Afrika Üzerine Bir Değerlendirme

0

Türkiye-Afrika ilişkileri ile alakalı olarak, özellikle ekonomik ilişkilerimiz, geçmişten günümüze nasıl değişti?

Sömürgecilik döneminin 1970’lerde büyük oranda bitmesiyle birlikte, Afrika ülkelerinde bağımsızlık hareketleri, elli küsur devletin -bugün 54 bağımsız devlet var- bu devletlerin eski Avrupalı devletlerle olan ve bir türlü de kopması mümkün olmayan kökleşmiş ilişkiler ağı var ve bunlar ilk anda göze çarpan hususlardır. Fakat bunların kimsenin cesaretini kırmaması gerekir. Sebebine gelince, bunun en bariz delili mevcut ülkeler sömürgecilikten kurtulurlarken ortaya çıkan boşluğu 1960’lı yıllarda devreye giren Sovyetler Birliği doldurmaya gayret etti. Bu güçlü emperyal yapının Afrika’da özellikle sosyalist ve komünist hareketler üzerinden 1960-1990 yılları arasında geçen 30 yıl boyunca askeri darbelerle çalkalanan düzenlerde çok ciddi hamleleri oldu. Bu hamleler 1990’lara kadar genelde ideolojik oldukları için çok uzun ömürlü olamadan yıkıldılar. Haliyle Afrika’ya ideolojik yaklaşmanın Afrika’da kalıcı iz bırakacağını düşünmek bence çok anlamlı ve geçerli değil. Bunun en bariz örneği Sovyetler Birliği tarafından başlatılan girişimler olup henüz bu uğurda emek sarf edenler hayattalar ve yaptıklarının kalıcı bir getirisinin olmadığına boşa giden emekleri açık delildir. Marksist-Leninist, sosyalist ve komünist hareketler Afrika’yı sarmalladığı halde Sovyetlerin çökmesi ile birlikte, bugün kıtada hiçbirinin yerini alan, arkasından izini takip eden bir oluşum kalmadı, adeta buharlaşıp uçtular. Hatta 30-40 yılı bulan iktidarlarında bazı devlet adamları birçok akımın peşine düşüp tek dertleri olan makamlarını korumak için kendilerine biçilen her rolü benimsemekteydiler. Ekonomik ilişkilere gelince tamamen insani bir meşguliyet, insanoğlu var olduğu sürece de devam edecektir.

Afrika Ülkelerinin Ekonomik İlişkilerinin Yoğun Olduğu Devletler Hangileridir?

Sömürgeci devletlerle vardır ve hala var olmaya devam ediyor. Ama bugün Çin Afrika’ya ilgisinde öne geçmişse kökü 1990’lı yılların başındaki ciddi anlamda buraya yönelişiyle alakalıdır, 1992’den sonra bunu bir politika haline getirmesine bağlıdır. 1992 öncesi Hindistan’ın Afrika’daki ticari hacmi ekonomik anlamda, bir milyar doları bulurken Çin’inki 500 milyon doları geçmiyordu. Bugün 2017 yılında yani 20 küsur sene sonra Çin’in ulaştığı rakam 200 milyar civarında, hatta daha fazla olduğu ifade ediliyor. Yani Avrupa Birliği üyesi ülkelerden özellikle İngiltere, Fransa, İtalya, Portekiz, Belçika, Almanya ve İspanya gibi eski sömürgeciler başta olmak üzere büyük çoğunluğunun, Amerika’nın Afrika’ya karşı özellikle askeri alanlar başta olmak üzere giderek artan yakın alakasına rağmen Çin orada kendine ciddi bir alan açıp hepsini geçebiliyor. Japonya, Güney Kore, Endonezya, Brezilya, Küba, İsviçre, Kanada, İran, Katar, Suudi Arabistan, İsrail daha aklımıza gelecek birçok ülke… Eski sömürgecilerin ardından ilk sıraya yerleşen Hindistan da bu arada ciddi artış gösteriyor, bir milyar dolarlık ticaret hacmi bugün itibariyle belki 30 milyar dolar civarında seyrediyor. Türkiye için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Yani Türkiye’nin de ticaret hacmi üç beş milyar dolarken Afrika açılımıyla birlikte bugün 20 milyar doların üzerinde seyrediyor. Yani her ne kadar 15-20 milyar dolar arası rakamlar veriliyorsa bunlar doğrudan yapılan ticari ilişkilerimizle bilinen rakamlar. Dolaylı olarak Afrika ülkelerine gerçekleşen ticari gelir rakamlarını bilemiyoruz. Mesela Dubai’den Çadlı tüccarların satın aldıkları mallarımızın oranının çok yüksek olduğu ifade ediliyor. Türkiye’den alınanlara göre bunların ne kadarıdır, ben bunu merak ediyorum. Ancak bunu neredeyse hiç öğrenemeyeceğiz. Yani bir rakam söylemem yanlış olur, bir tahminde dahi bulunamam. Ama bir şey biliyorsam, en azından Çad’daki tüccarlardan dinlediğim genelde Türk mallarını Türkiye yerine Dubai’den aldıkları konusudur.

Acaba daha mı uygun?

Dubai’deki ticari ortam, kendileri için daha ekonomik midir? Oradan alınan Türk mallarını doğrudan Türkiye’den almaları durumunda daha mı pahalıya temin etmektedirler? Aslında temel sebep Dubai’yi iyi tanımaları ve Türkiye’yi ise yeteri kadar tanımamaları ile ilgilidir. Türkiye ile diplomatik ilişkileri sağlam kurulmadığı için, güvenilir, yani kendilerini emin hissetmedikleri için piyasamıza giremiyorlardı, şimdi girmeye başladılar. Özellikle fuarlarla birlikte Türk işadamlarını tanımaları, karşılıklı ilişkilerle birlikte bu oranın daha Dubai değil de, doğrudan ilişkinin daha kârlı olabileceği üzerine oluşuyor. Bu çok önemli bir noktadır. Yani bugün Türk malları kalitesiyle öne mallar diğer coğrafyalardaki gibi Afrika’ya göre üretilmediği için müspet anlamda dikkat çekiyor. Zira birçok ülkeden satın aldıkları malların kalitesi o kadar düşük ki dayanma ömrü çoğu zaman birkaç kullanımlık olabiliyor. Avrupa’da üretilen mallarda bile aynı kalite sıkıntısı yaşanabiliyor. Basit bir örnek vereyim, 2012 yılı Eylül ayında bulunduğum Nijer’in başkenti Niamey’deki meşhur marketlerden birisinden bir paket makarna almıştım. Makarnayı bir saatte pişirememiştim. Makarna İtalyan malı bir üründü. Oysa bizim makarnamız dünyanın neresine giderse gitsin on dakikada pişer. Neden İtalyan makarnasının bir saatte pişemediğini hâlâ anlamış değilim. Nasıl bir makarna üretmekte Afrika için? Veya belki İtalya için de üretiyor o makarnayı, ama Afrika da zaten her şey pahalı. Tüp pahalı, ateş, tüpgazla pişirmeye kalktığınız zaman masrafı artırıyor. Bazı Çin malları, Afrika pazarlarında artık hakikaten rahatsız edici gibi algılanabiliyor, Afrikalı ucuz diye alıyor, ucuz diye çıkıyor, bize güvenmeleri, ülkemizi güvenilir bir ülke olarak algılamalarıyla alakalıdır. Özellikle Müslüman topluluklar, Türk ürünlerinin kendi değerleriyle örtüşen özellikleri olduğu için aynı kalitedeki bir Avrupa malına göre daha fazla tercih ediyorlar. İkincisi, Müslümanlığın da ötesinde, kalite yönünden, yani Avrupa mallarıyla adeta onlarla eşdeğer olduğunu, hatta kimi Avrupa mallarından daha kaliteli olduğunu, Türkiye’de üretilen aldığı malları aldığı gibi birkaç gün sonra atmak zorunda kalıyor. Pahalı ve de kaliteli bir malı alacakları zaman ise neden Çin’den alalım diyorlar. Daha uygun fiyatlara yakın bölgelerden alma imkânı var. Haliyle, Çin’de kalite arttığı zaman ister istemez fiyatlara da yansıyor. Avrupa mallarına gelince daha farklı sebepler var. Zira Avrupa artık Afrikalıların ihtiyaç duyduğu mal üretimini azalttı. Bu tür malları Avrupa’dan almak yerine Türkiye gibi üretimin giderek arttığı ülkelerden temin edilmesi cezbedici hal aldı. Mesela konuştuğum işadamlarına “İstanbul’da kiminle iş yapıyorsunuz” şeklindeki sorularıma “biz artık Anadolu’da hangi mal nerede üretiliyorsa, direk o şehre gidiyoruz” diye cevap veriyorlar. Yani bizim iç hat uçuşlarımızın Türkiye içerisindeki bütün şehirlere uçuyor olması, sadece bizim hayatımızı kolaylaştırmıyor, Türkiye’den herhangi bir ticari alımda bulunmak isteyen bütün yabancılar, özellikle Afrikalıların bizzat alacağı malın fabrikasına kadar gitmesini sağlıyor, gözüyle yerinde nasıl üretildiğini görüyor. Ben hayret ediyorum, Anadolu’nun herhangi bir şehrinden, Çorum’dan, Amasya’dan, Samsun’dan, Trabzon’dan, Çankırı’dan yani nerede bir şey üretiliyorsa artık oraya uçakla gidip bizzat yerinde görenlerin sayısı artıyor. Bizim işadamlarımızın Çin’den nasıl şehir şehir gezip yerinde gördükleri gibi, Türkiye’de de artık Çadlıların bile farklı şehirlere kadar uçtuklarını ve şehirlerimizden doğrudan alışveriş ticari bağlantılarını kurduklarını görüyorum.

Çin’deki ve her yerdeki artıştan bahsettik. Peki, Afrika’nın alım gücü nasıl?

Afrika’daki alım gücü nüfusuna göre çok yüksek değil. Afrika’da bugün bir milyar civarında nüfus, bir milyar 100 milyon civarında deniyor, ama ben bu rakamın inandırıcı olmadığını da düşündüğümü sıkça tekrarlıyorum. Çünkü Afrika’nın bir milyar 100 milyon nüfusu dendiği zaman; bugün Nijerya’nın nüfusu 150 ilâ 200 milyon arasında ifade ediliyor. Mısır neredeyse 80 ilâ 100 milyon, Etiyopya 80 ilâ 100 milyona ulaşmakta… Sadece bu üç ülkenin nüfusu 400 milyon civarında. Daha 50 küsur milyon nüfusu olan çok ülke var. Bunların içinde 50 milyona yaklaşan nüfusuyla Tanzanya, Güney Afrika, Cezayir, Fas… çok sayıda kalabalık nüfusu olan ülkeler var. Haliyle Afrika’daki iki milyarlık insanı barındıran bir pazar var. Afrika’da nüfus sayımı yapılmadığı için hiçbir ülkede gerçek nüfus bilinmiyor. Yani rakamların tamamı 10 yıldır, 15 yıldır tahmini rakamlar olarak veriliyor. O yüzden Afrika çok büyük bir pazar. Bu nüfusun büyük bir çoğunluğuna yerel üretim yapılmadığı için her şey dışarıdan geliyor. Haliyle alım gücü az olsun, çok olsun pazar o kadar büyük ki, yani dünyada yaşayan her üç kişiden birisi Afrika’da bulunuyor.

Bunun içinde kayıt dışılık da var değil mi?

Bir kimsenin nüfusta kaydının olup olmaması onun yaşamadığı anlamına gelmiyor. O insan ihtiyaç duyduğunda gerekli ürünleri almak zorunda. Bugün mesela ben birçok Afrika ülkesinde bulundum. 15 ülkeyi az veya çok gördüm. Yani bu ülkelerin büyük bir çoğunluğunda, hiç bir ülkede, Made in Sudan, Made in Mali, Made in Chad, Made in Congo şeklinde üretilmiş mamul bir maddeyi pazarlarda görmediğim için ben yakın gelecekte Afrika’nın dışarıdan almak yerine, Afrika’da üretilen malların daha çok kazanç getireceği kanaatindeyim. Bizim işadamlarımızın özellikle, bir zamanlar nasıl yatırımlarını Çin’e kaydırmışlarsa, şimdi de Afrika’ya kaydırmaları gerekir. İş adamlarımız Mısır’da epeyce işletme açmışlardı, yani şu anda Mısır’da bu olaylar olmasaydı, bizim ticaret hacmimiz çok artarak, katlanarak devam edecekti. Bu yatırım denemeleri Mısır için sınırlı kalmamalı. Cezayir’de çok ciddi yatırımlarımız var. Yatırımı yaparak imkânların önemli kısmını taşımacılığa, yani Afrika ülkelerinde taşıyacağımız her malın fiyatını ikiye, hatta üçe katlanarak oraya taşınması, oradaki mevcut kaynakların kullanılarak üretimin yerinde yapılabileceği sektörlere ağırlık vermemizin gelecekte bize çok ciddi katkılar sağlayacağı kanaatindeyim.

Zaten Afrika kaynak bakımından da yeterli zenginliğe sahip…

Tabii. Yani bunun ardından şu ifade gelecek: Her şey Afrika’da üretmek, ama bu kıtada üretilebilecek olanların behemehâl üretimine bizim başlamamız gerekiyor. O pazarda biz hem geniş iş imkânı buluruz, hem de çok sıkıntı çekilen konuya çözüm üretiriz. Petrolden, doğalgazdan, altından, elmastan ve birçok madenden elde ettikleri imkânlarıyla Afrika ülkeleri zengin durumdalar. Bugün Çad’ın bile 400 bin varil civarında günlük petrolü Atlas Okyanusu’na pompaladığı söyleniyor. Gerçi 150 bin varil diyen de var. Bugün iki milyon varil petrol çıkaran üreten bir ülke var kıtada: Nijerya… Bu ülkeler arasında çok ciddi para dönüşü, akışı var. Bu paranın olduğu yerde haliyle insanların tüketime çok ciddi anlamda ihtiyaçları var. Ticari ilişkiler sadece herhangi bir malı almakla alakalı değil malum. İnşaat sektöründe, mesela diyelim ki siz orada oranın yerel kaynaklarıyla inşaatın yüzde 80’ini yaparsınız, ama yüzde 20 ihtiyacını Türkiye’den alırsınız. Yüzde 80’ini Türkiye’den almak hiçbir zaman kârlı değil, ama ihtiyaç, alınacak olanları buradan almak da her halükârda yerinde üretimin öncelikli kılınması bizim ticari ilişkilerimizde yeni girişimci ruh olmalı.

Bahsettiğiniz gibi Çin’in dışındaki diğer dünya devlerinin, siyasi olarak Afrika ticaretine yön vermeleri nasıl olacak?

Şimdi şöyle söyleyeyim. Afrika şu anda dünyanın gıda ambarlarından biri olmaya devam ediyor. Şu anda dünyada ekilebilir arazilerin, ekilebilir özelliği olup da ekilemeyen kısmının yüzde 60’tan fazlası Afrika’da. Yani henüz bakir toprakları oldukça fazladır. Şu anda dünya devleri, Amerika’nın, Fransa’nın İngiltere’nin hatta Arap ülkelerinin, Suudi Arabistan, Çin, Katar… Bu ülkeler Afrika’da çok büyük miktarda arazileri devletlerle yaptıkları değişik anlaşmalarla kendilerine tahsis ettiriyorlar. Bunlar için özellikle ödenen fiyatlar, rakamlar çok komik olarak ifade edilmektedir. Bu araziler bugün dünyanın gıda ambarları olarak planlanıyor. Gelecek on yılların şimdiden planları yapılmış durumda. Afrikalıların kendi arazilerini kendilerinin kullanmasına fırsat vermeden, yani yeni teknolojiyle bunları kullanmaya başlamadan, 21. yüzyılın başında kapatıp bu arazilerden elde edecekleri ürünlerle dünya piyasalarındaki hükümranlıklarını devam ettirecekler. Şu anda en bakir en organik ürünlerin üretilmesine müsait yerler. Bir kere ziraat noktasında Afrika ülkeleri şu anda bütün dünyadaki çok uluslu şirketlerin odaklandığı ve de arazileri kapattıkları bir kıta. Hayvani ürünler açısından da. Dünyanın en organik hayvan etleri Afrika’dadır. Tabii çok sayıda hayvan yetişiyor, yani dünyadaki bütün bu yeni teknolojilerle üretilen hayvanların etleri yanında, ürünleri yanında, Afrika’dan alınan ürünler son derece daha önemli tercih ediliyor.

O zaman sonuç olarak biz Afrika’yı hâlâ bakir bir pazar olarak görüyoruz değil mi?

Afrika mevcut kapasitesi ile bir kere tamamen tüketen bir kıta. Henüz üretmeyen bir kıta. Oysaki üretmesi zaruri olan bir kıta. Üretmesi gerekiyor. Üretmediği takdirde 21. yüzyıl kıtanın gelecekteki en büyük belalarına sahne olabilir. Ancak üretmemesinin sebebi kendisinden ziyade Afrika’yı pazar olarak hâlâ devam ettirmek isteyen çokuluslu güçlerin, şirketlerin engellemeleridir. Oysaki burayı üreten bir kıtaya çevirdikleri anda kısa zamanda Çin’e dönecektir. Çin’i geçmesi çok daha kolay olacaktır. Yani Çinlilerin dünya sermayesini çekip ülkelerini üretim merkezine dönüşmesiyle birlikte ne oldu? Bütün dünya piyasasını Çin malları kapladı ve dünyanın en güçlü birkaç ekonomik gücünden biri oldu. Afrika ülkeleri üretim alanına döndüğü gün kesinlikle Çin’i geçecektir ve bu er-geç olacak. Olmadığı takdirde zaten Afrika’nın gelecek on yılları kayıp yıllar demektir. Ama birileri bunu başlatacaklar, Afrika’yı üretime dönüştürecekler. Türkiye’nin de aslında bu işte bir an evvel Afrika’yı sadece ürettiği malların satıldığı bir kıta olarak algılamak yerine, bir an evvel Türkiye’deki üretim sektörünü Afrika’daki üretime yönelik, yani kıtada bizzat üretime yönelik yatırımları teşvik etmesi ve orada üretmesi gerekiyor. Çünkü hakikaten Afrikalılar, özelde Çadlılar, Malililer mesela pamuk üretiyor. Bu pamuk Çad’dan sahile gidiyor. Konteynırı 10 bin dolara. Mamul maddeye dönüyor, kumaş olarak geri geliyor, tekstil ürünü. Tekrar konteynır başına 10 bin dolar taşımaya ödeniyor… Konteynır başına verilen taşıma ücreti 20 bin dolar. 30 ton ağırlığındaki mal için 20 bin dolar taşıma ücreti veriyor, ayrıca gümrükte alınan vergiler önemli… Bunların hepsi buradaki ticari hayatı zorlaştırıyor, o pamuk orada üretildiği zaman beş lira değeri varken kıta dışına çıkıp deniz aşırı dolaşıp gelince 25 lirayı bulan yeni değeriyle dönüyor. Bu fiyatlandırmanın altından hangi ticaret kalkabilir? Bu sadece pamuk için geçerli değil. Her ticari emtia için geçerli, çimento, demir ve petrol ürünleri için de. Petrol Çad’dan 1000 km. boru hattıyla Kamerun üzerinden Atlas Okyanusu’na akıyor, gidiyor dünyanın ilgili sektörlerinde mamul maddeye dönüp geri Çad’a geliyor, taşımanın ağır fiyatlarıyla katlanarak geliyor. Bunun yerine yerinde üretilmesi zaruri ve yatırımlar Afrika’da yapılmaya başladığı anda da kıta o zaman kazanacak. Kıta kazandığı zaman da onu kazandıran kimse ona kazandıracak. Önce burasının kazanması gerekiyor. Burada ‘ben kazanayım, Afrika kazansın’, bu espri Afrika’ya zarar veriyor. Yani bu benim hiç kabullenemediğim, yıllardır gördüğüm, yaşadığım kıtayla ilgili kazan-kazan politikasının tamamen Batılı bir söylem olduğu ve de Afrika’ya yönelik orayı bir pazar olarak görenlerin politikası. Bizim politikamızın bu olmaması gerekiyor. Afrika için belli bir dönem “kazandır-kazan” olabilir, daha doğrusu denenebilir.

O zaman bütün alanlarda Türk Havayolları modelini örnek yapmak lazım…

Tabii tabii. Türk Havayolları ciddi anlamda örnektir, mesela Afrika’daki pazara gitti, yerinde gördü ve önce zararına başladığı yerler varsa bile ki duyduğumuz doğruysa bazı hatlarda zarar ettiği yerler vardı ama kısa zamanda bunları bile kâra dönüşebileceğini gördü. Acaba bu hattı devam ettirsek mi, ettirmesek mi dediği hatları, bir süre sonra kâra dönüştürebildi ve bugün artık Türk Havayolları Afrika’dan ciddi anlamda kâr elde ediyor ve Afrikalılara da çok ciddi anlamda kâr ettiriyor. Mesele bu. O vakit Afrika’ya, gönül coğrafyamızdaki kardeşlerimize omuz verme vaktidir.

Not: MÜSİAD Çerçeve dergisinde yayımlanan bu söyleşinin tam metnine ulaşmak için lütfen tıklayınız.

Share.

Yazar Hakkında

Prof. Dr., İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi. 1964 yılında Vezirköprü’de doğdu. Merzifon İmam-Hatip Lisesi (1982) ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde (1987) eğitimini tamamladıktan sonra Türkiye Diyanet Vakfı bursuyla yüksek lisansını (1991) ve doktorasını (1996) Paris’te tamamladı, aynı yıl Üsküdar’da İslam Araştırmaları Merkezi’nde (İSAM) araştırmacı olarak çalışmaya başladı. 2002’de doçentlik unvanı aldı. 2006 yılında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü öğretim üyesi ve bölüm başkanı oldu. 2008-2011 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık’ta Afrika ile ilgili konularda müşavir olarak görev yaptı. 2009 yılında profesörlük unvanı aldı. 2011 yılı Eylül ayında görev değişikliği yaparak İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Siyasi Tarih Anabilim dalına geçiş yaptı. 2013 yılı Mart ayında Afrika ülkelerinden Çad Cumhuriyeti’nin başkenti Encemine’de Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk büyükelçisi olarak göreve başladı ve iki buçuk yıl bu görevini sürdürdükten sonra 2015 yılı Ağustos ayında İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanı olarak tayin edildi. Batı Afrika Ülkelerinden Mali Cumhuriyeti’ndeki ilk ve öğretim seviyesindeki özel eğitim kurumları medreseler üzerine hazırladığı doktora çalışması IRCICA tarafından L’enseignement islamique en Afrique francophone: Les médersas de la République du Mali adıyla Fransızca olarak 2003’de İstanbul’da basıldı. Geçmişten Günümüze Afrika (Kitabevi, İstanbul 2005); Osmanlı-Afrika İlişkileri (Kitabevi, İstanbul 2011/1. baskı, 2013/2. baskı, 2015/3. baskı); Les relations turco-tchadiennes: La politique ottomane en Afrique centrale (TİKA, İstanbul 2014) adlı kitaplarının yanı sıra Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi-İSAM tarafından yayımı tamamlanan İslam Ansiklopedisi için önemli kısmı Afrika hakkında 95 madde yazdı. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde “Afrika”, “Osmanlı Afrikası”, “Osmanlı-Fransa Münasebetleri” ve “Osmanlı’da Dini Hayat” üzerine araştırmalar yapmakta olup bu konularla ilgili basılmış kitapları, farklı dergilerde bu konular hakkında çok sayıda makalesi, yurt içi ve yurt dışında düzenlenen ilmi toplantılarda takdim ettiği tebliğleri yayımlanmış bulunmaktadır. Evli ve üç çocuk babası olup Arapça, Fransızca ve İngilizce yanında Paris Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Milli Enstitüsü’nde (INALCO/Institut National des Langues et Civilisations Orientales) eğitimini aldığı Bambara ve Volof Afrika yerel dilleri ile ilgili dersleri takip etmiştir. Prof. Dr. Ahmet Kavas, hâlihazırda Afrika Araştırmacıları Derneği’nin (AFAM) kurucu başkanlığı görevini yürütmektedir.

Yorum Yap