Afrika’da Kölelik Gerçeği Üzerinden Sömürgecilik ve Yeni Sömürgecilik Değerlendirmesi

0

GİRİŞ

İnsanlığın tarihinin başlangıcının Afrika’dan gerçekleştiği farklı şekillerde ifade edilmektedir. İlk kez hayvanların evcilleştirilmesi, tarım, avcılık ve ateşin kullanımının da burada olduğu yönünde bilgiler mevcut. Batılı devletler, kıtayla ilk temaslarını 16. yüzyılda misyonerler ve kâşifler aracılığı ile yaparken tüm halkların misafirperverliğinden faydalandılar. Yerel rehberler ve hizmetkârlar olmasaydı birçok bölgeye ulaşamazlardı. Esasında o zamana kadar bilinmeyen yeni yerleri de keşfetmediler. Var olanların adlarını değiştirerek sahiplendiler. İnsani değerleri ön planda olanların güzel yönlerini istismar eden sömürgeciler buldukları her şeyi istismar ettiler. Bunun sonucunda medeniyetin beşiği yerine geride bıraktıkları yıkıntılarının travmaları, kuraklık, hastalık, terör ve hatta daha birçok etken ile yüz yıllardır mücadele etmektedirler.

Batının karanlık yüzünün en belirgin özellikleri sömürgecilik ve köleliktir. Sadece kazanmayı düşünen ve bu yolda önüne çıkan tüm askeri ve siyasi engelleri bertaraf ederek yola koyulan bir sistemdir. Zaman zaman sömürgecilerin yaptıklarının oluşturduğu travmalar çıkarlarına engel teşkil ettiğinde yeni yöntemler ile yollarına devam ettiler.

Afrika’da kölelik 15. yüzyıl sonlarında Portekiz tarafından başlatıldı.  Buradan alınan kölelerin sayısı konusunda çok değişik rakamlar var. Bu hususta 20 milyon ile 100 milyon arasında bir rakamdan bahsedilmektedir. Netice ne olursa olsun, bu zorunlu göç kıtanın geleceğine olumsuz yansıdı. Bir köle yakalamak için ortalama 10 ile 14 kişi katledilmekteydi ve sömürgecilerin ölü ve diri ne kadarını kayıt altına aldıkları kesin olarak bilinmemektedir. Daha sonraki süreçte bu konulara odaklanan araştırmacıların kaynaklara ne kadar ulaştığı ve ne kadar tespit yaptığı da belirsizdir. Sömürge sürecinde Batılı devletlerin ise kaynakların gelişmesi, üretimin artması, hatta Afrikalıların savaşlarda düşmana karşı cephelere sürülmeleri dâhil birçok çıkarları oldu. Bu kapsamda yalnızca Fransa II. Dünya savaşında 100 bin insanı Afrika’dan alarak savaşta adeta canlı kalkan olarak kullanıldı. 350 bin asker de hazırda Afrika’da bekletildi.

İngiltere ve Fransa büyük oranda Afrika’yı işgal ederek kontrol altında tutmakla kalmadılar, Afrika’nın zenginliklerine, kültürüne, değerlerine, diline ve tarihine de el atarak ciddi tahribatlar yaptı. Örneğin günümüzde Afrika’nın 25 ülkesinde Fransızca, 20 ülkesinde İngilizce, birkaç ülkede de Portekizce ve İspanyolca resmi dil olarak konuşulmaktadır. Bir istisna olarak Etiyopya sadece kendi dilini (Amhara) resmi dil olarak kabul etmektedir.[1] 1870li yıllarda maden devrimi, sanayi devrimine geçiş, hammadde ve insan kaynağı ihtiyacı, elmas, altın, petrol ve daha birçok enerji kaynaklarının Afrika’da tespit edilmesi Afrikalıların hayatını alt üst etti. Böylece, mazlum coğrafya enerji kaynaklarının ve diğer çeşitli zenginliklerin lanetini iliklerine kadar yaşadı.

Batı’nın iki güçlü devleti olarak karşımıza çıkan, modern ve medeni olduğunu iddia eden İngiltere ve Fransa Afrika’ya da medeniyet götürmeyi vaat etmişlerdi. 200 yılda sömürmedikleri, talan etmedikleri hayatlarını karartmadıkları neredeyse hiçbir Afrikalı bırakmadılar. İngiliz Başbakanı “Hiçbir beyaz adamın o zamana kadar ayak basmadığı yerlerin harita üzerinde sınırlarını çiziyorduk. Dağları, nehirleri ve gölleri birbirimize veriyorduk. Bizi aksatan tek küçük engel dağların, nehirlerin ve göllerin tam olarak nerede olduğunu hiçbir zaman bilmememizdi.[2] diyordu.

Batılı Sömürgeciler ve köle tacirleri Avrupa’daki hayvanat bahçelerinde Sahraaltı Afrika yerlisi insanların hayvan gibi sergilendikleri seyirlik yerler açarak hangi mesajı vermek istiyorlardı? Bir taraftan kendi halklarına bir eğlence imkânı sunmak, diğer taraftan Afrikalıların çok geri kaldığını ve insanlıkla alakaları olmadığını dünyaya göstermiş oluyorlardı. Kendi ifadeleriyle, “geri kalmış, saldırgan ve zekâ özürlü” bu insanları medenileştirmek için nasıl gayret ettiklerini göstermeye çalışıyorlardı. Bu durumun asıl nedeni sömürgeciliği meşrulaştırmak ve sömürgeciliğe karşı Batı’daki tepkileri en aza indirmekti. Planlanan algı operasyonunun yapılmasının ana amacı kendilerini haklı gösterme gayretiydi. Batılıların medeniyet götürdüğünü iddia ettiği toplumlara karşı gerçekleştirdikleri bu insanlık dışı uygulamaların sonucunda birçok Afrikalı getirildikleri yeni bölgelerdeki hastalıklara karşı direnç gösteremeyerek hayatını kaybetti. Bazıları ise bu onur kırıcı uygulamalara dayanamayıp intihar etti. Batılı emperyalistler, Afrikalıların ölülerini bile sergilemekten çekinmedikleri bir zulüm gerçekleştirdi. Kıtayı topyekün sömürmenin Batı için psikolojik bir rahatlama olduğunu iddia eden yazarları bile bulunmaktadır. Maalesef birçoğu sömürgecilikten vazgeçilmesi gerektiğini savunma ihtiyacı dahi duymadı.[3]

İngiltere, Fransa ve Belçika’nın Afrika’yı Sömürgeleştirme Politikaları

İngilizlerin sanayi devriminin hemen arkasından 1833’te köleliği yasaklamak istemesi kimseyi aldatmamalıdır. Çünkü Jamaika ve Haiti gibi ülkelerde artık köle isyanları bastırılmakta zorlanmaya başlanmış ve kölelik sistemi için harcanan maliyetler ciddi şekilde artmıştır. Dünya sistemlerinin yapısı değişmiştir. Daha az maliyetli ve daha fazla kazanç getiren yeni bir kölelik sistemi getirilmiştir.[4] İngiltere ve Fransa Afrika üzerinde çok fazla araştırmalar yaptılar. Bu araştırmalar sonucunda kıtanın kabileleri arasındaki problemleri tespit ettiler. Buradan çıkar elde edeceklerini gördüler. Kabileler arası sorunları tahrik ederek çatışmaya dönüşmesini sağladılar. Bu savaşın kazananı sadece Batılı Emperyalistler oldu. Üstelik bazı Afrikalılar bu çatışmalarda esir aldıkları kendi ırkdaşlarını köle olarak Batılı sömürgecilerin hizmetine vermekten uzak durmamanın bedelini çok ağır ödediler. Kolonyalistler hiçbir zaman bu yaptıklarına kölelik ve sömürgecilik demediler. Bilakis bu yapılanlara her zaman ve her platformda “medeniyet”, “özgürlük”, “insanlık” dediler. Gerçekte Batılı Sömürgecilerin uyguladığı politikaların sahaya yansımaları her zaman katliam, gözyaşı ve köle ticareti olarak neticelendi.

Fransa’nın Cezayir’de yaptığı katliamlar hala çok canlıdır ve halk üzerinde ciddi travmalar oluşturmaya devam etmektedir. Örneğin 7 yaşlarında bir çocuğun annesi, babası ve kız kardeşi gözlerinin önünde acımasızca katlediliyordu. Katliamı görmesi için Fransız teğmen çocuğun gözlerini eli ile açık tutuyordu. Bu medeniyet miydi? Tam aksine Batı’nın kendinden olmayanlara nasıl davrandığının resmiydi. Dedesi sığınma kampına bu çocuğu getirmek için günlerce sırtında taşıyordu. Bu çocuğun öfkesini ve korkularını kim nasıl unutturabilirdi ki? Fransızlar sağlık ve iletişim konusunda da çok gaddardılar. Kendilerine isyanın, önünü almak için yaralanmalarda kullanılacak tüm tıbbi malzemelerin satışını kontrol altına aldılar. İlaç satışlarına çok sıkı kontrol getirdiler. Her doktor aynı zamanda Fransa’nın ajanı gibi çalışmak zorundaydı. Haberleşme için kullanıldığını düşündükleri radyoları toplattılar, piyasada pil satışını yasakladılar. Radyo vericilerini imha ettiler. Cezayir halkının yaşama hakkını ellerinden almak için her çeşit baskı ve katliamı uygulamaktan asla sakınmadılar. [5]

Fransa hala daha önce sömürdüğü Afrika ülkelerinden sömürge vergisi adı altında haraç almaya devam etmektedir. Gine bağımsızlık talebinde bulunduğu yıllarda Fransa orada bulunan vatandaşlarına taşınabilir mülk olarak ne varsa yanlarına almalarını geride kalan her şeyi tahrip etmelerini bildirdi. Yollar, traktörler, hayvanlar, evler tamamen tahrip edilerek Gine halkına çok büyük zaralar verildi. Geride açlık, terör ve zulümden başka bir şey bırakılmadı. Fransa’nın amacı diğer sömürdüğü ülkelerin bağımsızlık isterlerse başlarına ne geleceğini görmelerini sağlamak ve onlara gözdağı vermekti. Bundan sonra yapılan hamle ise bağımsızlık istemeye cesaret edenlere Fransız hükümetinin sunduğu ağır şartlardaki sömürge vergilerine ait antlaşmaları imzalayarak intihar etmekten başka seçenek bırakmamaktı.[6]

Fransa’nın sömürdüğü Fas hakkında Pierre Loti’nin Claude Farrère’e söylediği şu söz bu ülkenin gerçek yüzüdür: “Fas’a gelince onun hakkındaki düşüncemi hiç değiştirmedim. Bu haliyle, ileride sokulmak istenen halinden daha mutlu olabilir.  Ne var ki, biz Fransızlar gitmesek oraya, başkaları koşacaklar. Biz ise bu başkalarından iyiyiz. Daha az hoyratız, daha az hor görücüyüz. Daha az acı yaratırız, daha çok mutluluk yaratamazsak da. Bu iş birkaç milyar altınla, birkaç bin insan hayatını gözden çıkarmaya değer”[7] Görüldüğü üzere, Pierre Loti Fransa’nın Afrika’daki acımasızlıklarını açıkça ifade edecek kadar pervasız ve cesur bir tutum sergilemektedir. Batılı Sömürgeci devletlerin çıkarları söz konusuysa, orada insan hayatı, hayvan hayatı ya da doğa katliamı hiçbir anlam ifade etmez. Çünkü onlar yalnız kendilerini yeryüzünün hâkimi olarak görme hastalığına kapılmıştır. Tüm dünyayı sahiplenmenin onların en doğal hakkı olduğunu düşünürler.

Kral 2. Leopold’ün idaresi altındaki Belçika’nın 1885-1908 yılları arasında kendi ülkesinden 76 defa büyük Kongo’da yaptığı katliamlar yazıyla ifade edilemeyecek kadar acılarla doludur. Batılı emperyalistler çıkarları için çocuk işçi çalıştırmak dâhil her yöntemi denemekten çekinmemişlerdi. Belçikalılar için bu sömürgelerinde yeterli verim alamadıkları işçilerin ellerini kesmek, kafalarını vurmak rutin bir hale dönüşmüştü. Belçika Kralı Kongo’yu özel mülkü ilan etmiş ve buranın yeraltı ve yerüstü tüm gelir getiren kaynaklarına el koydurdu. Afrika’yı modernleştirme savı ile yola çıktığı için kauçuk ve fildişi zenginliklerini sömürebilmek için koloniler kurdurdu. Yerel halk zorla kauçuk ağaçlarının kesilip Belçika’ya ulaştırılmasında çalıştırıldı. Hammadde ihtiyacı arttıkça günlük çalışma şartları arttırıldı. Gerekli çalışmayı gösteremeyen kişilerin ya kendi elleri ayakları çaprazlama kesilmiş ya da ailelerinin elleri ayakları çaprazlama kesilerek cezalandırıldılar. Tüm bu zulüm ve katliamların Kongo nüfusunu 20 milyondan 10 milyona kadar azalmıştı.[8]

Afrika’da Sömürge Yarışında ABD’nin Rolü ve Kölelik Sistemi

ABD sömürge yarışına sonradan dâhil olmuş ve rakiplerini geride bırakmıştır. Batı’daki din baskısı, iç çatışmalar, zengin olma hayalleri ve daha rahat yaşama isteği insanların ABD’ye gruplar halinde göçmelerinde etkili oldu. Batı’da kendine yeterli alan bulamayan eşkıya, tefeci, zorba olan ne kadar insan varsa ABD’ye göç etmişti. Bu insanlar önce sahillere yerleştiler daha sonra Kızılderilileri topraklarından ya sürerek ya da katlederek Amerika kıtasının iç kesimlerine doğru ilerlediler.[9] Sanayinin gelişmesi ekilebilir verimli toprakların çokluğu ve tarımın gelişmesi işçi ihtiyacını tetikledi. Köle tüccarları Afrika’dan milyonlarca insanı zincirlere vurarak topraklarından kopardı ve ABD’ye getirerek çalışmaya zorladı. Bu yapılanların onlarca cana ve gözyaşına mal olması ABD için hiçbir anlam ifade etmedi. ABD için değerli olan sadece kendi çıkarlarıydı.

ABD için “özgürlükler ülkesi” dendi. Oysaki özgürlükleri ne kadar önemsediğini en bariz şekilde Güney Afrika’da Apartheid rejimini oluşturan beyaz azınlık iktidarını destekleyerek gösterdi.[10] Batılı Emperyalistler ve onların yandaşları özgürlük deyince sadece kendi çıkarlarını düşünürlerdi. ABD’nin kurucu babalarından Benjamin Franklin’in garip bir açıklaması bu durumu daha iyi gözler önüne sermekti: “Siyah; aşırı yemek yiyen, buna karşılık çok az çalışan bir hayvandır”. Avrupalıların fiili sömürgeyi kendi istek ve iradeleri ile ya da insani boyutları dikkate alarak bıraktıklarını düşünmek en masum bakış açısıyla saflık ve cahillikti. Batılı devletler II. Dünya savaşında ve önceki savaşlarda Afrikalıları kullanmalarına rağmen güç kaybına uğradılar. Savaş için getirilen Afrikalılara verilen sözler ve nüfuz alanının kaybedilmesi, Batı güçlerini farklı alternatif sömürü düzenleri üzerinde yeni çalışmalar yapmaya yöneltti.

Batının sanayi devrimi dediği olay Afrika’dan gasp edilerek ve zincirlere vurularak getirilen kölelerin alın terleri ile çiftliklerde, fabrikalarda üretilen sermayenin neticesinde elde edilen sistemdir. Sözde, Afrika’da ulaşım sorununu çözmek için demir yolları, kara yolları ve ilerleyen süreçte havaalanları yaptılar. Projeler bitince bu yatırımların kıtanın enerji kaynaklarını sömürmek için yapıldığı görüldü. Batılı Devletler elbet bir gün Paris ve Londra’da yükselen ihtişamlı malikânelerin ve güçlü ekonomilerinin kaynaklarının hesabını sömürdüğü halklara vermek zorunda kalacaklar.

Köle ticareti tedricen kaldırıldı ve en son 1890’lı yıllara kadar devam etti. Fakat gerçekte kölelik renk ve şekil değiştirerek tüm hızıyla yoluna devam etti. Afrika’da köle ticareti ve silah ticareti bir şekilde devam etti. Silahlar köle karşılığında bu kıta coğrafyasına aktarılıyordu. Yapılan bu takas çok zalimce ve ürkütücüydü. Bir taraftan genç insan kaynağı, işgücü (köle) olarak Batı’ya akarken gelen silahlar da Afrika’da geride kalan insanların canlarını almaya devam etti.[11] Batılı emperyalist devletler bu dönemde Afrika’daki İslami sultanlık yönetimlerini teker teker yok etti. Yerlerine Nijer, Çad, Nijerya, Mali gibi birçok ulus devlet kurdular. Bu sayede Afrika ülkelerini sömürmeye devam ettiler. Bu yeni ülkelerin geçmişten bağlarını koparmak için her türlü baskı ve şiddeti uygulamaktan çekinmediler. Bu ülkelerde yaşayan halkları tarihlerinden kopararak darmadağın insan topluluklarına çevirmeyi başardılar. Gerisi artık çok kolaydı. O dönemde kaos, terör, çatışma ve yoksulluk Afrika’da kol gezmekteydi. Batılı emperyalistler bu karanlık ortamda sadece köle elde etmek ve kendisine faydalı olacak her türlü hammaddeyi talan etmekle meşguldü.[12]

Afrika’da yoksulluğun ve güvenlik sorunlarının nedeni, Batılı Emperyalist güçlerin sömürge faaliyetlerinden başka bir şey değildir. İnsan kaynağından enerjiye, tarıma kadar her şey kıta halklarının elinden alındıktan sonra yoksulluk ve güvenlik sorunları gün yüzüne çıktı. Dolayısıyla bataklığı kurutmadan yapılacak mahallî tedaviler Afrika için yeterli bir ilaç olamayacaktır. Sömürgecilerin genel sloganı, İngiltere’de “İngiliz ırkının üstünlüğü”, Fransa’da “Büyük devlet olma mesuliyeti”, ABD’de “ABD İstisnacılığı” idi. Tüm bu ifadeler Batı kapitalizminin ve milliyetçiliğin hangi boyutlara ulaştığının göstergesidir.[13]

Batılı Emperyalist güçler, Afrika’da özgürlüklerle ya da yaşam standardının yükselmesi ile ilgilenmemekte, sadece kıtanın doğal kaynakları ve özellikle maden yatakları ile ilgilenmektedirler. Batılı emperyalist ülkelerin ekonomileri ve sanayileri hala Afrika ülkelerine bağlıdır. Afrika ülkeleri kendilerine yeterli olacak hammadde kaynaklarının birçoğuna sahip olmakla beraber, kendi topraklarında çıkan kaynaklardan yeterli düzeyde faydalanamamaktadırlar. Batılı emperyalistler sanayileşmelerini ve gelişimlerinin Afrika’nın insan kaynağına, toprağına, yeraltı ve yer üstü madenlerine borçlu olduklarını ya kendileri hatırlayacaklar ya da bir gün bunu onlara hatırlatacaktır. Kıta kendi haline bırakılsa, Batılı Emperyalist güçler Afrika’yı sömürmekten vazgeçtiklerinde bu coğrafyada ne açlık ne terör, ne de hastalıklar kalmayacaktır.

Sömürgeciliğin Karanlık Yüzü

İngiltere ve Fransa vaktinde köle olarak çalıştırdıkları Afrikalıların insan olabileceklerini dahi düşünmek istemediler.  Bu kölelerin özgürlüklerine kavuşmalarından sonra kendi dinlerine yani Hristiyanlığa girmelerini arzuladılar ve bu konuda başarılı da oldular. Bu iki ülke sömürecekleri Afrika topraklarında kendi çıkarlarına dair ne varsa hepsini tespit ederek acımasızca kullanmaktan çekinmedi. Fransız ve İngilizler Afrika’nın bazı bölgelerindeki inanışlara göre kafası koparak ölen insanların cehenneme gideceği inancını öğrendiklerinde bu durumu insafsızca kullandılar. Özgürlük mücadelesi veren özellikle de kanaat önderlerini tutukladıklarında, onları öldürüp kafalarını bedenlerinden ayırarak teşhir ettiler. Amaç hem isyan edenlerin başına neler geleceğini ve bedelinin nasıl ağır olduğunu göstermek hem de Afrikalıların inançlarına göre o kişilerin öldükten sonra kafaları koptuğu için cehenneme gideceklerini o masum insanlara göstererek isyan etmelerinin önüne geçmekti.

Günümüzde köleliğin yeni adı küreselleşme oldu. Afrika’da toprakların alınması, tarım alanlarının ele geçirilmesi ve halkın tarımdan uzaklaşması insanları göçe zorlayarak şehre doğru yönlendirdi. İşsizlik ve gelecek kaygısı sonucunda birçok Afrikalı terör odaklarının kucağına itildi. Ardından kargaşa, çatışma ve yine Batılı Emperyalistlerin insanlık adına müdahalesi geldi. Bu müdahale yeni katliamların yanında yeni kaynak sömürülerini de getirdi. Bu sömürgeci ülkelerin Afrika kıtasına borçlu olduğu söylenebilir. Bu devletler Afrika’da altyapı üstyapı dâhil yaşam standartları yükseltecek çalışma yapmak zorundadırlar. Gerçekten İnsan haklarından yana bir tavır sergileyeceklerse bunu sahada uygulayarak göstermelidirler. Batılı emperyalist devletler maalesef devletleşen Afrika ülkelerinde sınırları çizerken de kendi çıkarlarından başka hiçbir etkeni dikkate almadıkları için terörün baş mimarı olmuşlardır. Tarihte Afrika ülkelerini hangi ülkeler sömürdüyse günümüzde de küreselleşme adı altında Afrika’nın kaynaklarını yine aynı ülkeler kendi çıkarları için kullanmaktadır. Örneğin Afrika’da birçok ülkenin mali politikaları Fransa ve İngiltere’nin kontrolündedir. Bu ülkeler devletleşen Afrika’nın merkez bankalarına ve ekonomilerine çökmüş durumdadırlar. İngilizler “Böl-yönet” taktiğini kullanarak dolaylı bir sömürü çarkı kurmuşken, Fransa, Portekiz, Belçika ve İspanya Afrikalılar ile doğrudan temasta bulunarak onları asimile etmeye çalışmışlardır. Keza “doğrudan sömürü” yöntemi “dolaylı sömürüye kıyasla” çok daha kanlı bir yöntem olmuştur.

Sömürgecilik eğer sadece hammadde kaynakları ile ilgili olsaydı, bu kaynaklar bittiğinde sömürgeciler de çekip giderlerdi. Sömürgeciler Afrika’nın insan kaynağını, yerel kültürlerini, dillerini kökten yok etme gayreti içerisinde olmuşlardır. Batılı Emperyalistlerin en önemli özelliği katliam ve sömürgedir. Sömürgeci devletlerin savaş tarzı hiçbir ahlak kuralı ile bağdaşmaz; onlar için sadece çıkarlar vardır. Emperyalistleri askeri zorunluluk dışında durdurmak çok nadirdir. Dinsel ya da etnik kaygılar gibi derdi yoktur. Bunlar gerçek hedefini saptırmak için kullandığı argümanlardır.  Batılı emperyalistler Afrikalılar insan eti yiyen yamyamlar olarak tarif ederler.[14]

Avrupalı sömürgeciler görevi gereği beyaz adama yükümlülüğü, bazen uygarlaştırma ve medenileştirme sorumluluğu olarak ifade edildi. Fransa Başbakanı Jules Ferry, sömürgeciliğin gereklerini direkt çıkarlarına bağlamıştı: “Ekonomileri büyüyen sanayileşmiş ülkelerin sömürgecilik yapması ihtiyaçtandır. İkinci gerekçede ahlakidir. Kısaca sömüren vahşi Batı toplumlarının gelişmemiş ülkeler üzerinde sorumlulukları vardır”. Yine Ferry “İnsan Hakları Bildirgesi’nin Ekvator Afrika’sındaki siyahlar için yazılmadığını” söylemişti.[15]

Siyasi bağımsızlıklarını elde eden Afrika ülkeleri başka bir sömürge yöntemi ile yine emperyalistlerin kucağına düşürülerek yağmalandı. Bu yağmalama neticesinde bugün kıta çevre sorunları, çölleşme, açlık ve terör gibi suni oluşan zorluklar ile mücadele etmek zorunda kaldı. Ayrıca Afrikalılar askeri darbelerden nefes alamaz bir duruma getirildi. Kendisine ait kültürlerden koparılmak için her türlü baskı ve entrikalara maruz kaldı. Bu doğrultuda, Afrika’da adı koyulmayan savaşlar da bulunmaktadır. Kültür savaşı bunların en başında gelenlerden bir tanesidir. Örneğin Batılılar tarafından Afrika’ya dayatılan Liberalizm, Kapitalizm, Marksizm gibi ideolojiler Afrika’da hiçbir anlam ifade etmemektedir. Bu gibi ideolojiler onlarca yıldır binlerce insanın canına mal olmakla beraber Batı tarafından medeniyet ve gelişim adı altında özgürlüklerin kapısı diyerek dayatılıp durulmaktadır.

Emperyalistler köleliğin kalkmasından ziyade artık Afrikalıların Batıya sürüklenmesini durdurmak istiyorlardı. Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi ve insanlığa katkısına (değerlerine) önem verdiğini düşünmek cahillik olurdu. Onların tek derdi çıkarlarıydı. Artık Afrika’dan gelecek kölelere ihtiyaçları kalmamıştı. Bu sistem Batı için ciddi maliyetler oluşturmaya başlamıştı. Bunun yerine daha az maliyetli daha çok kazanacakları yeni bir sömürü modeline geçmeyi tercih ettiler.

Afrika’da Liberya hürriyetin ülkesi(!) olarak anılmaktadır. Bu ülke ABD tarafından kurdurulan bir ülke olsa da Liberya’da kurulduğundan beri kargaşa hiç bitmedi. ABD nereye huzur ve demokrasi götürdüyse oranın iki yakası bir daha hiçbir zaman bir araya gelmedi. Sierra Leone ve Liberya’nın kurulma nedeni maliyetli olan köleliğin ve ticaretinin kaldırılmasının sonucuydu. Batıya, özellikle de Londra’ya, yerleşmiş olan çok fazla sayıda Afrikalı insanın varlığı Batının çıkarları için tehlike arz etmekteydi. Onları artık Batıdan belli sayıya kadar düşürmek ve sürmek gerekti. İngiltere birçok Afrikalıyı gemilere bindirerek özgürlüklerine götürdüğünü söyledi. Birçoğu yolculuk esnasında vefat etti. Hedefe ulaşanlarda oralarda bir başlarına hiçbir imkânın olmadığı yerlerde yaşam mücadelesi vermek zorunda kaldılar.[16]

Batılılar Afrika’ya elinde İncil’le gelen adamdan başkasını ne kabul eder ne de kıtanın geçmişe ait farklı bir tarihi olduğunu düşünür. Gördüğü her şeye isim verirler ve ilk defa kendi görmüş gibi davranırlar. Afrika’nın kendine ait var olan isimlerini yok saymakta mahirdirler. Daha da ileri giderek beyaz adamın üstünlüğüne dair kitaplar yazdılar. Burada da siyah varlıkların insan olabilmeleri için beyaz ırkla birleşerek normalleşebileceğini savunacak kadar ileri derecede cahillik etmekten kendilerini alamadılar.[17] Koca ana karaya Batı kafası ile yaklaşan bilim yuvası dediğimiz üniversiteler bile bu coğrafyanın geçmişi ile ilgilenme gereği dahi duymadılar. Beyaz perdelerinde tek dertleri vardı: sırada bekleyenlere bilet satabilmek. Afrika yağmur ormanları ile tanıtıldı ya da Tarzan ile daldan dala atlayan birkaç kelimeden başka bilgisi olmayan yabani yaratıklar ile… Batılı kolonyalist gezginler Afrika’da seyahat edebilmek için kimliklerini gizleyerek Müslüman gibi gözüktüler, yerel kıyafetler giyerek kervan yollarını takip ettiler. Bu sayede Afrika ile ilgili bilgi sahibi olabildiler. Yani yeni bir şey öğrenmediler var olan bilmedikleri şeyleri öğrenmiş oldular.  Silah zoru ile ve devletlerinin destekleri ile kendilerine lazım olan ne varsa el koyarak ülkelerine taşıdılar. “Avrupa’dan gelip altın ve köle için binlerce yerliyi ipe çeken acımasız Kristof Kolomp Bahama Adalarına ayak bastığında o çevrede yani Kuzey Amerika’da yerli sayısı 18 milyondu; 1900’de 237.000’e inmişti. Yerli uluslar da yok edildi; şimdi tümü aynı kefeye koyup onlara “kabile” damgası vuruyorlar.”[18]

 Sömürgeciliğin Yeni Yüzü

Batının köle ticareti ile başlayan Afrika müdahalesi sömürgecilik ile devam etti. Çünkü onların Tanrısının bunu onlara emrettiğini söyleyen misyonerleri ve din adamları vardı. IMF, Dünya Bankası, GATT, OECD, NATO ve BM ise modern soyguncular olarak birtakım vaatlerle Afrika coğrafyasına çöktüler. Afrika’nın talan edilmesinin baş mimarları oldular. Sürekli umut ve vaat dağıtmaktan başka hiçbir işe yaramadılar.  Afrika’ya “demokrasi” götürdüklerini söyleyenlerin aslında tek arzuları serbest pazar oluşturmaktaydı. Diğer bir ifadeyle, Afrika’da işe yarar ne varsa hammadde olarak alıp gitmek sonra işleyerek getirip istediği değerden satarak tamamen bağımlı hale getirmektir.

1960’lı yıllarda Afrika ülkelerine verilen özgürlükler de Batının arzusundan dolayı değil maliyetlerin artması, isyanların çoğalması ve sürdürülebilir çıkar ilişkilerinin zedelenmesinden dolayıydı. Bu nedenle mevcut sistem farklı bir yönteme evirilerek talan aynen devam etti.[19] Sömürgecilere sorsanız köleliğin onlardan çok daha önceden de var olduğunu iddia edeceklerdir. Kendilerini temize çıkarmak isteyeceklerdir. Hatta kabile savaşlarında esir alınanları kabilelerin kendilerine sattığını da ileri süreceklerdir Ortada bir gerçek var: Batı, sömürü ve imha eylemlerini yapmaz ise ayakta duramayacağını herkesten iyi bilmektedir.[20] Afrika’da terör ve yoksulluğun gerçek nedeni, Batılı sömürgeciler ve onların yaptıkları katliamlar ve sömürü düzenidir.

Domingue’de köleler Fransız ve İngiliz gaspçılarına başkaldırdılar. Fransız ve İngiliz çok sayıda sömürgeciyi öldürdüler. Bunun gibi eylemler diğer Afrika halklarını da cesaretlendirdi. Bu süreç Batı için ciddi maliyetlere dönüştü. Yeni bir sistem ihtiyacı ve maliyetsiz sömürü yolunu tercih etmek zorunluluğu hissettiler. Yani dertleri evrensel insan hakları ya da Afrikalıların insanca hayat standartları falan değildi. Sadece kaynaklara daha fazla yönelmek ve mümkün olan en az maliyetle el koymaktı.

Kölelik gerçekten kalkmış mıydı? Köleler nerede yaşadıklarını ve işverenlerinin kim olduğunu belgelemek zorundaydılar. Eğer bunu yapamaz iseler yakalanıp herhangi bir işyerine teslim ediliyorlardı. Bir süre sonra bu yasayı da kaldırmak zorunda kaldılar. Yıllarca sömürü altında bir lokma ekmeğe muhtaç olarak çalışan bu insanların herhangi bir destek sağlanmadan kendi başlarına ayakta duramayacaklarını çok iyi biliyorlardı. Günümüzde hala Afrika için Batının gözle görülür bir adım attığını söylemek imkânsızdır. Afrika halkı bütün bunlar olurken Batıya karşı isteyerek boyun eğmemiştir. Birçok kez kurtuluş mücadelesi vermiştir. Özellikle sufi direnişler sömürgecilere karşı başkaldırmada önemli bir yere sahiptir.  Osman Dan Fodio Kuzey Nijerya Fulani Cihadı, Cezayir’de Fransız sömürgeciliğine karşı direniş: Emir Abdulkadir; Gine, Senegal ve Mali’deki direnişte Hacı Ömer Tal;  Libya ve Büyük Sahra’da Senusi tarikatı ve direnişi. Somali’de Seyyid Muhammed Abdullah Hasan direnişi destanlar yazmıştı. Ateşli silahların gelişimi Batıyı güçlü bir konuma yükseltti. Ve bu sayede sömürgeciler katliamda sınır tanımayarak direnişleri bastırmayı başardılar.

Köleliğe karşı çıkanlardan biri olarak ön plana çıkan dönemin ABD başkanı Jefferson’ın dahi kendine ait 140 kölesi vardı. Bu kölelerin sayısının daha sonra 600’e kadar çıktığı söylenmektedir. Hatta yaşadıkları yerlerden efendilerinin malikânesine misafirlerin göz zevkini bozmasınlar diye yer altından tünelle geçiyorlardı. Tacirler ve onlardan bu insanları satın alan çiftlik sahipleri istedikleri an taciz ve tecavüz etmek, öldürmek gücünü ellerinde tutuyorlardı. Bu mazlum insanların ne kadarına tecavüz edilmiş ne kadarı öldürülmüş kesin olarak bilinmemektedir. Başkan Jefferson’un kölelerden olma çocukları olduğu bilinmektedir. Hatta bir evladının köleden olduğu tespit edilmişti. [21]

SONUÇ

Emperyalist devletlerin yaptıkları zulümler insanlık tarihinde kara bir sayfa olarak yerini almıştır. Hiçbir coğrafya kendi yerel kültürlerine saplanıp kalmamalıdır, ayrıca diğer kültürleri de körü körüne taklit etmekten kesinlikle uzak durmalıdır. Afrika’nın makûs bir talihi de kendi aralarındaki ilişkileri aracısız sağlamakta zorluk çekmeleri, sorunları kendi başlarına çözmeye fırsat verilmemesidir. Günümüzde sömürgecilik sistemi küreselleşmenin gölgesi altında yeni bir forma bürünerek devam etmektedir. Küreselleşme sınır tanımamakta ve asla hesap vermemektedir. Sadece büyük güçlerin çıkarlarına hizmet etmekte, onun dışında Dünya’ya hiçbir katkı sağlamamaktadır. Afrika bu durumu erken dönemde görerek kendi içinde birlik olmayı başarmalıdır.

Afrika bütün bu yaşananları yeni gelen nesillere aktarmakta sorunlar yaşamaktadır. Bu sorun çözülmez ise yeni neslin düşmanlarına hayran olmasının ve onlara teslim olmasının önüne geçilemeyecektir. Ziyaret ettiğim birçok Afrika ülkesinde tanıdığım gençlerin çoğunda Batı’ya karşı bir hayranlık vardı. Ve bu hayranlık Batılı emperyalistlerin bu gençlerin ülkelerini sömüren devletler olmalarına rağmen vardı. Yeni neslin tüm dünyada olduğu gibi Afrika’da da geçmişinden koparılmış, yalnızlaşmış, kendinden başkasını düşünmeyen, eğlence ve zevkine düşkün, hayalleri olmayan günlük yaşayan birer ferde dönüştü. Ancak bütün bunlara rağmen, mevcut atmosferde Afrika’da sömürgeciliğe ve yeni sömürgeciliğe karşı itiraz hızla artmaktadır. Bu nedenle, yeni-sömürgeciliği kıtada tam manasıyla tutunabilmesi uzun vadede mümkün görünmemektedir.

KAYNAKÇA

  • Alatlı Alev, Hafazanallah, İstanbul, Turkuaz Haberleşme Ve Yayıncılık A. Ş, 1. Basım, 2019
  • Aydın Hasan. Amerikan Dış Politikasında Afrika Soğuk Savaştan Trump Dönemine Kadar, İstanbul, Alelmas Yayınları, 1. Basım, 2018.
  • Chomsky Noam, Dünyayı Kim Yönetiyor?, (Çev. Ömer Çifçi), İstanbul, 2. Baskı, İnkılâp, 2012
  • Çaycı Abdurrahman, Büyük Sahra’da Türk- Fransız Rekabeti(1858- 1911), Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1995.
  • Duralı Şaban Teoman, Çağdaş Küresel Medeniyet, Dergah yayınları, İstanbul, 2. Baskı
  • Düzler Gamze, Belçika’nın Kara Tarihi: Kral II. Leopold’un Kongo Katliamı,https://afam.org.tr/belcikanin-kara-tarihi-kral-ikinci-leopoldun-kongo-katliami/ Erişim Tarihi: 17.04.2021
  • Enyan Mavis, Afrika ülkeleri Fransa’ya sömürge vergisi olarak 500 milyar dolar ödemeye devam ediyor, (Ç. Özçelik Büşra Elif), http://www.mucerret.com/yazarlar/afrika-ulkeleri-fransaya-somurge-vergisi-olarak-500-milyar-dolar-odemeye-devam-ediyor/ Erişim Tarihi: 30.03.2021
  • Fanon Fransız, Cezayir Bağımsızlık Savaşının Anatomisi,( Ç. Çileçöp Kamil), Pınar Yayınları,  İstanbul, 1983.
  • Hanson Victor Davis. Batı Neden Kazandı? Katliam ve Kültür, Çev. Ali Çakıroğlu, İstanbul, Kitap Matbaacılık, 2003.
  • Hazar Numan. Türkiye Afrika Türkiye’nin Dost Kıtaya Açılımı, Ankara, Akçağ Yayınları, 3. Basım, 2016.
  • Kavas Ahmet. Osmanlı – Afrika ilişkiler, İstanbul: Kitapevi, 2015.
  • Kavas Ahmet. (ed), Afrika’nın Önder Şahsiyetleri, İstanbul, Alelmas Yayınları, 2019.
  • Kavas Ahmet. Geçmişten Günümüze Afrika, İstanbul, Alelmas Yayınları, 3. Basım, 2019.
  • Kavas Ahmet. Geçmişten Günümüze Afrika, İstanbul: Kitapevi, 2017.
  • Kavas Ahmet. İki Din Arasında Fransa, İstanbul: Kitapevi, 2. Baskı, 2015
  • Kavas, Ahmet, Osmanlı’nın Merkeze Açılan Kapısı Fizan Sancağı, İstanbul, Alelmas, 2008.
  • Martin B.G, Sömürgeciliğe Karşı Afrikada Sufi Direniş, İstanbul, İnsan Yayınları, 1. Basım, 1988.
  • Mazrui Ali A. Afrikalılar, Çev. Yusuf Kaplan, İstanbul, İnsan Yayınları, 1992.
  • Mısırlıoğlu Kadir, Amerika’da Zenci Müslümanlık Hareketi, İstanbul, Sebil Yayınları, 2. Basım, 1994.
  • Müeyyed – el Sadık, Afrika sahra-yı Kebirin’nde Seyahat, İstanbul, Çamlıca Basım Yayın, 3. Basım, 2015
  • Orakçı Serhat. Türkiye Afrika İlişkileri Tarihi Süreç Yaklaşımlar ve Beklentiler, İstanbul, İnsamer Yayınları, 2018
  • Öktem Servet Hasan, Belçika Kongo’da neler yaptı?, https://t24.com.tr/yazarlar/hasan-servet-oktem/belcika-kongo-da-neler-yapti,27538
  • Shillington, Kevin. Afrika Tarihi, Çev. Halil Doğan Aydoğan, İstanbul, İnkılâp Yayınları, 2020.
  • Tepeciklioğlu Elem Eyrice. Türk Dış Politikasında Afrika Temel Dinamikler Fırsatlar ve Engeller, Ankara, Atlas Akademik, 2019.
  • Türkkaya Ataöv. Emperyalizmin Afrika sömürüsü, İstanbul, İleri yayınları, 2018.
  • Ülker Ergüç, Yoksulluktan Um uda Afrika Ekonomisi, Ankara, Siyasal Kitapevi, 1. Basım, 2016.

[1] Ahmet Kavas, Osmanlı – Afrika ilişkiler, İstanbul: Kitapevi, 2015, s.55.

[2] Ülker Ergüç, Yoksulluktan Umuda Afrika Ekonomisi, , Siyasal Kitabevi, Ankara, 2016, s.29.

[3] Chomsky Noam, Dünyayı Kim Yönetiyor?, (Çev. Ömer Çifçi), İstanbul, 2. Baskı, İnkılâp, 2012, s. 24.

[4] Serhat Orakçı, Türkiye Afrika İlişkileri, İstanbul: Pelikan Basım, 2018, s. 85.

[5] Fanon Fransız, Cezayir Bağımsızlık Savaşının Anatomisi, (Ç. Çileçöp Kamil), İstanbul: Pınar Yayınları, 1983, s.12.

[6] Enyan Mavis, “Afrika ülkeleri Fransa’ya sömürge vergisi olarak 500 milyar dolar ödemeye devam ediyor”, (Ç. Özçelik Büşra Elif), http://www.mucerret.com/yazarlar/afrika-ulkeleri-fransaya-somurge-vergisi-olarak-500-milyar-dolar-odemeye-devam-ediyor/ Erişim Tarihi: 30.03.2021

[7] Ahmet Kavas, İki Din Arasında Fransa, İstanbul: Kitapevi, 2. Baskı, 2015, s.211.

[8] Gamze Düzler, Belçika’nın Kara Tarihi: Kral II. Leopold’un Kongo Katliamı, https://afam.org.tr/belcikanin-kara-tarihi-kral-ikinci-leopoldun-kongo-katliami/ Erişim Tarihi: 17.04.2021

[9] Kadir Mısırlıoğlu, Amerika’da Zenci Müslümanlık Hareketi, İstanbul: Sebil Yayınları, 2. Basım, 1994, s.20.

[10] Hasan Aydın, Amerikan Dış Politikasında Afrika Soğuk Savaştan Trump Dönemine Kadar, İstanbul, Alelmas Yayınları, 1. Basım, 2018, s. 47.

[11] Ali Mazrui, Afrikalılar, (Çev. Yusuf Kaplan), İstanbul: İnsan Yayınları, 1992, s. 236.

[12] Ahmet Kavas, Osmanlı’nın Merkeze Açılan Kapısı Fizan Sancağı, Yalova: Alelmas, 2018, s.272.

[13] Abdurrahman Çaycı, Büyük Sahra’da Türk- Fransız Rekabeti (1858- 1911), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1995, s.72.

[14] Victor Davis Hanson, Batı Neden Kazandı? Katliam ve Kültür, (Çev. Ali Çakıroğlu), İstanbul: Kitap Matbaacılık, 2003, s. 129.

[15] Numan Hazar, Türkiye Afrika İlişkileri, Türkiye’nin Dost Kıtaya Açılım Stratejisi, Ankara, Akçağ yayınları, 2016, s. 36.

[16] Kevin Shillington, Afrika Tarihi, Çev. Halil Doğan Aydoğan, İstanbul, İnkılâp Yayınları, 2020, s. 359.

[17] [17] Türkkaya Ataöv , Emperyalizmin Afrika Sömürüsü, İstanbul: İleri Yayınları, 2018, s. 25.

[18] Ataöv, a.g.e., s.46.

[19] Ahmet Kavas, Geçmişten Günümüze Afrika, İstanbul: Kitabevi, 2017, s.X.

[20] Kevin Shillington,. Afrika Tarihi, Çev. Halil Doğan Aydoğan, İstanbul: İnkılâp Yayınları, 2020, s. 271.

[21] Alev Alatlı, Hafazanallah, İstanbul: Turkuaz Haberleşme ve Yayıncılık, 2019, s.373.

 

Share.

Yazar Hakkında

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Diriliş Kampı Sorumlusu

Yoruma Kapalı