İlk olarak 2019 yılının aralık ayında Çin’in Hubei eyaletinin başkenti olan Wuhan’da ortaya çıkan yeni tip koronavirüs (COVID-19), kısa sürede ülke sınırlarını aşarak küresel bir sorun olarak dünya gündemine oturdu. Virüsün hızlı bir şekilde dünyanın dört bir tarafına yayılmasıyla DSÖ, önce “kamu sağlığı acil durumu”, son olarak da “pandemi” ilan ederek alarm seviyesini en üst düzeye çıkardı. Salgının sağlık altyapısı kırılgan olan Afrika gibi bölgelerde hızla ilerlemesinin doğurabileceği sonuçlar endişe verici.
Çin’in 2002-2003 yıllarından ortaya çıkan SARS salgınına göre dünya ekonomisindeki ağırlığı katlanarak arttı. Dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olan Çin’in COVID-19 salgınından zarar gören ekonomisi, ticaret, yatırım ve üretim gibi ilişkileri üzerinden tüm dünyayı etkilemekte. SARS salgınından bu yana geçen neredeyse yirmi yıllık sürede Çin-Afrika ilişkileri adına da çok şey değişti. Ticaret, yatırım, finans, turizm, eğitim ve güvenliğe kadar pek çok boyutta muazzam hızlarla gelişen kapsamlı ikili ilişkiler günümüzde iç içe geçmiş durumda.
Kıtanın sağlık sistemi oldukça kırılgan olmakla birlikte Afrikalı doktorlar halihazırda AIDS, sıtma, Ebola, Lassa ateşi gibi hastalıklarla mücadele etmekte zorlanıyor. Yetersiz sağlık altyapısı sebebiyle önlenebilir veya tedavi edilebilir hastalıkların yılda yaklaşık iki milyon cana mal olması maalesef kıtanın kaderi haline gelmiş durumda. Nitekim kişi başına düşen sağlık tesisi, yatak sayısı, doktor, hemşire ve ebe sayıları da yetersiz sağlık altyapısını kanıtlar nitelikle. DSÖ’ye göre Afrikalı sağlık çalışanları dünyadaki toplam sağlık personelinin yüzde 3’üne tekabül ederken, orantısız bir şekilde küresel hastalıkların yüzde 25’i ile mücadele etmek zorunda kalıyorlar. HIV virüsünün yaygın olduğu Afrika ülkeleri COVID-19’a karşı daha fazla dikkatli olmak zorunda. Ateş, kas ağrısı, yorgunluk gibi semptomlar sıtma ile karıştırılarak Ebola ile mücadeleyi olumsuz etkilemişti. Bu durumun COVID-19 için de geçerli olması Afrika’da erken tanıda zorluklar yaşanma riskini beraberinde getirmekte. Nitekim Ebola’nın ortaya çıkışı bazı Afrika ülkelerinde sıtmaya bağlı ölümlerin de ciddi boyutlarda artmasına sebep olmuştu.
Afrika sınırlarının geçirgenliği göz önüne alındığında, kıta ülkelerinin koronavirüse karşı koordineli bir şekilde ortak bir mücadele vermesi oldukça önemli. Zira Batı Afrika nüfusunun ülke sınırları ötesinde dünyanın herhangi bir yerindeki insanlara oranla yedi kat daha fazla hareket halinde oldukları tahmin edilmektedir. Dolayısıyla bir Afrika ülkesinde olanlar diğer ülkeleri de hızlı ve şiddetli bir şekilde etkileyebilmektedir.
Koronavirüsün Afrika’ya olumsuz etkileri konusunda kamuoyu daha çok kıtanın yetersiz sağlık altyapısından ötürü sağlık krizine odaklanmış olsa da, başta 20 dolarlara kadar gerileyen petrol fiyatları olmak üzere çeşitli gelişmeler gösterdi ki virüs Afrika için büyük ölçekli bir ekonomik krize dönüşme riski taşımakta. Çin-Afrika ilişkilerinin önemli bir ayağını da borçlanma oluşturmakta. COVID-19 salgınının petrol, bakır gibi pek çok emtia fiyatını düşürmesine paralel olarak Afrika ülkelerinde borç ve kredilerin sürdürülebilirliği tehlikeye girdi. Özellikle Batı tarafından sık sık borç tuzağı diplomasisi yürütme suçlamalarına maruz kalan Pekin’in borç ve kredilerini ödeyemeyen Afrika ülkelerindeki bazı varlıklara (liman, santral, vb.) el koyması ciddi bir şekilde ihtimal dahilinde olsa da, kıtada on yıllardır inşa etmeye çalıştığı imajına büyük zarar vereceği için en azından bu süreçte pek olası gözükmemekte. Asyalı müttefiklerinden borç ve kredileri konusunda yeterli anlayışı görememeleri durumunda ise Afrika ülkelerinin yüzlerini Batıya, IMF’ye çevirip çevirmeyeceklerini ise zaman gösterecek.
Çin Dışişleri Bakan Yardımcısı Ma Zhaoxu’ya göre salgının Tek Kuşak Tek Yol inşası üzerindeki etkisi sadece geçici olabilir. Dolayısıyla halihazırda salgını kendi kara sınırları içerisinde kontrol altına almayı başarmış gözüken ve başta Afrika olmak üzere virüsle boğuşan diğer ülkelere yardım etmeye başlayan Pekin’in, büyük önem verdiği Kuşak Yol insiyatifinin COVID-19 tarafından tehdit edilmesine izin vermeyeceği tahmin edilmekte.
COVID-19’un Afrika ve Çin-Afrika ilişkilerine kısa, orta ve uzun vadede nasıl etki edeceğini hep beraber göreceğiz. Ancak unutulmamalıdır ki olumsuz gözüken kimi tablolar bazen olumlu sonuçlar da doğurabilmektedir. Çin’in geçtiğimiz yıllarda Afrika’dan aldığı emtia giderek azalmasına karşın, Afrika ülkeleri her geçen gün Çin’den daha fazla ithalat yapmakta. Bu döngüyü tersine çevirmek için COVID-19 bir fırsat penceresi aralayabilir. 2017 yılı verilerine göre Afrika içi ticaret oranı sadece %17 düzeyinde. Bu oranın Asya (%59) ve Avrupa (%69) ile kıyaslandığında ne kadar düşük olduğu görülmekte. 30 Mayıs 2019 tarihinde yürürlüğe giren Afrika Kıtasal Serbest Ticaret Bölgesi (AfCFTA) anlaşmasının toplam GSYİH’si 3 trilyon doları aşan 1,3 milyar tüketicisi olan tek bir Afrika pazarı oluşturması ve Afrika’yı dünyanın en büyük ticaret bölgesi yapması dışında, kıta ülkelerinin birbiriyle daha fazla ticaret yapmalarının ve ihracat çeşitlendirilmesinin de önünü açacağı öngörülmekte. Afrika COVID-19 salgını sürecinde dünyaya kendini doğru şekilde tanımlarsa, küresel üretim pastasından daha büyük bir pay almak suretiyle krizi avantaja çevirebilir.
Pekin’de 53 elçilik ile temsil edilen Afrika ülkelerinin Çin ile ilişkilerinde özellikle ticaret, yatırım, borç yönetimi gibi konularda ortak çıkarları doğrultusunda beraber hareket etmeleri kıtanın yararına olacaktır. Nitekim bireysel dahi alınsa kararların tüm kıtayı etkileyen sonuçlar doğurduğu aşikardır
Son olarak Afrika’ya görece geç ulaşan ve dünyanın diğer bölgelerine kıyasla şimdiye dek hafif seyreden COVID-19 salgınının kontrol altında tutulabilmesi için kıta ülkelerinin sağlık altyapısındaki eksiklikleri uluslararası kurum ve aktörlerin de yardımlarıyla süratle gidererek, gerekli tedbirleri alması elzemdir. Zira virüsün Afrika kıtasında kontrolden çıkması felaket boyutunda tahribata yol açabilme riski taşımaktadır.
Raporun tamamına ulaşmak için tıklayınız.