Batı Afrika’da Atlantik Okyanusu’na kıyıdaş, ufak ve ismini duymaya pek fazla alışık olmadığımız Sierra Leone, Afrika’da kaynak paylaşımı yahut da yağma sorununun en yoğun yaşandığı ülkelerden birisidir. İngiliz kolonyalizmi döneminde bir tarım üssü olarak kullanılan Sierra Leone, 1930’lu yıllarda ülke topraklarında elmas cevherinin keşfedilmesiyle birlikte neredeyse tüm ekonomik faaliyetlerini bu alana yoğunlaştırmıştır. Zira ülkede keşfedilen elmaslar, dünyanın en kaliteli elmas türleri arasında yer almaktadır. Bu yüzden kısa süre içerisinde tarım ekonomisi yerini elmas ekonomisine bırakmış ve elmaslar ülke ekonomisinin bel kemiği haline gelmiştir. 1930’lardan günümüze uzanan süreçte yerli halk büyük ölçüde elmas madenlerinde istihdam edilmektedir. Ancak madenlerin işletmecileri, söz sahipleri ve kazançlıları arasında yerli halk bulunmamakta, hatta yerli halk çalışmaları karşılığında kendi payına düşeni bile yeterince alamamaktadır. Çünkü İngiliz kolonisi döneminde elmaslar üzerinde hâkimiyet kuran küresel sermayedarlar, bu hâkimiyetlerini ülkenin siyasal bağımsızlığını kazanmasının ardından da yerli işbirlikçileri vasıtasıyla sürdürmüşlerdir. Bu şekilde kaynakların aslan payı küresel sermayedarların, ufak kazanımları yerli iş birlikçilerin; fakirlik, açlık, kıtlık, hastalık, kölelik ve savaş gibi lanetleri ise yerli halkın olmuştur ve bu süreç devam etmektedir.
Sierra Leone’de Elmas Kartelleri
Sierra Leone’de 1930’lu yıllarda elmas yataklarının keşfedilmesi ile birlikte, ülkenin sömürgeci İngiltere yönetimi ve şirketleri için önemi artmıştı. İngiliz kolonyalizminin sembol isimlerinden Cecil Rhodes’in 1880’de kurduğu ve önce Güney Afrika sonra da tüm kıtada elmas kaynakları üzerinde hâkim konuma gelen De Beers isimli madencilik şirketi, çok geçmeden kollarını Sierra Leone için de sıvadı. Bu şirket, Rhodes 1902 yılında öldüğünde, dünyadaki işlenmemiş elmas kaynaklarının % 90’ı üzerinde kontrol sağlamış bulunmaktaydı. Bu sayede piyasaya sürülecek elmas miktarı ve elmasların fiyatları bu şirket tarafından belirlenmekteydi. Ayrıca De Beers elde ettiği kazancın çok küçük bir kısmını kaynak ülkelerle paylaşmaktaydı. Mesela şirket, 1969 yılında Botsvana hükümetine sadece % 15’lik bir pay vermeyi uygun görmüştü. Sierra Leone’yi bekleyen de bundan başka bir şey değildi.
1935 yılında De Beers’in yan kuruluşu olan Sierra Leone Selection Trust (SLST) ile Sierra Leone’deki koloni yönetimi arasında, elmasların çıkartılıp işlenmesi hususunda, kazancın % 27’sinin devlete verilmesi karşılığında 99 yıllık bir anlaşma imzalandı. Yeni elmas alanları keşfedildikçe anlaşma revize edildi ve De Beers’in tekeli ülkede sürekli olarak pekiştirildi. Şirketin bu ülkedeki en büyük sorunu ise yaygın hale gelen elmas kaçakçılıklarıydı. Elmasın kolay çıkarılabilmesi, ufak ve kokusuz olması kaçakçılığını kolay kılmaktaydı. 1955-58 arasında 47 milyon sterlin değerinde elmas yurtdışına kaçırılmıştı. 1956’ya kadar uzanan süreçte Kono bölgesinde 75.000 yasa dışı madencinin yer aldığı ve geniş çaplı kaçakçılık faaliyetlerinde bulundukları tahmin ediliyor. Kaçakçılığı önlenmek için alınan tedbirler yeterli olmayınca, İngiliz istihbaratının da yardımıyla kaçakçılığının failleri ve rotası araştırmaya tabi tutuldu. Ulaşılan sonuca göre Avrupalı bazı devletlerin ve İsrail’in elmas ofisleri açtığı Liberya, Sierra Leone’den kaçırılan elmasların piyasa sürülme merkeziydi. Kaçakçılar büyük ölçüde göçmen Lübnanlılardı ve bu ofisler tarafından faaliyetleri desteklenmekteydi.
1971’de Devlet Başkanı Sieka Stevens’ın girişimleriyle Ulusal Elmas Madencilik Şirketi (National Diamond Mining Company) kuruldu ve SLST’den % 51’lik bir hisse millileştirildi. Bu hamle ilk başta umut vaat edici bir gelişme olarak görülebilir. Ancak durum hiç de öyle olmadı. Kaçakçılık faaliyetlerinin önüne geçemeyen SLST bir süre sonra kalan hisselerini, cumhurbaşkanının yakın arkadaşlarından Lübnanlı iş adamı Jamil Said Mohamad’a sattı. Ancak Sierra Leone ile bağlantısını koparmadı, Liberya’daki elmas ofisi yoluyla Sierra Leone’deki elmaslar üzerinde görünmeyen aktör olarak faaliyetlerini sürdürmeye devam etti.[1] Jamil ise aynı zamanda Ulusal Elmas Madencilik Şirketi’nin de % 12’lik hissesine sahip olması ile bu sürecin en kârlı çıkan iş adamıydı.
Elmaslar üzerinde devlet kontrolünün arttığı bu yeni dönemde bu cevherin yeni rolü yolsuzluk aracı haline gelmekten başka bir şey değildi. 1970’te iki milyon karat olan elmas ihracatı on yıl sonra 595.000, 1988’de 48.000’e düşmüştü. Ancak bu düşüş üretimin azalmasından değil, sektörün kayıt dışı haline gelmesinden kaynaklıydı. 1950’lerin başlarında yaklaşık 75.000 ila 80.000 arasındaki yerli, maden işçisi olarak çalıştırılmıştı. Tarımsal üretimin azalması ise gıda kıtlığı ve enflasyonla neticelenmişti.
19. yüzyılın sonlarında Batı Afrika’ya göç etmeye başlayan ve kısa sürede bölgenin elitleri haline gelen Lübnanlılar, Cumhurbaşkanı Stevens’ın da desteğiyle elmas sektöründe daha da etkin hale geldiler. Lübnanlı tacirlerin etki gücü arttıkça, politik karar alım süreçlerinde daha aktif hale geldiler. Hatta Ortadoğu’da ve özellikle de Lübnan’da meydana gelen savaşlarda finansörlük görevi üstlendiler.[2] Bu şartlar altında ülkedeki sosyo-ekonomik dengeler her geçen gün bozulmakta, yerli halk daha da fakir hale gelmekteydi. Tarımsal üretim azaldığı için halk açlık riski ile karşı karşıyaydı. Yükselen toplumsal öfke, gecekondu mahallelerinden toplanan, okuma yazma dahi bilmeyen işsiz gençlerden oluşturulan milis güçlerle bastırılmaya çalışılmaktaydı. Lübnanlı iş adamlarını, zaman zaman patlak veren halk ayaklanmalarına karşı da bu milis güçler korumaktaydı.
Kanlı Elmaslar[3]
Sosyo-ekonomik dengesizlik, yolsuzluk ve baskıcı rejime karşı bir tepki olarak üniversiteli gençler tarafından 1992 yılında kurulan ve silahlanan Devrimci Birleşik Cephe (Revolationary United Front [RUF]), arkasına çeşitli ülkelerin de desteğini alarak rejime karşı savaş başlatmıştı. Ülkede 2002 yılına kadar devam edecek iç savaş bu şekilde, hak arayışları çerçevesinde başlamıştı. İlk etapta halisane niyetlerle kurulan örgüt, çok geçmeden çeşitli uluslararası güç odaklarının vekalet savaşçısı haline gelmişti. Örgüt kısa sürede ülkenin elmas madenlerini ele geçirerek savaş finansmanını bunlardan elde ettiği gelirle sağladı. RUF, Lübnanlı tacirler olmadan elmasları piyasaya süremeyeceği için onlarla ters düşmemeye dikkat etti. Sierra Leone’nin zengin elmas yataklarına ev sahipliği yapan Kenema bölgesinde savaş sırasında kırktan fazla elmas satış merkezi bulunmaktaydı ve bunların kahir ekseriyeti Lübnanlılara aitti. O dönemde uluslararası haber ajanslarının yazdığına göre bölgenin en büyük satış merkezleri de Lübnanlılarındı.
Savaşın getirdiği kaotik atmosfer elmas kaçakçılığının da daha rahat bir şekilde gerçekleşmesine zemin hazırlamaktaydı. Çevre ülkelerden, elmaslardan pay alma düşüncesi ile savaşa katılan siviller bulunmaktaydı. Güvenlik boşluğu ve gergin atmosferden istifade ederek elmaslardan pay almaya çalışanlar arasında el-Kaide mensupları da bulunmaktaydı. RUF’un üst düzey komutanları arasında, geçmişte el-Kaide saflarında savaşmış kişiler vardı. Onlar aracılığıyla RUF ile el-Kaide arasında bağ kurmak zor olmamıştı. El-Kaide, Sierra Leone’deki isyancılardan düşük fiyatlarla temin ettiği elmaslarla gerek yasa dışı yollardan gerekse de çeşitli iş adamlarını devreye sokarak milyonlarca dolar kazanmıştı. Bu işten en az karlı çıkan RUF ise elmasların piyasa fiyatının sadece %10’unu elde edebilmişti. Aziz Nassour ve Samih Ossailly gibi Lübnan kökenli iş adamlarının isimleri, bu kaçakçılık sürecinde el-Kaide’nin destekçileri arasında anılmaktaydı. 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından bu isimler sektörden tasfiye edilmeye başladı.
İşlenmemiş elmasları piyasaya sürmek için kaçakçıların başlıca güzergahları Antwerp, Londra, Tel Aviv ve New York şehirleriydi. Dünya üzerinde işlenmemiş elmaslar büyük ölçüde bu şehirlerde toplanmaktaydı. Antwerp (Belçika) şehrinde yer alan Elmas Yüksek Konseyi (Diamond High Council), söz konusu dönemde elmasların en son çıktığı yeri elmasın orijini olarak kaydetmekteydi. Bu yüzden Sierra Leone’den çıkarılan bir elmas Liberya, Gine, İsrail yahut İngiltere orijinli olarak kaydedilebilmekteydi. Bu şekilde kanlı elmasların dünya piyasasına girmesi zor olmamaktaydı. Hatta belki elmas şirketleri için kanlı elmaslar daha kârlı görülmüş bile olabilir. Zira suç örgütlerinin silah zoruyla madenlerde karın tokluğuna çalıştırdığı insanların hak ettikleri pay, kaynak ülkeye verilecek vergiler, prosedürler vs. bu şekilde ortadan kalmaktadır.
Elmasların Laneti
2002 yılında Sierra Leone iç savaşı sona erdiğinde, Cumhurbaşkanı Ahmad Tejan Kabbah savaşla ilgili şu değerlendirmede bulunmuştu:
“Bizimkisi bir iç savaş değildi. Bu savaş ne ideoloji, din, etnik ne de bir sınıf savaşıydı. Bu savaş, yabancıların faydası için bizim zengin elmas sahalarımızın kalıcı kontrolünü amaçlayan bir vekalet savaşıydı.”
Savaşın ardından geriye dönüp bakıldığında görünen tam da buydu. Bu vekâlet savaşının faturası ise elmas kartelleri ile yerli işbirlikçilerinin kıskacında kalan Sierra Leone halkına kesilmişti. Katliam, tecavüz, uzuv kesme, işkence, çalışmaya zorlama gibi insanlık dışı muamelelere muhatap olarak halk bu faturayı ağır bir şekilde ödemişti. Savaştan önce 5 milyon nüfusa sahip olduğu bilenen ülkede net olmamakla birlikte 70.000 kişinin hayatını kaybettiği, 2,6 milyon kişinin de göç etmek zorunda kaldığı belirtiliyor. 1990 yılında ortalama yaşam beklentisi 42 iken 2000’de 34’e düştü. Savaşta silahlı gruplar tarafından savaştırılan çocuk askerler ise ilerleyen dönemlerde özel askeri şirketlerin işçi havuzuna katıldı. Bu haliyle ülke doğal kaynakların zenginliği ile ekonomik büyümenin ve sosyal refahın ters orantılı olduğu “kaynakların laneti paradoksunu” akıllara getiriyor. Günümüzde ise aynı sancıları Kongo Demokratik Cumhuriyeti ve Orta Afrika Cumhuriyeti gibi elmas madenlerine sahip Afrika ülkeleri çekiyor. Antwerp, Londra, Tel Aviv gibi şehirlerden piyasaya sürülen pırlantalar ise çıkarılma aşamasında gözyaşlarıyla yoğrulmuş olmasına rağmen aşk ve romantizmin sembolü olarak zengin hanımefendilerin süsü olmaya devam ediyor.
DİPNOTLAR
[1] De Beers günümüzde de dünya elmas piyasası üzerindeki ağırlığını korumaktadır. Sierra Leone’den çekilmiş olması, buradaki elmaslara kayıtsız kaldığı anlamını taşımamalıdır.
[2] 1975’te Güney Lübnan’da İsrail’e karşı mücadele etmek üzere kurulan Şii Amal hareketi, Sierra Leone’deki Şii Lübnanlılardan destek görmekteydi. Amal hareketinin ve Lübnan siyasi hayatının önde gelen isimlerinden olan Nabih Berri’nin Sierra Leone doğumlu olması bu desteğin sağlanmasında önemli bir etken olarak görülebilir. Bu durum İsrail’in de dikkatinden de kaçmamış, Sierra Leone bir süre sonra Lübnan-İsrail mücadelesinin sahalarından biri haline gelmişti.
[3] “Çatışma elmasları” (conflict diamonds) olarak da nitelendirilen kanlı elmaslar, BM Genel Kurulu tarafından “isyancı hareketlerin, meşru hükümetleri sarsmak yahut da devirmek de dahil olmak üzere askeri faaliyetlerini finanse etmek için kullandıkları elmas” şeklinde tanımlanmıştır.