Fransızlar, Senegal bölgesine ilk kez 1659 yılında ayak basmışlardı. Ancak bu, onları bölgeye gelen en son sömürgeci kılmadı. Daha önceleri 15. yüzyılda Portekizler, 1621’de Hollandalılar ve 1651’de İngilizler, buraya ticaret amaçlı gelip ticaret yolu olarak kuzeyden Batı Afrika’ya uzanan Sahra değil de Atlas Okyanusu’nu kullanmışlardı. O esnada bölgede tek bir memleket olmayıp küçücük beylik ve devletlerden ibaret idi. Fransızların bu gecikmelerine rağmen Baol, Kayor ve Sin gibi yerel beyliklerle kurdukları ittifaklar sayesinde ön plana çıktılar ve giderek bütün Avrupa ülkelerden daha iyi imtiyazlara sahip oldular.
16.yüzyılda itibaren bu nüfuzu durdurmak için Senegal bölgesinde, kıtaya dışarıdan gelen sömürgecilere karşı bir takım ayaklanmalar meydana gelmişti. Ancak 1865 yılında Elhaji Ömer el-Futi’nin şehit edilmesiyle beraber Senegal bölgesi yeni bir döneme girmiş oldu. Artık sömürgeci Fransa, bölgeye tam hâkim olup hem ticari hem askeri hem sosyal alanlarda egemen oldular. Sömürgecilik dönemi olarak adlandırılan 1865-1960 yılları arası dönemde sadece Senegal değil, Moritanya ve Mali’yi kontrol altına alabilmek için başkent olarak Saint Louis şehrini kullanmışlardı. Vali olarak bölgeye atanan bir misyon görevlisi, doğrudan Fransa’daki Denizaşırı Toprakları Bakanlığı’na (bazı kaynaklarda Sömürgeler Bakanlığı’na) bağlıydı. Bu dönemin en belirgin özelliklerinden birisi ise ilk aşamadaki milli direnişlerin silahsız bir şekilde olmasıydı ve en belirgin liderlerinden biri ise Mürîdi tarikatının kurucusu Şeyh Ahmadu Bamba idi. Fransızlar (dört şehir sakinleri vatandaşlığı politikası)nı yürüterek Dakar, Rufisk, Goré adası ve Saint Louis şehirlerindeki herkesin Fransız vatandaşlığı hakkını tanımıştı. Burada dikkat çeken husus bu dört şehrin direnişte diğer bölgelere göre geride kalmalarıdır.
Aynı zamanda Batı Afrika’yı sekiz bölgeye bölerek Batı Afrika’da ileride kurulacak yeni ülkelerin temellerini atmışlardı. Fransızlar, Senegal direnişindeki dini eğitimin rolünü bildiği için izinsiz medrese kurulmasını yasaklayan bir kanun çıkarmışlardı. Bununla beraber kadroları yetiştirmek için Fransız çıkarlarını hizmet edecek şekilde Saint Louis’te “Madrassa” adında kurdular ve burada Arapça, Fransızca Mütercim Tercümanlık ve Uygarlık (Batı Uygarlığı) adı altında bir dizi ders verilmekte idi. Sömürgecilik döneminin en belirgin olaylarından biri ise I. Dünya Savaşı’nın Senegal askerlerinin (Senegalli Nişancılar) Fransa’nın safında yer alıp hem Almanya’ya ve Cezayir’e hem de Osmanlı’ya karşı Çanakkale’de savaşmalarıdır. Ancak unutulmamalıdır ki bu askerlerin tamamı, kime karşı savaştıklarını bilmeksizin cephelere zorla sürülmekteydi.
Bağımsızlık Süreci
Savaştan geri dönenler ve o esnada Fransa’da okuyanlar dahil olmak üzere bütün Avrupa ülkelerindeki Afrikalılar, özgürlükleri ve hakları için bir mücadele başlatmışlardı. 1960’lara kadar süren bu mücadele esnasında Fransız Meclisi’nde sömürülen ülkelerden milletvekilleri bulunmakta ve bu ülkelerin sorunlarını Afrika asıllı Fransız milletvekilleri, zorda olsa Sömürgeler Bakanı’nın masasına taşımaktaydılar. Bu mücadeleler sonucunda dönemin Fransız Devlet başkanı Charles De Gaulle, 1958’de Batı Afrika ülkelerinin bağımsızlık taleplerine dair bir dizi rapor hazırlatmıştır ve ardından bazı ziyaretlerde bulunmuştur. Bazı ülkelerde ise mahalli idarecilere bağımsızlık talep edip etmediklerini doğrudan sormuştur. Ancak bu süreçte sadece Gine’nin liderlerinden Şehu Toure doğrudan bağımsızlığını talep etti. Senegal ve Mali gibi diğer ülkeler ise iki sene daha Fransa’nın egemenliği altında kalmaya devam etti. Ağustos 20’sinde 1960 yılında Senegal, resmi olarak Fransa’nın sömürgesi olmaktan kurtularak bağımsız oldu. Ancak bu bağımsızlığını, resmi olarak her sene 4 Nisan’da kutlamaktadır.
Bu bağımsızlık süreci içerisinde Senegal, 8 Ocak 1960 tarihinde Mali, Burkina Faso ve Benin ile “Mali Federasyonu” adında bir idari yapıya dönüşmüşlerdi. Ancak askeri, güvenlik ve en önemlisi de ideolojik nedenlerden dolayı 20 Ağustos 1960’da bu federasyon dağılmıştır. Mali Devletbaşkanı Modibu Keyta, milliyetçi olup bütün bağlarını Fransa’dan koparmaya çalışır iken Senegal Devletbaşkanı Leopold Sedar Senghor, Fransız politikasının çizgisindeydi. Böyle farklı iki görüşün bir araya gelip devam etme şansı zaten çok düşük idi.
Federasyon İlanı – Mali Federasyonu
Bağımsızlıktan Sonraki Durum
1960’tan itibaren Senegal yarı başkanlık sistemini benimsemiş olduğu için, hem başbakana hem de başkana geniş yetkiler tanımıştı. Bu çift başlılık, sistem karmaşasına neden olmaktaydı. Dolayısıyla dönemin başbakanı olan Lamine Diack ile Devletbaşkanı Leopold Sedar Senghor arasında anlaşmazlık oldu ve asker ile jandarma neredeyse karşılıklı çatışmaya gireceklerdi. Başbakan Lamine Diack darbe girişimiyle suçlanarak –ki sürecin üst düzey şahitleri, bunun doğru olmadığını ve sadece Leopol Sedar Senghor’un oyunlarının bir parçası olduğunu söylüyor- müebbet hapis cezasına mahkûm olmuştur.
Senegal’in ilk başkanı Leopold, Hıristiyan olmasına rağmen Müslüman dini liderlerle oldukça iyi anlaşıyordu ve toplumsal barış için büyük çabalar sarf etmişti. İç çatışmaları önlemek ve kabileler arasındaki uçurumları kapatmak için Senegal’in sosyal alt yapısını güçlendirmeye çalıştı. Ayrıca eğitimli bir elit sınıf oluşturmak için bağımsızlık sürecinin hemen ardından dünyanın ileri gelen üniversitelerine göndermek için büyük çalışmalar yaptı. Bölgedeki ülkeler, ideolojik ve ekonomik alanlarda çaba sarf ederken o, sosyal ve entelektüel alanda uğraşıp duruyordu. İşte günümüzdeki Senegal’in istikrarının ve merkezi çekim gücün bundan kaynaklandığını düşünüyorum. Böylelikle Senegal’de ne iç savaş ne de darbe yaşanmıştır.
Senghor’dan sonra 1981’de yerini aynı partide yer alan Abdou Diouf’a bıraktı. Bu da 2000’e kadar ülkeyi yönetti. Döneminde (1982’de) Güney Senegal’de Casamance (Kazamans) bölgesinde isyan bayrağı çekildi ve devlet halen bu isyanı ortadan kaldırmak için müzakereleri sürdürmektedir. Yine de onun döneminde Gambiya ile bir araya geldiği Senegambiya Federasyonu (1994’te) dağılmıştır. Bütün bunlara rağmen devletin bürokrasisi ve yönetimi konusunda ciddi adımlar atmıştır ve siyasi istikrar adına çabalar sarf etmiştir. Kırk yıl süren Sosyal Parti iktidarı, 2000’de sandıkta yenilgiye uğramış ve Abdu Diouf, yerine Demokrat Parti lideri Abdullay Wad’a bırakmıştır. Onun döneminde Fransız şirketlerine verilen büyük imtiyazların bazılarını geri alarak Arap yatırımcılara kapıyı aralamıştır. Abdulay Wad’ın ekonomik reformları, diğer batı ve Arap ülkelerle ikili ilişkilerini güçlendirme gayreti, ülkenin ekonomisinin 2000-2011 döneminde hızla yükselişi geçmesini sağlamıştır.
2011’de Demokratik Parti’den ayrılan Macky Sall seçimleri kazanarak halen iktidarda bulunmaktadır. Onun döneminde Fransa eğilimli politikaların sürdürülmesi yanında Türkiye’ye karşı açılımın giderek olumlu yönde arttığını burada belirtmek gerekmektedir.
Senegal, Zenginliklerine Rağmen Neden Fakir?
Lamine Diack’ın başlatmış olduğu ekonomik reformların durdurulması nedeniyle Senegal’in ekonomisi hala yer fıstığı, fosfat ve balıkçılık üzerinde yoğunlaşmaktadır. Oysa Lamine’in politikaları devam etseydi Senegal’in ekonomik durumu daha ileri seviyeye yükselecekti. Halen bu faktörlerde varlığnı sürdüren Senegal’in başka bir zenginlik kaynağının olmayışının en büyük sebebi ise CFA frankının para birimi olarak kullanılmasıdır. Bu para birimi, Senegal dahil olmak üzere on beş ülkenin Fransa’ya bağlı olmasını sağladı. Bu para biriminin Avro’ya karşı sabit kuru olup büyüme oranı yerel olarak değil de Avro’ya yansımaktadır. Dolayısıyla Senegal’in kalkınma çabalarının meyveleri, Avro’yu kullanan Avrupa ülkelerine yaramaktadır. Bununla beraber Senegal’in rezervlerinin büyük bir kısmı Fransa hazinesinde bulunmaktadır. Ayrıca borçlara konulan faizler nedeniyle Senegalli idareciler, ülkelerinin alt yapı ve kalkınması için mücadele etmektense bu borçları kapatmak için uğraşmaktadır.
Türkiye, Senegal ile İlişkilerini Güçlendirmek İçin Neler Yapabilir?
Hızla dünya siyasetindeki etkin konumunu arttıran Türkiye, Senegal ile kuracağı ve güçlendireceği ilişkiler yanında her şeyden önce manevi bağlar üzerinde durmalıdır. Ortak din vurgusu yani İslam, bu konuda büyük bir rol oynayabilir. Zira Senegal toplumunun dinle olan bağları halen güçlüdür. Ancak Suudi Arabistan ve İran’ın düştükleri tuzağa düşmemelidir Türkiye. Arabistan, İran’ın Senegal’deki hızla yükselişine karşı set vurabilmek için burs verdiği öğrencilerin kontenjan sayısını yükseltmiş ve karşı çıktığı Sufilikle iş birliğine girmiştir. Bu durumun bir samimiyetsizlikten kaynaklandığı aşikârdır. İran’ın ise Güney Senegal’de son yıllarda yaşanan sorunlarda gizli bir el rolü üstlendiği iddia edilmektedir. Hem de Şiiliği yaymak için cami, üniversite ve radyo istasyonlarını kullanmaya başlamıştır. Bu bağlamda Afrika’daki Sünni damarın muhafazası için tüm Afrika’yı kapsayacak bir Afrika Radyosu’nun kurulması gerçekten büyük önem arz etmektedir. Zira Afrikalı için radyo, büyük bir haberleşme ağı görevi görmektedir. Diğer taraftan İran üzerinden gelen tehlikenin farkına varan Senegal hükümeti, Dakar Üniversitesi’ndeki Fars Dili ve Edebiyatı bölümünü kapatmıştır. Türkiye ise ideolojik söylemlerden uzak durarak ortak olan Sünni Müslümanlığı çerçevesinde manevi ilişkiler geliştirebilir. Eğitim alanında da yeni medrese modelleri geliştirerek akli ve nakli ilimlerin okutulduğu eğitim sistemine destek vererek ayağa kaldırabilirse, bu büyük bir yatırım olacaktır. Çünkü günümüzde Türkiye’deki Senegal öğrenciler, yarın Senegal toplumundaki Türkiye imajını oluşturacaklardır. Dahası, Türkiye’nin birer sözcüsü ve temsilcisi olacaklardır. Aynı zamanda Senegal dahil olmak üzere Afrika ülkeleriyle daha güçlü ilişkiler kurulabilmesi için sahayı bilen Türk uzmanlara da çok ihtiyaç vardır. Bu hedef doğrultusunda, YÖK Türk öğrenciler için Afrika Bursları modelini hayata geçirebilir ve Türk öğrencilerin Afrika ülkelerinde eğitim almalarına olanak sağlayabilir. Türkiye Cumhuriyeti’nin, bu hedefin gerçekleşmesi için uygun şartlara ve güce sahip olduğu kanaatindeyim. Büyük devlet olmanın temelinde esasında Afrika ile kurulacak sıkı bağlar yatmaktadır. Bu yüzden Afrika ile alakalı enstitü ve araştırma merkezlerinin sayılarının arttırılması gerekmekte, ancak günü kurtarmak hedefli söylemlerle içi boş hedefler güden kurumlarla tüm emekler zayi edilmemelidir. Bu tür kurumlardan en az birkaçının devletin garantörlüğü, desteği ve kontrolünde olması sağlanmalı ve bu kurumların bünyesinde Afrika üzerine doktora yapmış danışmanların oluşturduğu heyetlerin belirleyeceği tavsiye niteliğindeki kararlar göz önünde bulundurarak politikalar geliştirilmelidir. Diğer bir faktör ise belediyecilik (yerel yönetimler) faktörüdür. Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yıllardır kazandığı tecrübe ve imkân birikimi sayesinde Senegal’deki birçok belediye ile doğrudan temaslar kurularak Afrika insanında derin etkiler oluşturmak mümkündür. Zira belediye başkanları, halk tarafından seçildiği için ve halklarla doğrudan ilişkilerin tesisi edilmesinde ön ayak oldukları için bu tür idari mekanizmalar sayesinde hayata geçirilen hizmetler, toplumun tabanından güçlü bir şekilde hissedilmektedir.