3 Kasım 2002 tarihinde Türkiye’de yapılan erken genel milletvekili seçimleri sonucunda AK Parti’nin tek başına iktidara gelmesi, Türk dış politikasında yeni bir hareketlilik başlattı. Bu hareketlilik, ilke olarak teorik bir zemine oturtulurken Türkiye’nin bir köprü olmasından öte bir merkez ülke olarak tanımlama hedefi güdüyordu. Söz konusu yeni hareketlilik çok yönlü dış politika söylemini esas aldığından, Türkiye Batı’ya endeksli politikalar yerine Ortadoğu, Kafkaslar, Afrika ve Orta Asya gibi bölgelerde ekonomik ve siyasal girişimlerini hızlandırdı. Bununla beraber Türkiye’nin diplomatik dilinde de değişiklik yaşandı. İşbirliği, bütünleşme, gelişme ve ortaklık gibi kavramlar ağırlık kazandı. Bu bağlamda üst düzey Türk yetkililerin, mzellikle Cumhurbaşkanlığı düzeyinde, son iki yılda Afrika’ya yapılan Ziyaret sayısı 10’a çıktı. En son Sn. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ocak 2017’deki Tanzanya, Mozambik ve Madagaskar’a ziyareti ileriye dönük Afrika yelpazesini genişletme hedefi gütmektedir.
Bilindiği üzere Afrika ülkeleri, dünya siyaset arenasında söz sahibi olma yolunda ilerlemek istemekte ve bu yolda sağlam stratejik ortaklar aramaktadır. Bu durum, diğer ülkelerin bu kıtaya dikkatlerini çekmiştir. Afrika, kalabalık nüfusuyla sadece Türkiye değil dünya ekonomisine önemli bir pazar sunmaktadır. Ayrıca kıta, yer altı zenginliği ve enerji kaynakları açısından oldukça zengindir. Bu bağlamda 2000’den itibaren Afrika’ya dünyanın yönelimi daha da artmaktadır. Afrika bugün gelecekteki küresel yatırımın adeta ön cephesidir. Ayrıca 2028 yılına kadar kurulması beklenen Afrika Ekonomik Topluluğu’nun dünya ekonomisine yön vereceği bilinmektedir.
Bununla birlikte, Türkiye dış politikasındaki diplomatik seçenekleri çeşitlendirmek için yeni arayışlara girdiğinden Afrika bölgesi bu konuda geniş bir alandır. ABD başta olmak üzere AB ülkeleri, Japonya, Çin, Hindistan ve Brezilya gibi devletlerin Afrika ülkelerine göstermiş oldukları ilgi Türkiye açısından küresel aktör olma yolunda önemli bir itibar katmaktadır. Bugün dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri olan Türkiye’nin, önümüzdeki yıllarda yeni pazarlara ve hammaddelere gereksinim duyacağı bir gerçektir. Dolayısıyla yeni dost ülkeler bulmak durumunda olan Türkiye’nin Afrika ülkeleri ile ekonomik, kültürel ve siyasal ilişkilerini geliştirmesinin kendisini yarar sağlayacağı bir gerçektir.
AK Parti İktidarında Türkiye-Afrika İlişkileri
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren Afrika’yla ilişkilerine genel bir perspektifle bakıldığında, Afrika’da bağımsızlık hareketlerinin başladığı 1950’li yıllardan 2000’lere kadar Afrikalı ülkelerin Türkiye’den bekledikleri ilgi ve desteği görmediklerini söylemek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla Türkiye’nin Afrika ülkeleriyle ilişkileri, düşük seviyede kalmıştır denilebilir.
Türkiye’de 2002 yılında iktidara gelen AK Parti hükümeti programında Afrika’dan söz edilmemiş olsa da, Türkiye’nin bölgesel güç olma idealinin getirdiği hedefler doğrultusunda kıtaya yönelik dış politikasında ciddi bir değişim süreci yaşadı ve bu ülkelerle ilişkiler hız kazandı. Türkiye 2003 yılında “Afrika Ülkeleriyle Ekonomik İlişkilerin Geliştirilmesi Stratejisi” hazırladı ve iki yıl sonra Afrika kıtasına yönelik öncelikli bir dış politika geliştirdi. AK Parti iktidarının ilk iki yılında Irak savaşı, Kıbrıs Meselesi ve Avrupa Birliği ile ilişkiler gibi Türkiye’yi doğrudan ve dolaylı yaşamsal alanlarda ilgilendiren dış politika sorunlarıyla ilgilenmesi, Afrika’yı ötelemekten öte Türk siyasetine yeni bir kapı açılmasını beraberinde getirdi. Türkiye’de Afrika’ya “Açılım Eylem Planı”nın 1998 yılında kabul edilmesinden, 2005 yılında “Afrika Yılı” ilan edilmesine kadar olan sürece bakıldığında Türkiye-Afrika ilişkilerinin daha çok alt yapı ve diplomatik hazırlık dönemi olduğu görülecektir. Yani esasında Türkiye, adeta Afrika’da “Sessiz Güç” olarak kademeli bir ilerleme siyaseti gütmüştür. Dolayısıyla Türkiye’nin Afrika kıtası ile ilişkileri açısından 2005 yılı önemlidir, çünkü bu tarihten itibaren Türkiye’nin bölgesel etki alanını genişletmek üzere “Afrika Açılım Programı” hız kazanmıştır. Aynı yıl Türkiye, Afrika Birliği toplantılarına gözlemci üye olarak kabul edilmiş, 2008’de Afrika Birliği Addis Ababa Zirvesi’nde stratejik ortak olarak ilan edilmiştir. Aynı yılın Ekim ayında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliği için yapılan oylamalarda Türkiye, 48 yıldır böyle bir girişimde bulunmamasına rağmen, Afrika ülkeleri nezdinde oldukça başarılı bir kulis çalışması yaparak 2009-2010 dönemi üyeliğini kazanmıştır. Bu seçimde, Afrika ülkelerinin blok halinde kullandığı oylar (53 üyeli Afrika Grubu’nun desteği) sonucu etkileyen başlıca faktör olmuştur. Bu dönemde, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde ilk kez dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, aynı yılın Ağustos ayında gerçekleştirilen “Türk-Afrika İşbirliği Zirvesi” vesilesiyle toplam 49 Afrika ülkesi temsilcisiyle İstanbul’da bir araya gelmişlerdir.
Türkiye’nin Afrika ile ilişkilerinde son on yıldır sürdürülen açılım politikası sonucunda ilişkilerin geliştiği gözlenmektedir ancak Türkiye Cumhuriyeti büyükelçiliklerinin rezidanslarına kapanmak yerine sahada boy göstermeleri gerekmektedir. Elbette ki söz konusu başarıda karşılıklı ziyaretler, çok önemli bir rol üstlenmiştir. Erdoğan, ilk Afrika ziyaretini 2004 yılında Mısır’a yapmıştır. Afrika’nın siyasi başkenti olarak anılan Etiyopya’ya 2005’te giden Erdoğan, aynı yıl Güney Afrika Cumhuriyeti, Tunus ve Fas’a birer ziyaret gerçekleştirmiştir. Bir sonraki yıl Sudan, Mısır ve Cezayir’e de ziyaret düzenleyen Erdoğan, 2005 yılında dönemin Başbakanı olarak, Etiyopya ve Güney Afrika’ya yaptığı ziyaretler, Sahra Güneyi Afrika’yı ziyaret eden ikinci Türkiye hükümet başkanı oldu. Bilindiği üzere dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan 1996’da Nijerya ziyaretiyle Sahraaltı Afrika’yı ziyaret eden ilk hükümet başkanıydı. Erdoğan, Etiyopya’ya ise 2007 yılında tekrardan bir ziyaret gerçekleştirdi.
Erdoğan’ın 2005 yılından itibaren Afrika kıtasını ziyaret etmediği tek yıl ise 2008 yılı olmuştur. Ayrıca 2009’da Kenya ve Tanzanya, 2010’da Kongo Demokratik Cumhuriyeti ve Kamerun, 2011’de Gana ve Gabon’a dönemin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yapmış olduğu ziyaretlerin yanı sıra, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın de 6-11 Ocak 2013 tarihlerinde Gabon, Nijer ve Senegal’e, 2014’de Ekvator Ginesi ve Cezayir’e, 2015’te Somali, 22-24 Ocak 2015 tarihlerinde Etiyopya ve Cibuti’ye birer ziyaret, 2016 yılı, 28-29 Şubat’ta Fildişi Sahili’ne, 29 Şubat-1 Mart’ta Gana’ya, 2-3 Mart’ta Nijerya’ya ve 3 Mart’ta da Gine’ye gerçekleştirdiği ziyaretlerle toplam 8 Afrika ülkesine gitmiş ve Afriya’ya yönelik en yoğun ziyaretini söz konusu yıl içerisinde yapmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2016 yılında da en çok ziyaret ettiği kıta Afrika olmuştur. Ayrıca 2017 yılının ilk yurtdışı ziyaretlerine de yine Afrika ile başlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, 22-26 Ocak 2017 tarihlerinde de Tanzanya, Mozambik ve Madagaskar’ı ziyaret ederek Afrika’da gittiği ülkelerin sayısını 23’e çıkardı. Böylece Erdoğan, Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı döneminde, 23 Afrika ülkesine 39 ziyaret düzenlemiştir. Erdoğan, en son gerçekleştirdiği Tanzanya, Mozambik ve Madagaskar ziyaretleriyle de dünya çapındaki liderler arasında Afrika’yı en çok ziyaret edenler arasındaki yerini korumuştur.
Gerçekleştirilen bu resmi ziyaretler, Afrika halkının gönlünde Erdoğan’a ve Türkiye’ye karşı büyük sempati ve değer kazandırmıştır. Aynı zamanda Erdoğan’ın Afrika’da gerçekleştirdiği çeşitli ziyaretler dünya basınında da oldukça geniş yer bulmuştur. Örneğin İngiltere basını, Batı’nın uzun zamandır Afrika konusunda kör olduğunu belirtirken, dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında ye alan Türkiye’nin son yıllarda nasıl küresel bir oyuncu haline geldiğine vurgu yapmıştır. Bu ziyaretler Türk-Afrika ilişkilerine ve Türkiye’nin Afrika’da oynamak istediği aktif role adeta yeni bir parantez açmaktadır ve aynı zamanda Türkiye’nin Afrika’ya verdiği öneminin en büyük göstergesidir. Bu Bağlamda karşılıklı ilişkilerin hangi noktaya ulaştığını göstermesi açasından da büyük önem arz etmektedir.
Türkiye’nin izlediği ‘Afrika sorunlarına Afrikalı çözümler’ politikası, Türkiye’nin bölgeye bakış açısını gösteren önemli başlıklardan birisi olmakla birlikte, Türkiye’nin Afrika’da sömürgeci bir geçmişe sahip olmaması ve bölgeyle ilişkilerini ‘her iki tarafın da faydalanacağı işbirliği’ temeline oturtarak ‘kazandır-kazan’ söylemini inşa etmesi Türkiye ile Afrika arasındaki mevcut bağları da daha güçlendirmektedir. Ayrıca Türkiye, Afrika kıtasındaki siyasal varlığını güçlendirmek için, özellikle Sahraaltı Afrika ülkelerindeki büyükelçilik sayılarını artırmayı önemsemektedir. II. Dünya Savaşı’ndan bu yana açılan büyükelçilikler de dahil tüm Afrika’da, Afrika Açılım Eylem planının hazırlandığı sırada kıtada toplam sadece 12 büyükelçilik bulunurken, bu rakam, 2010 yılında 20’ye, 2011 yılında 27’ye, 2012 yılında 31’e ve 2013 yılında 34’e ve yeni açılanlarla birlikte 39’a yüselmiştir. Bugüne kadar birçok ülke finansal sorunları bahane göstererek Afrika’daki diplomatik temsilciliklerinin kapatma yolunu tercih ederken Türkiye’nin kıta ülkelerindeki büyükelçilik sayısını 39’a yükseltmesi, Afrika’ya yönelik ilginin arttığının ve ciddi gelişmelerin yaşandığının/yaşanacağının en büyük ispatıdır. Nitekim Türkiye’nin Afrika ülkeleriyle iktisadi ilişkileri ve ticaret hacmi, son yıllarda önemli artış göstermiştir.
Türkiye, kıta sorunlarının çozümünde büyük bir çaba sarf etmektedir. Örneğin 21 Mayıs 2012’de İstanbul’da BM işbirliği ile düzenlenen “Somali’nin Geleceğinin Hazırlanması: 2015 Hedefleri” başlıkla bir konferansa, 57 ülke, 11 bölgesel ve uluslararası organizasyonun katımıyla ev sahipliği yapmıştır. Diğer yandan Türk hükümeti, Darfur konusunda 2010 yılında Kahire’de düzenlenen Uluslararası Donörler Konferansı’nda sağlık, tarım ve eğitim sektörlerinde, 2010-2015 yıllarında ağırlıklı olarak kullanılmak üzere 70 milyon dolar tutarında yardım taahhüdünde bulunmuştur ve sadece 2012 yılında Türkiye’nin gerçekleştirmiş olduğu resmi kalkınma yardımlarının üçte birini, yani % 31.37’si olan 772 milyon doları Afrika ülkelerine yapılan yardımlar oluşturmuştur.
Türkiye’nin Afrika’ya ihracatını arttırmaya yönelik gerçekleştirilen Türk-Afrika iş konseyleri kapsamında ilgili ülkelerde ortak iş toplantıları düzenlenmekte ve Türk İhraç Ürünleri Fuarlarına destek verilmektedir. Bu çerçevede Türkiye’de Tunus, Fas, Cezayir, Libya, Sudan ve Mısır’la ortak iş konseyleri de tesis edilmiştir. 2003’te Afrika’ya en fazla ihracat yapan dünya ülkeleri arasında 16. sırada bulunan Türkiye, 2012 yılında 13. sıraya yükselmiştir. 2003-2012 yılları arasında Türkiye’nin Afrika kıtasına ihracatı dönemsel dalgalanmalar göstermekle birlikte yıllık bazda ortalama % 22 oranında artış göstermiştir.
Türkiye’nin tüm kıtayla yapılan ticaret hacmi 2003’te 3.7 milyar dolar seviyelerindeyken 2005’te 6.8 milyar dolara, 2010 yılında mevcut ihtiyaçlar dikkate alınarak yeni girişimlerde bulunulmuş, 15.7 milyar dolar olan ticaret hacmi, 2011’de de 17 milyar dolara, 2012 yılında 23 milyar doları aşarak 2013 yılında 2012’ye nazaran yalnızca 355 milyon dolarlık sınırlı bir artış elde ederek 2013’te bu rakam 23 milyar dolara aşmışken, 2014 yılında da Afrika ülkeleri ile ticaret hacmi 25 milyar doları aşmıştır. TÜİK verilerine göre, Türkiye ve Afrika kıtası arasındaki ticaret hacmi 2016 başı itibariyle 20 milyar doları geçmiştir. Dolayısıyla dokuz yıl gibi kısa bir süre içinde Afrika ile Türkiye’nin ticaret hacmi dört buçuk kat artmıştır. Genel olarak Sahraaltı Afrika ülkeleri arasında Güney Afrika Cumhuriyeti, Nijerya, Etiyopya ve Sudan sırasıyla Türkiye’nin en büyük ticari ortaklarıdır.
Afrika’nın toplamda Türkiye’nin dış ticaretindeki payına bakıldığında 2015 yılında % 5 olarak kaydedilmiştir. Bir kıyaslama yapacak olursak 2003-2014 yılları arasında Çin’in Afrika’ya ihracatı yıllık bazda ortalama % 24,5; Hindistan’ın % 23,4; ABD’nin % 12,7; Fransa’nın ise % 6,2 olarak belirlenmiştir. Afrika’nın Türkiye’nin genel ithalatından aldığı % 2’lik pay 2003-2015 arasında değişmezken, 2015 yılında Afrika’nın Türkiye’nin ihracatından aldığı pay 2003’de % 5 iken, 2015’de % 8,7’ye çıkmıştır. 2015 yılında Sahraaltı Afrika’nın toplam dış ticaretindeki Türkiye’nin payı % 1,7’dir. Diğer bir değişle, Türkiye’nin ticaret hacmi, dünyanın diğer ülkelerinin ticaret hacmi ile karşılaştırıldığında bu hacmin henüz önemli oranda geride olduğu açıktır. Örneğin 2011 yılında Türkiye’nin gerçekleştirdiği 300 milyar dolarlık toplam ticaret hacmi, ülkeler bazında Almanya ile mesele 37 milyar, Çin ile 25 milyar, Amerika Birleşik Devletleri ile 21 milyar, İran ile 16 milyar ve Irak ile 8,5 milyar dolar seviyelerindedir. Aynı azamanda Türkiye’nin elliyi aşan ülkeyi içeren Afrika kıtası ile olan ticaretinin toplamı sadece 17 milyar dolardır. Diğer taraftan sadece Çin Halk Cumhuriyeti gibi ülkelere baktığımızda, kıta ile 2000 yılında 10.5 milyar dolar olan ticaret hacmini 2012 yılında 198.4 milyar dolara yükselterek muazzam bir ilerleme kaydettiği gözlenmektedir.
Yatırımlar açısından bakıldığında ise 2003 yılında oldukça düşük bir düzeyde olduğu tahmin edilen Türkiye’nin Afrika kıtasındaki doğrudan yatırımlarının hâlihazırda 6,2 milyar dolara ulaştığı hesaplanmaktadır. Ekim 2015’te yayınlanan bir rapora göre (Financial Times) Afrika’daki doğrudan yabancı yatırımlar arasında en fazla istihdam yaratanın Türk yatırımları olduğu kaydedilmiştir (2014’te 16.593 kişilik istihdam). Buna rağmen Afrika devletleri gözünde diğer devletler, Afrika sorunlarına kalıcı çözüm bulma amacından ziyade kendi çıkarları doğrultusunda bölgenin zenginliklerinden istifade etmek istemektedirler. Ancak Türkiye’nin amacının bu doğrultuda olmaması bölge ülkeleri tarafından Türkiye’nin daha olumlu ve sempatiyle karşılanmasına zemin hazırlamıştır.
Türkiye’yi, kıtada bulunan diğer aktörlerle nazaren farklı kılan en önemli faktör, insani ve kalkınma yardımlarıdır. Afrika’nın yeni aktörleri kıtada patlak veren krizlere gözlerini kapatıp sadece siyasi-ekonomik çıkarlarını düşünürken, kıtada boy gösteren geleneksel aktörler ise bu krizleri fırsata çevirme yarışı içerisine girmişlerdir. Bu tutumun tek istisnasını Türkiye teşkil etmekte olup, Türkiye Afrika’da insani ve vicdani değerleri ön plana çıkartan bir politika izleyerek, Afrika’ya yönelik uzun vadeli kalkındırma projeleri ile kıtada alt yapı sistemi ve eğitim programlarının geliştirilmesini içeren hedeflerini gerçekleştirmeye çalışmakta, Afrikalılara balık yemeği değil de, balığı nasıl tutucağını öğretmeyi içeren modeler geliştirmektedir. Bu uygulama da Afrika halkının nazarında, daha önceleri Avrupalı sömürgeci güçler ve diğer bölgesel aktörlerden gördükleri muamelelerin aksine Türkiye’yi farklı kılmaktadır.
Türkiye Afrika’ya yönelik yardımlara 2012’de 1,08 milyar ve 2013’te 1,6 milyar dolar ayırarak ABD ve Birleşik Krallığın ardından bölgeye en çok yardım yapan üçüncü ülke haline gelmiştir. Ancak yapılan yardımlar gayrisafi milli hasılaya oranla değerlendirildiğinde Türkiye Afrika’da yardım faaliyetinde bulunan en cömert ülke olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye 2014’te gayri safi milli hasılasının yüzde 0,27’sini yardım faaliyetlerine ayırırken, ABD gayri safi milli hasılasının yüzde 0,07’sini, Birleşik Krallık ise gayri safi milli hasılasının yüzde 0,02’sini insani yardım faaliyetlerine ayırmıştır.
Türkiye’nin resmi yardım ajansı olan T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA), Türkiye’nin Afrika’ya yaptığı kalkınma yardımının önemli bir parçası olarak Addis Ababa, Hartum ve Dakar’da bulunan üç bölgesel ofis açmış ve söz konusu ofisler üzerinden ayrıca çeşitli ülkelerdeki irtibat bürolarıyla Afrika’daki faaliyetlerini yürütmektedir. TİKA’nın Afrika kıtasında artan ofis sayısı 2008 yılında 3 ofisken, 2016 itibarıyla (4’ü Kuzey Afrika ülkelerinde olmak üzere) 15 ülkede koordinatörlük ofisi bulunmaktadır. Bugün itibariyle Türkiye, TİKA ofisleri vasıtasıyla Afrika’nın toplam 37 ülkesinde çeşitli projelerini hayata geçirmektedir. Ayrıca Türkiye’nin şimdiye kadar gerçekleştirmiş olduğu geniş insanı yardımlarda çok önemli rol oynayan yardım kuruluşlarından bir diğeri de Gönüllüler Hareketi’dir. Örneğin Afrika’nın çeşitli bölgelerinde gerçekleştirdiği “Katarakt Projesi”yle binlerce insanı tedavi etmiştir. Ayrıca THY’nin Afrika ülkelerine artan uçuş rotası açısından değerlendirildiğinde, 2003’te Afrika’da sadece 4 noktaya uçuş gerçekleştirirken, THY uçakları 2008 yılında 10; 2017 itibariyle ise Afrika’da 51 noktaya uçmaktadır ve doluluk oranları da giderek yükseliş göstermektedir. 2015 yılını ‘Afrika Yılı’ ilan eden THY, Afrika kıtasında en fazla uçuş noktasına sahip havayolu şirketi unvanına sahiptir. Türk hükümetinin Afrika ülkelerine yönelik yaptığı insanı yardımlar açısından ise T.C. Başbakanlık Yurt Dışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı (YTB) aracılığıyla, her yıl binlerce Afrikalı öğrencilere tahsis ettiği burslarla da gündeme gelmektedir. Türkiye, bu kurum vasıtasıyla Afrika için 2010-2011 öğretim yılında 390; 2011-2012 öğretim yılında 425; 2012-2013 öğretim yılında ise 561 yükseköğrenim bursu tahsis etmiştir. Sadece 2015-2016 eğitim-öğretim yılında Afrika ülkelerine tahsis edilen toplam burs sayısı ise 1239’dur. Bugün Türkiye’de yükseköğrenim gören Afrikalı öğrenci sayısı 5.437’ye ulaşmıştır. Ayrıca Afrika ülkelerinden 116 öğretim görevlisi de Türkiye üniversitelerinde misafir öğretim görevlisi olarak görev yapmaktadır. Ancak farklı STK’lar aracılığıyla gelen öğrencilerin sayıları ise maalesef kayıtdışıdır ve Türkiye, bu potansiyeli iyi değerlendirmek durumundadır.
Sonuç olarak yukarıda bahsi geçen tüm bu gelişmeler belirli oranda Afrikalıların insani ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Türkiye’nin dış politikası bu bağlamda AK Parti Hükümeti döneminde Afrika’ya yönelik insani değerler üzerinden şekillenmekte ve Türkiye’nin bu duyarlılığı Türkiye’yi Afrika’da başarılı ve farklı kılan ana unsur haline getirmektedir. Ancak Türkiye diplomatik atılımlar, genişleyen ticaret hacmi, kültürel ve insani diplomasi üzerinden yürütülen politikalarda etkin takip ve sağlam koordinasyon noktasında başarılı olmadıkça kıta coğrafyasındaki nüfûz sahasını genişletemeyecektir. Dolayısıyla Türkiye-Afrika ilişkileri kendi bünyesinde büyük bir potansiyeli barındırmakla birlikte istenen seviyede değildir diyebiliriz.