Giriş
“Cezayir’in Fransızlar Tarafından İşgali Karşısında Osmanlı Siyaseti 1827-1847” eser, tarihçi/yazar Ercüment Kuran’ın doktora tezidir ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Son Çağ Tarih Kürsüsü’ne 1953 yılında sunulmuştur. Yazar, eserin giriş kısmında; bu çalışması yayımlanmadan 28 yıl önce bir Fransız diplomatın Cezayir’in siyasi tarihi hakkında bir tez yazdığını ve Türk kaynaklarına bu tezde yer verilmediği için yanlı bir tez olduğu tespitinde bulunur. Bu yüzden araştırmasında Türk kaynaklarının da kullanılacağı, daha derin ve objektif bir çalışmanın gerekli olduğunu düşünür ve bunu yapmaya karar verir. Eser sadece 69 sayfadır ve Yenilik Basımevi tarafından basılmıştır. Eserin bir daha da basımı yapılmamıştır. Bu akademik çalışma iki bölümden oluşmaktadır. Zamanın şartlarına göre geniş bir kaynakça kullanmış ve faydalı bir çalışmadır.
Türkiye’de Osmanlı Devleti’nin Afrika’daki eyaletleri üzerine yapılan çalışmalar bir elin parmağını aşmayacak düzeydedir. Zaten -bilindiği üzere- gerek Kuzey Afrika gerekse de Sahraaltı Afrika’ya yönelik ülkemizde sınırlı sayıda çalışmadır. Bu açıdan Erüment Kuran’ın bu eseri, sınırlı sayıdaki çalışmadan biri olması ve arşiv vesikalarına dayanması bakımından referans gösterilebilecek önemli bir kitaptır.
Cezayir’de Osmanlı İdaresi
Cezayir, Kuzey Afrika’nın Sahraaltı Afrika’ya açılan kapılarından biridir. Arapça adı el-Cezayir’dir ve “adalar” anlamına gelmektedir. Adını, kıyılarında mevcut bulunan kayalıklardan almaktadır. Bölge, 7. yüzyılda İslamiyet’le tanışmıştır. Ülke nüfusu Araplar, Amazigler (Berberiler) ve bedevi kavimlerden oluşmaktadır. Buna bir de Osmanlı döneminde gelip yerleşmiş Türkler ve sömürgecilik döneminde yerleşen Fransızlar eklenebilir.
Osmanlı’nın bölgedeki hakimiyeti 16. yüzyıla dayanmaktadır. 1453’te İstanbul’un fethi ile imparatorluk mesabesine yükselen Osmanlı, Akdeniz’de de güçlü bir donanma ve ticaret yolları bulma gayreti içerisine girmişti. Osmanlıların bölgeye girişi Akdeniz’de müstakil olarak faaliyet gösteren Barbaros kardeşlerin komutasındaki Türk denizciler ile olmuştur. Bu sıralarda Endülüs’ü topraklarına katmış olan İspanya, Endülüs’ten göç ettirilen, Cezayir ve Fas gibi ülkelere yerleşen Müslümanların mücadelelerini kırmak istemekteydi. Aynı zamanda İspanya, Afrika’da Hıristiyanlığı yaymak için Cezayir üzerinde hakimiyet kurma planları yapmaktaydı. Cezayir bölgesinin hükümdarı Salim es-Salimi, Hıristiyan İspanyolların planlarına ve buna yönelik akınlarına karşı Akdeniz’de bulunan Oruç Reis’ten yardım istemişti. Oruç Reis bu isteği kabul etti ve 1518’e kadar başkent Cezayir dahil birçok bölgeyi İspanyollardan kurtardı. Şehit düşene kadar o bölgeleri savundu.[1] Osmanlı’nın Cezayir’deki 300 yılı aşan tarihi geçmişi bu şekilde başlamış oldu.
Osmanlı bu yeni toprağını, yaklaşık 60 yıl boyunca beylerbeylik sistemi ile yönetti. Daha sonra 1587’de Uluç Ali Paşa’nın ölümünden sonra Cezayir’de “Paşalık Devri” başladı. Bu dönemde Cezayir iç işlerinde ciddi serbestlik elde etmişti ve ilerleyen aşamalarda İstanbul’daki merkezi idareye danışmadan çevre ülkeler ile antlaşmalar yapabilir hale geldi. 1659’da Paşalık Devri son buldu, çünkü ülkenin idaresini tamamıyla yeniçeriler ele geçirmişti, merkeze itaatsizlik söz konusuydu. Tüm bu olaylardan sonra “Ağalık Devri” (1659-1671) başladı. Bu dönem sadece 12 yıl sürdü. Ağaların iki ayda bir değişmesi gerekmekteydi. Başa geçen hiçbir ağa görevi kendi isteği ile devretmek istemediği için Divan’a seçilen ağaların tamamı öldürülmüştür. Bu tarihten sonra “Dayılık Devri” başladı (1672-1830) ve bu devir Fransız işgaline kadar sürdü. Osmanlı’nın bu bölgede uzun yıllar hüküm sürmesinde, bölgenin çoğunluğunun Müslüman olması etkili olmuştur.
Fransızların Cezayir’i İşgali
Fransa ile Osmanlı ilişkileri, Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Roma Cermen İmparatoru Şarlken ile 24 Şubat 1525’te Kuzey İtalya’da yaptığı savaşta yenik düşen Fransa Kralı 1. Fransuva’nın yardım istemesi üzerine başlamıştır. Padişahın Viyana kuşatması ve Şarlken’e baskıları neticesinde bu Birinci François ile Kambre Antlaşması’nı imzaladı. Böylece Osmanlı ve Fransa ilişkileri dostane bir şekilde başladı. Ancak 19. yüzyıla uzanan süreçte güç dengelerinin Osmanlı aleyhine değişmesi, bu ilişkilerin de boyutunu değiştirdi. Artık ortada iki dost ülke değil, iki rakip ülke bulunmaktadır. Osmanlı toprakları, sadece Fransa’nın değil, diğer tüm Avrupalı sömürgeci güçlerin tehdidi altına girmiş oldu.
Sömürgecilik yarışında Cezayir, Fransa’nın nüfuz alanı içinde yer aldı. Zira Cezayir’de ticari çıkarlar diğer ülkelere oranla Fransa lehine her daim daha fazla olmuştur. Osmanlı Fransa ilişkilerinin başlangıcının üzerinden geçen birkaç yüzyılda, Cezayir bu ülke tarafından 132 yıl sürecek olan bir işgale uğradı.
19. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı’nın kuşatıcı çatı görevini zedeleyen sebepler ise başlıca şunlardı: İçerideki idari meseleler, liyakat sahibi olmayan idareciler, iç karışıklıklar, ekonomik darboğaz, aşırı borç yükü, Mora isyanı, Mısır yöneticisi Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlı ile çekişmesi ve diğer taraftan da 1789’da Fransız İhtilali’nin dalga dalga yayılan milliyetçilik ve ulusculuk akımları ile mücadele vermek zorunda kalınması ve Ruslar ile ciddi savaşların Osmanlı’nın gücünü sarsmasıdır. Bu dönemde Fransa da Mısır’da İngiltere’ye boyun eğmek zorunda kalmış, Yedi Yıl Savaşları’nda da İngiltere’ye mağlup olmuştu. Kendi içinde de ciddi krizler yaşamaktaydı. Bu da onu yeni arayışlara itti. Bütün bu durumları analiz eden Fransa, Akdeniz üzerinden, Afrika’ya açılan kapılardan biri olan Cezayir’i işgale yönelmişti. Çünkü Cezayir Akdeniz ile iki okyanus arasında, stratejik bir jeopolitik konuma sahipti.
Fransa, buğday ihtiyacının önemli bir bölümünü o tarihlerde Cezayir’den karşılamaktaydı. Bu ticaret Cezayirli iki Yahudi üzerinden yapılmaktaydı. Fransa borcunu ödeme konusunda pek istekli değildi. Fransa’nın borcunu ödemesi için Cezayir Dayıları devreye girmişti. Daha sonra Hüseyin Paşa bu konuda Fransa’ya mektup yazmış fakat cevap alamamıştı. Dönemin Fransız konsolosu Deval, gerekli hiçbir adımı atmamıştı. Bu durum Cezayir dayısını 14 Eylül 1824’te doğrudan Fransız hariciyesine mektup yazmaya sevk etmişti. Fransa yazılı bir cevap vermeye bile gerek görmedi. Aradan iki yıl geçti, iki mektup daha yazıldı ama yine aynı şekilde cevap alınamadı. 1827 yılı Ramazan Bayramı’nda dayının konaktaki davetine konsolos Deval de katılır. Ona mektuplara neden cevap verilmediği sorulunca “Fransa Kralı ve cumhuru sana kağıt tahrir itmez, mersul kağıtları dahi karşuluk irsal etmez” (s. 12) demesi üzerine Hüseyin Paşa elindeki yelpaze ile birkaç kez konsolosa vurup huzurundan kovdu. Olaylar bundan sonra siyasi bir buhrana halini aldı. Böylece Fransa’nın Cezayir’i işgal etmesi için beklediği fırsat eline geçti. Aslında burayı çoktan beri işgal etmek için kendince geçerli nedenler aramaktayken yaşanan bu olay işini kolaylaştırmıştı. Olayı çözmek için araya giren Osmanlı devlet adamları da başarılı olamadı. Hüseyin Paşa da kendini haklı gördüğünden uzlaşmaya yanaşmadı. Bu buhranlara rağmen savunmaya yönelik yeterli askeri tedbirler alınmadığı için Fransa Cezayir’i işgale girişti.
Fransız İşgaline Karşı Osmanlı Siyaseti
Ciddi buhranlar içindeki Osmanlı Devleti bu işgalin ardından on yıl boyunca Cezayir’i yeniden mevcut eyaletleri arasına katmak için çabalamıştır. Osmanlı diplomatları da son derece gayret içerisinde konuyu çözmeye çalışmışlarsa da güçlü bir irade ortaya koyamamışlardı. Bu süreçte Fransa ile savaş da göze alınamadı. Atmak istedikleri her adımdan önce İstanbul’daki İngiltere, Rusya ve Prusya büyükelçiliklerinin tavsiyelerine başvurdular. Bu durum konunun içinden çıkılamaz ve karmaşık bir hal almasına neden olmuştur. 20 Kasım 1827 günü Navarin de İngiliz ve Fransız donamalarının saldırısıyla deniz kuvvetleri imha edildi. Aynı zaman diliminde Rusya ile savaşa başlaılması Cezayir sorununa ciddi şekişlde el atılmasına imkan vermedi. Her şeye rağmen dönemin padişah Sultan Mahmud Çengeloğlu Tahir Paşa’yı tam yetkili olarak Cezayir’e göndereceğini Fransa’ya ve diğer devletlere bildirdi. Fransız işgal kuvetleri paşayı Cezayir’e sokmadı. Daha sonra bir talimatla 1830 yılı Ağustos ayında Cezayir şehrinin Fransız ordusu tarafından işgal edildiğini Osmanlı’ya bildirdi. Fransa bütün ikili görüşmelere rağmen Cezayir’i tekrar Osmanlı’ya teslim etmeye yaklaşmadığı gibi, Tunus ve Trablusgarp’ta da hak iddia etmeye, tavizler koparmaya çalışmaktaydı. Gelecekte o bölgeleri de sömürgelerine katma hesapları yaparak gerekli fırsatları yakalama stratejisi takip etti.
Sonuç
Ercüment Kuran’ın meseleyi enine boyuna ele aldığı, bizim ise özetlemek ile yetindiğimiz bu doktora tezi, konu ile ilgili dikkate değer bilgiler ve değerlendirmeler sunmaktadır. Kitabın yayımlandığı tarihlerde genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yeni bir sistem oturtma çabasındaydı ve eskiyi reddeden bir tutum içindeydi. Ülke, eskiden hüküm sürdüğü topraklarda sömürgecilik hala devam ettiği için bu topraklarla yeterli teması kuramamaktaydı ve zaten böyle bir amacı ve çabası da bulunmamaktaydı. Bu yüzden bu kitabın, söz konusu coğrafyalara yönelik ilgisizliğin hakim olduğu bir dönemde yazıldığını not etmek gerekir. Ancak belki de söz konusu kopukluğun etkisiyle yazar, kitapta bazı yerlerde Osmanlı’yı “öteki” bir devlet gibi yansıtmaktaydı. Mesela Osmanlı’nın Cezayir hakimiyeti için “işgal” kelimesini kullanmıştı. Yani bu eyaletinde işgalci bir güç olarak konumlandırılmıştı.
[1] Kavas Ahmet, Geçmişten Günümüze Afrika, Alelmas Yayınları, Yalova, 2019, s. 74.