Türklerin Afrika ile olan münasebetleri Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından çok daha eski bir geçmişe gider. Hal böyle iken günümüzde Türkiye’nin yaşlı kıta ile olan ilişkilerine baktığımızda Osmanlı döneminin diplomasisinin bazen ihmal edildiği görülür. Halbuki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın baştan beri Afrika-Türkiye ilişkilerinin üzerinde durmuş olması ve halen Afrika’daki Osmanlı mirası üzerine birçok tarihi projeyi desteklemesi Türkiye-Afrika ilişkilerine taze bir heyecan katmıştır. Bu vesileyle tarihi münasebetlerden dolayı Afrika politikalarında vazifeli kadroların tarihi ilişkilerimiz hakkında bilinçli olması elzemdir. Başka bir deyişle diplomatından memuruna kadar Afrika’da vazife yapan kadroların bulundukları bölgelerdeki Osmanlı varlığından haberdar olmaları yanɪnda bu bilgiyi diplomaside işleyecek donanɪma sahip olmalarɪ fevkalade önem arzeder.
Katip Çelebi’nin Cihannüma adlı eserinde Afrika haritasɪ,1654.
Mesela Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde bahsettiği Kahire’de metfun Osmanlı alimi Kürt Sinan Efendi’nin mezarı Mısır’daki temsilciliğimiz tarafɪndan biliniyor mu? Biliniyorsa ziyaret edilmiş midir? Bu şüphesiz alelade bir ziyaret değil, 400 yıl önce Mısır halkına ilim öğreten bir Osmanlı alimini anmak ve bunu Mısırlılara hatırlatmak olacaktır.
Yine Mısır’ın Sudan sınırında İbrim’de Özdemir Paşa’nın yaptırttığı tek minareli caminin akibetinden haberdar mıyız? Bu tarihi camiyi neden ihya etmiyoruz? Nijerya’da Sultan Abdülhamid’den Mecidiye Nişanı alan Muhammed Şitta Bey gibi yine Abdülhamid Han’ın iltifatına mahzar olmuş Liberya’dan Dr. Edward Wilmot Blyden’in ailesini bulup görüşen oldu mu? Bu önderlerin torunlarıyla irtibata geçmek Türkiye ile Liberya ve Nijerya ilişkilerini katmerleştirecektir. Sömürgecilikle savaşan Liberyalılar Liberyalı bir Hristiyan lidere Sultan Abdülhamid’in Mecidiye Nişanı gönderdiğini bilseler Türkiye’ye sempati beslemezler mi? Bu tarihi hamleyi neden diplomasimizde kullanmayalım?
Mozambik’de Madagaskar’da ve Mauritus’da birçok Müslüman lider Osmanlı Devleti’nden Hicaz Demiryolu Madalyası almıştır ve bunların isimleri bellidir. Bu ailelerle eski tarihi ilişkilerimizi canlandırmak maksadıyla münasebetler kuruldu mu? Bu ailelerin torunlarından Afrika’da bizlere ulaşanlar Osmanlı Hicaz madalyasını göstermekten gurur duyuyorlar. Peki biz bunu görmezden mi geleceğiz? Elbette hayır. Bu tarihi miras, diplomatik ilişkilerimizde kullanmamɪz gereken kıtadaki en büyük kozumuzdur.
Bir mukayese yapmak gerekirse; İngiltere’nin sömürge valisi John Cecil Rhodes Cape’ten Kahire’ye Afrika’yı talan etmek için bir demiryolu döşerken Cecil Rhodes’a mani olmaya çalışan aynı Afrika halkı neden Afrika’da bile olmayan Hicaz demiryolu projesine para gönderdiler? Sömürgecilerin zulmüyle mücadele eden bu ailelerin elinde avucundakini Hicaz’daki Halife Sultan Abdülhamid projesine bağışlaması ne büyük bir lütuftur. İşte Türkiye-Afrika ilişkileri bu unutulan Osmanlı bağlarında saklıdır. Bu ailelerin torunlarɪnɪ neden diplomatik münasebetlerimizde kapsayıcı diplomasinin unsurları olarak kullanmıyoruz? Yahut bunlarɪn katɪlɪmɪyla neden Afrika’da bir Hicaz demiryolu sergisi yapmɪyoruz?
İngiltere’nin geçen yıl Sudan’a atadığı büyükelçisi Sudan’da bayram namazı kıldırıyorsa biz birşeyler kaçırıyoruz demektir. Biz Afrika diplomasisinde bu kadar mühim taşlarımızı ortaya koyamadığımız için, Çin’in Cezayir’e yaptırdığı Afrika’nın en büyük camini diplomatik atak diye konuşuyoruz. Halbuki biz sadece Afrika ile olan köklü münasebetlerimizi ortaya çıkarabilsek ne Çin’in göz boyamak için yaptırdığı camii, ne de İngiltere’nin gösteriş için Sudan’a atadığı Müslüman büyükelçisi bahis konusu olacaktɪr.
Hele bunlardan Güney Afrika’da unuttuğumuz bir Ebubekir Efendi var ki, sadece onun üzerinden işlenecek çok stratejik politikalar var. Öyle ki, o dönemde Hıristiyan misyonerlerin kol gezdiği Afrika’da Jomo Kenyatta’nın tabiriyle misyonerler Afrikalı halka İncil verip topraklarını ellerinden alırken Ebubekir Efendi sadece Allah rızası için ilim öğretmiş ve o topraklarda vefat etmiştir.
Güney Afrika’da Osmanlı mirası hakikaten başlı başına ele alınması gereken bir meseledir. İsmini bizatihi Osmanlı Devleti’nden alan Nur’ul Osmaniye Cami gibi Sultan Abdülaziz’den alan Mescid’ul Aziz Cami için yetkililerimiz neler yapmıştır? Mozambik’de Sultan Selim’in emriyle yaptırılan camiyi hiç merak edip ziyaret eden bir temsilcimiz oldu mu? Bunlar yazılıp çizildiği halde neden halen bu mirasımız korunmaya alınmadı? Afrika’da böyle müspet ve zengin bir mirasın tek sahibi Türklerdir demek mübalağa olmayacaktır.
Bu noktadan bakıldığında halen Ebubekir Efendi’nin anısına Cape Town’da bir anı evi veya müzenin yapılmamış olması da üzüntü vericidir. Afrika’ya Türk mührünü vuran Ebubekir Efendi için Güney Afrika’daki büyükelçilerimizin şimdiye kadar bir anma töreni yapmaları diplomasimiz için önemli bir etkinlik olacaktır Bu ve benzeri atılımları bir an evvel uygulamanın ciddi faydaları görülecektir. Onun Afrikaans dilinde kaleme aldɪğɪ Güney Afrika tarihinde bir mihenk taşɪ sayɪlan ve tek yazma nüshasɪ kalmɪş ilmihali Beyânu’d-Dîn’in tɪpkɪ basɪmɪnɪ neden yapmɪyoruz?
En basitinden Güney Afrika’da yaşayan Osmanlı aileleri için onları şereflendiren şimdiye kadar herhangi bir davetin verilmesi çok yerinde bir girişim olurdu. Güney Afrika’nɪn Ekonomi Bakanɪ Ebrahim Patel’in annesinin Ebubekir Efendi’nin öz torunu olduğunu söylemek herhalde sahadaki diplomasi konusundaki zaafiyetimizin başka bir cephesini ortaya koyacaktɪr. Tarihimizi hatırlamamız için ne zaman elimizi taşın altına koyarsak Afrika diplomasisinde o zaman tam manasɪyla meyve almaya başlayacağız.
Afrika-Türkiye ilişkilerinde gözden kaçan diğer bir faktör ise hayata geçiremediğimiz stratejik icraatlardır. Mesela Ebubekir Efendi’nin torunu Fuad Ataullah Bey’in yazdığı ve 1939 yılında basılan İngilizlere Türkçe öğretme metodu tamamıyla unutulmuş bir tarihi kitaptır. Bu kitabın TC. Dışişleri Bakanlığınca bastırılarak Afrika’da İngilizce konuşan ülkelerin temsilciliklerine verilmesi çok manidar olacaktır. Çanakkale gazisi bir Osmanlı münevveri tarafından yazılan bu Türkçe öğrenim metodu ayrıca bir kültürel mesaj içermektedir.
Yine Osmanlı döneminde Afro-Türkler’den dünyanın ilk siyahi pilotu Ahmet Ali Çelikten gibi şahsiyetlerimizin belgeleselleri çekilip Afrika’da izletilmelidir. Pilot Ahmet Ali Çelikten’in hikayesi Türklerin ırk üstünlüğüne kıymet vermeyen bir millet olduğunun en somut kanıtıdır. Avrupalılar gibi Afrika’ya sömürge niyetiyle gitmeyen bir toplum olduğumuzu ortaya koyan en somut deliller, Allah rızası için ömrünü Afrikalılara ilim öğretmeye adamış olan Osmanlı alimlerinin hizmetleridir. Milliyetine ve rengine bakmadan herkesi mektebine kabul eden Osmanlı alimlerinin hikayesi, Türk milletinin Afrika’daki şeref nişanesidir. Bunların film ve belgesellerde halen Afrika’da ve hatta Türkiye’de gösterilmemesi gerçekten şaşırtıcıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin yurt dışındaki temsilciliklerinin her yıl Afrika’da izlettiği filmlerin bu misyondan çok uzak olduğunu söylemek için geçen yıllarda “Organize İşler” adlı filmin izletildiğini ifade etmek herhalde yeterli olacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti her manada bu misyonu yerine getirecek kudrete sahiptir. Fakat ancak şuurlu ve milli kadrolarla bu tür projelerin yapılması mümkündür. Öncelikle Türkiye-Afrika İlişkilerinde diplomatlarımız tarihten ilham almak zorundadırlar. Bu konuda ilk başta bölgedeki misyonlarımıza gereken eğitim verilmeli ve o minvalde gereği yapılmalıdır. Ahmet Cevdet Paşa, “Tarih bilmeyen diplomat, pusuladan anlamayan kaptana benzer. her ikisinin de karaya oturmak tehlikesi vardır” derken işaret ettiği husus tam da eksikliğini hissettiğimiz bu noktadır.
Dünyada kaç tane devletin vatanın uzaklarda ülkesine hizmet ederken hapiste şehit olan ve mezarı hala Güney Afrika’da olan diplomatı vardır? Biz bu diplomatımızın mezarının ne durumda olduğunu biliyor muyuz? Afrika’nın köylerine okullar açan Osmanlı Devleti’nin kültür mirası neden Türk milletine Afrika’da bir kılavuz olmasın?
Düşünün ki birileri hayatı boyunca Ortadoğu’ya nifak tohumları saçan Lawrence’in filmini yapıp dünyaya pazarlarken biz hayatı boyunca Afrika’nın mazlum evlatlarına sahip çıkıp onlara ilim irfan öğreten Ebubekir Efendi’ye bir film yapıp Afrika’ya gösteremiyoruz.
1922 yılında Kurtuluş Savaşı devam ederken Güney Afrika’dan Port Elizabeth Cami baş imamı Şeyh Ahmet’in “Allah’ım, Gazi Mustafa Kemal Paşa ve ordusuna inayet et yarabbi” diye başladığı mektubu elimizdedir. Belki daha ilginç bir belgede 1948 yılında, çocukları olmayan zengin bir Güney Afrikalı Müslümanın mirasını Kızılay’a bırakmış olmasıdır. Bunun yegane sebebi Afrika Müslümanlarının yıllar sonra bile Osmanlı hatırasına duyduğu saygıdır. Afrikalılar Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’ni bir bütün olarak görmektedirler. Şüphesiz Osmanlı kültür mirası Türkiye Cumhuriyeti milletine aittir ve bu mirası Afrika’nın her köşesinde ortaya çıkarmak, bizim için Türkiye-Afrika ilişkilerinin temellerini çelikten bir zırhla örmek demek olacaktır. Mustafa Kemal Paşa’nın “Türk evladı ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır” sözü tam da bu değil midir?
Sözlerimiz şüphesiz bir şikayet değil Türkiye Cumhuriyeti’nin şanlı tarihine yakışır bir diplomasiyle Afrika’da var olmasına ışık tutmak için paylaştığımız samimi düşüncelerimizdir. Türkiye’nin Afrika’da saha diplomasisinde potansiyelinin çok altında bir kapasiteyle çalıştığını söylemek, Afrika’da Afrika tarihi öğreten bir Türk tarihçisinin belki vatanı için yapabileceği en salahiyetli vazifesidir. Aksi halde hali hazırdaki vaziyetten muvaffakiyet beklemenin akibeti sükut-u hayal olur.
Min Gayri Haddin, Osmanlı Afrikası, Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşlı kıtadaki yol haritasıdır.
Ecdadımızın çizdiği o haritayı okuyacak kadrolar, Türkiye Cumhuriyeti’nin Afrika diplomasisindeki kaderini belirleyecektir.