Sudan 1956 yılında bağımsızlığını elde ettiğinden bugüne üç kez barışçıl protestolarla askeri yönetimlere son vermiş (1964, 1985 ve 2019) ve sadece ortalama 10 yıl siviller tarafından yönetilmiştir. Bununla birlikte Afro-Arap İslami ve kabilevi yapısından dolayı nadide bir ülke olan Sudan’ın bu müstesna konumu da düşünüldüğünde, günümüz protestolarının “Arap Baharı” olarak adlandırılması doğru olmayacaktır.
Aralık ayından beri temelinde ekonomik ve baskıcı bir yönetimin eleştirisinden hareketle süren el-Beşir muhalifi halkın kararlı protestoları, 11 Nisan’da askerin yönetime el koymasıyla umut ve korku arasında gidip gelen üç aylık zorlu bir süreç geçirdi. Bu süreçte Geçici Askeri Konsey (GAK) ve muhalif halkın çatı örgütü olan Özgürlük ve Değişim Güçleri Birliği (ÖDGB) arasında sivil geçiş üzerine görüşmeler sürmüş; nihai olarak Afrika Birliği ve Etiyopya’nın da katkılarıyla Temmuz ayında sivil geçiş üzerine anlaşma sağlanmıştır. Bu anlaşmaya göre 39 aylık bir süreçte asker ve sivillerden oluşturulan geçici yönetimin ardından demokratik ve şeffaf bir seçimle sivil yönetime geçiş öngörülmektedir.
Söz konusu anlaşma ile önemli bir dönemeci daha geride bırakan Sudan, halkın demokratik, şeffaf, özgürleşimci ve insan haklarına saygılı bir hukuk devleti talebiyle siyasi yönetim kurulmasının yanı sıra, ağır ekonomik sorunlar ve toplumsal ihtilafları da çözmesi gereken karmaşık bir sınırlılıklar ağı karşısında durmaktadır. Bu noktada Sudan’ın söz konusu sınırlılıkları aşabilmesi için iç ve dış aktörler ile kuracağı ilişkiler önem arz etmektedir. Buradan hareketle bu yazının temel amacı Sudan’da yaşanan sürecin dış aktörleri olan Suudi Arabistan ve BAE devletlerinin yaklaşımlarını anlamlandırmak; tarihsel ve güncel olaylardaki ayrışma noktalarını ortaya koyarak Sudan’da yaşanan olaylar özelindeki yaklaşımlarını analiz etmektir.
Suudi Arabistan ve BAE İlişkilerinin Uyuşmazlıkları
Suudi Arabistan ve BAE ilişkileri tarihsel anlaşmazlıklar, ideolojik farklılıklar ve bölgesel çıkarlar olmak üzere üç temel perspektiften ayrışmaktadır.
Suudi Arabistan ve BAE’nin ayrıştıkları ilk durum tarihsel açıdan yaşadıkları sınır problemleridir. BAE, İngiltere’den 1971 yılında bağımsızlığını ilan ettikten (ilk olarak 6 daha sonra 7 emirlik olarak) 1974 yılına kadar Suudi yönetimi BAE’yi tanımamıştır. Riyad yönetiminin BAE’yi tanımasının temel nedeni ise Zerrâre petrol kuyusunu Suudilere teslim etmiş olmasıdır. Ancak günümüzde Riyad ve Abu Dabi yönetimleri dış politika ve ekonomi de pek çok alan da ortak hareket ediyor olarak görülseler de; BAE’nin ABD büyükelçisi el-Uteybe’nin “Suudi Arabistan’ı BAE’nin karşısındaki en büyük ikinci tehdit” olarak tanımladığı basına sızan e-postalarından dolayı, BAE’nin zihinsel alt yapısında Suudi yönetimine karşı olumsuz bir algının var olduğundan bahsedebiliriz.
İkinci ayrışma noktası Suudi Arabistan ve BAE’nin farklı ideolojik yapıya sahip olmalarıdır. Suudi Arabistan uluslararası angajmanlarında ilişki kurduğu ülkelere yönelik olarak İslam’ın aşırıcı bir okuması olan Suudi Selefiliği (Vehhâbiliği) ideolojisini ihraç ederek söz konusu ülke yönetimleri üzerinde bunu bir baskı unsuru olarak kullanıyor. Bu durum ise seküler, Sûfi ve ılımlılık yanlısı BAE ile çatışmaktadır. Örneğin, Ağustos 2016’da Çeçenistan’ın başkenti Grozni’de “Kimler Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’tir?” konusunda düzenlenen Uluslararası İslam Âlimleri Konferansı’na BAE davetiyle 200’den fazla din adamı katılmış; sonuç bildirgesinde ise Sünnîlerin tanımının “İnanç açısından Eşari, Maturidi olanlar, fıkıh açısından dört fıkıh öğretisini Hanefi, Maliki, Şafi ve Hanbeli’yi takip edenler, ahlak ve iffet açısından da halis tasavvufu benimseyenler” şeklinde yapılması Suudi Arabistan’ı rahatsız etmiştir. Nitekim bu durumu BAE Dışişleri Bakanı Enver Karkaş’ın “Suudi Arabistan içinde aşırıcı ve terör yanlısı çevrelerin bulunduğu ve bunların engellenmesi gerektiği” şeklinde yaptığı açıklama anlamlandırmaktadır.
Suudi Arabistan ve BAE’nin üçüncü ve en önemli ayrışma noktası ise bölgesel meselelerde görülmektedir. Bu durumun en belirgin örnekleri Yemen ve Suriye krizlerinden anlaşılabilir. Suudi Arabistan Yemen kriziyle ilgili olarak çoğunlukla Husilerin çatışmaları kendi sınırlarına taşımasına ve sürgündeki Sünni devlet başkanı Abdurrabbu Mansur el-Hadi’nin gücünü yeniden kazanması için Yemen’in Müslüman Kardeşler ayağı Islah ile uyumlu hareket etmesi gibi meseleler BAE’nin tepkisini çekmektedir. Suriye’de ise bu denli belirgin olmasa da her iki ülkede çözümün nasıl olacağı noktasında fikir ayrılıkları yaşamaktadırlar. Örneğin; Suudi Arabistan Esad’a karşı savaşan Sünnilere destek verirken, BAE hem muhalifler hem de Esad ile temas kurmaktadır.
Tüm bu durumlar Suudi Arabistan ve BAE’nin ideolojik ve tarihsel ortaklıktan uzak, bölgesel çıkarlar temel çizgisinde Katar’a karşı birlik olduklarını ve bu durumun uzun vadeli bir politika değil, kısa vadeli bir pragmatist ortaklık olduğunu kanıtlar niteliktedir.
Suudi Arabistan ve BAE’nin Sudan’daki Ortaklığı Sürdürülebilir Mi?
Son dönemde Doğu Afrika’da yaşanan kırılganlıklar, bölgesel ve küresel aktörler tarafından Sudan gibi bölgenin önemli bir ülkesinde de istikrarsızlığın devamını istememektedir. Dolayısıyla güvenlik öncelikli bu yaklaşım Geçici Askeri Konsey’in gücünü artırmaktadır. Bu bağlamda Suudi Arabistan ve BAE, “çek defteri diplomasisi” vasıtasıyla Sudan’da 11 Nisan’da askeri konseyin yönetime el koymasıyla 3 milyar dolarlık bir yardım sözü vermiş ve bunu da aşamalı olarak başlatmıştır.
Suudi Arabistan ve BAE’nin Sudan’daki çıkarları kısa vadede Yemen’deki askeri varlığını sürdürmesi, orta ve uzun vade de ise ekonomik öncelikli çıkarlarını hem kendi özelinde geliştirmek hem de bölgesel rakip olarak gördüğü Katar ve Türkiye’yi sistem dışına atmaktır. Dolayısıyla söz konusu ülkelerin Sudan yaklaşımı iç siyasi tartışmalara girmeden ortak çıkarları çerçevesinde güçlerini maksimize etmek amacıyla askeri konseye destek vermektir.
Sonuç olarak söz konusu ülkelerin Sudan özelinde de ortak çıkar ekseninde hareket ettiği görülmektedir. Ancak yukarıda da değinildiği gibi Suudi Arabistan ve BAE, tarihsel, ideolojik ve hatta bölgesel meselelerde dahi zaman zaman ters düştükleri konuların bulunmasından dolayı, bu ortaklığın Sudan özelindeki durumda sürdürülebilir görünmemektedir.
Not: Bu makale, 02.08.2019 tarihinde “Sudan’da Suud-BAE ittifakı sürdürülebilir mi?” başlığıyla Yeni Şafak Yorum kısmında yayınlamıştır. Ayrıntılı bilgi için tıklayınız.