraaltı Afrika’da küresel açlıkla mücadele kapsamında ortaya konulan Geleceği Besle (Feed the Future) projesi ve Afrikalı genç liderlerle iletişimin arttırılması için öne sürülen Genç Afrikalı Liderler İnisiyatifi’dir. Belirtildiği gibi, güçlü ve eskisinden farklı bir ABD dış politikası ile desteklenememesi sonucunda ilgili projelerde görece başarısız olunmuştur.

Sonuç Yerine

Obama döneminde ABD’nin Afrika ile olan ilişkilerini yansıtabilecek en iyi ifadelerden birisi hiç şüphesiz hayal kırıklığıdır. Sansasyonel bir şekilde ve vurucu bir değişim söylemi ile iktidara gelen Afrika asıllı yeni başkan, söz konusu Afrika olduğunda beklentileri karşılayamamış gibi görünmektedir. Her ne kadar Afrikalılara “patron” olarak değil de “partner” olarak yaklaşacağını ifade etse ve kıtayı ziyaret ettiği bir konuşmasında “Afrikalıların geleceğini Afrikalıların belirleyeceğini’’ söylese de, ABD’nin politik çıkarları devreye girdiğinde kökü Afrika’ya uzanan bir başkan olarak Obama’nın diğerleriyle benzer çizgiyi takip ettiği görülmektedir. Özet olarak Obama’nın enerji kaynakları hususunda Çin ile giriştiği mücadeleden tam anlamıyla bir üstünlük elde edemediği, güvenlik bağlamında terör örgütleri ile etkin mücadele noktasında zaman zaman bazı sıkıntılar yaşadığı ve çok tepki çeken AFRICOM hamlesini sahiplendiği, ekonomik anlamda ise bütün teşvik ve yatırımlara rağmen başta Çin olmak üzere özellikle BRICS bünyesindeki diğer devletlerle giriştiği küresel rekabette kendisini tam anlamıyla ön plana çıkaracak bir başarı sağlayamadığı, dolayısıyla Afrika karnesinin kırıklarla dolu olduğu söylenebilir. Bu durum ise ABD’nin yeni başkanı Donald Trump adına -ilginç bir şekilde- ümit vericidir. Zira Obama’nın yarattığı hayal kırıklığı hesaba katılırsa, Trump’ın Afrika politikasında nispi bir başarı yakalaması bile Trump’ı Obama’nın birkaç adım önüne geçirebilecektir. Buna karşın, artık bir devlet politikası haline gelen ABD dış politikasının Afrika’ya yönelik faaliyetlerinde Donald Trump döneminde de kapsamlı bir değişiklik beklenmemektedir. Bu durum ise gözünü Afrika’ya diken küresel rekabetçilerin iştahını kabartmaktadır.

        Kaynakça

 

 

 

Share.

Yazar Hakkında

Hasan Aydın 1993 yılında İstanbul, Üsküdar’da doğdu. İstanbul’da geçen ilköğretim ve lise eğitiminin ardından, 2016 yılında Yalova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler (İngilizce) Bölümünden derece ile mezun oldu. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim dalında başladığı tezli yüksek lisans eğitimini 2018'de başarıyla tamamlayıp aynı bölümde doktora eğitimine başlamıştır. İleri seviyede İngilizce bilmektedir. İlgi alanları, Din ve Milliyetçilik, Sömürgecilik ve Afrika’da ABD Dış Politikası’dır.

Yorum Yap