Fransa’da modern dönemde hiç beklenmedik şekilde genç yaşta devlet başkanı olan Emmanuel Macron ilk ciddi gaflarından birisini ülkenin batısındaki bir sahil şehrinde özel kurtarma ve güvenlik çalışmalarını yapanlarla konuşurken yaptı. Birkaç saniyelik şakası onu Afrika’nın bir ucuna, Madagaskar’ın kuzeyindeki Komorlar Cumhuriyeti vatandaşlarını ciddi şekilde kızdırmaya yetti. Sahilde gördüğü tekneler hakkında fikir beyan ederken “tapouille/tapuy” denen karides tekneleri Güney Amerika bölgesinde kullanılırken, kwassa-kwassa denilen tekneler ise Komorlar’da balık tutmaları gerekirken komorlu kaçakları taşıyor” deyip ardından kısa süreliğine gülüyor.
Macron 1975 yılında doğduğunda Büyük Komor, Moheli, Anjuan ve Mayotte (Mayot) adaları Fransız sömürge idaresinden ayrılma aşamasındaydı. 1841’de Mayotte’da başlayan ve 1886’da diğer üç adanın da Fransa’nın işgaline uğramasının ardından bir yüzyıl geride kalmıştı. Bu tarihi süreci acaba kaç Fransız biliyordu? Hint Okyanusunun batı yakasında Afrika kıyısına yakın pek çok ada arasında bu dördü bölgeye Avrupalılar gelene kadar büyük bir birliktelik yaşıyorlardı. Ta ki Madagaskar’da Sakalava toplumu içinde çıkan iktidar kavgaları bu adalardaki huzuru da bozmaya yetmişti. Dahası Fransa ile İngiltere arasında 1814 yılında imzalanan Paris anlaşması ile Moritus, Seyşeller ve Rodrigez gibi adalar İngilizlere terk edilmişlerdi. Fransızlar Napolyon’un tüm Avrupa ile inatlaştığı bir dönemde Hint Okyanusunda güvenli bir liman bulmaları gerekiyordu. Ada halkları savunmasız ve kötü niyetlerle gelecek Avrupalı sömürgecilere karşı koyabilecek ne insan gücü ne de silahları kullanacak bir durumları da yoktu. Fransa kısa zamanda gözünü Madagaskar kaçkını ve Komorlar’da itibar elde etmek için birisi Moheli’de Müslüman olan Abdurrahman, diğeri ise Mayotte’daihtida edip AndrianSouli adını alan iki eski yerel kral bölgeyi tarihinde olmayan bir kavga ortamına çekmişlerdi. Bir taraftan yerel hanedanlıklar arasına nefreti sokarlarken diğer taraftan da adaları sömürgecilerin kolayca teslim olacakları bir ortama sürüklemişlerdi. KomorlularınOsmanlı Devleti’nden yardım isteme gayretlerinin kısa zamanda netice vermesi de çok zordu. Yine ellerinden gelebilecek her yolu denediler. Ama ne faydaki sömürgeciliğin iştahı sönecek gibi değildi ve korkulan her şey oldu, 1000 yıllık adalar arası düzen Büyük Sahra’yı çevreleyen sultanlıklar gibi sönüp gitti. Acısı hala derinlerde hissedilmekte, Fransız sömürgecilerinin kaçıncı göbekten olduğu unutulan bugünkü torunları atalarının yıktıkları nice yerel düzenlerin altında ezilenlerin haline gülerek dalga geçiyorlar. Kwassa-Kwassalar balık değil, kaçak göçmen taşıyorlarmış. Acaba Macron gibi, yakın geçmişinde bazı siyasi ve idari görevleri olsa dayıldızı ansızın parladığı için mesleğin hilelerini henüz bilmediği için bir ayıbı faş ediverdi. Tüm gözlerimizin Akdeniz’de her gün boğulan yüzlerce cana bakacak hali kalmamışken meğer Macron dünyanın bir ucunda sessiz sedasız Hint Okyanusunun sularına gömülen nice canlardan haberdarmış. Ama o ölenleri değil sadece onları taşıyan tekneleri hatırlatmak istemişti.Komorluları inciteceğini tahmin etseymiş bu şekilde davranmayabilirmiş.
Kwassa-Kwassa Nedir?
Tanınmış sözlüklere dünya dillerinden de yeni kelimeler kendiliğinden girivermekte. Afrika’da “kwassa-kwassa” yerel bir dans adı imiş ve oynayanların arka tarafları adeta yere bir değiyor, sonra ayağa doğru kalkıyormuş. Bu duruma benzer şekilde Hint Okyanusunun büyük dalgalı sularında bata kalka ilerleyen teknelerin hareketi ile özdeşleştirilmiş. Dansın adını teknelere isim olarak vermişler. Bir başka anlam olarak da bunlara “hızlı-hızlı” giden anlamında yerel Sevahili lehçelerinde verilen isimmiş. Yedi metre boyunda, sonradan ilave edilen iki küçük motorla suda ilerleyen ve üzerine 10 ile 40 kişi arasında insanın binebildiği deniz vasıtası. Malzemeleri dışarıdan alınıp Komorlar’da kullanılır hale getirildikten sonra 2000 avro karşılığında satılmaktaymış. Hemen hemen herkes bunları adaların halklarının ihtiyacı balıkları tutmak için kullanıyorlar. Ağır sömürgecilik döneminden sonra bağımsızlıklarını alan ada ve Doğu Afrika kıyı halkları 2000’li yıllara kadar ya darbelerle veya iç savaşlarla boğuştular. Hayat neredeyse herkes için çekilemez hale geldi. Fransa Hint Okyanusunun batısında Reunion ve Mayotte isimli iki adayı ne yapıp edip halklarının gözünde de kendisi olmadan yaşayamayacakları bir konumda zorunlu olarak bağımsız yaşayamayacak hale dönüştürdü. Komorlar Cumhuriyeti tüm ısrarlarına rağmen Mayotte’u kendi safına çekemediği gibi bir milyona yakın insanından fırsat bulanları da oraya göç etmekten alıkoyamıyor.
Tüm halkı Müslüman olan tek Fransız şehri Mayotte olup bu adada bugün 253 bin insan yaşamaktadır ve bunun dörtte birini diğer üç Komor adasından gelen göçmenler oluşturmaktadır. Komorlular genellikle şartları nispeten iyi olan Mayotte’a giderken orasını Fransa’nın 2011’de verdiği 101. il konumuna girse de yabancı bir ülkeye değil, bizzat her şeyi ile kendilerinin olan bir bölgeye gitmek olarak kabul ediyorlar. 1995 yılında Fransa Başbakanı EdouardBalladurbir karar alarak o günden 20 yıl önce bağımsızlığını alan üç Komor adası ile Mayotte arasında serbest dolaşımı sona erdirdi ve bu yeni uygulama bölge halkı arasında “Balladur Vizesi” olarak isimlendirildi. Ne olduysa o karardan sonra başladı ve bu yasak üzerine Mayotte’da ihtiyaçlarını gidermek isteyenler artık insan kaçakçılarının insafına bırakıldı.
2012 yılına kadar Mayotte’a ulaşabilmek için kwassa-kwassalara binenlerden tahmini olarak 7.000 ile 10.000 arasında Komorlu dalgaların arasında devrilen tekneler yüzünden Hint Okyanusu sularında boğuldular. Fransız Senatosunda bu konu bir rapor ile 2012 yılında gündeme geldi. Her yıl 10.000 ile 20.000 arasında Komorlar Cumhuriyetinin, özellikle çoğu Anjuanlı insan, çocuk, kadın demeden Mayotte’dan ülkelerine geri gönderilmektedirler. Her bir kişi için 300 ile 500 dolar arasında ücret ödeyerek gelenler eğer güvenlik güçlerince ülkelerine geri gönderilirlerse kısa süre sonra yine geleceklerini beyan etmektedirler. Mayotte sahil güvenlik birimlerinin ele geçirdiği yüzlerce kwassa-kwassa artık kullanılmazsa da zaten sadece bir seferde taşıdıkları insanlardan çok rahatlıkla aynı özellikte yeni bir tekne alabilmektedirler.
Toplam 376 km2lik yüzölçümü ve 253 bin nüfusu ile Fransa’nın tüm topraklarında km2’ye düşen 675 insan oranıyla AB’nin en yoğun parçası Mayotte adası kabul edilmektedir. Bir taraftan gizli göç, diğer taraftan adada doğum oranın %4,5 gibi bir seviyede olması hem Fransa’yı, hem de ada halkını her geçen gün daha ciddi endişeye sürüklemektedir. Zaten her yıl Mayotte nüfusuna kayıtlı en az 500 kişi başka bir Fransız adası olan Reunion adasına gidip yerleşmektedir.
Mayotte’a gelerek burada kalmayı başaran diğer Komorlular daha ziyade zirai alanlarda, evlerde hizmetçi olarak çalışmaktadırlar. Kadınların çoğu doğum için buraya seyahat etmektedirler. Günümüzde Mozambik kanalının kuzeydeki girişinde tabii bir karakol gibi konumu olan Mayotte kendi ekonomik imkânları ile ayakta kalsın coğrafyayı bilenlerin kanaati kısa zamanda Singapur, Tayvan ve Hong Kong gibi bir yer olabileceği ifade ediliyor. Ama buna Fransa ne kadar müsaade eder? Çünkü 250 binden fazla Komorlu bu defa orada verimli büyük bir insan gücüne dönüşür.
Kwassa-kwassa tekneleri Komorlardaki insanî acılara yenilerini eklediği sürece ve Birleşmiş Milletler ve Afrika Birliği 1995’e kadar Fransa’yı burada işgalci olarak görürken artık bir kere bile sözünü etmiyor. Kaldı ki kendi halkına yeterli imkânı vermekte zorlanan Komorlar Cumhuriyeti’nin gayretleri sonuçsuz kalıyor. Fransa 22 yıldır yaşanan insanlık dramını gözlerden uzak tutabildiğine göre, daha nice çaresiz Komorlu Hint Okyanusu sularında boğulmak ile Mayotte’a ölümüne yaptığı seyahatini ya bir gözlem evinde geri gidene kadar geçirecek ya da derhal ülkesine gönderilecek.
Hint Okyanusunun bu en hassas noktasındaki Mayotte üzerindeki bağlar çözülecek ve turizm, balıkçılık, belli zirai ürünler ile dış dünyaya açılıp bir cazibe merkezine dönüşecek.Ya da sözde Fransa’nın bir ili olsa bile gizli göçle altından kalkamayacağı zor şartlarında sıkıntıları ile boğulacaktır. Zaten 2017 milletvekili seçimlerinde de adadan seçilen iki vekilin iktidar partisi yerine Sosyalist ve Cumhuriyetçiler grubundan olmaları onlar tarafından Paris’e bir anlamlı gönderme olarak algılandı. Dahasıson devletbaşkanlığı seçiminde de beş yıl önce %2,5 oy alan Marine Le Pen’in partisi bu defa yine kızgınlığın bir nişanesi olsa gerek ki tamamı Müslümanlardan oluşan bir seçmen kitlesinden %27’nin üzerinde tercih edilerek kendisini gösterdi.