İran’ın Afrika’daki Sessiz Yürüyüşü ve Karşısındaki Engeller

0

İran’ın Afrika kıtasındaki varlığı sessiz ama derinden bir ilerleyiş olarak ifade edilmektedir. Tahran yönetiminin kıtada ilk bakışta etkisi ve kapasitesi fark edilmese de, ülkenin yavaş yavaş Afrika’ya sızmakta olduğu belirtilmektedir. İran’ın Afrika’ya yönelimi bilhassa uluslararası toplum tarafından dışlandığı ve çeşitli yaptırımlara maruz kaldığı dönemlerde etkisini gösterse de, bu ülkenin Afrika politikaları dışlanma ve yaptırım zamanlarıyla sınırlı kalmamaktadır. Zaman zaman uluslararası alanda yalnız kalmamak için kıtaya yanaşan Tahran yönetiminin Afrika’ya yönelmesinin iki temel nedeni bulunmaktadır. İlk olarak İran, kendisine yönelik uluslararası toplum tarafından gerçekleştirilebilecek ambargo ve yaptırımları engellemek adına Afrikalı devletlerin Birleşmiş Milletler gibi uluslararası organizasyonlardaki oy gücünden kaynaklanan siyasi nüfuzunu kullanmak istemektedir. İkinci olarak ise, yaptırımların engellenemediği durumlarda, İran yönetimi ortaya çıkabilecek ekonomik kaybı Afrika ülkeleri başta olmak üzere çeşitli “Güney ülkeleri” ile ticaretini arttırarak aşma yoluna gitmeye çalışmaktadır. Her iki durumda da İran ekonomi ve kalkınma kartını kullanarak Afrikalı uluslar üzerinde etkili olmaya çalışmaktadır. İran petrolünün Afrikalı ülkelere ucuza satılmasına yönelik girişimler ve bu ülkenin enerji ve inşaat alanlarında kıta ülkelerine yönelik olarak sunduğu dış yardım taahhütleri, Tahran yönetiminin Afrika’da etkili olma yolunda kullandığı araçlar olarak dikkat çekmektedir.  İran’ın hamlelerine karşı Amerika Birleşik Devletleri, İsrail ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin kıtadaki mevcut pozisyonları ve politikaları da düşünüldüğünde ortaya kıtada cereyan eden çok aktörlü bir rekabet çıkmaktadır. Nihai noktada prestijden dini yönelimlere, ekonomiden siyasi eğilimlere kadar birçok alanda baş gösteren bu rekabet karşısında ise Afrika ülkeleri deyim yerindeyse “iki arada bir derede” kalmaktadır.

İran Kıtada Ne Amaçlıyor?

İran’ın Batılı ülkeler olarak nitelendirebileceğimiz ülkeler ve Suudi Arabistan ile siyasi ve ideolojik rekabet halinde olması, Afrika’da icra ettiği politikaları etkilemektedir. Ülke Doğu Afrika’da ve Afrika Boynuzu olarak adlandırılan bölgede “Batı karşıtı bir ittifak oluşturma” amacı taşımaktadır. Bilhassa Afrika Boynuzu bölgesi, Ortadoğu ülkelerine yakınlığı ve enerji taşıma yollarının çevresinde bulunması sebebiyle birçok ülkenin olduğu gibi İran’ın da ilgisini üzerine çekmektedir. Fakat İran’ın buradaki faaliyetleri Suudi Arabistan ve bölgede bulunan Arap devletleri tarafından ulusal güvenlikleri bağlamında en az İsrail’in varlığı kadar ciddi bir tehdit olarak algılanmaktadır. Batı Afrika da bu ülkenin dış politikasında görece önem arz etmektedir. Kıtanın bu bölgesinin önemi Batı Afrika’daki enerji kaynaklarının artan keşfinden sonra daha da ileri bir noktaya taşınmıştır. Tahran yönetimi Nijerya ve Gambiya gibi ülkelere uzmanları aracılığıyla kendi nükleer enerji tecrübesini aktarma gibi tekliflerde bulunabilmektedir. Afrika’nın güneyi de İran için hem ekonomik alternatiflerini çeşitlendirme hem de uluslararası yaptırımlardan kurtulma noktasında önem taşımaktadır. Tahran, bu bağlamda bölgede uluslararası oylamalarda İran’a karşı aleyhte oy kullanmayan Afrikalı ülkeler ile ekonomik ve siyasi ilişkileri arttırmak gibi “teşekkür, teşvik ya da rüşvet” mahiyetinde değerlendirilebilecek bazı hareketlere girişebilmektedir. Bu duruma bir örnek olarak Güney Afrika ve Zimbabve tecrübeleri karşımıza çıkmaktadır. Her iki ülke de, Birleşmiş Milletler’de İran’ın insan hakları ihlalleri ve uranyum politikaları noktasında yapılan oylamalarda Tahran yönetiminin aleyhinde oy kullanmamış, bunun karşılığında ise Tahran bu ülkeler ile çeşitli ekonomik anlaşmalar imzalamış ve enerji tedarikinde bazı kolaylıklar sağlama yoluna gitmiştir.

ABD’nin İran Karşısındaki Rolü

ABD, İsrail ve Suudi Arabistan gibi devletlerin kıtadaki etkinliği, İran’ın Afrika’daki varlığını baltalayabilmektedir. Bilhassa 11 Eylül’den sonra ABD kıtada -radikal olsun ya da olmasın- birçok dini temelli hareket ile mücadele halindedir. Bu durumda Washington yönetiminin aşırılıkçı bir ideolojiye sahip olduğu düşünülen İran ile yolunun kesişmesi mümkün görünmemektedir. Bunun dışında ABD’nin Afrika’da stratejik ortaklıkların teşvik edilmesi, terörle mücadele edilmesi, demokratik dönüşümlerin desteklenmesi, bölgesel güvenliğin geliştirilmesi, ekonomik büyümenin ve kalkınmanın arttırılması, kalkınma yardımlarının sağlanması ve bölgesel organizasyonların desteklenmesi gibi amaçlar doğrultusunda uygulamaya koyduğu politikalar da kimi zaman İran’ın kıtadaki varlığı ile çelişkili durumlara neden olabilmektedir. Kendi dini ideolojisini kıtaya ihraç etme arzusunda görünen ve ucuz petrol tedariki vasıtasıyla kıta ülkeleri ile güçlü bağlar kurmaya çalışan Tahran yönetiminin hedefleri kıtada Amerikan varlığı ile çatışabilmektedir. Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir hakkında uluslararası ceza mahkemesi tarafından çıkartılan tutuklama kararına yönelik tepki bu durumun en açık örneklerinden biri durumundadır. Burada İran yönetimi ile Ömer el-Beşir arasında danışıklı bir durum söz konusuydu. Bu süreçte İran, el-Beşir hakkında çıkarılan tutuklama kararını eleştirirken, el-Beşir de uluslararası yaptırım girişimlerine karşı çıkarak İran’ın nükleer sahibi olma hakkının olduğunu vurgulamıştı. Bu durumda her iki devletin de “düşmanımın düşmanı dostumdur” algısıyla hareket ettiği görülebilmekteydi.

İran Karşısında Suudi Arabistan Faktörü

Suudi Arabistan’ın İran ile kıtadaki rekabeti daha çok ideolojik temellidir. Her iki devlet de, birbirlerinin mezheplerini kendi rejimleri için bir tehdit unsuru olarak görmekte ve dünyanın birçok noktasında mezhepsel anlamda bir rekabete girişmektedirler. Bu anlamda İran ve Suudi Arabistan’ın kıtaya müdahil olma çabaları doğal olarak karşılıklı ideolojik çatışmayı da beraberinde getirmektedir. Suudi Arabistan’ın kıtanın Arap menşeli devletleri olarak ifade edebileceğimiz Sudan, Somali, Cibuti ve Komorlar gibi devletler üzerindeki etkisi İran’ın olduğundan çok daha fazladır. Bu durum, İran’ın Afrika’da etki alanının daralmasına neden olmaktadır. Örneğin 2016 yılının sonlarına doğru İran’da bulunan Suudi Arabistan büyükelçiliğinin saldırıya uğraması üzerine, Riyad yönetiminin çağrısı ile bu devletler İran ile diplomatik ilişkilerini gevşetmiş ve ülkelerindeki İran büyükelçilerini sınır dışı etmiştir. Yemen’e ve Ortadoğu’ya yakınlığı nedeniyle Cibuti başta olmak üzere Afrika Boynuzu da kıtadaki Suudi Arabistan-İran rekabetinde önem arz eden noktalardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Her ne kadar Suudi Arabistan’ın bölgedeki ülkeler üzerindeki baskın ağırlığı hissedilse de, İran’ın bu bölgeye müdahil olması ve bölge ülkeleri ile ilişki kurma çabaları Suudi Arabistan’ı ve bazı körfez ülkelerini olduğu kadar İsrail’i de rahatsız etmektedir. Ayrıca İran’ın Kenya ve Uganda gibi Doğu Afrika ülkeleri ile ilişkilerini geliştirme çabaları da ABD, Suudi Arabistan ve İsrail tarafından hoş karşılanmamaktadır.

Kıtada Şii-Siyonist Rekabeti  

İsrail’in Afrika kıtasındaki amaçları Arap devletleri tarafından kuşatılmışlık ve izole edilmişlik hissinden kurtulması,  uluslararası arenada destek ve siyasi meşruiyet kazanılması, Arap-İsrail çatışmasında Afrikalı ülkelerin desteğinin alınması, İsrail’in su güvenliğini sağlanması, bölgesel üstünlüğü sağlayan ve Arap devletlerin ulusal güvenliklerini tehdit eden stratejik bir üs inşa edilmesi ve Kızıldeniz’de İsrail’in güvenliği ile askeri ve ekonomik faaliyetlerini garanti altına alınması olarak ifade edilebilir. Bu kapsamda, İsrail İran’ın bazı Afrika devletleri ile ilişkilerini güçlendirmesinden çekinmektedir. Bu çekincenin ana nedeni olarak ise bu ilişkilerin zamanla sağlanabilecek olası lojistik ve silah yardımlarına dönüşebilme ihtimali ön plana çıkmaktadır. Böylece birbirlerinden hiç haz etmeyen İsrail ve İran’ın kıtada ve özellikle Ortadoğu’ya yakınlığı ile dikkat çeken Afrika Boynuzu bölgesinde Şii-Siyonist rekabeti üzerinden bir mücadeleye girişmesi kaçınılmaz görünmektedir. Moritanya’nın 2010 yılında İsrail’in Gazze saldırısı üzerine bu ülke ile ilişkilerini kesmesi ve 2010 yılında gerçekleşen İran-Afrika Formu da İran’ın kıtada artan –ve Suudi Arabistan, İsrail, ABD’yi rahatsız eden- etkinliğinin önemli örneklerindendir. İsrail ise kıtadaki etkinliğini arttırmak için kalkınma yardımları, askeri ve stratejik yardımlar ve ticaret vasıtasıyla kıta ülkeleri ile ilişkilerini güçlendirmeye çalışmaktadır.  İlginç olan nokta, İran’ın da kıtada etkili olabilmek adına İsrail ile aynı yöntemleri uygulamaya çalıştığı gerçeğidir. Ortaya çıkan tabloda İran ve İsrail Afrika’da etkili olabilmek adına aynı yöntemleri uygulayan fakat birbirlerinin yöntem ve faaliyetlerini kendi ulusal güvenlikleri için bir tehlike olarak kabul eden iki ayrı ülke konumundadır.

İran’ın Kıtada Etkinliği Sağlama Çabaları ve Dezavantajları

Farklı ülkelerle rekabet halinde olmasına rağmen, İran’ın kıtaya olan ilgisi ve kıtadaki etkisi her geçen gün -nispeten- artmaktadır. Sanılanın aksine yalnızca uluslararası yaptırımlara maruz kaldığı dönemde değil, Hasan Ruhani yönetiminde nükleer anlaşmaya varılan 2015 yılından sonra dahi İran’ın kıtaya olan artan ilgisi devam etmektedir. Bunu yaparken bir yandan kalkınma yardımları ve “güney-güney rekabeti” söylemi gibi yumuşak güç unsurlarını kullanan Tahran yönetimi, diğer yandan ise kendi teknik ve ekonomik modelini de kıta ülkelerine bir model olarak sunma arzusu içerisine girmiştir. Model aktarımı arzusuyla Tanzanya, Nijerya ve Uganda da bazı faaliyetlere girişilmişse de, tam olarak bu noktada Amerikan yardımları İran’ın bölgedeki etkinliğini kırıcı bir rol üstlenmiştir. Tahran yönetiminin kıtaya yönelik bir başka amacı da Afrika’daki uranyum kaynakları ile alakalıdır. Zira İran’ın nükleer faaliyetlerini sürdürebilmesi ve geliştirebilmesi için Afrikalıların siyasi desteği kadar uranyumlarına da ihtiyacı bulunmaktadır. İran, söz konusu uranyuma ulaşabilmek için ucuz petrol politikasını kullanmaktadır. Bu doğrultuda -örneğin- 2010 yılında Zimbabve ile petrol karşılığında uranyum teminini içeren bir anlaşma imzalansa da, bu anlaşmanın uluslararası baskıların yoğunlaşması neticesinde Zimbabve Parlamentosu’nda yapılan oylamada reddedilerek yürürlüğe girmesi engellenmiştir.

Her ne kadar özellikle kriz dönemlerinde kıtaya olan ilgisini arttırsa da, İran’ın Afrika’daki etkinliği noktasında karşı karşıya kaldığı bazı temel dezavantajlar mevcuttur. Bunlardan ilki İran’ın kapasitesinin bölgede başat güç olarak nitelendirebileceğimiz ABD ve Çin kadar güçlü olmadığı gerçeğidir. İkinci olarak ise ABD, İsrail ve Suudi Arabistan gibi devletlerin tepkisinden çekinen bazı Afrika ülkelerinin İran ile ilişkilerini sınırlı tutması ve ilişkileri geliştirme konusunda tereddütlü yaklaşması kıtada Tahran yönetiminin işini zorlaştırmaktadır. İran’ın Afrika’da karşısına çıkan üçüncü dezavantaj ise bu ülkenin bölgeye gizli silah ticareti ve aşırılık yanlılarını vekâlet savaşları aracılığıyla ile destekleme çabaları, Afrikalı uluslarda “rejim ihracı endişesine” neden olmakta ve bu durum ilişkileri olumsuz etkileyebilmektedir. Zira bölgede Nijerya, Benin, Mali ve Komorlar gibi ülkelerde Şii topluluklar mevcuttur. Dahası, İran kendi dini öğretisini bölgede yaymak amacıyla çeşitli eğitim kurumları ve kültür merkezleri açmakta, bunları resmi ya da gayrı-resmi olarak desteklemektedir. Nijerya’da Şii öğretisine tabi olan Şeyh İbrahim Zakzaki’nin tutuklanması bu duruma örnek olarak gösterilebilmektedir. İran ile Afrikalı ülkeler arasındaki ilişkilerin önündeki dördüncü dezavantaj etken ise Tahran yönetiminin uluslararası yaptırımlara maruz kalmasının Afrika ile ilişkilerine olumsuz yansımasıdır. Bu durum bölgedeki bazı ülkeleri etkileyebilmektedir. Örneğin Güney Afrika, İran’ın nükleer elde etme hakkı olduğunu düşünmesine ve Birleşmiş Milletler’deki oylamalarda İran aleyhinde oy kullanmamasına rağmen, uluslararası baskılar sonucunda İran ile olan siyasi ve -özellikle- ekonomik ilişkilerini yumuşatmak zorunda kalmıştır.

Sonuç Yerine

Tahran yönetiminin Afrika’ya yönelik ilgisi özellikle uluslararası yaptırım dönemlerinde artmaktadır. Fakat bu ilgi yalnızca yaptırımlar söz konusu olduğunda geçerli bir ilgi değildir.  İlginin birden çok boyutu -ekonomik, siyasi, dinsel vs.- bulunmaktadır. Ne var ki, İran’ın uluslararası toplumda yeni alternatifler bulma ve Batı -ve özellikle ABD- karşısında yeni ittifaklar kurma doğrultusunda kıtada artan etkinliği ABD-Suudi Arabistan ve İsrail üçlüsü tarafından minimize edilmektedir. Bu durum bu üç devlet ile çeşitli nedenlerle rekabet halinde olan İran’ın kıtadaki etkinliğini oldukça olumsuz yönde etkilemekte ve yeni alanlar kazanabilme ihtimalini de güçleştirmektedir. Gelinen noktada, çeşitli nedenlerle kıta ülkeleri ile ilişkilerini güçlendirmeye çalışan İran yönetimi, Afrika ülkeleri ile arzu ettiği gibi Batı’ya alternatif olan ve/veya Batı’yı dengeleyen bir ilişki kurma konusunda başarısız olmaktadır. İran’ın bölgedeki ekonomik verilerinin de diğerleriyle kıyaslandığında oldukça sınırlı kaldığı göz önüne alındığında, bu ülkenin kıtada kendisini çevreleyen Suudi Arabistan, İsrail ve ABD üçlüsünün etkisini kırması zor görünmektedir.

Share.

Yazar Hakkında

Hasan Aydın 1993 yılında İstanbul, Üsküdar’da doğdu. İstanbul’da geçen ilköğretim ve lise eğitiminin ardından, 2016 yılında Yalova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler (İngilizce) Bölümünden derece ile mezun oldu. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim dalında başladığı tezli yüksek lisans eğitimini 2018'de başarıyla tamamlayıp aynı bölümde doktora eğitimine başlamıştır. İleri seviyede İngilizce bilmektedir. İlgi alanları, Din ve Milliyetçilik, Sömürgecilik ve Afrika’da ABD Dış Politikası’dır.

Yorum Yap