GİRİŞ
Ardı ardına gelen krizlerin insanlığa öğrettiği gibi, uluslararası toplumun üyelerinin hataya düşmelerine engel olmak ya da hataya düşmemek hususunda söz konusu üyelere yardım etmek, bir kriz sonrası herhangi bir millet içerisindeki toplum yapısını yeniden inşa etmekten çok daha fazla etkilidir. İnsanların evlerinde kalmalarına yardımcı olmak, onları tehlikeli bir şekilde tıka basa doluştukları mülteci kamplarında beslemekten ve onlara ev sağlamaktan çok daha faydalıdır. Üzerinde yeterince yük olan uluslararası yardım kuruluşları ve uluslararası örgütler için çatışma çözümleri kurumlarını güçlendirmek, zaten katliama varmış sosyal, siyasi, etnik (vb.) bölünmeleri iyileştirmekten çok daha az külfetlidir (Steinberg,1996:5).
Bu makalede sivil toplum kuruluşlarının ve diğer örgütlerin çatışma ve kriz bölgelerine nasıl müdahale ettiği, ne derece etkili olduğu ulusal ve uluslararası STK’lar bazında “Cezayir – Tindouf Mülteci Kampı” örneği üzerinden açıklanacaktır. Öncelikle bu konu ile ilgili bir literatür taraması ve teorik çerçeve sunulacaktır. Sivil toplum kuruluşları mülteci kamplarında, afet ve kriz bölgelerinde birçok faaliyet göstermektedir. Bu faaliyetler izleme-gözlem, arabuluculuk, barış inşası, insani diplomasi, çatışmayı önleme, çatışma sonrası rehabilitasyon hizmetleri sağlama, barışı koruma, eğitim, sağlık hizmetleri, yeme-içme ve barınma olarak sıralanabilmektedir. Bu faaliyetleri sivil toplum kuruluşları resmi makamlara göre daha kapsamlı bir şekilde yapabilmektedir.
Sivil toplum kuruluşlarının bu gibi faaliyetleri daha etkili bir şekilde gerçekleştirebilmesinin ana nedeni, belirtilen kuruluşların bir kılcal damar işlevi görerek resmi makamların ulaşamadığı bölgelere rahatça erişebilmesinden kaynaklanmaktadır. Sivil toplum kuruluşları yumuşak güç unsurlarının çok önemli bir parçasıdır. Bu yüzden öncelikle sivil toplumun ve sivil toplum kuruluşlarının yapısı ile işlevlerinin iyi bilinmesi gerekmektedir. Teorik çerçeveden sonra bölgenin tarihi arka planı, etnik yapısı, nüfus ve nüfusun sosyolojik yapısı, bölgenin kültürel özellikleri ile siyasi ve ekonomik yapısı hakkında bilgiler sunulacaktır. Sonrasında ise uluslararası örgütlerin bölgedeki krize bakış açısı ile sivil toplum kuruluşlarının bölgedeki statüsü anlatılacaktır. Mevcut durum analizinden sonra sivil toplum kuruluşlarının bölge barışına yönelik etkisiyle ilgili öneriler getirilecektir.
Yaklaşık 40 yıldan beri devam eden “Batı Sahra” krizi ve bu krizin neticesinde oluşan mülteci kampları sorunu ile ilgili birçok yazılı literatür vardır. Batı Sahra krizi ve bölgesi hakkında araştırma yapan önemli bir isim olan Yahia Zoubir 1962 yılında “Annales de Géographie (Coğrafya Yıllıkları)” dergisinin 385. Sayısında yayınlanan “Le Petrolé et gaz au Sahara” adlı makalesi ile Batı Sahra’nın sahip olduğu yeraltı kaynaklarını ve bu yeraltı kaynaklarının bölgedeki krizle bağlantısını incelemiştir. Ayrıca Zoubir’in 1996 yılında yazdığı “The Western Sahara Conflict: A Case Study in Failure of Prenegotiation and Prolongation of Conflict” ile 1990 yılında yazdığı “The Western Sahara Conflict: Regional and International Dimensions “ adlı makaleleri Batı Sahra sorununun asıl kaynağını bulmaya çalışmıştır.
Bölge ile ilgili birçok çalışma yapan bir diğer isim de Jacob Mundy’dir. Mundy 2007 yılında yazdığı “Western Sahara Between Autonomy and Intifada” isimli makalesi ile Batı Sahra sorununun en son haline ve Tindouf Mülteci Kampı’nda yaşayan insanlara değinmiştir. Mundy, 2009 yılında yazdığı “Western Sahara Poser for UN” adlı makalesinde Batı Sahra sorununun çözülmesi zor bir sorun olduğuna değinmişse de çalışma boyunca çözüm arayışı içinde olmuştur. C. Dunbar tarafından 2000 yılında yazılan “Saharan Stasis: Status and Future Prospects of the Western Sahara Conflict” adlı makalede de Batı Sahra sorununun durumundan ve geleceğe yönelik beklentilerden söz edilmiştir.
Türkiye’de ise Batı Sahra sorunu ile ilgili akademik çalışmaların sayısı oldukça sınırlıdır. Mehmet Özkan tarafından 2008 yılında yazılan “Batı Sahra Sorunu” ve Uğur Yıldız tarafından 2014 yılında yazılan “AB’nin Batı Sahra Sorunundaki Pozisyonu: Akdeniz’de Bir İşbirliği İçin Engel” adlı makaleler ülkemizde bu alanda öne çıkan çalışmalardır. Erik Jense 2005 yılında yazdığı “Western Sahara Anatomy of Stalemate” adlı kitabında Batı Sahra sorununun başlangıcından ve sorunun yıllardan beri BM tarafından neden çözülemediğinden bahsetmektedir. J. Mundy ve S. Zunes tarafından yazılan “Western Sahara: War, Nationalism, and Conflict Irresolution “adlı kitapta da Batı Sahra sorunundan kaynaklanan yerel krizler, birbirine komşu ülkeler arasındaki gerginlikler ve Fransa, İspanya, ABD gibi devletlerin bölgedeki statüsünden bahsedilmektedir.
Genel olarak Batı Sahra sorununu tanımlayan çok sayıda makale ve birkaç kitap vardır. “Tindouf Mülteci Kampı” ile ilgili makale, kitap veya akademik çalışmalar ise çok daha azdır. Alice Corbet’in 2008 yılında yazdığı “Femmes Féfugiées, un enjeu des Camps: L’exemple Sahraoui” isimli makalesinde Batı Sahra sorununun yerel halkı ve özelliklede Tindouf Kampı’nda zor koşullar altında yaşayan kadın ve çocukları nasıl etkilediğinden bahsetmiştir. Ayrıca Alice Corbet’in genel olarak Tindouf Mülteci Kampı’ndaki yaşamdan bahsettiği ve 2016 yılında yazdığı “Les campements de réfugiés sahraouis en Algérie: de l’idéel au réel adlı bir makalesi daha vardır.
Teorik Çerçeve
- Barış İnşası
Barış inşasının kurumsallaşmaya başlaması öncelikle Milletler Cemiyeti’nin sonrada Birleşmiş Milletler (BM)’in kurulması ile olmuştur denilebilir. BM ifadesi ilk kez Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Franklin D. Roosevelt tarafından ortaya atılmış ve ilk olarak İkinci Dünya Savaşı sırasında 26 ülkenin, Mihver Güçlerine karşı birlikte mücadeleye devam etmek için taahhütte bulundukları 1 Ocak 1942 tarihli bildirgede kullanılmıştır (www.unicankara.org.tr).
İlk Uluslararası Barış Konferansı ise 1899 yılında, krizlerin barışçıl yollar ile çözümü, muhtemel savaşların önlenmesi ve savaşların nedenlerinin belirlenmesi amacıyla Lahey’de düzenlendi. Bu konferansta “Uluslararası Pasifik Ülkeleri Anlaşmazlıklarını Çözme Sözleşmesi” kabul edildi ve 1902 yılında göreve başlayan Daimî Hakem Heyeti kuruldu. BM’nin öncüsü olan Milletler Cemiyeti, Birinci Dünya Savaşı sonrasında benzer şartlar altında tasarlanmış bir örgüttü ve 1919 yılında Versay Antlaşması ile uluslararası iş birliğini güçlendirmek ve “barış ve güvenliği” sağlamak amacıyla kurulmuştu. Uluslararası Çalışma Örgütü de Versay Antlaşması’yla Milletler Cemiyeti’ne bağlı bir örgüt olarak kuruldu. Milletler Cemiyeti’nin varlığı, İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasını engelleyemediği için son buldu.
BM Antlaşması’nı hazırlamak üzere 1945 yılında, 51 ülke temsilcisi San Francisco’da düzenlenen BM Uluslararası Örgüt Konferansı’nda bir araya geldi. Söz konusu görüşmeler Çin, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri temsilcilerinin Amerika’nın Dumbarton Oaks şehrinde 1944 yılı Ağustos-Ekim ayları arasında yaptıkları çalışmalar sonucu hazırlanan taslak metin çerçevesinde gerçekleştirildi. Konferansta temsil edilmemekle birlikte Polonya, Antlaşmayı daha sonra imzaladı ve kurucu 51 üye devletten biri oldu.BM, Çin, Fransa, Sovyetler Birliği, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye dahil diğer kurucu üyelerin Antlaşmayı onaylamasıyla 24 Ekim 1945 yılında resmen kuruldu. Her yıl 24 Ekim BMgünü olarak kutlanmaktadır (www.unicankara.org.tr)
BM’nin Antlaşmada beyan edilen amaçları şunlardır:
- Uluslararası barış ve güvenliği korumak
- Hak eşitliği ve halkların kendi geleceğini belirleme ilkelerine saygı göstererek milletlerarasında dostça ilişkiler geliştirmek;
- Uluslararası ekonomik, sosyal, kültürel, insani sorunların çözümünde iş birliği yapmak ve temel insan hak ve özgürlüklerine karşı saygıyı teşvik etmek;
- Bu ortak çıkarların elde edilmesi hususunda milletlerarasında uyum sağlayıcı bir merkez olmak (www.unicankara.org.tr).
Çağlar boyunca ihmal edilen barış çalışmaları, son yıllarda kendine mahsus bir disiplin olarak ortaya çıkmıştır. Öyle ki barış çalışmaları üzerine girişimler, akademik programlar ve bilimsel enstitüler İkinci Dünya Savaşı’na kadar görülmemekteydi. Öncelikle “Center for Research on Conflict Resolution (Çatışmaların Çözümü Araştırma Merkezi)”un 1950’de Michigan üniversitesinde kurulmasına yardımcı olan Kenneth ve Elise Boulding, ardından 1959’da Norveç’te “International Peace Research Institute(Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü)’ü kuran Johan Galtung barış çalışmaları alanına önemli katkılarda bulunmuşlardır. 1973’te Britanya’daki Bradford Üniversitesi’nde barış çalışmaları programına başkanlık eden Adam Curle ise söz konusu alana öncülük eden bir diğer isimdir (Cortright, 2008:2).
Pek çok teorik terim için geçerli olduğu üzere barış kavramının da tanımlanması oldukça zordur. Sözlük anlamına bakılacak olursa barış; savaşın yokluğudur. En geniş anlamıyla dünya siyasetinde üç durumdan bahsedilebilir: Savaş, savaşın olmaması ve barış (Evans, Newnham, 2007:74). Barışın diğer tanımlamalarında ise; toplumsal kargaşaların ve karışıklıkların olmaması durumu, pozitif manada, “kamusal sessizliğin hâkim olduğu devlet” unsurları yer almaktadır (Webster’s Dictionary, 1993:1660).
Barış inşası kavramı 1975 yılında Galtung’un barış kavramını negatif barış (çatışmanın sona ermesi) ve pozitif barış (barışın her zaman hâkim olması) olarak ikiye ayırmasıyla beraber ortaya çıkmış bir kavramdır. Bu yaklaşımların sonucu olarak barış inşası kavramı 3 şekilde incelenmekte ve uygulanmaktadır: Barışı korumak (peacekeeping), barışı yapmak (peacemaking) ve barışı inşa etmek (peacebuilding). 1975 yılından sonra uzun bir süre kullanılmayan barış inşası kavramı 1992’de BMGenel Sekreteri’nin “Agenda for Peace (Barış Ajandası)” başlıklı raporunda yeniden kullanılmıştır. Raporda kullanılan barış inşası kavramı daha geniş bir anlam içerdiğinden bu tarihten sonra çok daha sık bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır.
Barış inşasının amaçları çatışma yaşanan bölgelerde çatışmayı sonlandırmak ve çatışma bittikten sonra sürdürülebilir bir barış yapmak, çatışma potansiyeli olan bölgelerde iyi gözlem ve analiz yaparak çatışmanın ortaya çıkmaması için önlem almak olarak ifade edilebilir. 1995 yılında Agenda For Peace (Barış Ajandası) adlı rapora Boutros Ghali tarafından barışın korunması, barış operasyonları gibi kavramlar eklenmiş ve barış inşasının tanımı daha da genişletilmiştir.
Barış inşası kavramıyla ilk defa Johan Galtung’un “Barışa Üç Yaklaşım: Barışı koruma, barış yapma ve barış inşa etme” isimli çalışmasında karşılaşılmaktadır. Galtung bu çalışmasında barışın, barışı koruma ve geçici bir barış yapmadan daha farklı, hatta onların üzerinde bir yapıya sahip olduğunu, savaşın nedenlerini ortadan kaldıran ve savaşın patlak verebileceği durumlarda alternatifler üreten yapıların bulunması gerektiğini öne sürmektedir. (Öner, 2013:3). Galtung’un görüşleri bugünün barış inşası kavramına fikirsel anlamda öncülük etmektedir. “Sürdürülebilir barış nasıl sağlanabilir?” sorusunun cevabı anlaşmazlığın esas nedenlerinin üzerinde düşünüp onun barışçıl biçimde çözülmesi için gerekli olan anlaşmazlığın yaşandığı yere özgü yetileri meydana çıkarmak gerekmektedir (Duke ve Courtier).
Barış inşası; çatışmadan çıkan ülkeyi yeniden yapılandırmayı amaçlamaktadır. Yeniden yapılandırma, çatışmanın izlerini silme, çevresel bozulmayı ortadan kaldırma, ekonomik yeniden yapılanma, ekonomik ve sosyal alt yapının tesisi, çatışan grupların silahsızlandırılması, bireylerin güvenliğinin sağlanması, yerlerinden edilmiş olan insanların evlerine dönüşünün sağlanması, mayınların temizlenmesi, ekonomik, sosyal ve siyasi uygulamaların benimsenmesi aracılığı ile yapılmaktadır (Selcen, Akgül, 2015:86-87-99).
Barış inşası, çatışma yönetimi için ulusal kapasiteleri güçlendirerek ve sürdürülebilir barış ve kalkınmanın temellerini atarak, çatışmayı kaybetme ya da kaybetme riskini azaltmayı hedefleyen bir dizi önlemi içermektedir. Barışın kazanılması stratejileri tutarlı ve spesifik ihtiyaçlara göre uyumlu olmalıdır ve ulusal mülkiyet esas alınarak hazırlanmalıdır (www.un.org).
Sivil toplumun barış inşasında etkili olması isteniyorsa sivil toplumun rolü iyi anlaşılmalıdır. Sivil toplum net olarak amacını belirlemeli ve barış inşasının hangi safhası için hangi işlevinin uygun olduğunu ortaya koymalıdır. Çünkü sivil toplumun tüm işlevleri çatışma ya da barış inşasının her safhasında aynı faydayı sağlamayabilmektedir. (Paffenholz, 2010:21).
Barış inşası, insani yardım sağlamadan, işleyen siyasi ve sivil yapıların oluşturulması ve anlaşmazlığın asıl nedenlerine yönelik uzlaşma çabalarına kadar uzanan geniş kapsamlı bir yaklaşımı gerekli kılmaktadır. Bu açıdan değerlendirildiğinde, söz konusu durum barışın inşa edileceği ülke için tüm toplumsal ve idari oluşumların yeniden yapılandırılması, barışı inşa etmede önemli rol oynayan uluslararası toplum içinse uzun soluklu ve kimi zaman da tartışmalı bir faaliyet dizisi anlamına gelmektedir. Barış inşa süreci çok sayıda unsuru içinde barındırmaktadır. Bu unsurlardan biri, hatta ilki, çatışmanın yerlerinden ettiği insanların evlerine geri dönmesidir. Geri dönüş ya da göç yazınında yer aldığı biçimiyle kişinin ülkesine geri dönmesi/gönderilmesi ‘mültecilerin BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) yardımıyla ülkelerine geri dönmeleri’ olarak tanımlanmaktadır. BMMYK’nın mülteciler için geliştirdiği üç kalıcı çözümden biri olan geri dönüş, ‘geri dönüş için yapılan hazırlık, geri dönme süreci ve gidilen ülkeye varıldıktan hemen sonra kabul edilmesi ve entegrasyon için gereken düzenlemeleri içermektedir. BMMYK, mültecilerin yolculuklarını organize etmek ve yolculuk sırasında yardım sağlamakla yükümlü kuruluştur (Öner, 2013:4).
- Sivil Toplum Kuruluşları
Uluslararası literatürde “kâr amacı olmayan işletmeler (non profit organizations)” veya “hükümet dışı kuruluşlar (NGO- non governmental organizations)” olarak tanımlanan Sivil Toplum Kuruluşları(STK’lar), sağlıktan siyasete, eğitim ve kültürden çevreye kadar birçok alanda faaliyet göstermektedir. Günümüzde vakıf, dernek, kulüp, birlik ve topluluk gibi çok farklı formlarda kurulan STK’lar, toplumsal hayat içinde karşımıza yardım kuruluşları, hemşeri dernekleri, siyasi partiler, meslek birlikleri, eğitim ve araştırma kurumları, hayvan-sever toplulukları, çevreci topluluklar, koruma dernekleri ve sanat toplulukları gibi kuruluşlar olarak çıkmaktadır. Bu kuruluşların tamamı, topluma sosyal fayda sağlamayı esas alan hizmetler sunmakta veya ürünler üretmektedirler (Coşkun A. 2006:103, 117).
Devletlerin yegâne aktör olmadığı yeni uluslararası ilişkiler anlayışında, STK’lar devletlerin ulaşamadığı noktalara nüfuz edebilme, esneklik, hızlı karar alma, resmi karar alma mekanizmalarına etki edebilme gibi kabiliyetlere sahip oldukları için gerek dış politika oluşumunda ve yapımında gerekse resmi dış politika uygulamalarının realize edilmesinde, dengelenmesinde ve araçlarının oluşturulmasında yadsınamaz bir role sahiptir (Rfyman, 2006:11,12). STK’lar hükümetten siyasi bir talepte bulunabilirler fakat yapısal olarak hükümetten bağımsızdırlar. Çünkü bu kuruluşlar aile, iş dünyası ve devlet arasında kalan ve bu alanlar arasında köprü işlevi olan yapılardır. STK’lar farklı ideolojileri savunabilmekte ve çeşitli gönüllü organizasyonlar için bir araya gelebililmektedirler. (Paffenholz, 2010:6,7). Aristoteles, Rousseau ve Kant gibi büyük Avrupa filozofları, “sivil toplum” kavramını devlet veya siyasal toplum ile eşanlamlı olarak ifade etmişlerdir (Keane, 1988:36).
Devletlerarası ve/veya devlet içi çatışmaların önlenmesi ve barış inşası çalışmalarında ise toplumsal kılcal damarlara erişebilme kolaylığı ve resmî kurumlara nispeten angajmanları olmaması sebebiyle yetkin, güvenilir, her tarafın benimseyebildiği STK’ların etkin rol alabilme imkânları doğmaktadır. İletişim araçlarının gelişmesi ve devletlerin gittikçe daha geçirgen yapılara bürünmesiyle ‘yumuşak güç’ unsurlarının etkilerinin artması bunda önemli bir etken olmuştur (Joseph Nye, 2005:92,99). STK’lar gün geçtikçe küreselleşmenin önemli bir aktörü haline gelmektedir. Bu yüzden sivil toplum kuruluşları küresel güçlerin çok önem arz ettiği yumuşak güç araçlarından bir tanesidir. Batılı devletler hedef olarak seçtikleri ülkede çeşitli ekonomik/siyasi faaliyetler yapmak için çok uluslu şirketleri veya etkili oldukları ulus-üstü organizasyonlar aracılığıyla rahatlıkla STK’ları kurabilmektedirler. Böylece bu STK’lar vasıtasıyla hedefledikleri faaliyetleri yapmaya çalışırmaktadırlar. Ayrıca STK’ların çatışma/afet bölgelerinde de çok önemli işlevleri bulunmaktadır. Bu tür bölgelerde sürdürülebilir barışı tesis etmek ve insanların temel ihtiyaçlarını karşılamak için faaliyet gösteren bu tarz organizasyonlar oldukça etkindir. Hatta bazı küresel güçler çatışma/afet bölgelerinde kendi çıkarları için STK’lar aracılığıyla her türlü faaliyetleri yapmaktadırlar. Çünkü bazı küresel güçler sivil toplum çatısı altında rahatça gizlenebilmektedirler.
2.1. Uluslararası İlişkilerde Sivil Toplum Kuruluşlarının Yeri ve Rolü
Uluslararası ilişkilerde etkili olmaya çalışan aktörlerin hepsi tarih boyunca bir güç kazanma, etki alanı yaratma peşinde olmuşturlar. Çeşitli aktörler için farklı dönemlerde bu amaçlarına ulaşmak için birçok vasıta önem taşımıştır. Örneğin, eski zamanlarda ağaçtan yapılmış okla savaşan insanlar daha sonra çelik keşfedilince soğuk silahlarla daha sert savaşlara girişmişlerdir. Gelişen dünyamızın gelişiminin olumsuz yüzü nedeniyle 20. yüzyılda dünyamız dağılma tehlikesiyle karşı karşıya gelmiştir. Artık devletler ordu ve silahla değil, düşünceleri fethetmekle hükümranlıklarını yaymaya çalışmaktadırlar. Bu bakımdan STK’ların önemi gittikçe artmaya başlamıştır. Neo-liberalizm ve muadili bazı teoriler STK’ların uluslararası ilişkilerdeki varlığını kabul etmekte ve hatta onları sistem içerisinde etkili olan aktörler nazarıyla değerlendirmektedir (Werker, Z. Ahmed, 2007:7-10).
STK ve Hükümet Dışı Organizasyonlar (NGO) kavramları ilk kez 1945’te BM kurulurken ortaya çıkmıştır. BM tüzüğünün 10. Bölüm 71. maddesinde NGO’lara örgüt çerçevesinde danışman rolü biçilmiş ve bu kelime daha geniş anlam ile doğrultuda kullanılmaya başlanmıştır. 1945 yılından sonra ise STK’ların BM toplantılarına gözlemci statüsü ile katılmalarına da izin verilmiştir. Ayrıca Avrupa Konseyi’nin 1986 yılında “Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşlarının tüzel kişiliğinin tanınmasıyla ilgili Avrupa Sözleşmesi’ni” kabul etmesiyle birlikte (Sancar, 2000) STK’ların Avrupa’daki varlığı ve faaliyeti için hukuki temel oluşturulmuştur (Celilzade, 2015:15-16).
2.1.1.Realist ve Neorealist yaklaşıma göre STK’lar
Realistlere göre uluslararası ilişkiler anlayışı, doğrudan doğruya devlet anlayışının ortaya çıkmasına bağlıdır. Bu anlayışı savunanların bakış açısına göre siyasi gereksinimler, uluslararası ortamın kaos içinde olmasından gelmektedir. Devletlerin iç sistemlerinde insanlar genel olarak hiyerarşik bir siyasi otorite ve kurallar sistemi yoluyla yönetilmektedirler ve bu düzene itaat etmek zorundadırlar. Oysa ki, uluslararası kaotik ortamda böyle bir otoritenin olmaması ve kuralların belirlenmemesi neticesinde, insan tabiatında var olan tüm kötü duygular ortaya çıkmaktadır. Realistlerin fikrince insan hem barbarizmden hem de hümanizmden konuşan ikili bir varlıktır. Bunlardan hangisinin kazanacağı insanları idare eden ortamda belli olmaktadır. Lakin realistlerin bu fikirleri birkaç yüzyıl önce söyledikleri ve o günün koşullarında bugünkü gerçekleri yaşayamıyor oldukları çoğunlukla göz ardı edilmektedir. (Radugin, 2001:220).
Realizme göre yapılan tüm işler ve edinilen yardımlar da belirli devletlerin amaçlarına hizmet etmektedir. Her ne şekilde olursa olsun, devlet tüm ilişkilerin üstünde durmaktadır ve hiçbir gerilim veya gelişim devletin rızası veya etkisi olmadan gerçekleşemez (Yılmaz, 2010: 115-130). Birçok bilim adamına göre ise, ulusal sivil toplum kuruluşları uluslararası alanlarda savaşlar ile doğrudan ilgilidir. Dışarıdaki düşmana karşı birleşmek içeride sivil toplumu oluşturmaktadır. Hatta Hegel bu konuda şöyle demiştedir: “savaş insanların etik davranışını sağlamlaştırmak için oldukça gereklidir”. Tabi ki tüm bilim adamları bu fikre katılıyor değillerdir. Örneğin, Kant’a göre devletlerin sivil yaşayışı yalnız küresel sivil toplum yoluyla olabilmektedir (Celilzade, 2015:27).
Realizm, liberalizmin bazı ilkelerini kabul etmeye başlamasıyla birlikte gelişerek 1970’li yıllarda neo-realizmin temellerini ortaya attı. Neo-realizm’e göre, devletlerin güvenliğini tek tek sağlayacak bir merkezi otorite bulunmamaktaydı. Bu durumda, her devlet kendi güvenliğini sağlamak zorunda olduğunu varsayarak, diğer devletlerin de aynı şekilde davranacağını ve dolayısıyla her bir devletin kendi çıkarı doğrultusunda hareket edeceğini ileri sürmekteydi. Neo-realistlere göre, uluslararası yapıdaki istikrarsızlıklar devletlerin güvenliği için tehdit oluşturmakta olup, devletler olası tehditlere karşı destek sağlamak için ittifak anlaşmaları imzalayabilme yoluna gidebilirlerdi. Ancak devletler güvenlikleri için bunlara çok fazla güvenemezler ve kendi güvenliklerini kendileri sağlayabilecek bir güce erişmeye çalışırlardı. (Çekiçel, 2).
Zaman geçtikçe kurumsallaşarak uluslararası ilişkilerde yeni ve etkin bir aktör haline gelen sivil toplum kavramı artık tüm uluslararası ilişkiler teorileri tarafından kabul edilmektedir. Fakat realist ve neo-realist bakış açılarında devlet öncelikli ve hatta birincil aktör olarak görüldüğü için, bu iki yaklaşımın taraftarları STK’ların çatışma veya kriz bölgelerinde oluşturulmasının bu bölgelerdeki çatışma veya krizlerin kendi lehine dönüştürülmesi ve belli devletlerin amaçları ile politikalarına hizmet edecek şekilde çözümlenmesi niyetine dayandığını belirtmektedirler.
2.1.2. Liberalist ve neoliberalist yaklaşıma göre STK’lar
Liberalizmin temel ilkeleri olarak: sınırlı minimal devlet, serbest girişim, bireycilik, insan hakları, hukuka bağlı devlet, özgürlük, iş birliği gibi kavramlar sıralanabilir. Bireycilik kavramı toplumsal, siyasal ve ekonomik hayatta bireyin ön planda tutulmasıdır. Locke, bireyin her türlü ekonomik otoriteden kurtularak özgür olmasını ve kendi hayatını kendisinin kurması gerektiğini “herkes kendinin yargıcıdır” ifadesiyle; Kant, ise bireyciliği “kendi yasanı kendin tabiri ile özetlemişlerdir. Kant’a göre “İnsan kendi başına bir son, bir amaçtır, asla bir araç değildir”. Liberalizme göre bireyin çıkarı ön plandadır ve bireylerin çıkarından toplumsal çıkar doğacaktır (Çetin, 2001:221).
Liberalizmin bir diğer ilkesi ise sınırlı devlettir. Liberalizmin bireyi her şeyin üstünde tuttuğundan devletin sınırlandırılması gerekmektedir. Çünkü devlet sınırlandırılmazsa bireye müdahale edecektir ve birey arka plana itilecektir. Bu nedenle devlet hareket ederken toplumun rızasını almak zorundadır ve bir anayasa ile sınırlandırılmalıdır. Liberalizm bazı konularda realizmi yeteri kadar değerlendirememesi, tıpkı realizm üzerinden türeyen neo-realizm gibi liberalizm üzerinden de neo-liberalizmin ortaya çıkmasına neden olmuştur Neo-liberalizm’in tanımlanması konusundaki belirsizliğe rağmen bu kavramın 1980’li yıllarda ABD’de iktidara gelen Reagan ve İngiltere’de iktidara gelen Thatcher’le özdeşliği herkesçe kabul edilen bir gerçektir, ki zaman zaman bu kavram “Reagan Doktrini olarak da adlandırılmıştır (İnanç ve Demiray, 2004:163-184).
Liberal ve neo-liberal düşünürlere göre, küreselleşme olgusu liberalizmin temel ögesi olan kapitalizm süreci ile sıkı bir bağlılık içerisindedir. Kapitalizm sürecinin önemli argümanları olan liberal politikalar, modernleşme, serbest piyasa, özgürleşme gibi eğilimler insanların ihtiyaçlarını çok karmaşık bir hale getirmiş ve devletlerin kaynaklarının sınırlı olması, özel sektörün de kâr amaçlı hareket etmesi nedeniyle insanların kimi klasik, kimi sadece grupları ilgilendiren ihtiyaçları karşılanamaz hale gelmiştir. Devletten ve özel sektörden bu sorunun çözümü konusunda yeterli katkıyı göremeyen toplum ve gruplar, bu sorunların devlet tarafından çözümünü beklemek yerine kendileri çözüm üretme eğilimine girmişlerdir. Bu da sivil toplumu ve dolayısıyla STK’ları gündeme getirmiştir. Ortaya çıkan bu durumdan ötürü, insan ihtiyaçlarını giderme konusunda üçüncü bir sektör ortaya çıkmıştır. Bu sektörün faaliyeti insanları ilgilendiren sorunların çözümünün aranması ve çözüme ulaşma yönünde gelişmiştir (Ateş, Uysal, 2006:66-75).
2.1.3. İdealist yaklaşıma göre STK’lar
İdealistlere göre savaş, tarihsel olarak sürekli başvurulan, devletlerin çıkarlarını maksimize etmek için kullandıkları bir araçtır ve bu araç sanılanın aksine kaçınılmaz ya da önlenemez bir niteliğe haiz değildir. Savaşların önlenmesi yolunda atılması gereken ilk adım, devletler arasında sürekli başvurulan bir yöntem olan gizli diplomasinin önüne geçmektir (Burchill, 2001:5). İdealistler, ulusal araçlar ve sınırlı amaçlar içeren ikili antlaşmalardan ve güvenlik önlemlerinden ziyade, kolektif ve çok taraflı araçlar içeren, daha geniş katılımın sağlandığı platformların tercih edilmesi gerektiğini vurgulamışlardır. (Kegley&Wittkopf, 1993:22-25).
İdealist bakış açısı doğrultusunda savaşın önlenmesi ya da önlenemediği durumlarda en azından yinelenmemesi için seçilecek en uygun araç, barışçıl dayanışma ve geniş katılım prensibi gibi esaslar ile teşkil edilecek, uluslararası bir yapıdır. Böylece, tesis edilecek yapı ile hem kolektif bir güvenlik sistemi oluşturulabilecek hem de bu sistem sayesinde savaşlar daha çıkmadan önlenebilecektir. Realist yazımda dile getirilen uluslar arasındaki ilişkilerin, Hobbes bir tarzda ifade edilerek anarşik olarak adlandırılan çatışmacı ve yarışmacı doğası yeniden gözden geçirilerek düzenlenecek ve savaş devletlerin başvurdukları olmazsa olmaz bir araç olmaktan çıkarılacaktır (Eralp, 1996:58-89. Kegley&Wittkopf, 1996:20).
Savaşın önlenebilmesi ve barışın tesis edilebilmesi için bütüncül bir uluslararası hukuk fikrinin yerleştirilmesi gerektiğini vurgulayan idealistlere göre, legal bir yapının kurulması ile uluslar arasındaki çatışmalar ve sorunlar arabuluculuk rolü ile çözümlenebilecek ve savaş engellenecektir. Her ne kadar uluslararası hukukun savaşların ve çatışmaların çıkmasını engelleyemediğine dair yoğun eleştiriler gelse de (Farnsworth, 1992:335), tesis edilecek hukukun içerisinde yer alacak yargılama mekanizması ve mekanizmanın oy birliği/oy çokluğu ile kabulü, çözüme giden yolu hızlandıracaktır. İşte bu temel varsayımlara laboratuvar olarak hizmet edecek iki yapının (1921 yılında Uluslararası Daimî Adalet Divanı’nın kurulması ve 1928 tarihli Briand-Kellog Paktı) hayata geçirilmesi idealistlerin başarısı olarak görülse de pratikte hiçbir somut sonuç elde edilememiştir (Kohn, 1955:80).
İdealistlere göre arabuluculuk ve barış inşası gibi faaliyetlerde bulunan STK’lar savaşların ve insani krizlerin önlenmesi noktasında müstesna bir konumdadır. Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi idealistler devletler arasındaki gizli diplomasinin önüne geçilmesi gerektiğini ve bu yüzden uluslararası ilişkilerde devletlerden bağımsız aktörlerin de yer alamsı gerektiğini savunmaktadırlar.
2.2. Sivil Toplum ve Medya
Medyanın sivil toplumdaki rolü tartışmalıdır. Bazı akademisyenler ve uygulayıcılar medyayı sivil toplumun bir parçası olarak görmektedirler (Van Tongeren ve ark., 2005; Berger 2002). Christoph Spurk (2007), bazı diğerleri ise gönüllü kuruluşlardan değil de meslek erbaplarından oluşmaları münasebetiyle medyanın sivil toplumun bir parçası olmadığını savunmaktadırlar.
Medya kurumlarını neredeyse düzenli bir şekilde sivil toplum kuruluşlarına vurgu yapmaktadırlar. Fildişi Sahili’nde ya da Irak’ta bir insancıl misyonun etkinliklerinden söz etmek, Mozambik’te tarımsal gelişme projelerini aktarmak ya da Dakar sokaklarındaki çocuklar için temel eğitim konusunda bilgi vermek veya Tayland’da AIDS’e karşı mücadele programını tanıtmak etkinlikleri, medyanın STK’lara vurgu yaptığı gerçeğinin örneklerindendir. Bu arada siyasi sorumlular da uluslararası toplumun Doğu Timor’da (bağımsızlıktan önce) Endonezyalıların suistimallerine, Büyük Göller Afrika’sında sürekli yinelenen kitlesel katliamlara ya da Çeçenistan’daki yoğun insan hakları ihlallerine karşı pasif tavır sergilenmesine karşı çıkmakta ya da sinirlenmektedirler.
2.3. Sivil Toplum ve Devlet
Sivil toplumla ilgili olarak önemli bir tartışma konusu da onun devletle olan ilişkileridir. Sivil toplum, devlet karşısında birey ve örgütlenmelerinin tarihsel süreçteki adım adım birtakım kazanımlarına işaret etmektedir. Günümüzde devlet ve birey arasında yer alan örgütlenmeler, teknolojik gelişmelerin sağladığı olanaklar çerçevesinde son derece yoğunlaşmış ve sayıları da artmıştır. Bu durum aynı zamanda insanların bilinçlenme düzeylerine yansımıştır. Artık bireylerin devletle olan ilişkileri, halkın isteklerinin göz önünde tutulacağı karşılıklı bir etkileşim – bu durum yönetişim (governance) kavramı ile vurgulanmaya başlanmıştır- çerçevesinde şekillendiği bir yapıya doğru gitmektedir. Bu süreçte devlet ise yetkileri bakımından bir takım kayıplar yaşamaktadır (Yıldırım, 2003:28).
Sivil Toplum eylemi ve siyasal etkinlik arasındaki çok sıkı ilişkiyi reddeden bazı görüşlere rağmen, siyaset ilişkisi de derinlemesine irdelenmelidir. Bu ilişkinin bir anlamda merkez değiştirmiş olması, çoklu katılımların değerlendirilmesiyle karışık sızmaların oluşturduğu, ama partizan aidiyetin ön plana çıktığı belli bir geleneğin (özellikle sol) tersine, artık sadece tamamlayıcı değil temel nitelikli dayanışma tipi angajmanlara doğru bir eğilim göstermesi de durumu değiştirmemektedir (Ryfman, 2004:99).
Weber’e göre devlet; belirli bir toprak parçası üzerinde yasal olarak fiziki güç kullanma tekelini elinde tutan insan topluluğudur. Yirmi birinci yüzyıldaki devlet inşa söyleminde, sivil toplumun potansiyel rolüne büyük önem verilmiştir (Paffenholz, 2010). Bu kapsamda siyasi partiler ve siyasi kişiler STK’ların bir parçası olarak görülebilmektedir. Bunun nedeni, STK’ların bir siyasi partiden veya hükümetten bir talepte bulunması ve bu talebinin siyasiler aracılığıyla karşılanması olarak ifade edilebilmektedir.
- Silahlı çatışmanın olduğu ve olmadığı ortamlarda Sivil Toplum
STK’lar bulundukları ülkelere göre ve çatışmanın olup olmamasına göre çeşitli seviyelerde faaliyet gösterirler. Heilderberg Uluslararası Çatışma Araştırmaları Enstitüsü’nün (Heilderberg Institue for International Conflict Resarch – Almanca kısaltması -HIIK-) tasnifine göre çatışmalar yoğunluğuna göre beş grupta incelenmektedir: Görünmez çatışma, görünür çatışma, kriz, şiddetli kriz ve savaş (HIIK, 2010:84)[1]. STK’lar, silahlı çatışmanın olduğu ortamlarda arabuluculuk, barış inşası, barışı koruma, barışa zorlama; silahlı çatışmanın olmadığı ortamlarda ise izleme, topluluk oluşturma, sağlık, eğitim, barınma hizmetleri gibi faaliyetler icra ederler. Çatışma genel anlamıyla ifade, düşünce, çıkar, amaç veya değerler arasındaki zıtlık veya uyumsuzluktur. Çatışmaların iki yönü bulunmaktadır. İlki taraflar arasındaki çıkar veya fikir uyuşmazlığıdır. İkincisi ise bu anlaşmazlıkların fiziksel güce başvurma veya tartışmalar yoluyla gözlemlenebilir ‘çatışma davranışı’ olarak ortaya konmalarıdır. Çatışma davranışı sergilemek, iletişim yoluyla veya güç kullanarak tarafların ihtilaflarını dile getirmeleri anlamına gelmektedir (Holzinger, 2008:917-918).
Teorik yaklaşım silahlı çatışmayı şiddet baş göstermeden önce, silahlı çatışma safhası ve silahlı çatışma sonrası şeklinde 3’e ayırmaktadır (Paffenholz, Spurk 2006).Yapısal mekanizmaların çatışmaları önleme ve hafifletmesi yönünde bir gereksinimi vardır. Bu bağlamda STK’ların yapısal koruma konusundaki (temel nedenleri işaret eden) görevleri şu şekildedir: (Ayangafac, 2008)
Silahlı çatışmalar ve savaşlar aslında bu doğrusal yolu izlemek yerine barış ve savaş ekseninde sürekli tekerrür eden çemberler halinde gelişirler. Örneğin Nepal’de yaşanan silahlı çatışma sürecinde birçok kez ateşkes anlaşmaları imzalanmış ve şiddeti cidden eriten iki uzlaşı safhası yaşanmış olsa da şiddete yeniden dönüş gerçekleşmiştir (Paffenholz, 2010:259-270). Çatışma safhalarında görülen bu değişiklik Batı Sahra-Fas sorununda da görülebilmektedir. Yaklaşık 30 yıl önce bölgede yoğun silahlı çatışmalar yaşanırken şu an silahlı çatışma sonrası dönemi yaşanmakta, fakat buna rağmen kriz halen daha devam etmektedir.
- Yapısal şiddeti işaret etmek ve gelişim, insan hakları takibi ve teşviki, çevresel bozulmayı önleme gibi yollarla insan güvenliğini korumak,
- Hükümetleri ve devlet yapılanmalarını uyumlu hale dönüştürmek- (siyasi süreçlere, politika diyaloglarına, takip sürecine, savunma kampanyalarına, protestolara katılım yoluyla)
- Sosyal gerilimleri azaltmak ve yabancı düşmanlığına, ayrımcılığa karşı savaşmak, diyalog ortamı oluşturmak, hoşgörü ve barış kültürünü teşvik etmek.
- Çatışmalarda arabuluculuk etme ve çatışma çözümleme eğitimi, arabulucuk hizmetleri, eğitim, yasa takibi gibi yollarla farklılıkları yönetme kapasitelerini güçlendirmek.
Afrika’da baş gösteren güvenlik mimarisi için erken teşhis ve potansiyel şiddet çatışmalarını hafifletmeye yönelik erken uyarı sistemleri birincil önemdedir. Bu güvenlik düzenlemeleri çerçevesinde, STK’ların erken teşhis aşamasındaki görevleri şu şekildedir:
- Ortaya çıkan krizlere yönelik erken uyarı (farkındalık oluşturma ve dikkat çekme anlamında takip etme, analiz ve iletişim),
- Yanıt niteliğinde seçenekler ve stratejiler geliştirme (öneriler sunma, politika diyaloglarında yer alma),
- Yanıt anlamında siyasi iradeyi seferber etme (lobi kurma ve kampanya yürütme),
- Eylem gerçekleştirme- (Resmi olmayan ‘diplomasi’, sosyal diyalog, kamu protestoları.),
Çatışma esnasında STK’ların görevleri ise şu şekildedir;
- Savaştan etkilenen toplumlara insani refah sunma,
- İletişim imkanlarını kolaylaştırma ve alternatif oluşturma- Gayri resmi diyalog süreçleri,
- Çatışma dönüşümü ve kamu diyalogları aracılığıyla barışın temini için yerel STK kapasitelerini güçlendirme,
- ‘Barış oluşumları’ ve kamu farkındalık çalışmalarını geliştirme ve güçlendirme.
Çatışma çözümünde STK’ların görevleri şu şekildedir:
- (Hem teknik hem de kaynak olarak) siyasi müzakereler ve güven oluşturma girişimlerine destek,
- Temel nedenlere yönelimi sağlamak için müzakere gündemini şekillendirme,
- Müzakere süreçlerine doğrudan veya dolaylı olarak katılım,
- ‘Görünürün arkasında olanlara’ yardım etme: sosyal diyalog ve gayri resmi diyalog ve yetkin ofislerin kolaylaştırılması sürecini sürdürme,
Barışı tesis etmede STK’ların görevleri şu şekildedir (tekerrürü önleme):
- Barış anlaşması ve güçlendirme desteği üzerine kamu eğitimi ve farkındalık oluşturma,
- Savaştan etkilenen topluluklar ve ilişkilerin rehabilitasyonunu kolaylaştırma (barış zeminini oluşturma),
- Geçişsel adalet süreçlerine katkıda bulunma,
- Yapısal korunma-iyi yönetimi teşvik, yeniden yapılanma ve gelişim, sosyal çatışmalara arabulucuk etmek, insan haklarını koruma gibi konulara yönelik girişimlerin başlatılması.
- Sivil Toplum Kuruluşlarının Barış İnşasına Katkıları
Belirtildiği üzere STK’lar çatışma bölgelerinde resmi makamların ulaşamadığı yerlere ulaşabilen adeta kılcal damar işlevi gören bir yapıdadırlar. Sivil toplum kuruluşları barış inşası sürecinin hemen her safhasında gerektiği şekilde müdahalelerde bulunabilmektedirler. Bu doğrultuda STK’lar, çatışma potansiyeli olan bölgelerde çatışmayı önleme, çatışma esnasında insani yardım, arabuluculuk, insan haklarını koruma, gözetme, zarar gören insanları koruma, çatışmalardaki ihlalleri duyurma, hukuki takip yapma ve çatışma sonrası rehabilitasyon gibi fonksiyonlar gerçekleştirebilirler. (M. Peinado, 2001)
Thania Paffenholz sivil toplum kuruluşlarının barış inşasına katkılarını şu şekilde sıralamıştır:
- İnsanların Özgürlük, Mülkiyet ve Yaşam Haklarının Korunması
- Devlet Makamlarını, Kurumlarını İzleme ve Hesap Sorma:
- Hakların savunulması ve kamusal iletişim
- Sosyalleşme
- Topluluk Oluşturma
- Vatandaşlarla Devlet Arasında Arabuluculuk Yapma ve Problemleri Çözme
- Sağlık, Eğitim, Barınma gibi Hizmetleri Sağlamak
Sivil Toplum Kuruluşları ve Yumuşak Güç Kavramı
Güç” denilince ilk akla gelen kelime kudrettir. Bu kavram sözlük anlamıyla ise tesir etme kabiliyeti, başarma kapasitesi olarak tanımlanır. Uluslararası İlişkiler açısından ele alındığında ise, güç kavramının teorideki karşılığına bakılması gerekmektedir. (Nye, 1991). Disiplin içerisinde söz konusu kavram bir devletin, diğer bir devlete isteklerini yaptırmaya yönelik onu etkilemesi şeklinde tanımlanabilmektedir. Uluslararası ilişkiler disiplini çerçevesinde düşünüldüğünde, güç ilişkisinde gücün kapsamı ve etki alanı, gücün tanımı kadar önem arz etmektedir. Çünkü tanım varyasyonları arasında, “güç” kavramı halen kendine tam bir tanım bulabilmiş değildir ve bu yüzden konuyu değişik açılardan ele alabilmek mümkündür (Yılmaz,2008).
STK’lar birer yumuşak güç aracıdır. Bunun nedeni, belirtildiği gibi STK’ların bir sıcak çatışma bölgesinde arabuluculuk ve insani diplomasi gibi faaliyetleri resmî kurumlara göre daha rahat yapabilmesinden kaynaklanmaktadır. Söz konusu kuruluşlar barış inşası sürecinin hemen her safhasında gerektiği şekilde müdahalelerde bulunabilmektedirler. STK’lar, çatışma potansiyeli olan bölgelerde çatışmayı önleme, çatışma esnasında insani yardım, arabuluculuk, insan haklarını koruma, gözetme, zarar gören insanları koruma, çatışmalardaki ihlalleri duyurma, hukuki takip yapma ve çatışma sonrası rehabilitasyon gibi fonksiyonlar gerçekleştirebilmektedirler (M. Peinado, 2001).
Devletlerarası veya devlet içi çatışmaların önlenmesi ve barış inşası çalışmalarında ise toplumsal kılcal damarlara erişebilme kolaylığı ve resmî kurumlara nispeten angajmanları olmaması sebebiyle yetkin, güvenilir, her tarafın benimseyebildiği sivil toplum kuruluşlarının etkin rol alabilme imkânları doğmaktadır. İletişim araçlarının gelişmesi ve devletlerin gittikçe daha geçirgen yapılara bürünmesiyle ‘yumuşak güç’ unsurlarının etkilerinin artması bunda önemli bir etken olmuştur (Nye, 2005:92,90).
Yumuşak gücün kaynağını cazibe yaratma ve tercihleri şekillendirme becerisi oluşturmaktadır. Bunu yapabilmek bir nevi dolaylı yollardan geçmeyi, doğru adımları, doğru stratejilerle birleştirmeyi, tüm bunları doğru kurumların çatısı altında toplamayı gerektirir. Bu noktada “Yumuşak Güç” kavramı, propagandadan ayrılmaktadır. Çünkü propagandanın hedefinde kontrol altına almak yatar. Bunu yaparken kullanılan araçlar bakımından da bir takım farklılıklar mevcuttur. Öncelikle propagandanın adresi diğer halklardır, yumuşak gücünse hem halk hem de devletlerdir. Propaganda bencilcedir yumuşak güç iknaya dayalıdır. Propaganda bir güç değil gücün uygulama alanıdır, yumuşak güç ise başlı başına bir güç kaynağıdır. Yumuşak güç 21.yüzyıla ait bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Yumuşak güçle tanışan devletler, uygulamada alınan sonuçları gördükten sonra konuya daha fazla önem vermeye başlamışlardır (Yıldırım, 2012:2-6).
Arabuluculuk Faaliyetleri
Arabuluculuk, bir anlaşmazlığın taraflarının aralarındaki farklılıkları kabul eden üçüncü bir tarafın yardımıyla çözmeye çalıştığı bir süreç olarak tanımlanır. (Kenneth, 2000:522) Bir diğer tanıma göre de “arabuluculuk” basit olarak doğrudan sürece yardım eden üçüncü bir taraf vasıtasıyla kolaylaştırılan bir görüşmedir. (Burgess, 1997:2011) Arabulucuların amacı tipik olarak tarafların anlaşmazlıkları için tüm tarafların kabul edebileceği bir çözüm bulunmasına yardımcı olmak ve bu süreçte tarafların rekabetçi kazan-kaybet strateji ve amaçlarına doğru yönelmelerine engel olmaktır. Arabulucular büyük çoğunlukla tek kişidir, fakat iki, üç kişi ya da geniş bir grup da olabilir (Kenneth, 2000:522).
Değinildiği gibi, STK’lar, yapıları gereği bağımsız örgütler oldukları için çatışma bölgelerinde arabuluculuk yapmak adına resmi kuruluşlara göre daha avantajlıdırlar. Fakat günümüzde İslam ülkelerindeki çatışma bölgelerine arabuluculuk yapmak için giden STK’ların ne yazık ki büyük çoğunluğu gayrimüslimdir. Çatışmayı çıkaranlar arabuluculuk yapma söylemiyle –ya da bahanesiyle- çatışma bölgelerine gidip taraflar arasındaki çatışmayı daha da alevlendirmektedirler. Ne var ki, arabuluculuk faaliyetlerinin başarılı bir sonuç vermesi için başta arabulucu olmak üzere tarafların hangi kültüre göre yetiştikleri ve çatışmayı nasıl algıladıkları çok önemlidir. Bu yüzden İslam dünyası kendi bölgesindeki çatışmaları İslam usullerine ve kültürüne göre çözmek için bir an önce arabuluculuk ve sivil toplum anlamında gelişme kaydetmelidir.
Arabuluculuk aynı zamanda sosyal-psikolojik bir süreçtir. Sosyal psikoloji, psikoloji bağlamında, insanların düşüncelerinin, duygularının ve davranışlarının gerçek, tahayyül edilen veya başka zımni faktörler tarafından nasıl etkilendiğini bilimsel olarak ortaya koymaya çalışır. Bununla birlikte, sosyal psikolojiye psikolojik sosyoloji de denmektedir. Psikolojik sosyoloji, sosyal faaliyetler ile kişilik, değerler ve aklın sosyal yapı ve kültür ile karşılıklı ilişkileri üzerine odaklanan bir sosyoloji alanıdır. Sosyal psikoloji, görüşme sonuçlarını kişisel faktörler, rol faktörleri, durumsal faktörler, karşılıklı etkileşim ve başarılı bir görüşmeyi engelleyen faktörlerin bir ürünü olarak ele alır. Ayrıca, bu yaklaşım görüşmenin tüm boyutlarına sistematik olarak bakar ve bizi görüşmenin etkinliği sorusuna cevap verme amacına daha fazla yaklaştırır (Bercovitch, Jacob ve Jackson, 2009:24).
Sosyal Psikoloji alanındaki çalışmalar, arabuluculuk sürecinde taraflar ile arabulucunun bu süreçteki davranışlarını etkileyen faktörleri de anlamaya yardımcı olmaktadır. Bununla birlikte, bir çatışma çözümünde tarafların hangi sosyal yapıya ya da kültüre ait oldukları hem arabuluculuk hem de yukarıda açıklanan müzakere süreçlerinde izlenecek stratejinin belirlenmesinde önemli olmaktadır. Çünkü muhtemel dil bariyerleri ve diğer iletişim problemleri bir tarafa, farklı sosyal yapı ve kültürden gelen insanların uygun müzakere ve çatışma çözümü yöntemi konusunda farklı beklentileri bulunabilmektedir (Burgess, 1997:214).
İnsani Diplomasi
Klasik anlamda diplomasi, alanında eğitim almış uzman kişilerin devletle ilgili işlevleri yöneten, savaş ve barış konularının geniş ilgi alanına ait özel ve resmî bir faaliyettir. İnsani diplomasi ise, her durumda temel insani prensipleri gözeterek kanaat önderlerini ve karar alıcı mekanizmaları zarar görmüş insanların yararına harekete geçirmektir. (IFRC, 2017)
Larry Minear ve Hazel Smith insani diplomasiyi şu şekilde tanımlamaktadır: “İnsani diplomasi kavramı temel olarak insani organizasyonlar tarafından yürütülen faaliyetleri kapsamaktadır. Burada önemli olan husus, bu organizasyonların faaliyetlerini bir bütünlük içerisinde yürütebilmeleri için askerî ve siyasi otoritelerden bağımsız bir alan elde etmek zorunda olmalarıdır. Bu tür aktiviteler insani organizasyonların konuk ülkedeki varlığını tesis etme, yardım ve koruma gibi ihtiyaçlara muhtaç olan sivil halka müzakere yolu ile ulaşma ve yardım programlarını yönetmeyi kapsamaktadır. Bununla birlikte uluslararası hukuk ve normlara saygı göstermek, yerel halkı ve merkezleri desteklemek ve insani amaçları desteklemek için farkı seviyelerde faaliyetlerde bulunan kurumların sözcülüğünü yapmayı da kendilerine amaç edinmişlerdir.“
Günümüzde doğal afetler, silahlı çatışmalar ve diğer çatışma durumlarını da kapsayan insani krizlerden etkilenen nüfusun ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik her yıl 20 milyon doların üzerinde bir harcama yapılmaktadır. Ayrıca söz konusu kitlenin ihtiyaçlarını karşılamak için 250.000 insani yardım çalışanı doğal afet ya da silahlı çatışma bölgelerindeki zarar gören sivil hakla yönelik yardım çalışmalarında bulunmaktadır (Maurer, 2016).
Batı Sahra Tarihi Arka Planı
BM’nin yayınladığı kendi kendine yönetilemeyen topraklar (non-self-governing territories) listesinde Afrika kıtasında bulunan tek toprak parçası Batı Sahra’dır. Yüzlerce yıllık sömürge geçmişinden sonra kıta ülkeleri kendi bağımsız devletlerini kurmuş olsa da, şu anda uluslararası kamuoyunda Afrika’da kalan tek sömürge toprağı olarak Batı Sahra gösterilmektedir. Bu durumun altında yatan neden ise temel anlamıyla bir egemenlik çatışmasıdır.
İspanya 1884 yılında Rio de Oro ve Sagiyetü’l-Hamra adıyla ele geçirdiği Afrika’nın bu kuzeybatı ucunu 1976 yılında terk edince Fas Krallığı ile Moritanya bu bölgenin toprakları üzerinde hak iddia ederek aralarında paylaşmışlardır. 6.600 milyar ton fosfat rezervine sahip Çin’den sonra, Batı Sahra 5.700 milyar tonluk fosfat rezervi ile dünyada bu alanda ikinci sırada yer almaktadır. Ayrıca henüz işletilmemekle birlikte demir ve petrol gibi kaynaklarının da olduğu bilinmektedir. Fas idaresi yerleşmeden önce Batı Sahra’nın Cezayir ile 42 km., Fas ile 443 km ve Moritanya ile 1561 km sınırı vardı. Batı Sahra’nın yerel halkı kendi bağımsız devletlerine kavuşmak için İspanyolca “Polisario” adıyla bilinen ve Moritanya’da kurulan direniş örgütüyle 1973 yılında İspanyollara, 1976-1991 yılları arasında da Fas Krallığına karşı 20 yıl kadar silahlı mücadele verdi. Hatta 27 Şubat 1976 tarihinde Batı Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti adıyla İspanyolların çekilişinden bir gün sonra bağımsızlığını ilan etseler de, Fas bunu reddetti. Direniş örgütünün adı Sagiyetü’l-Hamra ve Rio de Oro’nun Bağımsızlığı Halk Cephesi’nin (Frente Popular de Liberación de Saguía el Hamra y Río de Oro/POLISARIO) kısa yazılışından ibarettir. Moritanya 10 Ağustos 1979 günü Batı Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti ile anlaşarak haklarından vazgeçip yeni bağımsız devleti tanıdı ve idaresine aldığı bölgelerden derhal çekildi. Ancak bıraktığı yerleri 14 Ağustos günü Fas derhal kontrolüne geçirdi. Fakat bu durum uluslararası toplumca kabul edilmedi. Sürgündeki Muhammed Abdülaziz başkanlığındaki hükümet Afrika Birliği’nce 1982’de tanındı. Batı Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti çoğu Afrika ve Latin Amerika ülkelerinden 40 kadarınca da bağımsız kabul edilmektedir. Ne var ki, Polisario’yu taraf olarak kabul etse de bağımsızlığını kabul etmeyen BM ve Arap ülkelerinin bütünlüğünü savunan Arap Birliği tarafından ne Polisario ne de sürgündeki hükümet tanınmamaktadır. Fas kurucusu olduğu Afrika Birliği’ndeki üyeliğini 1985 yılında bu örgüt Batı Sahra’yı bağımsız bir devlet olarak kabul ettiği için askıya aldı. 2000’li yıllarda Fas uluslararası siyasette etkinliğini artırdıkça daha önce Batı Sahra’nın bağımsızlığını tanıyan ülkeler bundan vazgeçmektedirler (Kavas, 2013)
Batı Sahra bölgesi bir “dondurulmuş çatışma” bölgesi olarak en eski çatışma bölgelerinden birisidir. Dondurulmuş çatışmaların belli özellikleri vardır. Bunlardan birincisi çatışma belli bir süre silahlı olarak devam ettikten sonra, çatışan tarafların kendi aralarında görüşmeler yoluyla anlaşmasıyla silahların susması durumudur. Bazen çatışan taraflara üçüncü taraflar arabuluculuk yaparak çatışmanın tırmanmasını önlediği ve silahlı şiddetin bittiği de görülebilir. İkinci özellik, çatışan taraflar ateşkes sonrası ya da şiddetin sonlanmasından sonra belli bir süre soruna çözüm bulmak için görüşmeler yaparlar. Bu süre zarfında eğer çatışmaya çözüm bulunmaz ise dondurulmuş çatışma durumu çıkar. Bir başka alternatif olarak üçüncü taraflar çatışmaya müdahil olarak iki taraf arasındaki görüşmelere arabuluculuk yaparlar. Buradan da bir sonuç çıkmaması çatışmayı dondurulmuş çatışma haline dönüştürür. Üçüncü özellik ise çatışan tarafların belli bir noktadan sonra statükoyu kabul etmeleridir. Fakat bu kabul etme durumu, her zaman aralarındaki çatışmanın çatışmanın tekrar çıkmayacağı anlamına gelmez. Zaman zaman Dağlık Karabağ üzerinde Azerbaycan ve Ermenistan arasında yaşanan sınır çatışmaları örneğinde olduğu gibi sıcak çatışmalar görülebilir. Dondurulmuş çatışmalarda tekrar çatışmaların silahlı güç kullanma ve şiddet sarmalına girebilme ihtimali, bölgesel istikrar ve güvenlik politikaları için tehdit oluşturmaktadır (Özçelik, 2016).
Günümüzde hala dondurulmuş sorun olarak ifade edilen Batı Sahra’daki sorun çözülmüş değildir. Batı Sahra’nın bağımsızlık mücadelesi için kurulan ve silahlı bir örgüt olan Polisario Cephesi ile Fas yönetimi arasındaki anlaşmazlıklar devam etmekle birlikte bu soruna son bulması için üçüncü taraf olarak devreye sokulan BM de çözüm üretememiştir. Ancak son günlerde Fas’ın Afrika Birliği’ne geri dönmesinden dolayı bu sorunun çözümü için yeni umutlar doğmuştur.
Batı Sahra’yı Resmi Olarak Tanıyan Ülkeler
1973 yılında Polisario Cephesi (Frente Polisario, kısaca Polisario) adıyla başlayan silahlı direniş neticesinde 1976 yılında bağımsızlığını ilan eden Batı Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti’ni ilk tanıyan 10 ülkeden Kuzey Kore hariç tamamı Afrika ülkesi idi. Takip eden yıllarda bu devleti tanıyan ülkelerin sayısı bazen iki elin parmaklarını geçiyordu, bazen de sadece tek bir ülke ile sınırlı kalıyordu. Hatta 90’lı yıllarda iki ülke tarafından tanınması dışında, söz konusu tanınma durumu kesintiye uğradı. 2016 yılına gelene kadar dünyanın farklı kıtalarında Batı Sahra’yı tanıyan ülke sayısı irili ufaklı 85’i bulmuştu. Bunların 30’dan fazlası Afrika ülkesi idi.
Latin Amerika ülkeleri, Güney Asya ve Büyük Okyanus’taki küçük adalardan Batı Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti’ni tanıyan epeyce ülke vardı. Arap dünyasından Suriye ile Güney Yemen dışında hiçbir bir ülke buna yanaşmamıştı. AB üyelerinden ise, sadece İskandinav ülkelerinden bazıları meclislerinde bu konuyu görüşmeye almış, hatta tanıyacaklarını dile getirenler olsa da hiçbirisi tanıma noktasına kadar gelememişti. BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimî üyesinden de Batı Sahra’yı tanıma teşebbüsü hiç olmadı. Bu arada Fas Krallığı ikili siyasi ilişkileri sayesinde şu ana kadar 37 ülkenin Batı Sahra’yı tanıma kararını geri aldırdığı bilinmektedir. Haliyle şu anda çoğu Büyük Okyanus’un adacıklarındaki küçük devletler dahil 48 ülke Batı Sahra’yı bağımsız olarak kabul etmektedir. Fas Krallığı, mevcut tanıyan bu ülkelerin birçoğunun sadece adı olduğunu ve kabullerinin uluslararası camiada hiçbir ağırlığının olmadığını dile getirmektedir (Kavas, 2017).
Batı Sahra’nın Nüfus ve Siyasi Yapısı
Batı Sahra’da yaşayan topluluğa Sahravi denmektedir. Ancak burada etnik olarak Arap ve Berberiler yaşamaktadır. 2013 tahminlerine göre nüfus yaklaşık 539.000 civarındadır. Ancak Cezayir’deki Tindouf Mülteci Kampı’nda 1980’lerden beri yaklaşık 90.000 Sahravi yaşamaktadır. Batı Sahra’da genç nüfus çoğunluktadır. Bayanların yaş ortalaması 21, erkeklerin yaş ortalaması ise 20’dir. Bayanların ortalama yaşam süresi 65 yıl, erkeklerin ortalama yaşam süresi ise 60 yıldır. Genel olarak ortalama yaşam süresi 63 yıldır (www.cia.gov).
Hükümetin en büyük mevkisi Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti Başkanlığı’dır. Başkan başbakanı atamaktadır. SDAC devlet yapısı, bir Bakanlar Kurulu (Başbakan tarafından yönetilen bir kabine), bir yargı şubesi (Cumhurbaşkanı tarafından atanan hakimlerle) ve parlamento Sahra Ulusal Konseyi (SUK, mevcut konuşmacı Kadri Adduh’tur) ile oluşur.
Yargı, derece mahkemeleri, temyiz mahkemeleri ve yüce mahkeme, aynı alanda faaliyet göstermektedir. Hükümet sürgünde olduğundan, birçok şube tam kapasit ilee çalışamamaktadır ve bu durum, kurumların anayasal rollerini etkilemiştir. Devlet yapılarına paralel olan kurumlar, SDAC’ın yönetim aparatı ile kaynaşmış ve bu parti, hükümet kurumları ve ofisleri arasında örtüşen operasyonel yetkinlikleri ile ifade edilen Polisario Cephesi ile oluşmuştur (www.cia.gov).
Batı Sahra Halkının Etnik ve Sosyolojik Yapısı
Kuzey Afrika halklarının büyük bir çoğunluğu Berberi oldukları gibi Batı Sahra halkının da çok büyük bir çoğunluğu Berberilerden oluşmaktadır. Eski zamanlardan beri Mısır dışında bütün Kuzey Afrika’da yerleşmiş bulunan ve nerden geldikleri kesin olarak tespit edilemeyen yerli halka Berber veya çoğulu olan Berâbire adı verilmektedir. Bunlar sonradan Müslüman Araplarla karışmışlar ve bugün artık kesin olarak birbirinden ayrılamaz hale gelmişlerdir. Berberilerin Afrika milletlerinden olmadığı ve çok eski zamanlarda Asya milletlerinden oldukları halde zamanla Fırat ve Dicle vadilerinden ayrılarak Afrika’nın çöllerine ve Atlas Okyanusu’nun sahillerine yerleştikleri, tarihçilerin üzerinde önemle durdukları bir ihtimaldir. Netice olarak, Berberîler bu ülkelerde Kartacalılar ve Himyerîlerden eskidir ve onlarla nesep itibariyle ilgileri yoktur. Berberilerin en önemli özelliği, istisnaların dışında hep kabileler halinde yaşamaları ve tam bir siyasî birlik teşkil edememeleridir (Sami, 1271:25-26).
Mağrip ülkeleri İslam’dan önce çok eski dönemlerden beri hep Berberilerin idaresinde kalmıştır. Ancak M.S. 42 tarihinden itibaren söz konusu bölge Romalıların hâkimiyeti altına girmiştir. Ancak bu hâkimiyet mutlak manada bir hakimiyet tesis etme yolu ile gerçekleştirilebilmiş değildir. Aralarında uzun süren savaşlar sonucu, neticede sahil şeridindeki şehirler Roma’ya verilmiş ise de dağlar ve yaylalar Berberilerin hâkimiyeti altında kalmıştır. Yani Romalılar Berberîleri Romalılaştıramamıştır. Sadece onları cizye ve asker vermeye zorlayabilmişler; mahallî idarelerini yerli reislere (Deguli) terk etmişlerdir. Roma’nın bu manadaki hâkimiyeti beş asır sürebilmiştir (Kalkaşandi, 5/1271:179)
İslamiyet’ten önce çeşitli dinler Berberiler arasında yaygındı. Çoğunluk sabiî (yani yıldıza ve güneşe tapan) insanlardan oluşmaktaydı. Bunun yanı sıra putperestler ve çok az da olsa Yahudi ve Hıristiyanlığı seçenler de olmuştur. Bunun anlamı şudur ki, Romalılar kendi göçmenleri dışındaki Mağrip halkına ve özellikle Berberîlere Hıristiyanlığı kabul ettirememişlerdir. Bu durum dikkat çekici bir husustur (Kalkaşandi, 5/1271:178). Değişik lehçelerde konuşmakla beraber Berberilerin ortak bir dile sahip oldukları muhakkaktır. Berberî dili, Sâmî dilleri ile irtibatı olan Kûşî veya Hâmî diller ailesindendir. Günlük ihtiyaçları ancak karşılayabilecek güçte olan Berberîce, düşünce ve kültürü ifade edecek bir yapıya sahip değildir. Kendine has bir ritmi olup uğultulu sesler çıkarılarak konuşulur. Berberîce Arapça’nın ifade zenginliği ve üstünlüğü karşısında çok da uzun bir süre dayanamayıp silinmiş ve büyük ölçüde unutulmuştur. Kayrevan, Fas ve Merâkeş gibi şehirlerin kuruluşundan sonra doğudan gelen birçok ilim adamı burada Arapça dersler vererek bölgede Arapça’nın yerleşmesini sağlamıştır. Ayrıca bu hocaların derslerine katılan Berberî öğrenciler de Arapça’nın Berberîler arasında yaygınlaşmasında etkili olmuşlardır (Yıldız, 1992:5/482).
Batı Sahra’nın Ekonomisi
Batı Sahra’da nüfus sayısı çok az olduğundan dolayı ekonomik faaliyetler yok denecek kadar azdır. Bölgede yaşamına devam eden halkın en büyük gelir kaynağı balıkçılıktır. Ayrıca Batı Sahra’da kurak çöl iklimi hâkim olduğu için bölgede tarım faaliyetleri de yapılmamaktadır. Bu nedenle yiyeceklerin büyük bir kısmı ithal edilmektedir (www.cia.gov).
Uluslararası Örgütlerin Batı Sahra Politikaları
Birleşmiş Milletler
BM’nin yayınladığı kendi kendini yönetemeyen topraklar (non-self-governing territories) listesinde Afrika kıtasında bulunan tek toprak parçası Batı Sahra’dır. BM uzun zamandır Batı Sahra sorunu için barışçıl bir çözüm arayışındadır. BM Siyasi İşler Dairesi, 16 Ağustos 2017 tarihinde Batı Sahra özel temsilcisi olarak atanan Horst Koehler’e, BM himayesinde müzakereli bir çözüm arayışı amacıyla personel yardımı ve rehberlik hizmeti sunmaktadır.
2017’de BM Güvenlik Konseyi, Genel Sekreteri’nin ve özel temsilcisinin Batı Sahra sorununun çözümüne yönelik taahhüdüne tam destek verdiğini açıklamıştır. Bu bağlamda, Genel Sekreter Batı Sahra özel temsilcisinden, müzakere sürecini, yeni bir dinamik ve yeni bir ruh ile yeniden başlatmasını ve karşılıklı olarak kabul edilebilir bir siyasi çözüme ulaşmayı amaçlayan siyasi bir sürecin başlamasına yol açmasını istemektedir. BM Sözleşmesinin ilkelerine ve amaçlarına uygun olarak gerçekleştirilen düzenlemeler bağlamında Batı Sahra halkı kendi kaderini tayin etme hakkına sahiptir. BM Güvenlik Konseyi ayrıca, çatışmanın tarafları olan Fas ve Polisario’nun, beşinci müzakere turuna hazırlık sürecini sürdüreceğini ve komşu ülkeleri Cezayir ve Moritanya’ya bu sürece önemli katkılarda bulunmaya özen göstermesinin önemini vurgulamıştır.
BM Güvenlik Konseyi, Genel Sekreter’den, Batı Sahra özel temsilcisinin atanmasından sonraki altı ay içinde, Batı Sahra halkının kendi kaderinin tayinini sağlayacak karşılıklı olarak kabul edilebilir bir siyasi çözüme ulaşması konusunda açık bir yol izlemesini talep etti. BM Sözleşmesinin ilkeleri ve amaçlarıyla uyumlu düzenlemeler bağlamında, Çatışmanın çözümünde diplomatik çabalar sürdürülürken, BM barış misyonu olan BM Batı Sahra Referandumu Misyonu (MINURSO) ateşkesin izlenmesi ve istikrarlı bir varlığın sağlanması için en az bir yıl daha Batı Sahra’da kalacaktır (www.un.org).
MINURSO
BM Batı Sahra Referandumu Misyonu (MINURSO), 30 Ağustos 1988’de Fas ve Polisario tarafından kabul edilen uzlaşma önerileri uyarınca BM Güvenlik Konseyi’nin 29 Nisan 1991 tarih ve 690 sayılı kanunu ile kurulmuş bir barış gücüdür. MINURSO’nun görevi Batı Sahra’da özerklik veya Fas ile bütünleşme ile yapılacak olan referandumun adil bir şekilde yapılmasını uygulanmasını sağlamaktır. Fakat on yıllardan beri bu referandum çeşitli nedenlerden dolayı yapılamamaktadır. (www.peacekeping.un.org).
Son olarak 2017 yılının Nisan ayında alınan kararla MINURSO’nın bölgedeki görev süresi 1 yıl daha uzatılmıştır. MINURSO, 245 askeri personel ve 243 sivil personel olmak üzere 483 kişiden oluşmaktadır. MINURSO, BM Genel Kurul’u tarafından yıllık olarak onaylanan ayrı bir hesap üzerinden finanse edilmektedir (www.un.org). Aşağıdaki tablo 1’de 2017 BM verilerine göre MINURSO barış gücüne askeri destek veren ilk 10 ülke ile polis veren ülkeler sıralanmıştır.
I. Avrupa Birliği
Sahravi mültecilerinin varlığı, insani sonuçlarla çözülmemiş bir siyasi çatışmadan kaynaklanmaktadır. Onların davası, insani tarafsızlık ve tarafsızlık ilkelerine uygun olarak ele alınmalıdır. Sahravi mültecileri, dış kaynaklara az erişimi olan beş kampta yaşamaktadırlar. Hayatta kalmaları için onlara yardım edilmesi elzemdir.
Sahravi mültecilerin durumu, Avrupa Birliği (AB) tarafından unutulmuş bir kriz olarak tanımlanmaktadır. Çünkü Batı Sahra sorunu uluslararası toplumun medya ve finansman kaynaklarının oldukça sınırlı bir kesiminin ilgisini çekmektedir. On yıllardır, AB Sivil Koruma ve İnsani Yardım Operasyonları bölümü Sahravi mültecilerinin temel ihtiyaçlarını desteklemiştir. AB, söz konusu mültecilere yönelik insani yardımların %49,9’undan fazlasını sağlayan lider bir donör durumundadır.
Gıda yardımı, AB insani yardım fonunun önemli bir bileşenidir: Dünya Gıda Programıyla (WFP) temel gıda maddeleri sağlamak için Sahravi halkına yaklaşık 5 milyon € tahsis edilmiştir. Gıdaya ek olarak su, mültecilerin ikinci büyük endişesidir. AB, yeterli miktarda güvenli içme suyunun bulunmasını sağlamaktadır. Kampları doğrudan boru şebekeleri ve su nakliyesi vasıtasıyla su kaynaklarına bağlamak için çeşitli projeler hayata geçirilmektedir. Gerekli ilaçların sağlanması ve sağlık atıklarının yakılması da AB tarafından finanse edilmektedir. Özürlülere, yaşlılara ve bakıcılarına verilen destek ve yerel sağlık personeline kapasite oluşturulması gibi hizmetler de AB tarafından sağlanmaktadır. Brüksel ayrıca eğitim sektöründeki projeleri de finanse etmektedir. AB, öğretmenlerin ve eğitim personelinin yeterince nitelikli olmamasından kaynaklanan düşük eğitim seviyesinin güçlendirilmesinin yanı sıra, okulların yetersiz altyapı ve sıhhi tesislerinin iyileştirilmesi için de çalışmaktadır (www.ec.europa.eu.org)
II. Afrika Birliği
BM, AB gibi uluslararası örgütler Batı Sahra’yı resmi olarak tanımazken Afrika Birliği, Batı Sahra’yı resmi bir devlet olarak tanımıştır ve 1984 yılında üye olarak kabul etmiştir. Afrika Birliği tıpkı BM gibi Sahravi halkının kendi geleceğini inşa etme hakkı olduğunu söyleyerek Batı Sahra halkını Fas hükümetine karşı desteklemektedir. Bu kapsamda, Batı Sahra Afrika Birliği’nin tüm zirvelerine hiçbir engelle karşılaşmadan katılabilmekteydi, fakat 31 Ocak 2017’de Fas Afrika Birliği’ne yeniden üye olduktan sonra Batı Sahra Afrika Birliği’nde eskisi kadar özgür bir konumda olduğunu söylemek güçtür.
Bazı Uluslararası ve Yerel Örgütlerin Tindouf Mülteci Kampı’ndaki Statüsü
Tindouf Mülteci Kampı’nda yaşayan yaklaşık 100 bin insanın sağlık, gıda, temizlik, eğitim, barınma gibi ihtiyaçlarını karşılamak için birçok uluslararası örgüt, yerel örgütler ile iş birliği içerisinde bölgede faaliyet göstermektedir. Bu uluslararası örgütlerin başında BM Dünya Gıda Programı (WFP), BM Mülteci Örgütü (UNHCR) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) gelmektedir.
BM Gıda Tarım örgütüne bünyesinde yer alan WFP, her ay düzenli olarak Tindouf Mülteci Kampı’na yaklaşık 100 bin kişilik gıda yardımı yapmaktadır. WFP’ın Eylül 2017 tarihli raporuna göre aralarında Türkiye, Katar, İspanya, Amerika, Almanya, İsviçre, Suudi Arabistan’ın da bulunduğu pek çok ülke WFP’ye bağış yapmaktadır. BM Genel Kurulu tarafından kurulun UNHCR ise daha çok eğitim, sağlık, temizlik, barınma gibi hizmetler sunmaktadır. UNHCR’nin Ekim 2017 tarihli raporuna göre Amerika, Hollanda, Norveç, Kanada, Almanya en büyük bağışçılar arasında yer almaktadır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ise Tindouf Mülteci Kampı’nda uluslararası sivil toplum kuruluşları ve bazı yerel örgütler ile birlikte sağlık hizmeti sunmaktadır.
Bölgede bulunan bir diğer uluslararası örgüt ise UNICEF’tir. UNICEF bölgede izleme (Monitoring) faaliyeti yapmaktadır. Tindouf’ta 2016 yılının Ağustos ayında şiddetli yağış yüzünden zarar gören mültecilerle ilgili UNICEF bir rapor hazırlayıp BM’ye sunmuş ve bu rapora göre kamptaki zararlar giderilmiştir. Ayrıca Cezayir Kızılayı (ARC) ile Sahravi Kızılayı (SRC) da BM örgütleriyle birlikte Tindouf’ta yaşayan insanların ihtiyaçlarını karşılamaya çalmaktadır.
Bazı Uluslararası ve Ulusal STK’ların Tindouf Mülteci Kampındaki Statüsü
Yukarıda belirtildiği gibi bölgede en büyük insani yardım yapan kuruluşlar BM bünyesinde faaliyet gösteren WFP ve UNHCR örgütleridir. Fakat bunların yanı sıra birçok STK da bölgede yardım faaliyetleri yapmaktadır.
A. Bölgede Bulunan Uluslararası STK’lar
- IlComitato Internazionale per lo Sviluppo dei Popoli -CISP- (Uluslararası Halkları Kalkındırma Komitesi)
1983 yılında İtalya Roma’da kurulmuş bir sivil toplum kuruluşudur. Tindouf Mülteci Kampı’nda beslenme, sağlık ve eğitim alanlarında hizmet veren bu kuruluş aynı zamanda maddi olarak WFP ve UNHRC gibi kuruluşları desteklemektedir.
- The Danish Refugee Council -DRC- (Danimarka Mülteci Konseyi)
1956’da kurulmuş insancıl, sivil toplum kuruluşudur ve dünyadaki 30’dan fazla ülkede çalışmaktadır. Bu ülkelerden bir tanesi de Cezayir’dir. Bu kuruluş Tindouf Mülteci Kampı’nda UNHCR ile birlikte temizlik, barınma gibi hizmetler verirken izleme ve savunuculuk faaliyetleri de yapmaktadır.
- Médecins du Monde -MDM- (Dünya Doktorları)
1980 yılında Bernard Kouchner’in de aralarında bulunduğu doktorlardan oluşan bir ekip tarafından Fransa’da kurulmuştur. Tindouf mülteci kampında sağlık hizmeti vermektedir. Sağlık ocaklarına tıbbi malzeme ve doktor desteği sağlamaktadır. Bugüne kadar Kosova, Bosna Hersek, Çeçenistan, Gazze, Somali gibi birçok savaş bölgesinde sağlık alanında faaliyet göstermişlerdir.
- OXFAM İnternational
Oxfam International, 1995 yılında bağımsız bir sivil toplum örgütü tarafından kuruldu. Amaçlarını ise yoksulluğu ve adaletsizliği azaltmak ve uluslararası alanda daha fazla etki yaratmak için birlikte çalışmak olarak belirtmektedirler. Oxfam Tindouf mülteci kampında WFP ve UNHCR ile birlikte beslenme ve barınma hizmetleri sunmaktadır. Ayrıca UNHCR örgütüne maddi olarak düzenli bağış yapmaktadırlar.
- Triangle Génération Humanitaire -TGH- (İnsani Yardım ve Koordinasyon Örgütü)
1994 yılında kurulan Triangle Génération Humanitaire, Fransa’nın Lyon şehrinde bulunan Sivil Toplum Kuruluşudur. TGH, UNHCR ile birlikte Tindouf mülteci kampında savunuculuk, sağlık ve temizlik hizmetleri sunmaktadır. Bu örgüt UNICEF, BM, Fransa Kalkınma Ajansı ve AB gibi birçok kuruluştan fon sağlamaktadır. Aşağıdaki Şekil 2’de bu fonların faaliyette bulunduğu bölgelere bölüşümü gösterilmektedir.
- Handicap İnternational -HI-
1982 yılında bir grup gönüllü tarafından Lyon, Fransa’da kurulmuştur. Tindouf mülteci kampında sağlık hizmetleri alanında daha çok rehabilitasyon hizmeti sağlamaktadır. Savaşlarda yaralanan kişileri, sakat kalan kişileri ve mülteci durumunda olan kişileri tekrar topluma kazandırmak bu kişileri toplumun içinde tutmak bu örgütün temel amaçları arasındadır.
B. Bölgede Bulunan Yerli STK’lar
Tindouf Mülteci kampında direkt olarak insani yardım, sağlık hizmeti, eğitim hizmeti gibi faaliyetler yürüten yerel bir STK bulunmamaktadır. Yerel örgütler olarak Sahravi Kızılayı ile Cezayir Kızılayı bölgede aktiftir. Bu örgütlerde başta BM’nin UNHCR örgütü olmakla beraber diğer uluslararası STK’lar ile iş birliği içinde bölgeye gönderilen yardımların kampın içerisinde dağıtılmasına yardımcı olmaktadırlar.
- Croissant-Rouge Sahraoui (Sahravi Kızılayı)
26 Kasım 1975 yılında Moritanya’da Sahravi halkı tarafından kurulmuştur. Sahravi kızılayı uluslararası STK’ların, örgütlerin ve ajansların bölgeye gönderdiği yardımı yerel halka ulaştırmaktadır. Şu anda merkezi Tindouf’tadır (www.en.wikipedia.org). Sahravi Kızılayı Cezayir Kızılayından fon sağlamaktadır (www.oxfamsol.be).
- Croissant-Rouge Algerien (Cezayir Kızılayı)
1956-1957 yıllarında Fas’ın Tanca şehrinde birkaç Cezayirli gönüllü vatandaşın bir araya gelmesiyle kurulmuştur. Sahravi Kızılayı ve diğer uluslararası STK’lar, örgütler ve ajanslarla birlikte Tindouf mülteci kampında rehabilitasyon, sağlık, beslenme, barınma gibi hizmetler vermektedir (http://www.cra-algerie.org).
Tindouf Mülteci kampında aktif olan diğer bir yerli örgüt ise Polisario’dur. Polisario örgütü kendi içinde birkaç birime ayrılmıştır ve bu birimlerle kampın içinde çeşitli faaliyetler yapmaktadır.
Polisario’nun Tindouf Mülteci Kampındaki Faaliyetleri
Polisario Cephesi, 1973 yılında Mustafa Seyyid ve üniversite arkadaşları tarafından Batı Sahra bölgesinin bağımsızlığı için kurulmuştur. Örgüte yiyecek, silah, barınma anlamında en büyük desteği Cezayir vermiştir ve hala da vermeye devam etmektedir. Polisario Cephesi’nün ilk başkanı Muhammed Seyyid’tir. Muhammed Seyyid 1976 yılında bu görevi bırakmıştır ve 1976 yılından 2016 yılına kadar geçen 42 yıllık sürede örgütün başkanlığını Muhammed Abdulaziz sürdürmüştür . Muhammed Abdulaziz 31 Mayıs 2016 da hayatını kaybetmiştir ve 2016 yılının Temmuz ayında yapılan seçimler sonucunda örgütün ve Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti’nin yeni başkanı Brahim Ghali olmuştur.
Polisario örgütü düzenli olarak 2 yılda bir Cezayir’de bulunan Sahravilerin kaldığı Tindouf Mülteci Kampı’nda toplanmaktadır. Burada değerlendirmeler ve çalışmalar yapılmaktadır. Örgüte mülteci kamplarında bulunan tüm sahraviler üye olabilmektedir. Polisario örgütünün silahlı kanadında (SPLA) ise yaklaşık 6 ya da 7 bin civarında silahlı aktif askerler bulunmaktadır. Örgütün siyasi tarafı ise sürgündedir. Bu kitle sürgün halinde bulunmalarına karşın, oldukları yerden SADC’nin yönetimini yapmaktadırlar.
Polisario’nun kendi içinde ayrıldığı birimler şunlardır:
- UNMS (Sahravi Kadınları Ulusal Birliği)
Sahravi kadınlarının, Sahravi davasına destek olmak ve uluslararası düzeyde aktif olmak istemelerinin yanı sıra sürgün yönetiminin siyasi karar alma süreçlerinde kadın hakların yönelik düzenlemelerinde yapılması için TINDOUF KAMPI içerisinde kurulan bir birliktir. Genel sekreter 2002 yılından beri Fatma Mehdi Hassan’dır. Ayrıca bu birliğin üyesi olan Hatice Hamdi Kültür bakanı, Mariem Salek Hamada ise eğitim bakanıdır. Bu yapılanmanın alt bölümü şunladır: ( mujeressaharauisunms.blogspot.com)
-Dış İlişkiler ve İş birliği Departmanı
-Bilgi ve Kültür Dairesi
-İdare ve Organizasyon Dairesi Başkanlığı
-İşgal Altındaki Şehirler ve Göç Bölümü
-Sosyal İşler Dairesi
-Sağlık ve Aileler Bölümü
-Oluşum Bölümü
-Eğitim Bölümü
2. UJSARIO (Sahravi Genç Birliği)
Cezayir’de bulunan TINDOUF kampı içerisinde bulunan gençleri yetiştirmek, organize etmek için kurulmuştur. Şu an ki genel sekreteri Zein Mohamed Sidahmet’tir. Bu yapı da içinde bazı bölümlere ayrılmaktadır (www.ujsario.blogspot.com):
-Sahravi Öğrencileri Birliği (UESARIO).
-Genç kadınların örgütlenmesi ve entegrasyonu.
-Organizasyonu izcileri gruplar.
-Gönüllü gruplar.
3. UGTSARIO (Sahravi İşçiler Birliği)
Bu yapı şu anda etkin değildir. Çünkü Tindouf Mülteci Kampı’nda bir işçi sendikasına olan ihtiyaç yok denecek kadar azdır. Bağımsız bir Batı Sahra olana kadar, Batı Sahra’da yeniden normal olarak işleyen bir işgücü piyasası sağlanana kadar, sendika rolü de büyük ölçüde uyku halindedir. Yine de POLISARIO yapısının bir parçası olmaya devam etmektedir ve çeşitli düzeylerde dahili temsili vardır. Genel sekreter (UGTSARIO kongrelerinde seçilir) şu anki genel sekreteri Mohamed Cheikh Lehbib’tir (www. en.wikipedia.org).
Bölge’de Arabuluculuk Faaliyetleri
BM 1965 yılından beri Batı Sahra sorununun çözümü için Fas-Polisario ve Cezayir arasında arabuluculuk faaliyetleri yapmaktadır. Fakat bu faaliyetler hala başarılı bir sonuç getirememiştir. BM’nin arabuluculuk çalışmalarını şu şekilde sıralayabiliriz:
- 1965 yılında BM Dekolonizasyon komitesi İspanya’nın İfni ve Batı Sahra’da, 14 Aralık 1960 yılında aldığı sömürge yönetimindeki ülkelere bağımsızlığın geri verilmesiyle ilgili kararını uygulamasını istedi.
- 1966 yılında BM Genel Kurulu’nun yeni bir karar alarak İspanya’yı Batı Sahra’da BM kontrolünde bir referandum yapmaya davet etti. Böylece halk kendi geleceğini kendisi belirleyecekti. Fakat referandum çeşitli sorunlar nedeniyle yapılamadı.
- 1969 yılında BM İspanya’yı bir kez daha referandum yapmaya davet etti fakat referandum yine yapılamadı.
- 1983 yılında Afrika Birliği Addis Ababa Zirvesi’nde Batı Sahra sorununun çözümü için referandum kararı aldı.
- 1987 yılında BM referanduma ilişkin hazırlıklar için bölgeye bir komisyon göndermiştir.
- 1990 yılında BMGK 690 sayılı kararı alarak MINURSO adlı barış gücünü kurdu ve bölgede yapılması planlanan referandumu gerçekleştirmek amacıyla Batı Sahra’ya gönderildi.
- 1991 yılında BM’nin 690 sayılı kararından sonra Polisario ve Fas arasında ateşkes imzalanmış ve yıllardır devam eden savaş son bulmuştur.
- 1993’te MINURSO referandumda oy kullanacak kişilerin kimliklerini belirlemek “Hüviyetleri Belirleme Komisyonu” oluşturdu.
- 1996’da BM Genel Sekreteri bu komisyonun çalışmalarını geçici olarak durdurdu.
- 1997’de ABD’nin Houston şehrinde bir araya gelen Fas ve Polisario yetkilileri Barış Planı üzerinde anlaşmaya vardılar.
- 1988 yılında komisyon aralarında mücadele bulunan taraflara bu konuda bazı ölçüler içeren bir çözüm paketi sundu.
- 1999’da komisyon çalışmalarını tamamladı ve 84.251 kişinin oy kullanacağı listeyi açıkladı fakat Fas’ın itirazları sonucu referandum yine yapılamadı.
- 1999 yılın altıncı Muhammed Fas Kralı seçildi.
- 2000 yılında BM Genel Sekreteri Kofi Annan referandumun 2002’den önce yapılamayacağını açıkladı.
- 2002’de BMGK Batı Sahra’da ki toprak paylaşımlarını içeren yeni bir plan açıkladı.
- Temmuz 2002’de BMGK BM Batı Sahra özel temsilcisi James Baker’i süreci değerlendirmek üzere konseye davet etti.
- 2003 yılında 1495 sayılı oybirliği ile alınan kararda BMGK, Baker’in çabalarını övmüş ve desteklenmesi gerektiğini duyurmuştur.
- 2004 yılında Baker istifa etti.
- 2005’te Kofi Annan Baker’in yerine Peter Van Walsum’u atadı.
- 2005’te 11-17 Ekim tarihleri arasında bölgeyi ziyaret eden Walsum Fas ve Polisario’nun mevcut pozisyonunun uzlaştırılamaz göründüğünü açıkladı.
- 2007’de Fas Yönetimi, BM’nin yeni temsilcisi Ban-Ki-Moon’a sorunun çözümü için bir teklif sundu.
- BMGK 30 Nisan 2007’de 1754 ve 31 Ekim 2007’de 1783 sayılı kararları almıştır.
- 19 Haziran 2007 ve 10-11 Ağustos 2007’de Fas ve Polisario BM’nin himayesinde New York’ta doğrudan görüşmelere başlamıştır.
- BM 25 Ocak 2008’de tarafların anlaşamadıklarını açıklamıştır.
- Nisan 2008’de Walsum bağımsız bir Batı Sahra’nın gerçekçi bir girişim olmadığını açıklamıştır.
- Ağustos 2008’de görev süresi dolan Walsum’un yerine Ocak 2009’da Christopher Ross BM’nin Batı Sahra özel temsilcisi olarak atanmıştır.
- Şubat 2009’da Ross bölgeye bir ziyaret gerçekleştirip BM’ye bir rapor sunmuştur.
- Nisan 2009’da BM Batı Sahra’nın son durumu ile ilgili bir rapor yayınlamıştır. Bu raporun sonuç kısmında MINURSO’nun görev süresinin 30 Nisan 2010’a kadar uzatıldığı da duyurulmuştur.
- 3 Eylül 2013’de BM İşkence Özel Raportörü, Fas cezaevleri ve polis gözaltı merkezlerinde Fas’a yaptığı bir haftalık resmi ziyaretin ardından düzenlenen basın toplantısı sırasında işkenceyle sonuçlanan ilk muayene bulgularının bulunduğunu ve Sahrawi halka kötü muamele edildiğini bildirdi.
- 8 Eylül 2013’de BM İşkence Özel Raportörü Juan Méndez, Batı Sahra’daki El Ayun’da Sahrawi İnsan Hakları Savunucularının Kolektifi (CODESA) de dahil olmak üzere Sahravi insan hakları örgütlerinin temsilcileriyle bir araya geldi.
- 7 Mart 2016’da Fas, Batı Sahra’daki BM referandum misyonu (MINURSO) görevlilerinden 84’ünün ülkeden ayrılmasını istedi.
- 20 Mart 2016’da ülkeden ayrılması istenen BM misyonuna bağlı görevliler ülkeyi terk etti.
- 5 Mart 2017’de BM Batı Sahra özel temsilcisi Christopher Ross, Polisario ve Fas ile yaptığı müzakerelerden netice alamadığını gerekçe göstererek görevinden istifa etti.
- 16 Ağustos 2017’de BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Christopher Ross’un istifasıyla boşalan Batı Sahra Özel Temsilciliğine Horst Köhler’i atadı.
Neredeyse Batı Sahra sorununun başından itibaren, yani yaklaşık 50 yıldan beri bu sorunu çözmek için arabuluculuk yapan BM görüldüğü gibi henüz başarılı bir sonuca ulaşamamıştır.
Bu başarısızlığın nedenlerinden birisi olarak İslam Dünyasının sorunu çözmeye yönelik adımlar atmamasını söyleyebiliriz. Çünkü bölge halkı ve mülteciler Müslüman olmasına rağmen, bu insanlara en büyük yardımları gerçekleştiren ve arabuluculuk yapan kurumlar gayrimüslimler tarafından kurulmuş ve yönetilmektedir. Bu yüzden sorunu çözmeye çalışan taraflar Müslümanların hassasiyetine göre davranamamakta ve bu durum da sorunun çözümünü zorlaştıran olgulardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca BM’den başka hiçbir yerel ya da uluslararası kurum da sorunun çözümü noktasında tam manası ile çaba göstermemektedir.
SONUÇ
Son 50 yıldır çözülemeyen Batı Sahra krizinden dolayı yüzbinlerce insan mağdur olmaktadır. Özellikle Tindouf Mülteci Kampı’ndaki kadın ve çocuklar bu mağduriyetten en çok etkilenen kesimdir. Bu kampta sağlık, beslenme, barınma, eğitim ve temizlik gibi insanların temel ihtiyaçları BM öncülüğünde birkaç yabancı sivil toplum kuruluşu tarafından karşılanmaktadır. Bu çalışmaya göre hiçbir Müslüman sivil toplum kuruluşu doğrudan Tindouf Mülteci Kampı’nda faaliyet göstermemektedir. Ayrıca bu krizin çözülmesi için Fas-Cezayir arasında arabuluculuk yapan bir Müslüman STK veya kurum da yoktur.
Bölge de yaklaşık 50 yıldan beri BM arabuluculuk yapmıştır ve günümüze kadar Batı Sahra sorununda herhangi bir çözüme ulaşılamamıştır. Ayrıca birçok BM Batı Sahra Özel Temsilcisi sorunun çözümünün olmadığını belirterek görevinden istifa etmiştir. BM’nin bu sorunu çözememe nedenlerinden birisi geçmiş yıllarda ve yakın zamanlarda da sergilediği Polisario lehine tutumları olabilir. Bu tutum Fas hükümetinin tamamen aleyhinedir ve hiç yapıcı bir tutum değildir. Bu sorunun çözülemeyişinin bir diğer nedeni ise yıllardır bölge de arabuluculuk yapan BM’nin müzakereler esnasında karar alırken bölge de yaşayan insanların dinine, sosyolojik ve psikolojik yapısına göre esaslara dikkat etmemesidir. Çünkü bu insanları mutlu etmek ve barıştırmak isteniyorsa bu insanların en hassas olduğu noktalardan bir tanesi olan dinlerindeki esaslara çok dikkat edilmeli ve bu esaslar ön plana çıkarılmalıdır.
Gerek Türk vakıfları gerek daha geniş kapsamda olan Müslüman sivil toplum kuruluşları Batı Sahra krizini çözmek için Fas-Cezayir arasında arabuluculuk görevini üstlenmesi gerekir. Bu kriz İslam’da çatışma çözümü esaslarına göre çözülmelidir. Çünkü bölge insanının yapısına hitap edecek oradaki insanları etkileyecek en önemli unsur İslam’ın esaslarıdır. Asırlardan beri Müslüman olarak yaşayan bu halk İslam’ın esaslarını dikkate alacaktır. Bu sorun çözülemediği müddetçe Kuzey Afrika’nın yeraltı kaynakları ve stratejik konum açısından en önemli iki kardeş Müslüman ülkesi olan Fas-Cezayir arasındaki diplomatik kriz de çözülemeyecektir. Bu durum İslam dünyasını olumsuz etkilemektedir ve bölgede ki insanlar için hayat şartlarını çok zorlaştırmaktadır
KİTAPLAR
AKDAĞ Mustafa, ARKLAN Ümit (2014) Kriz Yönetimi, Nüve Kültür Merkezi Yayınları, İstanbul
AKYEŞİLMEN, Nezir (2014) Barışı Konuşmak, ODTÜ Yayıncılık, 2. Baskı, Ankara
ATAMAN Muhittin, DURAN Burhaneddin, İNAT Kemal (2016) Dünya Çatışmaları 1. Cilt, Nobel Akademik Yayıncılık, 4. Baskı, Ankara
CERAN, İsmail (2013) Fas Tarihi, Türk Tarih Kurumu, Ankara
CHRİSTİE, Ryerson (2013) Peacebuilding and NGOs, Routledge Publishers, London
GÖZEN, Ramazan (2015) Uluslararası İlişkiler Teorileri, İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul
İŞBİLİR, Cihangir (2014) Hariciyenin Yeni Aktörleri, İlmek Yayınları, İstanbul
KALIN, İbrahim (2013) Akıl ve Erdem, Küre Yayınları, İstanbul
LÜLE, Şenay (2012) Adalar Ülkesinden Sahra Çölüne, Cinius Yayınları, İstanbul
NACİ, Hikmet (1955) Tarih Boyunca Kuzey Afrika ve Berberiler, Sulhi Garan Matbaası, İstanbul
ÖZEY, Ramazan (2013) Afrika Coğrafyası, Aktif Yayınları, 2. Baskı, İstanbul
ÖZPEK, Bilgehan (2016) Barışın İdeolojisi, Liber Plus Yayınları, İstanbul
PAFFENHOLZ, Thania (2010) Civil Society & Peace Building, A Critical Assessment, Lynne Rienner Publishers, London
RAMSBOTHAM Oliver, MİALL Hugh, WOODHOUSE Tom, (2011) Contemporary Conflict Resoılution, Polite Publishers, 3. Edition, London
RYFMAN, Philippe (2004) Les ONGs, Maison D’edition de La Découverte, France
SMITH Steve and HOLLIS Martin (1990) Explaining and Understanding International Relations, Oxford University Press, USA
UYSAL, Ahmet (2016) Toplumsal Hareketler Sosyolojisi, Tezkire Yayınları, İstanbul
VOLKAN, Vamık (2007) Kimlik Adına Öldürmek, Everest Yayınları, İstanbul
YALÇINKAYA, Haldun (2007) SAVAŞ (Uluslararası İlişkilerde Güç Kullanımı), İmge Yayınları, İstanbul
TEZLER
CELİLZADE Şehla (2015) Uluslararası İlişkilerde Sivil Toplum Kuruluşlarının Yeri ve Önemi, Bakü
LAMIRI, Abdenaby (2010) Development Of The Peace Process In The Western Sahara Conflict, France
ÖZET, İrfan (2007) Bir Eğitim STK’sı Modeli Olarak Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı, Kütahya
GAZETELER
ULUTAŞ, Ufuk (2016). “İnsani Diplomasi ve Reel Kazanımlar” Akşam Gazetesi, 11 Mart
MAKALELER
CONING, Cedric (2017) Peace Enforcement in Africa: Doctrinal Distinctions Between the African Union and United Nations, Contemporary Security Policy, Vol 15, No. 2, 145-160, Holland
BHATİA, Michael (2001) The Western Sahara Under Polisario Control, Review of African Political Economy Journal, Vol 28, No. 88, 291-298, United Kingdom
OLSSON, Claes (2006) The Western Sahara Conflict, Current African Issues, No.33, Uppsala
I. Allan, (2010) Imagining Sahrawi Women: The Question of Gender in Polisario Discourse, The Journal of North African Studies, Vol 15, No. 2, 189-202, United Kingdom
İNTERNET BAZLI KAYNAKLAR
http://www.mfa.gov.tr/default.tr.mfa (2017)
https://www.hiik.de/en/daten/2016/HIIK_CoBa2016_dataset_1.0.zip (2017)
http://www.un.org/en/ (2017)
https://minurso.unmissions.org/ (2017)
http://www1.wfp.org/ (2017)
http://www.unhcr.org/tr (2017)
http://developmentofpeoples.org/ (2017)
https://drc.ngo/ (2017)
http://www.medecinsdumonde.org/fr (2017)
https://www.oxfam.org/ (2017
https://hi.org/ (2017)
http://www.cra-algerie.org/ (2017)
http://www.oxfamsol.be/fr/partners/croissant-rouge-sahraoui (2017)
http://www.sahara.gov.ma/ (2017)
http://www.maroc.ma/ (2017)
http://www.mae.gov.dz/default_en.aspx (2017)
https://europa.eu/european-union/index_en (2017)
https://au.int/ (2017)
“Barış Çalışmaları: Başlangıçtan Günümüze Değişimi” (2017) http://dergipark.gov.tr/download/article-file/203087
ÇAVUŞ, Tuğba “Dış Politikada Yumuşak Güç Kavramı ve Türkiye’nin Yumuşak Güç Kullanımı” http://dergipark.ulakbim.gov.tr/ksuiibf/article/download/5000039271/5000038144 (2017)
“Barış İnşa Sürecinin Önemli Unsuru: Bosna Hersek’te Yerlerinden Edilmişlerin Geri Dönüşü”(2017)https://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=1&cad=rja&uact=8&ved=0ahUKEwjU4dDWiO7XAhXL1xQKHRMhBy8QFggnMAA&url=http%3A%2F%2Fbys.trakya.edu.tr%2Ffile%2Fdownload%2F54297835%2F&usg=AOvVaw1Fq1WAbw_x0N9lYk222Pew
İŞBİLİR, Cihangir (2014) “Türk Dünyası Sivil Toplum Kuruluşlarının Barış İnşasına Katkıları” https://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=11&cad=rja&uact=8&ved=0ahUKEwiYiJWfuebVAhXC1xoKHQL5BWEQFghSMAo&url=http%3A%2F%2Fbilgelerzirvesi.org%2Fbildiri%2Fstk%2F29.pdf&usg=AFQjCNHHYRykBYYfOizuGhIcmbrEwly5TQ(12.06.2017)
AKTAŞ, Ayşe “İnsani Diplomasi Kavramına Genel Bir Giriş Denemesi 1” https://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=4&cad=rja&uact=8&ved=0ahUKEwiM8dqZu-bVAhUD7BQKHW9aAJcQFgg1MAM&url=http%3A%2F%2Fwww.academia.edu%2F7912118%2FInsani_diplomasi_kavram%25C4%25B1_I_-_Ayse_Akta%25C5%259F&usg=AFQjCNF4fh96i_OfDk85Zk8xzzgFCuuTvg (2017)
AKTAŞ, Ayşe “İnsani Diplomasi Kavramına Genel Bir Giriş Denemesi 2” https://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=3&cad=rja&uact=8&ved=0ahUKEwiM8dqZu-bVAhUD7BQKHW9aAJcQFggvMAI&url=http%3A%2F%2Fwww.academia.edu%2F7912122%2F%25C4%25B0nsani_diplomasi_kavram%25C4%25B1_II_-_Ayse_Akta%25C5%259F&usg=AFQjCNEMFXoTm60_WTXCteLFNZU6QL9mbw (2017)
“Dış Politikada Yumuşak Güç ve Seçili Örnek Hindistan” (2017) http://www.academia.edu/download/34925118/YUMUSAK_GUC-MAKALE.doc
“Geçmiş ile Gelecek Arasındaki Köprü: Türkiye-Mağrip Buluşması” (2017) https://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=3&cad=rja&uact=8&ved=0ahUKEwit9-74su7XAhXRo6QKHaZWAbwQFggyMAI&url=https%3A%2F%2Fwww.afam.org.tr%2Fetiketler%2Fbati-sahra-meselesi%2F&usg=AOvVaw0MiSuxCotthWKfPmXVT6U2
https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/wi.html (2017)
http://dergipark.ulakbim.gov.tr/otam/article/download/5000085723/5000079808 (2017)
https://ec.europa.eu/echo/where/africa/algeria-western-sahara_en (2017)
https://www.afam.org.tr/mozambikin-bati-sahra-ile-imtihani/ (2017)
[1] Bu makalede çatışma yoğunlukları bu sıralamaya göre yapılacaktır. Ayrıca bu çalışma aile içi şiddeti kapsamamakla beraber gruplar ve devletler arasındaki çatışmaları ele almaktadır.