Bağımsızlığını ilan ettiği günden beri (9 Temmuz 2011) Güney Sudan’ın içine girdiği yeni dönemde yaşadığı gelişmelerin ilerisi için ne getireceği uluslararası sistemde merak konusu. Beşinci yılını çoktan dolduran ülke, kuruluşundan beri bir türlü belini doğrultamadı diyebiliriz. Yeni kurulan bir düzende elbette her şeyin hemen yolunda gitmesi beklenemez ama aksi olarak daha kötüye giden bir hal var ve yola çıkarken ki beklentilerin çok uzağında diyebiliriz ülke için. Zira planlanan pek çok şey hala hayata geçirilmek için beklemek zorunda. Çünkü sıranın buna gelebilmesi için halledilmesi gereken pek çok sıkıntı söz konusu. Ülke, kuzeyden kopuşundan beri istikrara kavuşabilmiş değil. Bağımsızlık referandumunun yıllardır süren çatışma ortamını bitirmesi umuluyordu. Ancak petrol zengini ülke gerek etnik gerekse siyasi olarak bölünmüş durumda.
9 Temmuz 2011’de bağımsızlığını ilân eden Güney Sudan, BM’nin 193., Afrika Birliği’nin ise 54. üyesi olmuştu fakat iki taraf arasında sınırların çizilmesi, var olan problemleri ortadan kaldırmadığı gibi bilakis daha görünür hale getirdi. Ayrılma gerçekleştikten hemen sonra sıkıntılar baş göstermeye başladı. Zira hem halledilemeyen meseleler vardı hem de yaşanan gelişmeler daha yenilerine gebeydi. Çözülmesi için gerekli hassasiyet gösterilmeyen, üzerinde durulmayan konular daha yenilerinin kaynağı oldu. Her şey bağımsızlıkla hallolacak ve yoluna girecekmiş gibi hareket edilince sıkıntılar katmerlenmeye başladı. Mesela güneyin bağımsızlığı için mücadele eden Sudan Halk Kurtuluş Ordusu üyelerinin silahlı faaliyetleri Temmuz 2011’den iki ay gibi kısa bir süre sonra bile tekrar görülmeye başladı. Çünkü bu harekete mensup olup Hartum hükümetine karşı savaşan çok sayıda isyancı milis, Temmuz ayında Güney Sudan’ın bağımsız olmasıyla Sudan’ın sınırları içinde kaldılar. Zaten Güney Kordofan eyaletinde yaşayanların önemli bir bölümü, ülkede 22 yıl süren iç savaş boyunca ayrılıkçılara destek vermişti. Daha önce de şiddet olaylarının görüldüğü, sınırda bulunan Güney Kordofan ve Mavi Nil gibi bölgeler 2011’in sonuna kadar ordu ve Güney Sudanlı isyancıların yoğun çatışmalarına sahne olmaya devam etti. Hatta çok geçmeden Sudan devlet başkanı Ömer el-Beşir tarafından Mavi Nil Eyaleti’nde olağanüstü hal ilan edildi. Akabinde de Hartum yönetimi yeni komşusunu BM Güvenlik Konseyi’ne şikâyet ederek sınırlarında karışıklığa neden olmakla suçladı. Güney Sudan yönetimi ilk büyük sıkıntısını dış ilişkiler olarak ayrıldığı komşusuyla yaşıyordu.
Olayların sınırda meydana gelmesi tansiyonu yükselten bir unsurken sınırın bizatihi kendisi ciddi bir mesele olarak Hartum ve Cuba hükümetlerinin önünde durmakta gecikmedi. Sudan ve Güney Sudan arasında yıllarca süren savaşın yaşandığı bölgelerden olan sınır üzerindeki Ebiyi bölgesi zengin petrol yataklarına sahip olduğundan sınır anlaşmazlıklarına ve çatışmalara sebep oluyor. Hartum yönetimi de Güney Sudan hükümeti de bağımsızlıktan sonra Ebiyi’de askeri kuvvet bulundurma noktasında geri adım atmıyor. 1700’den fazla Etiyopya askerinden oluşan BM barış gücü buraya ulaştıktan sonra iki taraf askerlerini çekme kararı alsa da buranın hangi ülkenin yönetiminde kalacağına hala karar verilmiş değil. Buradaki sınırların çizilememiş olması gerginliğe yol açıyor. Güney’in bağımsızlığı için pek hayır getirmese de durum burası için de bir referandum yapılarak ya da BM gözetiminde yapılacak görüşmelerde belirlenecek.
Güney Sudan bağımsızlıktan sonra ikinci altı ayına adım attığı ilk zamanlarda bu sefer dâhili bir problemle uğraşmak zorunda kaldı. Ülkenin doğu eyaletlerinden Jonglei’deki aşiret hesaplaşmaları, çatışma, baskın ve yağma olayları uluslararası gündemde yer edecek kadar şiddetlendi. Yüzlerce kişinin ölmesi yanında on binlerce kişi de yerlerini terk etmek zorunda kaldı. Ancak hükümet, aşiretler arasındaki çekişmeyi sona erdirmekte zorlandı.
Güney Sudan, aşiretler arası mücadele ile uğraşırken ülke için iyi mi kötü mü olduğu net bir durum arz etmeyen radikal bir karar aldı: Bağımsızlıktan önce en çok bel bağladığı ve umut beslediği petrol üretimini tamamen durdurdu. Güney hükümeti ülkedeki 900’den fazla kuyuyu kapatarak gelirinin yüzde 98’ini oluşturan petrol üretimini durdururken Sudan yönetiminin kendilerinden aldığı petrolün parasını vermediğini, borçlarını ödemediğini iddia etti. Güneyin bağımsızlığından sonra petrol rezervlerinin dörtte üçü diğer tarafta kalan Sudan’ın ayrılık gerçekleşmeden önceki günde 470 bin varillik petrol üretimi sekteye uğramıştı. Bu da Sudan’ın zaten iyi olmayan ekonomisini daha da zora sokmuştu. Güney Sudan bu sefer de günde 350 bin varili bulan petrol gönderimini durdu. Ancak Hartum yönetimi elini güçlü görüyordu ki güney hükümetinin petrol üretimini sona erdirme kararından sonra konuyla ilgili Sudan Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada “petrolleriyle istediklerini yapabilecekleri” vurgusunun ardından bu durumdan “karşı tarafın zararlı çıkacağı”nın altı çizildi. Sudan’ın bu özgüveninin ardında yatan sebepler ise oldukça basit. Çünkü ülke hala kendine ait petrol rezervlerine sahip olduğu gibi daha da önemlisi Güney Sudan petrolü işleme noktasında yüksek teknolojiye ve yeterli altyapıya sahip değil. Rafineriler ve altyapının büyük kısmı Sudan’da yer aldığı için iki tarafın üretim sürecinde ne kadar yer alacağı konusunda halen tartışma var. Üstelik petrolü taşıyacak boru hattı Sudan’dan geçerek Kızıldeniz’deki limana ulaşıyor. Sudan, kendisini avantajlı gördüğü için liman vergilerini ödemediği gerekçesiyle 650 bin varil petrol yüklü Güney Sudan gemilerinin hareket etmesine de izin vermemişti.
İki ülkeden petrol satın alan Çin, tarafları masaya çekmeye çalışsa da 815 milyon dolarlık petrol gelirinin yarattığı kriz için Etiyopya’da Cumhurbaşkanları Ömer el-Beşir ve Salva Kiir Mayardit’in buluştuğu petrol zirvesinden anlaşma çıkmadı. Sudan Devlet Başkanı Beşir petrol konusunda yaşanan gerginliğin tırmanması nedeniyle ülkesiyle Güney Sudan arasında savaş çıkmasının “muhtemel olduğunu” belirtse de taraflar Afrika Birliği’nin öncülük ettiği müzakereler kapsamında “saldırmazlık” anlaşması imzaladı.
İki ülkeyi savaşın eşiğine getiren petrol üretimi ve ihracatı konusunda anlaşmaya varmak neredeyse bir seneyi buldu. Afrika Birliği’nin arabuluculuğunda yapılan görüşmelerde petrol ihracatının yapılabilmesi için sınırlar arasında tampon bölge kurulmasıyla üretime tekrar başlanması, Sudan’daki boru hatlarının petrol ticareti için kullanılması, sınırdan 10 km içeriye doğru iki tarafın da askerlerini çekerek bölgenin silahsızlandırılması ve bazı ekonomik konularda mutabakat sağlanmış durumda. İki mesele ise hala masada duruyor. Her iki tarafın da hak iddia ettiği Ebiyi bölgesi ile sınır konularında anlaşma sağlanamadı. Anlaşma sağlanamayan bir diğer konu ise Güney Sudan’da bulunan Sudan vatandaşlarının ve Sudan’da bulunan Güney Sudan vatandaşlarının hakları. 2013’ün başı itibariyle Güney Sudan’da 80 bin Sudanlı, Sudan’da ise 500 bin Güney Sudanlı bulunuyordu. Tabii olarak Sudan’daki mültecilerin sayısına bir de yaşadığı iç savaş sonunda zorunlu göçe maruz kalan güneylileri de eklemek gerekiyor.
Üstelik barışa kadar geçen bir yıllık sürede Güney Sudan neler yaşamadı ki. Bir tarafta aşiret çatışmaları meydana gelirken diğer tarafta, “saldırmazlık” anlaşmasına rağmen Sudan-Güney sınırındaki bazı tartışmalı bölgelerde iki ülkenin silahlı kuvvetleri arasında çatışmalar çıktı. Bunların en önemlisi ise Hiclic’ti.
BM ve Afrika Birliği, Hiclic petrol üretim sahasında yaşanan çatışmalarla ilgili kaygılarını dile getirirken ülkeler birbirini suçlamaya devam etti. Hatta gelişmeler üzerine Sudan Cumhurbaşkanı Beşir, Cuba’da gerginliği azaltmak için yapılacak olan görüşmeye gitmekten vazgeçerek Hiclic’teki petrol üretim alanı ve boru hatlarına hava saldırısı düzenledi. Ardından Etiyopya’da gerçekleştirilen barış görüşmelerindeki diplomatlarını geri çağırdı. Sudan barış görüşmelerinden çekilse de Güney Sudan’ın, Hartum’un egemenliğindeki Hiclic’te kontrolü ele geçirmesi sınır ihlali teşkil ediyordu ve bu Sudan yönetimi tarafından kabul edilemez bir işgal durumuydu. Üstelik kuzey yönetiminin işlettiği Hiclic petrolleri ülkenin günde 115 bin varillik petrol üretiminin yarısını karşıladığı için burası ekonomik olarak da değerliydi. Hollanda’nın başkenti Lahey’deki Uluslararası Uyuşmazlık Mahkemesi, 2009’da aldığı bir kararla statüsü üzerinde uzlaşma sağlanamayan Ebiyi’nin 100 km doğusunda yer alan Hiclic’i Sudan’nın Güney Kordofan eyaletine bağlı bir bölge olarak kabul etmişti. Ancak Güney Sudan bu ele geçirme saldırısıyla kararı tanımadığını gösteriyordu. Çatışmalar sırasında Güney Sudan’ın Unity eyaletindeki BM Barış Gücü karargâhı da Sudan saldırısından nasibini almıştı. Öte yandan bölgedeki işgalin ardından Sudan parlamentosunda oy birliği ile alınan kararla, Güney Sudan hükümeti “düşman” ilan edildi. Sudan’da Ömer el-Beşir Güney Sudan’a karşı çok sert ifadeler kullanarak tehditkâr mesajlar gönderirken Afrika Birliği arabulucusu tarafların “savaş mantığına kilitlendiği”ni söylemekten kendini alamıyordu. Beşir’in açıklamalarını dikkate almayan Cuba hükümeti tüm sorunların barışçıl yöntemle çözümünü sağlamaya kararlı olduklarını, Sudan ile savaş halinde olmadıklarını ve bu ülkeyi düşman değil, dost ve komşu bir ülke olarak kabul ettiklerini belirtirken aksi yönde hareket edip diğer eyaletlere saldırdığı haberleri gelmeye devam etti. Artık Sudan’da seferberlik hali devredeydi ve yerel kaynaklara göre binlerce gönüllü güney sınırına sevk edilecekti.
Tüm bunlar yaşanırken BM ve Afrika Birliği düşmanlığın sona erdirilmesi, askerlerin sınırdan içerilere çekilmesi telkinlerinde bulunurken güneyin hukuki kararı görmezden gelerek Hiclic’i kontrol etmesi uyarılarında hiç yer almamış, hep Sudan’ın hava saldırısı kabahat olarak zikredilmiştir. Çin ve ABD’nin tavrı da aynı yönde olmuştur. Fakat çok geçmeden Sudan yönetimi 20 Nisan’da (2012) Hiclic kentini geri aldığını duyurdu. Kontrolü ele geçirdikten on gün sonra tekrar bölgeyi kuzeye bırakan Güney Sudan’ın iyi ilişkiler kurmanın yollarını aramak durumundayken niçin böyle bir girişimde bulunduğunu anlamak güç.
Afrika Birliği’nin şiddetin sona ermesi ve barış müzakerelerinin başlaması için gösterdiği çabalara destek kabilinden BM Güvenlik Konseyi de taraflardan aralarındaki sorunları üç ay içinde çözmesini ve hemen Hartum ile Cuba yönetimlerinin yazılı güvence sunmasını istedi. İki hafta içerisinde Afrika Birliği gözlemcileri eşliğinde barış görüşmelerine başlanmasını isteyen konsey, taraflar güvenceyi sunmazlarsa yaptırımların doğrudan devreye gireceği uyarısında bulundu. Bütün bunlar ve uluslararası toplumun yarattığı baskının büyük etkisi olsa da Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’daki görüşmelerde tartışmalı konular ve 1.800 kilometrelik sınırın akıbeti belirlenemedi.
Beklenen anlaşma çok geç geldi. Fakat Güney Sudan hala topraklarında güvenliği sağlamaktan aciz durumdaydı. BM Barış Gücü görevlileri saldırıya uğrarken ordu, David Yau Yau liderliğindeki gerillalar ile çatışmalara girdi. Güney Sudan ordusu, aşiretler arasında çatışmaları önlemek için yaptığı silahsızlanma çalışmalarında ise insan hakları ihlalleri yapmakla suçlandı. Diğer tarafta Sudan hükümetinin Güney Sudan’ı sınırın kuzeyinde isyancıları desteklemek ile suçlamasından dolayı bu anlaşma maddeleri yürürlüğe konulamadı. Ömer el-Beşir, Sudan üzerinden petrol transferinin yanı sıra taraflardan birinin, diğerinin mücadele ettiği isyancı güçleri desteklememesi üzerine de anlaşıldığını hatırlattıktan sonra Cuba yönetiminin isyancılara yardım etmesi durumunda, petrol transferini kesebileceklerini ifade etti.
Kuzeyden ayrıldıktan sonra ilk olarak Sudan’la sınır üzerinde çekişme yaşayan Güney Sudan dâhili ve harici problemleri bile henüz atlatamamışken 2013 yılının sonuna doğru çok daha yakından hissedeceği bir felaket patlak verdi. Ülke bağımsızlığından sadece iki buçuk yıl sonra darbe girişimine sahne oldu. Devlet Başkanı Salva Kiir Mayardit, Temmuz’da görevden aldığı yardımcısı Riek Machar’ın kendisine bağlı askerlerle yaptığı darbe girişimiyle mücadele etmek zorunda kaldı. Başkent Cuba’da çatışmalar oldu. Ülkede olağanüstü hal ilan edildi. Akşam 18.00’den sabah 06.00’ya kadar sokağa çıkmak yasaklandı. Devlet televizyonu ve radyo yayını da kesildi. Devlet Başkanı Salva Kiir’i devirmeye yönelik girişimin ardından başlayan çatışmalarda yüzlerce kişi öldü ve daha fazlası yaralandı. Aralarında Maliye eski bakanının da olduğu bazı üst düzey siyasetçiler ve askeri yetkililer gözaltına alındı. Daha ülke olamadan neredeyse uzun ömürlü bir devletin yaşayabileceği bütün problemlerle karşı karşıya kalan Güney Sudan, karşılaştığı darbe girişimiyle başı tekrar derde girdi. Olaylar başkent Cuba’nın dışına çıktı ve bazı bölgeler isyancı grupların eline geçti. Yönetim bu girişimi kontrol altına almıştı belki ama meydana gelen isyan etnik bir mücadeleye bürünmüştü bile. Dinka kabilesi üyesi olan Devlet Başkanı Salva Kiir ve Nuer kabilesi üyesi eski yardımcısı Riek Machar’ın destekçileri (iki kabilenin nüfusu ülkenin yüzde 80’ini oluşturuyor) arasındaki çatışmalar ülkede yavaş yavaş bir iç savaşa doğru evrildi. Riek Machar’ın liderliğindeki isyancılar bazı bölgelerin kontrolünü eline geçirerek ülkenin orta ve kuzey bölgelerinde ilerleyişini sürdürdü. Artık çatışmalar 10 federal bölgeden beşine yayılmış durumdaydı. İsyancı milislerin kontrolündeki Bor kentinde kendi vatandaşlarını tahliye etmeye çalışan Amerikan uçakları vurulunca hem ABD hem de Almanya, Fransa ve Hollanda ülkedeki vatandaşlarını tahliye etti. BM, 5 bin 500 ek güç göndererek ülkedeki toplam barış gücü asker sayısını 12 bin 500’e çıkarttı. ABD’nin bölgeye asker göndermesinin ardından Japonya da ülkedeki Güney Kore birliklerine askeri mühimmat yollama kararı aldı.
Dünyanın en genç ülkesi Güney Sudan’da iki büyük etnik grup iktidar savaşı verirken gelişmelerin ne kadar kaygı verici olduğu yetkili ağızların açıklamalarında da görülebiliyordu. Birleşmiş Milletler özel temsilcisi ve Güney Sudan Misyon Şefi Hilde Johnson çatışmaların sürpriz olduğunu öne sürerek “Ülkede soruna neden olacak tansiyon olduğunu biliyorduk. Fakat ne Sudanlıların ne de ülkede ve dışarıda bulunan gözlemcilerin istikrarın bu kadar çabuk bozulabileceğini tahmin ettiklerini düşünmüyorum” ifadelerini kullandı. Hükümetler arası Kalkınma Otoritesi’nin (IGAD Cibuti, Eritre, Etiyopya, Kenya, Somali, Sudan, Güney Sudan ve Uganda) Güney Sudan’daki krizi çözmek için Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da yürüttüğü arabuluculuk çalışmaları sonucu taraflar ikna edilmeye çalışıldı. Görüşmeye onay verilse de süreç daha başlamadan ertelendi. Patlak veren iç karışıklık dünyanın en genç ülkesini sallarken şiddet olaylarının tırmanmasıyla çatışmaların yoğunlaştığı Unity ve Jonglei eyaletlerinde olağanüstü hal ilan edildi.
Güney Sudan’daki bu iç karışıklık, petrol sahalarının güvenliğini tehlikeye atabileceği için komşu ülke Sudan’da endişeye neden oldu. Bu sebeple güneydeki rezervlerin korunması için Hartum ve Cuba yönetimleri, bölgeye ortak askeri güç konuşlandırma kararı aldı. Cuba hükümeti, önlemlerini yetersiz görmüş olacak ki iki ülke ekonomisi için de hayati öneme sahip olan yeraltı kaynağının güvenliği konusunda, geçmişte çok iyi geçinemediği komşusuna el sıkışma teklifinde bulunmuştu. 2014 senesine gelindiğinde Doğu Afrikalı liderlerin arabuluculuğunda gerçekleşen toplantının sonunda Güney Sudan yönetimi ve isyancı militanlar ateşkes anlaşmasını Addis Ababa’da imzaladılar (23 Ocak 2014). Ancak iki taraf da bazı ihlaller olduğunu ileri sürerek birbirlerini anlaşmaya saygı duymamakla itham ettiler. Bu gibi ihtilaf ve fikir ayrılıklarından ötürü ateşkes gerçekleşemedi. Ülkede kriz devam ederken ABD, çatışmalara katılan isyancı lider Riek Machar’a bağlı ordu kumandanı Peter Gadet ve Devlet Başkanı Salva Kiir’in Koruma Birliği Başkanı General Marial Chanuong’a ait mal varlıklarının dondurulduğunu, Amerikalı şahıs ve kuruluşların bu kişilerle iş yapmasının yasaklandığını duyurdu.
2014 Mayıs ayında Etiyopya’nın arabuluculuğu ile yapılan barış görüşmelerinde her iki taraf çatışmayı sonlandıracak anlaşmaya imza attı ancak tam olarak el sıkışmadı. Anlaşmaya göre 24 saat içinde ateşkesin uygulanması, çatışmalardan zarar görenlere insani yardımların ulaştırılması, BM ve uluslararası ajanslarla şartsız işbirliğine gidilmesi, geçiş hükümetinin kurulması ve daimi bir anayasanın hazırlanması öngörülüyordu. Ayrıca 2015’te gerçekleştirilecek seçimlere geçici hükümetle gidilmesinin en iyi seçenek olduğu konusunda mutabakata varıldı. Ancak geçici hükümette kimlerin yer alacağı konusunda karar alınmadı. 23 Ocak’taki anlaşma gibi bu da kâğıt üstünde kaldı ve anlaşmaya atılan imzaların mürekkebi kurumadan taraflar birbirini ateşkesi bozmakla suçladı. Bu arada çatışmalar öyle boyutlara ulaşmıştı ki şiddetin başladığı beş ay öncesinden beri insanlığa karşı suç işlendiğini belirten BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon, Güney Sudan için özel mahkeme kurulmasını istedi.
Nihayet 2014’ün sonunda IGAD’ın krize çözüm bulma amacıyla Etiyopya’da düzenlediği zirvede ateşkes sağlandı. Sonraki bir tarihte liderler geçici hükümetin kurulması ile yasama, yürütme ve hükümet görevlerinin paylaşımını öngören bir anlaşma imzaladı. Buna rağmen masa başında alınan kararların sahaya pek yansımadığı söylenebilir. Gene de iç savaşın sona ermesi için hem Afrika Birliği hem de bölge ülkeleri çaba sarf etmeye devam ediyordu.
Ülkede 2013 yılının sonunda siyasi liderler arasında güç mücadelesi şeklinde başlayan uzlaşmazlık etnik çatışmalara dönüşmüştü ve 2015’in sonlarına gelindiğinde bilanço bir hayli ağırdı. Ülkede çok ciddi bir emniyet sorunu oluştu. BM helikopterinin düşürülmesi ve yine BM kamplarına yapılan saldırılar sırasında onlarca insan öldü. Güvenlik zafiyeti sebebiyle muhtaç kimselere yardımlar ulaştırılamadı. Gönüllülük esaslı sağlık ve yardım faaliyetleri pek çok kez sekteye uğradı.
Birleşmiş Milletler raporu, Güney Sudan’da ordu ve bağlı birliklerin çok sayıda kadın ve kıza tecavüz edip diri diri yaktığını söylüyordu. BM Güney Sudan Misyonu (UNMISS), Güney Sudan Ordusu (SPLA) ve silahlı grupların ülkede işledikleri şiddet eylemlerini, insan hakları ihlallerini belgeledi. UNMISS’in mağdur ve görgü tanıklarının ifadelerine dayandırılan raporunda, ordu ve bağlı grupların sivilleri öldürdükleri, evleri ve iş yerlerini yağmaladıkları, köyleri tahrip ettikleri, 100 binden fazla kişiyi göçe zorladıkları belirtiliyor. 2014’te Bentiu kentini ele geçiren muhalif Nuer kabilesi isyancılarının kentteki cami, kilise ve hastanelere girerek katliam yaptıkları, çatışmalardan kaçmaya çalışan kişilerin Nil Nehri’nde boğuldukları gelen haberler arasındaydı.
Zengin kaynaklara sahip ama fakir bu ülkede kaosun ciddi insani etkileri olduğu yüzleşilmesi gereken en büyük en ciddi gerçek. İç savaş yüzünden yaklaşık 10 bin kişi hayatını kaybetti, 2 milyonun üzerinde insan ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. 900 bin Güney Sudanlı şu anda komşu ülkelerde sığınmacı olarak yaşıyor. Etiyopya, Uganda, Kenya, Demokratik Kongo ve Sudan’a kaçan insanlar var. Yaklaşık 94 bin kişi süren çatışmalar ve şiddet olayları sebebiyle, BM’ye ait yerleşkelerde barınıyor. Bölgede, baş gösteren kolera ve sıtma gibi hastalıkların yanında milyonlarca kişinin, temiz su, gıda, hijyen ve barınacak yere ihtiyacı var. BM’nin Güney Sudan yetkilisi Toby Lanzer, 2014’ün ortalarında yaptığı açıklamada “Şimdiye kadar 740 milyon dolar toplandı ancak halen 1 milyar dolardan fazla açığımız var” ifadelerini kullanıyordu. İç karışıklık yüzünden çocuklar, açlık ve hastalıkla savaşırken on binlercesi ölüm tehlikesiyle karşı karşıya. Can güvenliğinden mahrum pek çok insan en azından kampların yakınında olmayı tercih ediyor.
UNICEF’in verdiği bilgiye göre, ülke genelinde sadece son bir yıl içinde çoğu erkek 12 bin civarında çocuk, silahlı gruplar tarafından zorla askere alındı ve binlercesi “çocuk asker” statüsünde halen savaşıyor. Verilen rakamlara göre; Güney Sudan’da 14 bin çocuk asker bulunuyor. Çocukların yüzde 59’u ilkokul eğitimi hakkından mahrum ve devam eden çatışmalar nedeniyle ülkedeki her 3 okuldan biri faaliyet gösteremiyor. Halkın bu durumuna bakıldığında hala bağımsızlığı mı istedikleri yoksa daha önce Sudan’la iç savaş halinde oldukları kötü şartların mı iyileştirilmesini tercih ettikleri net değilse de hallerinden hiç memnun olmadıkları, bağımsızlığın umdukları şeyi getirmediği apaçık ortada. 2016’da BM’nin yayınladığı raporda yürek burkucu pek çok olay ve detayları yer alıyor. Özellikle kendisini destekleyen milislere gerçekleştirdiği insanlık dışı vakalarda rejimin izin vermiş olması dikkat çeken bir husus. İç savaşta bütün tarafların pek çok zulme neden olduğu belirtilen raporda, 2015’te bunların çoğunun sorumlusunun hükümet güçleri olduğu ifade ediliyor.
Dünya Gıda Programı (WFP) 2011’de bağımsızlığını ilan ettikten sonra şiddetin pençesinden kurtulamayan 11 milyonluk Güney Sudan’da nüfusun yarısının aç olduğunu açıkladı. On binlerce kişi yiyecek bulma umuduyla Darfur gibi bölgelere akın etmeye başlamış durumda. Şu an Sudan’da pek çok Güney Sudanlı bulunuyor ve başkent Hartum’da dahi varlar. Ekonomik durumun vahametinden bütün ülke etkilendiği için çatışmalardan uzak kalan eyaletlerde bile açlık gözle görülebiliyor. Savaşın dışında Güney Sudanlılar kuraklıkla da boğuşuyor. Ekonomi çökmüş vaziyette, gıda fiyatları vatandaşların satın alamayacağı kadar yüksek.
Kâğıt üstünde kalan kırılgan ateşkes anlaşmaları çare olmuyor. Ağustos 2015’te Salva Kiir yönetimiyle Riek Machar güçleri arasında barış anlaşması yapılmış, anlaşmanın ardından Machar eski görevine geri dönmüştü. Hükümet ile muhalifler arasında imzalanan anlaşmasının uygulanması çerçevesinde Nisan’da Cuba’da mevcut hükümet feshedilerek geçici hükümet kuruldu. Geçici hükümette sandalyeler, hükümet, muhalefet ve eski siyasi tutuklular grubu olmak üzere üç taraf arasında bölüşüldü. Söz konusu anlaşma, ayrıca uzun süren savaşın ardında bıraktığı sosyal ve psikolojik etkilerin giderilmesi için 30 aylık geçici hükümet döneminde çalışmalar yapacak Milli Barış ve Uzlaşı Komisyonu’nun kurulmasını öngörse de sükûnet bir türlü sağlanamadı. İki yönetici de Başkanlık Sarayı’nda iken hükümete bağlı güvenlik güçleriyle silahlı muhalif gruplar arasında çıkan sıcak çatışmalar kırılgan bir barış sürecine sahne olan ülkede yeniden bir iç savaş endişesine yol açtı. İki yıl süren iç savaşın ardından barışan başkan ve başkan yardımcısına bağlı birlikler birbirleriyle çatışınca ülkede huzur sağlanamadan yeniden iç savaş tehlikesi baş gösterdi. Devlet başkanı Kiir ve eski isyancı başkan yardımcısı Riek Machar sükûnet çağrısında bulunup kendi taraftarlarına tansiyonun düşürülmesi çağrısı yapsa da yerel kaynaklar, liderlerin çağrısının sahaya yansımadığını dile getiriyor. Yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği olaylardan sonra barış umutları iyice azaldı. Barışın kapıdan içeri adım atamadığı Güney Sudan’da Kiir ile Machar’ın orduları hala birbirinden ayrı. BM öncelikle Güney Sudan’a giden silahlara ambargo konulması, daha sonra ise anlaşmanın ve BM Güney Sudan Misyonu’nun güçlenmesini engelleyen yetkili ve askeri birliklere yönelik yaptırım uygulanması gerektiğini söylese de Cenevre’deki Graduate Institute of International and Development Studies üniversitesinde yürütülen The Small Arms Survey projesinde yayımlanan rapora göre; 2013’ün sonunda Bentiu’da UNMISS’in kendi elleriyle verdiği silahlar daha sonra asi general James Koang’ın savaş ve insanlık karşıtı suçlarında kullanıldı. Topladığı silahları kendi kontrolünde tutmak yerine her ne kadar askeri bir yetkili olsa da ülkedeki gergin ortamda iki taraftan birinin savunuculuğuna soyunma ihtimali olan Koang’a teslim etmek, BM Güney Sudan Misyonu’nun alenen başarısızlığını göstermektedir.
Başkent Cuba’da bile halkın durumu içler acısı. Cuba’da çatışmaların patlak vermesiyle ülkedeki yabancı vatandaşlar geri çağrıldı. Huzuru sağlamak adına türlü adımlar atılsa da barış şafağı için tan yeri ağarmış değil ve dünyanın en genç ulusunun geleceği karanlık bir dönemeçte. Yeniden yaşanan şiddet olayları 2013’te başlayan iç savaşı durdurmak için imzalanan kırılgan barış anlaşmasını tehlikeye soktu. Güney Sudan Eski Başkan Yardımcısı Riek Machar, ülkede yaşanan çatışmaların ardından Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ne kaçmış durumda. BM yeni barış gücü askerlerinin Güney Sudan’a gönderilmesi ve faaliyetlerinin garanti altına alınması, yeni misyonun yapısı, yetkilendirilmesi ve ülkede kalış süresi vs. hakkında kararlar alıp planlar çizmeye devam ediyor. Ancak gidişatın iyiye çevrilmesi adına radikal değişiklikler yok, varsa da masadan sahaya intikal etmiyor. Örneğin şiddet olaylarında sivillerin korunmasında gerekli önlemlerin alınmamasının faturası barış gücü komutanına kesilerek görevden alındı ancak her şeye rağmen sivil kayıpları devam ediyor. Ne kapalı kapılar ardındaki odalarda, masaların etrafında alınan, kâğıtlar üstüne yazılan kararlar ve bir umut diye ihdas edilen müesseseler insanların açlıktan zayıf düşmüş bedenlerine çare oluyor ne de sayıları artırılan barış gücü askerleri sivillerin can güvenliğini sağlayabiliyor. Güney Sudan halkı raporlarda geçen rakamlardan ibaretmiş gibi muamele görüyor.
Sudan’dan kopuş, başarısız hatta kötü bir netice doğurduğu için olmalı ki Afrika Birliği, istenmeyen sonuçlara emsal teşkil etmemesi için Somaliland bölgesinin Somali’den yarı bağımsızlığını tanımayı reddeden bir tutum içerisine girdi. Bu gibi ayrılıkçı hareketlerin durumu çok iyi tetkik edilmezse Senegal’in güneyindeki Kazamans bölgesi, Tanzanya’daki Zanzibar (Zengibar) Adası ve Kenya’daki Mombasa’nın başına da aynı felaketlerin gelmesi kaçınılmaz olur. Ayrılmanın ancak problemleri kopyalanıp çoğaltmak, yenilerine kuluçka hizmeti sunmak işlevi gördüğü, işleri daha da içinden çıkılmaz bir hale getirdiğine en iyi örnekler Eritre ve Güney Sudan’dır.
Afrika kıtasının yüzölçümü olarak en büyük ülkesinden ayrılan Güney Sudan’ın bu kopuşundaki sebeplerin ne olduğu belki de tekrar tahlil edilmesi gerekiyor. Afrika’nın en büyük ülkesinin bölünmesini güneyde Hristiyan nüfus yoğun diye basite indirgemek ve dünyanın en uzun süren sivil savaşı olarak bilinen Sudan çatışmasını dinler veya etnik gruplar arası mücadele olarak değerlendirmek hata olur. Hayat şartları ve insani durumun en büyük faktör olduğu da unutulmamalıdır. Elli yıllık mazide hiçbir zaman hükümet gündeminde yer almayan halkın haklarından mahrum bırakılması da önemli bir meseledir. Beşir’in bölgedeki zenginliği yine bölge için kullanmasından başka durumu düzeltecek daha iyi bir seçeneği yoktu. Ne yazık ki bu Sudan için şu an uluslararası kamuoyunda da bilinir olan Darfur meselesinde de aynı ve oranın da akıbeti meçhul. Etnik çeşitliliği ve çok kültürlülüğü anlayamayan liderlerin sebep olduğu anlaşmazlıklar ise kolektif bilincin oluşturulmasına hep çelme taktı. Yalnız bu kimlik krizinin menşeini İngiliz emperyalizmi ve tarihte Sudan’daki sömürge düzeni oluşturmaktadır. Hâsılı güneye ilgi duyup eşit kaynak sağlamak önemli bir konuydu. Bunun olmaması halinde ciddi bir hoşnutsuzluk ve tuzu biberi olacak kimlik davasının beraberinde gelmesi işten bile değildi. Günlük maliyeti iki milyon dolar olduğu söylenen kopuştan önceki savaş, bunun yerine finansal imkânları politik ve ekonomik meselelerle başa çıkmada kullanmaktan daha kolay geldi anlaşılan. Ayrıldıktan sonra sorunları çözmek için girişilen faaliyetler de ayrılmanın önüne geçmemede gösterilen samimiyetsizlikle aynı. Şu an toplumu kenetlemeye çalışan sözde çabaların, öncesindeki birbirinden uzaklaşmayı görmezden gelmekten farkı yok.
Bağımsızlık, uzaklaşmaktan ve problemlerle yalnız başına mücadele etmekten başka bir şey demek olmadığı için bunun yerine şiddeti azaltmak, kolektif şuuru beslemek, uzlaşma kapılarını zorlamak, hukuku işlevsel kullanmak, uluslararası kamuoyunun farkındalığını artırmak, iletişimi canlı tutmak gibi yöntemler daha zahmetli ve zor olsa da daha verimli olabilirdi. Güney Sudan, bağımsızlıkla her şeyin kolay olmadığını peş peşe yaşadığı acı olaylarla müşahede etti. Petrol meselesinden dolayı ekonomik özgürlük yine mümkün olmadı. İki yıl sonra karşılaşılan etnik çatışma ve evrildiği iç savaş bağımsızlığın kimlik problemini de çözemeyeceğini gösterdi.
6.7 milyar varillik petrol rezervine sahip Sudan’da bu rezervlerin yüzde 75’i güneyin sınırları içerisinde kaldı ve 2010 rakamlarına göre de Güney Sudan gelirinin yüzde 98’ini petrolden elde ediyor. Bölünme ile Sudan, gelirlerinin yüzde 37’sini kaybetmişken, Güney kendine kalan payın ne kadarını şu an ki mutluluğu ve geleceği için verimli olarak kullanabildi? Ülke dünyanın en yüksek çocuk ölümü oranına ve en düşük eğitim göstergelerine sahip. Her 10 çocuktan biri, 1 yaşına gelmeden hayatını kaybediyor, nüfusun yüzde 85’i de okuma yazma bilmiyor.
Çatışmalarla sürekli yıpranan, kimi zaman elindeki petrolü bile satamadığı için kendisine dert olan ülke 2005’te varılan Kapsamlı Barış Anlaşması (CPA) gereği, 9 Ocak 2011’de düzenlenen referandumda yüzde 98,83 oy oranıyla Sudan’dan ayrılma kararı almakla doğru mu yaptı? Evet, tek bir ülke iken 22 yıl süren iç savaşta 2 milyondan fazla insan hayatını kaybetmişti. 4 milyondan fazla kişi yerlerinden olmuştu ancak bağımsızlığını kazandığı 5 yıl içinde aldığı yaralar ve hasar Güney Sudan’ın çok daha iyi yola girdiğini mi gösteriyor? Aynı istikamette kaybetmeye devam ederken çok kıymetli kazanımlar mı elde etti? Ümit ettiklerinin ne kadarını gerçekleştirdi yahut ne kadarına yaklaşabildi? Maalesef halkı dış yardımlarla ayakta kalmaya çalışan Güney Sudan şu an için Afrika’nın “en kırılgan devleti”.