Osmanlı’ya saldırmanın postmodern bir yolu: Kölelik

0

Türkiye’de kendini liberal olarak addeden ve her fırsatta Türklere karşı ifratta bulunan bir kesimin diline doladığı konulardan birisi de Osmanlı Devleti’ndeki kölelik olgusudur. Tarihi meseleleri kendi bağlamlarından uzak bir anlayışla değerlendiren bu kesim, tutarsız iddialarıyla sanki başka toplumlarda değil de sadece Osmanlı coğrafyasında kölelik olduğu algısını yaratmaktadırlar. Halbuki kölelik Türklerde diğer toplumlara nazaran çok daha insani şartlarda devlet kontrolünde idare edilmiştir. Bunu aşağıda delilleriyle ortaya koyacağız.

Peki kölelik neden vardı, sorusuna verilecek ilk cevap ise yaşam şeklini İslami teamüllere dayandıran son Türk-İslam İmparatorluğunun kanunlarının kaynağını Kur’an’dan almış olmalarından ileri gelir. Dolayısıyla Osmanlı’daki köleliği tenkit edenler aynı eleştiriyi bilerek ya da bilmeyerek Kuran’a yöneltmiş olacaklardır. Zira kölelik ve kölelere muamele Kuran’da açıkça ifade edilmiştir. İkinci cevap ise Osmanlı döneminde köleliğin tüm kıtalarda daha şiddetli bir şekilde mevcut olduğu hakikatiyle açıklanabilir. Yani o dönem şaşkınlıkla karşılanmayacak bir durum olan kölelik müessesesini günümüz değerleriyle yargılamak zaten başlı başına bir hata olacaktır. Aynı kesim, Sultan II. Mehmet’i devlet nizamı için koyduğu bir kanunundan ötürü çocuk katili diye itham edecek kadar ileri gitmiştir. Halbuki Fatih döneminde diğer medeniyetlerle kıyaslandığında Osmanlı Devleti’nin büyük bir hoşgörü devleti olduğu görülecektir. Arnold Tonybee bir çalışmasında bu devlet teşekkülünü “Plato’nun idealar devletine en yakın teşekkül” olarak belirtmekten kendini alamamıştır.[1]

 

Köleliğin kaldɪrılmasından çok önceleri Osmanlı toplumunda Afrika kökenli vatandaşlar azat edildikleri için herkesle eşir eğitim ve yaşam şartlarına sahip oldular.

 

İşin ilginç tarafı şudur ki, Afrika’daki Türk varlığına “Afrika Talanı” demekten hicap duymayan bu kesim, Belçika’nın Kongo’da, Almanya’nın Namibya’da, Fransa’nın Senegal’de yaptığı kıyımlara veya yaşlı kıtayı altüst eden transatlantik köle ticaretine ses çıkarmazlar. İşte kölelik adı altında Osmanlı Devleti’ne karşı yapılan bu bilinçli karalama kampanyasına belgeler ışığında yanıt vermek icap eder.

 

Batı’da ve Osmanlı’da Kölelik

Kölelik, Sömürgecilik, Irkçılık, Köle ticareti, Zencilik, gibi kavramlar esas itibariyle sıradan kavramlar olmayıp ansiklopedilerde yazılmayan fakat halka derinden nüfuz etmiş tarafları olan terimlerdir. Zira Afrika tarihinde ırkçılık kalemle kağıtla anlatılamayacak kadar zalimce uygulamalarla yerli halkta uzun seneler unutulmayacak travmalara sebep olmuştur. Halbuki Osmanlı dönemindeki kölelik veya köle ticareti Batı dünyasındaki gibi ırkçı temelleri olan bir mefhum değildi.

Kölelik, hürriyetine sahip olmayan, başkalarının hükmü altında bulunan ve para ile alınıp satılan kişilerin yaşam biçimlerine verilen addır.[2] Köle kelimesi yerine Türkçede bazen kul, bende, halayık, esir ve kadın köle için de cariye veya odalık tabirlerinin kullanıldığı görülmektedir. İslamiyet’ten önce de Arap Yarımadası’nda yüzyıllardır mevcut olan kölelik sisteminin şekli İslamiyet’ten sonra daha çok askeri ve dini bir boyut kazanmıştır. Kur’an-ı Kerim kölelerin hak ve hukuku ile ilgili birçok hususu açıklığa kavuşturup kesin hükümlere bağlamıştır. İslam dini köleliği yasaklamamış fakat kölelerin azat edilmesini teşvik etmiştir. Bir ayeti kerimede “O sarp yokuş nedir bilir misin? Köle azat etmek” buna işaret edilmiştir. [3]

Örneğin kazara bir Müslümanı öldüren kimsenin bir köle azat etmesi emredilmiştir. Yalan yere yemin edenlere on yoksulu yedirip giydirmek veya bir köle azat etmek emredilmiştir. Buna gücü yetmeyenin ise üç gün oruç tutması gereklidir.[4] Ayrıca Muhammed Peygamber bir hadisinde, “Kim kölesini döverse, onun cezası kölesini azat etmekle yerine getirilir” demiştir.[5] Tevrat ve İncil’in kölelerin özgürlüğüne kayıtsız kalmasına karşın İslamiyet’in meşru saydığı kölelik azatlık sistemine dayanıyordu.[6]

Osmanlı’da kölelikle ilgili mukayese açısından başvurulması gereken yabancı kaynaklardan birisi Hollandalı oryantalist C. Snouck Hurgronje’ın Mekke adlı eseridir.[7] On dokuzuncu yüzyılda Hicaz’ın toplumsal yapısı ve kölelik hakkında ilginç araştırmalar yapan Hurgronje şöyle der:

Avrupalılar, İslâm’da kölelik hakkında Amerika ile Doğudaki şartları birbirine karıştırdıkları için bu hususta hatalı hükümler vermişlerdir. Bugünkü şartlar içinde Mekke’deki köleler için esir olmak bir saadettir. Denemek için kendilerine benimle birlikte yurtlarına dönmelerini teklif ettiğim esirlerin hemen hepsi bu teklifimi, ancak kendilerini tekrar Mekke’ye getirmem şartı ile kabul ediyorlardı. Bu esirlerin umumiyetle hayat şartları ağır değildir; yemekleri boldur. Hizmetçi köleler hemen daima yirmi yaşlarında âzat edilirler. Zira Osmanlı’da bir esirin âzat edilmesi haddi zatında sevaplı bir iş telakki edilir. Âzattan sonra aile bağı da eskisi gibi kuvvetli kalır. Mekke’deki esirler birkaç sene hizmetten sonra da hür insanlar gibi cemiyet içine kabul ediliyorlardı. Velhâsıl Osmanlı idaresinde Yemen’de müslüman esirin köle vaziyeti Avrupalı hizmetçi ve işçininkinden pek farklıdır. Bundan dolayı İngilizlerin esir ticaretini men için koydukları nizamlar hakkındaki görüşleri pek yerinde değildir”[8]

 

Hurgronje bu görüşlerini Mekke’de yapmış olduğu gözlemlerle edinmiş ve çalışmalarında belirtmişti. Osmanlı Devleti’nde olan köle ticaretinde insan ırkının üstünlüğünü dikkate alınmadan Balkanlardan, Kafkaslardan ve Afrika’dan köle alınıp Türk topraklarına sokulmuştur. Halbuki milyonlarca insanın yurdundan edilerek Afrika’dan Amerika kıtasına yapılan meşhur “Negro Slave Trade” yani “Zenci Köle Ticareti”nde siyahi insan gücünün Amerika ve Avrupa’da kullanılmasında işin ırk tarafı yani ten rengi esas alınmıştır. Bunun temel sebebi isyan etmeden çalıştırılabilen bedava iş gücüne sahip olmaktı. Bu, Transatlantic slave trade adıyla büyük bir sektöre dönüşen kıtalararası ticaretin sonunda kiliselerde aşağı ırk olduğu telkin edilen Afrikalı halkların isyan etmemesiyle siyahi iş gücü 1950’lere kadar Amerika ve Avrupa’da kullanılmıştı.[9]

Osmanlı toplumunda ise bir hizmetçi gibi vazife yapan Siyahi, Çerkez ya da Romen asıllı köleler Avrupa ve Amerika’da, beyaz insandan aşağı görülmüş, işkenceye maruz kalmış yada sorgusuz sualsiz öldürülmüştür. Halbuki Türk toplumunda ırksal ayrımcılık söz konusu olmadığı için Afrika ya da Çerkez köleler ailenin bir parçası olmuştur. Azat edilmiş, evlat edinilmiş ya da evlendirilmişlerdir.[10] Öyle ki, Osmanlı Devleti özellikle İslam hukukunda mevcut olan Azatlık yoluyla kölelik müessesesinin tedricî olarak ortadan kalkmasına imkân vermiştir. Dünyanın ilk siyahi pilotu Ahmet Ali Çelikten’in Türk toplumunda yetişmesinin sebebi budur.[11] Onun gibi birçok Afrotürk Kurtuluş savaşında vatan addettiği Anadolu’yu savundular.[12]

 

 

Avrupa’da kölelerin zincirlerle taşɪndɪğɪ yıllarda Osmanlı’da köleler azat edildiği için hür vatandaş olarak topluma ayak uydurdular. Batɪ dünyasɪnda siyahilere karşɪ ɪrkçɪlɪktan ötürü köleliğin kalkmasına rağmen bir siyahi kişi Osmanlɪ toplumundaki gibi saygɪ görmemiştir. Batɪ ve Osmanlɪ arasɪndaki temel fark budur.

 

Bu meselenin belki en müşahhas delillerini Osmanlı mahkeme kayıtlarında görmek mümkündür. Aşağıda İstanbul Kadı Sicillerinden bazı örneklerle Türk toplumundaki kölelik mefhumunu ortaya koyacağız.

Osmanlı Kadı Sicillerine göre Kölelik

Osmanlı mahkemelerinde kaydolunan davalarda kölelerin yaşamları ve Türk toplumundaki yerleri hakkında önemli bilgiler bulunmaktadır. 1565 yılında köle eşkâli ile ilgili bir kayıtta Mustafa, Bosnevi adlı bir kölenin uzun boylu, sarışın, açık kaşlı, elâ gözlü olduğuna binaen Boşnak kökenli olduğu anlaşılmaktadır.[13] 1566 yılındaki bir kayıtta ise hizmetkarla köle ayrımı yapılmaktadır. Süleyman b. Abdullah’ın köle değil hizmetkâr olduğu özellikle vurgulanmıştır.  Öyle ki, “Garîb yiğitler zümresinden Kara Hüseyin b. Abdullah nâm kimesne işbu hâmilü’l-hurûf uzun boylu kara gözlü açık kaşlı, yüzünü çiçek bozmuş Süleyman b. Abdullah nâm kimesne mahzarında ikrâr ve takrîr-i merâm edip mezbûr Süleyman benim kulum [kölem] değildir hizmetkârımdır Ermeni oğlanıdır” ifadesinden Ermeni asıllı olduğu Süleyman adlı kişinin yalnızca hizmetçi olduğu anlaşılmaktadır.[14]

1557 tarihli bir başka belgede ise Şeyhülislâm Mevlâna Ebussuûd Efendi’nin Arnavudiyyü’l-asl, orta boylu, açık kaşlı, elâz gözlü kölesini âzâd ettiği görülmektedir.[15] Dolayısıyla köleliğin resmen kaldırılmasından çok önceleri Osmanlı toplumunda kölelerin azat edilerek toplumda yer aldıkları görülmektedir.

Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi’nin Arnavut kölesini âzâd ettiğine dair belge, 1557

 

1573 tarihli bir kayıtta ise orta boylu, açık kaşlı, elâ gözlü, sağ eli baş parmağı kesik Efrencî Cafer Paşa’nın İspanyol asıllı kölesini sözleşmeli olarak azat ettiği anlaşılıyor.[16]

1591 yılına ait bir başka kayıtta ise “uzun boylu açık kaşlı kara gözlü sol bâzûsunda âsâr-ı key ve boynunda eser-i cerh olan” Habeşli köle Ferhan’ın Mehmed Bey tarafından azat edildiği anlaşılıyor.[17] Buradan dikkat edilmesi gereken diğer bir başka husus ise Habeşli köle Ferhan’ın artık Osmanlı topraklarında hür bir vatandaş olarak yaşamış olmasıdır. Bu durum Batı toplumlarında görülmeyen bir durumdur. Yine orta boylu, açık kaşlı, esved ve sağ eli serçe parmağında eser-i cerh bulunan Mehmed b. Abdüllatif’in zenci kölesini âzat ettiğine dair 1575 tarihli mahkeme kaydı Abdüllatif ve ailesinin bu tarihten sonra Osmanlı coğrafyasında hür yaşadığını ortaya koyar.[18] Böyle bir uygulamaya o dönemde Avrupa’da ya da Amerika’da rastlamak ırksal ayrımcılık sebebiyle inkan dahilinde değildi. Bu belgelerin ortaya koyduğu bir başka hakikat ise kölelerin yaşam tarzları ve azat edilmelerinin tam Kuran-ı Kerim’de açıklandığı şekliyle uygulanmış olmasıdır. Diğer bir husus ise Afrika’daki gibi zenci köle ticaretine dayalı bir ırksal sömürünün söz konusu olmadığı fakat her renkten ve milliyetten esirin köle olarak toplumda var olduğu anlaşılmaktadır.

1600’lü yıllarda Türk toplumunda kölelerin ne halde olduğu ve hızla azat edildiklerine dair daha birçok mahkeme kaydı mevcuttur. Azatlığın teşvik edilmesi yanında kölenin hakkının korunduğu yine mahkeme kayıtlarında ortaya konulmuştur. Mesela 1674 yılındaki bir kayıtta orta boylu, elâ gözlü, Moskoviyyetüˈl-asl Ümmühani’nin beş yıl hizmetle azat ettiği kölesi olduğu ve varislerin artɪk kölelik iddialarının reddedildiği anlaşılmaktadır.[19] 1651 tarihli bir başka kayıt ise yakalanan Rus asıllı köle Yusuf’un efendisi belli oluncaya kadar subaşıya teslimi ve kendisine nafaka tayin edildiği kölelik müessesesinin bile bir düzen çerçevesinde teamüllere bağlı yürütüldüğünü ortaya koyar.[20]

Keza, 1651 yılındaki bir kayıtta Galata hâricinde Yahya Çelebi mahallesi sâkinlerinden kaçak köle zannıyla yakalanan mühtedî Mustafa’nın hür olduğu anlaşılıp Meryem bt. Abdullah’a teslim edildiğine dair belge yine buna delil teşkil eder.[21]

 

1652 yılındaki bir mahkeme kaydında ise Mustafa b. Abdullah’ın Ali b. Abdullah’ı bir sene önce azat ettiğinden tekrar köle olarak tasarruf etmemesi gerektiği bahis konusu olmuştu.[22]
Mahkeme kaydındaki izahatte “İşbu bâ‘isü’l-kitâb orta boylu, açık kaşlı, elâ gözlü, kara yağız, Gürciyyü’l-asl Ali b. Abdullah nâm” dendiğine göre adı geçen şahsın Gürcü asıllı bir köle olduğu fakat artık hür vatandaş olduğu için köle olarak kullanılmaması gerektiği vurgulanmıştı.

 

1666 yılındaki bir mahkeme kaydında Vilâyet-i Anadolu’da medîne-i Tokat kazâsına tâbi‘ Arag nâm karye ahâlîsinden olup hâlâ mahmiye-i İstanbul’da müsâferet vechi üzre sâkine Macar asıllı İvaz b. Abdullah’ın hiçbir zaman köle olmayıp hür olduğu anlaşıldığından azat edildiği anlaşılmaktadır.[23]

1666 yılına ait bir başka mahkeme kaydında Mahmiye-i İstanbul’da Ayasofya-i Kebîr mahallesinde sâkine Raziye Hatun’unun âzat ettiği köle ve câriyelere ev eşyası ve para vasiyet ettiği, vasiyetin yerine getirilmesine de Murtaza Çelebi’yi vasî tayin ettiği anlaşılmaktadır.[24] Mahkeme kaydına göre;

“eşyâ-i memlûkesinden iki beledî yastık ve iki minder ve bir yemeni yorgan ve bir kırmızı velense ve bir alaca kilim ve bir tencere ve iki sahan ve bir baklava tepsisi ve bir top üskülü keten bezi ve diğer mu‘takası Şahbaz bt. Abdullah’a kezâlik iki beledî yastık ve iki minder ve bir yemeni yorgan ve bir kırmızı velense ve bir akça kilim ve bir tencere ve iki sahan ve bir baklava tepsisi ve bir top üskülü keten bezi ve mu‘takı Şahin b. Abdullah’a beş yüz akçe verile deyû vasiyyet”

edildiği mahkeme kaydında sabittir. 1672-1674 yılları arasındaki Galata mahkeme kayıtlarında onlarca davada davacının kölelikten azat edildiği veya evlenme yoluyla cariyenin köleliğinin düştüğü anlaşılmaktadır.[25] 1672 yılında Galata mahkemesine yansıyan bir davada Kal‘a-i Boğazkesen mahallesinden İbrahim’in, merhum Hüseyin Ağa’nın azatlı kölesi olduğu için varislerin kölelik iddialarının reddedildiği anlaşılmaktadır.[26] Yine aynı tarihteki başka bir mahkeme kaydında Kasımpaşa’da Hasan b. Abdullah’ın, merhum Rodosî Mehmed Kapudan’ın azatlı kölesi olduğundan varislerin kölelik iddialarının reddedildiği ve açıklamadaki “orta boylu, açık kaşlı, sarı, elâ gözlü, Rusiyyüˈl-asl” şeklindeki ifadelerden kölenin Rus asıllı olduğu anlaşılmaktadır.[27]

1790 tarihli bir belgede ise Afrika kökenli olduğu vurgulanan Zenciye Maverdi’nin kölelikten azat edilmesi ve çocuğunun babasının, sahibi olan Şemseddin b. Abdullah olduğunun tescil olunması şart koşulmuş ve böylece mezkûr şahıs kölelikten azat olmuştur.[28] Yine 1790 tarihli Üsküdar mahkemesine ait bir davada Zenci asıllı Fatma’nın Hüseyin b. Abdullah’ın kendisini kölelikten azat ettiğini ispat etmesiyle hürriyetine kavuştuğu anlaşılmaktadır.[29]

1801 yılındaki bir kayıtta Esirci Mehmed Emin b.Receb’in, Tuğcuzâde Abdülkadir Efendi’den satın aldığı cariye Zenciye Şirin’in illetli olmadığı ifade edilmektedir.[30] Burada Zenciye Şirin’in Afrika kökenli olduğu ve Türk sinemasında Arap bacı rolüyle bilinen Dursune Şirin’in büyük babaannesi olması gerekir. 1863 tarihli bir belgede ise artık Çerkez muhacirlerin aralarındaki hür ve kölelik davalarına Anadolu ve Rumeli kazaskerleri ile İstanbul kadısının bakması gerektiği kaydedilmişti.[31] Kölelikten azat edilmelerinde mesela Abbas Beşe b. Abdullah’ın, Rus asıllı Âsiye bt. Abdullah’ı kölelikten azat ettiğine dair mahkeme kaydındaki üslup dikkate şayandır.

Mahmiye-i İstanbul’da Edirnekapısı dâhilinde Acıçeşme kurbunda sâkin Abbas Beşe b. Abdullah nâm kimesne meclis-i şer‘-i hatîrde takrîr-i kelâm edip kendiye rıkkıyyetini mu‘terife olan orta boylu açık kaşlı gök elâ gözlü Rusiyyetü’l-asl hâmiletü hâze’l-kitâb ümm-i veledim Âsiye bt. Abdullah’ı hasbeten lillâhi te‘âlâ ve taleben li merzâti Rabbihi’l-a‘lâ tahrîr ve i‘tâk ve silk-i harâir-i asliyyâta ilhâk ve idrâc eyledim ba‘de’l-yevm mezbûr Âsiye sâir harâir-i asliyyât gibi hürre olup üzerinde velâdan gayrı hakkım kalmadı dedikde mâ hüve’l-vâki‘ bi’t-taleb ketb olundu.[32]

Buradaki kayıtta dikkat çeken husus kölenin hangi şartlarda azat edilmiş olması ve fiziki özelliklerinin vurgulanmış olmasıdır.

Köleliğin kaldɪrɪlɪşɪnda Osmanlɪ Devleti’nin Rolü

Avrupa’da İngiltere’den sonra köleliği ilk kaldıran Osmanlı İmparatorluğu’dur. Buna rağmen İngiltere’nin Afrika’daki sömürgelerinde köleliğin devam ettiğini biliyoruz. Kölelik Sultan Abdülmecid döneminde 1847 yɪlɪndaki bir fermanla yasaklanmış ve bu yasağa tam manasɪyla uyan tek devlet Osmanlɪ Devleti olmuştur.

Osmanlı döneminde Afrika ülkelerinde esir edilen Afrikalıların Türk sularında yakalandığı ve bir daha esir edilmemeleri için İzmir, Aydın ve Manisa’ya yerleştirilmeleri hakkında bir Osmanlɪca belge, 1890

Batı dünyasında kölelik olgusunun siyahilerin aşağı ırk olduğuna dayalı bir düşünceye bağlanması Afrika kökenli halkların topluma ayak uydurmasını son derece zorlaştırmıştır. Halen Avrupa ve Amerika’da siyahi ırkçılığa karşı halkın protestolarının altında bu hakikat yatar. Halbuki Osmanlı Devleti buna müsaade etmemiş hatta Osmanlı deniz sınırlarında esir taşıyan ve yakalanan gemilerdeki halk tekrar esir düşmesin diye İzmir, Aydın gibi şehirlere bir vatandaş olarak yerleştirmiştir.

Dünyanın her bir yanında hatta Afrika’da kendi toprağında “Beyaz adam”ın ırkçı muamelesine maruz kalan Afrika insanı, Osmanlı coğrafyasında eğitilmiş subay ya da doktor olabilmiştir. Henüz 1907 yɪlɪnda bile İzmir’de Rumlar tarafından basılan bir gazetenin siyahiler için sarf ettiği ɪrkçɪ ifadelerden ötürü Osmanlı hükümeti tarafından ihtar edilmiş olduğu ve ırkçı düşünceye karşı sorumlularının resmen uyarıldığına dair arşiv belgesi elimizdedir.[33]

Zencilerin siyah renkli olmalarının sebebi hakkında İzmir’de yayınlanan Rumca “Nea Smirne” gazetesinin 11 Kanun-i Evvel 1906 tarihli nüshasında görülen fıkra-i garibe hurafat kabilinden olduğundan bundan sonra bu tür yazıların yayınlanmasına mani olunması. 1906

 

Sonuç

Osmanlɪ belgeleri kölelik mefhumunu hiçbir zaman bir ɪrk üstünlüğüne bağlamamɪştɪr. O sebeple Afrikalɪ siyaset adamlarɪnɪn Osmanlɪ Devleti’nin Afrika’daki varlığına karşɪ bir menfi ifadeleri olmazken Kenya’nın kurucu devlet başkanı Batı’nın kɪta üzerindeki işgalini bir yağma olarak addetmiş ve bunu şu çarpıcı sözlerle dile getirmişti:

Misyonerler Afrika’ya geldiğinde bizim topraklarımız onların elinde İncilleri vardı. Dua edelim dediler. Gözlerimizi kapattık. Açtığımızda, bizim elimizde incilimiz, onların elinde topraklarımız vardı.

Kenyatta’nın bu ifadeleri ne yazɪk ki insan üstünlüğüne dayalɪ bir ırkçı davranışa karşı sarf edilmiş sözlerdir. Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti’nin Afrika halklarının bağımsızlığına karşı her zaman destekleyici olduğunu belgelerden biliyoruz. Jomo Kenyatta’nın cenaze törenine dönemin Türk hükümetinin Ankara’dan temsilci göndermesi bunun bir tezahürüdür.[34]

 

Alman Filozof Hegel ise “Afrika’nın tarihi yoktur ve insanoğluna yararı olan hiçbir şeye katkı sağlamamıştır” derken Almanya’nın Afrika’ya bakışɪnı özetlemiştir. Avrupa Devletleri’nin birer vilayeti gibi Fransızca, Portekizce, İngilizce, Almanca konuşan, gerçek kimliğinden uzaklaştırılarak sömürülen Afrika ülkelerinin son birkaç asırlık tarihi, beyaz adamla mücadelenin tarihidir. Demokrasi, insan hakları adı altında tarihteki kölelik mefhumu üzerinden Osmanlı’ya saldıran kesimin bu devletlerin tarihine bakmaları daha isabetli olacaktır.

 

Notlar

[1] Gencoglu, H. 2018. Socio-political challenges of marginal religious groups: the Sabbatean movement as a case study. s. 210. University of Cape Town.

[2] İslam Ansiklopedisi, Mehmet Âkif Aydin, Muhammed Hamîdullah, “Köle”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/kole#1 (11.02.2021).

[3] Beled Suresi, 12-14

[4] Maide Suresi, 89

[5] Müsned, II, 25, 61

[6] Maide: 89

[7] Snouck Hurgronje, C. 1888. Mekka. Haag: M. Nijhoff.

[8] Christiaan Snouck Hurgronje (1888). Mekka. 1. s. 423.

[9] Marsico, Katie. 2010. Slavery in America. Vero Beach, FL: Rourke Pub. http://search.ebscohost.com/login.aspx?direct=true&scope=site&db=nlebk&db=nlabk&AN=391931.

[10] Gencoglu, Halim, 2020, Türk Arşiv Kaynaklarɪnda, Afrika-Türkiye, s.35, Ankara, SR yayɪnlarɪ.

[11] Bkz. https://www.indyturk.com/node/27686/türkiyeden-sesler/dünyanın-ilk-siyahi-savaş-pilotu-nijeryalı-ahmet-ali-bey-çelikten-1883, 01.02. 2021 tarihinde ulaşɪldɪ.

[12] Bkz. https://aydinlik.com.tr/afro-turkler-vatan-mudafaasinda-1914-1922-227895, 02.01. 2021. tarihinde ulaşɪldɪ.

[13] Balat Mahkemesi 2 Numaralı Sicil (H. 970 – 971 / M. 1563) cilt: 11, sayfa: 51 Hüküm no: 3 Orijinal metin no: [1a-3, Arapça]

[14] Balat Mahkemesi 2 Numaralı Sicil (H. 970 – 971 / M. 1563) cilt: 11, sayfa: 264 Hüküm no: 415 Orijinal metin no: [73b-2]

[15] Balat Mahkemesi 1 Numaralı Sicil (H. 964-965/ M. 1557-1558) cilt: 41, sayfa: 96 Hüküm no: 82 Orijinal metin no: [15a 3, Arapça]

[16] Galata Mahkemesi 15 Numaralı Sicil (H. 981 – 1000 / M. 1573 – 1591) cilt: 34, sayfa: 151 Hüküm no: 197 Orijinal metin no: [48a-2

[17] İstanbul Mahkemesi 191 Numaralı Sicil (H. 1000-1027 / M. 1591-1617) cilt: 44, sayfa: 392 Hüküm no: 481 Orijinal metin no: [92b-3]

[18] Galata Mahkemesi 5 Numaralı Sicil (H. 983 – 984 / M. 1575 – 1576) cilt: 32, sayfa: 84 Hüküm no: 95 Orijinal metin no: [59-2, Arapça]

[19] Galata Mahkemesi 114 Numaralı Sicil (H. 1083-1085 / M. 1672-1674) cilt: 54, sayfa: 708 Hüküm no: 512 Orijinal metin no: [119b-4]

[20] Beşiktaş Mahkemesi 63 Numaralı Sicil (H. 1061-1062 / M. 1651-1652) cilt: 48, sayfa: 156 Hüküm no: 175 Orijinal metin no: [52a-2]

[21] Beşiktaş Mahkemesi 63 Numaralı Sicil (H. 1061-1062 / M. 1651-1652) cilt: 48, sayfa: 228 Hüküm no: 285 Orijinal metin no: [84a-2]

[22] Ahi Çelebi Mahkemesi 1 Numaralı Sicil (H. 1063-1064 / M. 1652-1653) cilt: 49, sayfa: 282 Hüküm no: 400 Orijinal metin no: [58b-5]

[23] Bab Mahkemesi 54 Numaralı Sicil (H. 1102 / M. 1691) cilt: 20, sayfa: 54 Hüküm no: 7 Orijinal metin no: [1b-2].

[24] Bab Mahkemesi 3 Numaralı Sicil (H. 1077 / M. 1666 – 1667) cilt: 17, sayfa: 636 Hüküm no: 811 Orijinal metin no: [98b-7]

[25] Galata Mahkemesi 114 Numaralı Sicil (H. 1083-1085 / M. 1672-1674) cilt: 54, sayfa: 839 Hüküm no: 632 Orijinal metin no: [142b-2].

[26] Günalan, Rifat, Mehmet Akman, and Fikret Sarıcaoglu. 2010. İstanbul kadı sicilleri. Üsküdar Mahkemesi, Üsküdar Mahkemesi. İstanbul: İSAM Yayınları.

Galata Mahkemesi 114 Numaralı Sicil (H. 1083-1085 / M. 1672-1674) cilt: 54, sayfa: 142 Hüküm no: 63 Orijinal metin no: [14b-2]

[27] Galata Mahkemesi 114 Numaralı Sicil (H. 1083-1085 / M. 1672-1674) cilt: 54, sayfa: 554 Hüküm no: 367 Orijinal metin no: [89b-1].

[28] İstanbul Mahkemesi 94 Numaralı Sicil (H. 1222-1223 / M. 1807-1809) cilt: 85, sayfa: 323 Hüküm no: 298 Orijinal metin no: [40a-4]

[29] Üsküdar Mahkemesi 531 Numaralı Sicil (H. 1204-1207 / M. 1790-1793) cilt: 81, sayfa: 386 Hüküm no: 515 Orijinal metin no: [45a-3]

[30] İstanbul Mahkemesi 78 Numaralı Sicil (H. 1216-1217 / M. 1801-1803) cilt: 82, sayfa: 332 Hüküm no: 375 Orijinal metin no: [53a-3]

[31] İstanbul Mahkemesi 334 Numaralı Sicil (H. 1280-1329 / M. 1863-1911) cilt: 99, sayfa: 66 Hüküm no: 13 Orijinal metin no: [6-1]

[32] İstanbul Mahkemesi 12 Numaralı Sicil (H. 1073-1074/M. 1663-1664) cilt: 16, sayfa: 626 Hüküm no: 829 Orijinal metin no: [75b-2]

[33] CDA, DH.MKT. 1141 44, H-01-12-1324, Bu belgede de olduğu gibi Osmanlɪ toplumunda ɪrkçɪ bir manada kullanɪlmayan ve hatta ɪrkçɪlɪğa karşɪ olan Osmanlɪ devlet idaresinin uygulamalarɪ Sn. Akçay’ɪn bir makalesindeki Zenci olgusuna ters düşer. Akçay’ɪn tenakuza düştüğü husus Zenzibar’ɪn da etimolojik kökenlerinin dayandɪğɪ Zenj teriminin tarihi bağlamɪndan ayɪrarak yorumda bulunmuş olmasɪdɪr. Bkz. https://www.indyturk.com/node/234491/t%C3%BCrkiyeden-sesler/zenci-grameri, (11.02.2021).

[34] Gençoğlu, Halim. 2018. Güney Afrika’da zaman ve mekân: Ümit Burnu’nun umudu Osmanlılar. Osmanbey, İstanbul: Libra Kitapçılık

 

Share.

Yazar Hakkında

Dr., Cape Town Üniversitesi. Halim Gençoğlu, 1981, Trabzon doğumludur. Türkiye'de çeşitli üniversitelerde Osmanlı Devleti ve ekonomik tarihi üzerine ihtisasından sonra sömürge tarihi çalışmalarına yöneldi ve bu vesileyle bazı Afrika ülkelerinde çalıştı. 2009 yılında Güney Afrika'da Cape Town Üniversitesi'nde yeniden bir yüksek lisans tezi çalışmasına girerek "Afrika'da Osmanlı Varlığı" adlı Honor projesini tarih bölümünde Prof. Dr. Nigel Worden'la tamamladı. Aynı fakültenin Teoloji departmanında Müderris Ebubekir Efendi'nin Ümit Burnu'ndaki faaliyetleri konusunda yazdığı yüksek lisans tezini 2013 yılında dereceyle tamamladı. 2017 yılında aynı fakültenin Yahudi Tarihi ve Dili bölümünde Afrika-Orta Doğu'daki Yahudi yerleşmelerini ve inanç yapılarını Tevrat'taki Siyonizm ve Siyasi Siyonizm ölçeğindeki araştırmalarını Doktora tezi olarak tamamladı. Çalışmaları İngilizce, Türkçe, Afrikansca makale ve kitap olarak yayınlandı. Cape Town Üniversitesi'nde Afrika Çalışmaları bölümünde araştırmacı olarak görev yapmakta olup bilhassa Osmanlı tarihi üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. E-mail: halim.gencoglu@uct.ac.za

Yoruma Kapalı