Avrupalı Sömürgeci devletler 20. yüzyılın başında seyyahların, misyonerlerin, askerlerin ve diğer sivil memurların Afrika kıtasını daha yakından tanımak amacıyla o güne kadar edindikleri bilgilerini kitaplara, makalelere, seyahatnamelere ve raporlara dönüştürme safhasında büyük ilerleme kaydettiler. Ardından üniversitelerde bu kıta ile ilgili açtıkları bölümlerde verdikleri derslerle, ulusal ve uluslararası boyutlarda düzenledikleri konferanslarla insan ve sosyal bilimler başta olmak üzere pek çok ilim dalının konularından istifade eden yeni bir alan açtılar. Kısaca “Afrikacılık” şeklinde de ifade edilebilen ve enstitü veya merkez şeklinde müesseseleşen bu alana “Afrika İncelemeleri ve Araştırmaları” ismi verilirken, belli konularda ihtisas sahibi olanlara ise “Afrika uzmanı / Afrikancı (Africanist / Africainiste)” denilmeye başlandı.[1]
16. yüzyılın başından itibaren Afrika’nın kuzeyinden batısına, güneyinden doğusuna bütün sahillerini dolaşmaya başlayan Portekiz, İspanyol, İngiliz, Fransız ve Flemenk donanmaları kıtanın limanları ve buraların iç kısımları hakkında önemli bilgiler elde edindiler.
Avrupa’da kurulan Coğrafya Cemiyetleri’nin her ne kadar Afrika’nın iç kısımlarına düzenlettikleri seyahatler 18. yüzyılın son yıllarında başlasa da gerçek manada 19. yüzyılın ortalarında istenilen seviyeye ulaştı. Bu cemiyetlerin teşvik ve maddi imkânlarını alarak en ücra yerleri tanımak amacıyla yola çıkan genç yaştaki maceraperest seyyahların içinde yolculuklarını sağ salim tamamlayanların kaleme aldıkları eserleri bugünkü Afrika incelemeleri ve araştırmalarının nüvesini oluşturmaktadır. Bunları bir müddet sonra askeri görevlerle Afrika’da bulunanların ve bilhassa da misyonerlerin eserleri takip etti. Önceleri gezilip görülen yerler hakkında genel bilgiler verilerek yapılan seyahatler giderek şekil değiştirdiler ve 19. yüzyılın sonlarında Afrika kıtasının sadece coğrafi yapısı değil, antropolojisi ve mevcut insan yapısı, farklı toplumların kültürel değerleri, kıtanın stratejik konumu, yer altı ve yer üstü kaynaklarının tanınması gibi çok farklı alanlarda yeni araştırmalara dönüştü. Fakat ortaya konulan bu eserlerin çoğunluğu tasviri olup kıtanın gözlemlendiği andaki konumunu mümkün mertebe sathî öğrenmeye yönelikti. [[1] Paul Robert’in Petit Robert sözlüğü “Africainiste” kelimesinin ilk defa 1908 yılında kullanılmaya başladığını kaydetmektedir. (Dictionnaires Le Robert, Paris 1988, s. 34)]
Yaklaşık bir asır boyunca Afrika konusunda gelinen bu mesafe Avrupalılar için büyük bir kazanım oldu. Zaten kıtanın Doğu Afrika’da bugünkü Etiyopya’da ve Kuzey Afrika sahillerinde yaklaşık bin sekiz yüz yıllık tarihe sahip Hıristiyan toplumlarının geçmişini öğrenme arzusu genelde vardı. Ayrıca 7. yüzyılın daha ilk yarısından itibaren yayılmaya başlayan ve 19. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde kıtanın büyük bir kısmında belli bir yayılma gösteren İslam ve bu dine inananların içlerinde uzun dönemler hüküm süren Müslüman devletlerin mirasını tanımak da Avrupalılar için bir zaruret halini aldı. Öyle ki İslam’ın ilk yüzyıllarından itibaren Afrika coğrafyası ve tarihi ile ilgili kitaplar büyük bir merakla Avrupa dillerine tercüme edilmeye başlandı. Bunlardan 1165 yılında ölen İdrisî’nin Vasfu İfrikıyye ve’l-Endelüs/Description de l’Afrique et de l’Espagne isimli eseri ve diğer seyahatnameleri; Hasan el-Vezzân adıyla bilinirken Hıristiyanların eline esir olarak düştükten sonra kendisine Afrikalı Leon/Léon Africain adı verilen ve 1550 yılında vefat eden Müslüman alimin kaleme aldığı Afrika’nın Tanımı (Vasfu İfrikıyye/Description de l’Afrique) adlı eser 16. yüzyılın başından 19. yüzyıla kadar bir çok Avrupa üniversitelerinde asırlarca okutuldu. Yine İbn Battûta, Mesûdî ve İbn Haldûn gibi büyük coğrafyacı ve tarih bilimcilerinin yazdıkları eserler, erken dönemlerde tercüme edildiler ve hala temel kaynak eserler olmaya devam etmektedirler.
Bu arada Afrika tarihi için son derece kıymetli olan Osmanlı Devleti’nin Mısır’dan Fas’a kadar uzanan Akdeniz sahilindeki eyaletleri ve Somali’ye kadar uzanan Kızıldeniz’in batı sahillerinde kurduğu Habeş Eyâleti ile Aden Körfezi civarındaki idari birimleri hakkında kaleme alınan onlarca eser var. İstanbul ile yapılan her türlü yazışmalar Afrika araştırmacıları tarafından değerlendirilmediği sürece en azından bu bölgelerin tarihlerindeki boşluklar henüz doldurulmamış demektir. Geçmişte bu derece etkili olunan bir coğrafyada olup bitenlerin gerektiği gibi incelenememesi yüzünden hem Osmanlı Devleti’nin idaresinde kalan toplumların hayatlarında hem de bizzat Anadolu’dan buraya sevk edilen memur, asker ve diğer görevlilerin oralarda yapıp ettikleri de henüz aydınlatılmamış olup bu alanlarda ihtisaslarını tamamlayacak uzmanların araştırma yapmaları beklenmektedir.
Bu raporun tamamına ulaşmak için tıklayınız.