Sudan’da 2018 yılının son günlerinde ekonomik sorunlardan kaynaklı başlayan protestolar zamanla rejim karşıtlığına dönüşmüş; 11 Nisan’da ordunun yönetime el koymasıyla el-Beşir dönemi sona ermişti. Muhalif protestocuların çatı örgütü olan Özgürlük ve Değişim Güçleri Birliği (ÖDBG) ve Askeri Geçiş Konseyi (AGK) arasında ülkedeki otorite krizini aşmak ve ortak geçiş yönetimini başlatmak amacıyla 17 Ağustos 2019’da anlaşmaya varıldı. Söz konusu anlaşmaya göre Sudan’da egemenlik konseyi, kabine ve parlamento olmak üzere üç yönetim mekanizması olacak. Mevcut durumda egemenlik konseyi (6 sivil, 5 asker) ve kabine (2 asker, 18 sivil) oluşturulmuş ve üç ay içerisinde de parlamentonun oluşturulacağı karara bağlanmıştır. Geçiş dönemi, Egemenlik Konseyine 21 ay askeri kökenli bir şahsın, 18 ay ise bir sivilin başkanlık edeceği üç yıl üç aylık bir süreci kapsamaktadır.
Söz konusu geçiş döneminin gündem maddelerinin başında ise eski rejimin sembol isimlerinin yargılanması, siyasi, ekonomik ve yargısal anlamda yapısal reformlar gerçekleştirilmesi bulunmaktadır. Buradan hareketle bu yazı, Sudan’da kurulan söz konusu yeni hükümetin avantajlarını ve sınırlılıklarını ortaya koyarak anlamlandırmayı amaç edinmektedir.
Neler Yaşandı?
Sudan’da 19 Aralık’ta dönemin Devlet Başkanı Ömer el-Beşir’e karşı ekonomik darboğaz temelinde başlayan protestolar gerek halkın taleplerinin dinlenmemesi gerekse de güvenlik güçlerinin protestocu halka karşı sert tedbirler almış olması ülkede yaşanan krizi tırmandırmıştır. Takip eden süreçte 11 Nisan’da askeriyenin el-Beşir yönetimine el koyması, halk nezdinde olumlu karşılanmış olsa da muhalif protestocuların çatı örgütü olan ÖDBG ve AGK arasında (yönetimsel anlamda) ciddi anlaşmazlıklar yaşanmış; nihayetinde iki grup arasında, demokratik seçimlerin gerçekleştirilmesini öngören teknokrat bir geçiş dönemi yönetimi üzerinde anlaşma sağlanarak otorite krizi de aşılmıştır.
Anlaşmanın ardından, özellikle eski yönetimin destekçilerinin yaşadığı hoşnutsuzluklarında etkisiyle, Sudan medyasında bazı eleştiriler yer almış olsa da ülkenin yeniden istikrara kavuşması, kapsamlı bir barış ortamının yeniden inşa edilerek yapısal reformların uygulamaya konulması noktasında halk nezdinde olumlu bir beklenti oluşturmuş durumdadır. Bu bağlamda yeni kurulan söz konusu yönetimi zorlayacak en temel sorun olarak ülkedeki kırılgan barış ortamı durmaktadır. Eğer Sudan’da mevcut barış ortamını sağlayan hassas dengeler iyi yönetilmezse çatışma ihtimali yeniden gündeme gelebilir ve ülkenin yeniden parçalanması dahi mümkün olabilir. Ancak özellikle Abdullah Hamduk’un bölge devletleri ve özellikle Güney Sudan’ın barış sürecinde geçtiğimiz hafta gerçekleştirmiş olduğu ziyaret ile kurmuş olduğu angajmanlarda uzun vadede yeniden bir birleşimi doğurabileceği ihtimalini gündeme getirmesi imkânsız durmamaktadır.
Yeni Hükümet ve Geleceğe Dair Umutlar
Sudan’da kurulan söz konusu yeni hükümet, iki bakanlığın (sanayi ve savunma) askerlere verilmesi dışında sivillerin hâkim olduğu bir yapıyı içeriyor. Bu kapsamda Egemenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Abdülfettah el-Burhan ve Başbakan Hamduk’un yemin ederek görevine başlamasının ardından basına açık gerçekleştirilen toplantıda, bu üç yıllık geçiş sürecinde “asker-sivil el ele” ortak çalışma isteğinin güçlü olduğuna ve protestocu halkın eylemlerde sürekli bir şekilde tekrar ettiği “özgürlük, barış ve adalet” sloganı bağlamında hareket edileceğine dikkatler çekildi. Bu minvalde yeni kabinenin Maliye Bakanı İbrahim el-Bedevî, Sudan ekonomisini yeniden düzlüğe çıkarabilme adına yaptığı açıklamada 200 günlük bir acil eylem planının tasarlandığını ve bu kapsamda öncelikli olarak nakit kriziyle mücadele, enflasyonun düşürülmesi ve bütçenin yeniden yapılandırılması konularının ivedilikle çözümlenmesi gereken politik konular olduğunu belirtti. Dolayısıyla yapılan açıklamalardan hareketle, yönetimsel anlamda Sudan toplumunda bir bölümün hükümet dışında bırakılmış olsa da halk nezdinde temel olarak geleceğe dair umutlu olunduğu Sudan yerel basını ve sosyal medyadaki paylaşımlarda açıkça görülmektedir. Ancak şunu belirtmek gerekir ki, mevcut durumda yönetim dışında kalan Sudan toplumunun özellikle kabilevi unsurları, söz konusu üç yıllık geçiş sürecinin ardından seçimlere katılabilmelerinin önünün açılması ve toplumun her bir kesiminin kucaklanması; siyasi toplumsal ve ekonomik sorunların aşılmasında ve ülkenin sürdürülebilir bir kalkınma sürecine girmesinde oldukça büyük önem arz etmektedir.
Türkiye’yle İlişkiler
Sudan’da uzun soluklu bir siyasi sarsıntının ardından taraflar arasında varılan uzlaşıyı, Avrupa Birliği ve Afrika Birliği gibi uluslararası örgütlerin yanı sıra olayların başladığı günden bugüne her fırsatta sürece müdahil olmaya çalışan Körfez ülkeleri de olumlu karşıladı. Bununla birlikte, Türkiye’de söz konusu anlaşmadan dolayı Sudanlı tarafları tebrik eden ülkeler arasındaydı.
Türkiye’nin Sudan’da yaşanan protestolara karşı tutumu, köklü dış politika geleneğinden edindiği tecrübeler bağlamında değerlendirilmelidir. Türkiye, krizin başladığı günden itibaren Sudan’ın söz konusu problemi iç dinamikleriyle çözebileceğine inanmıştır. Nitekim bu inançla, Türkiye’nin dış politika yapıcıları milli değerlerini esas alan, “yurtta sulh, cihanda sulh” temel ilkesini hayata taşıyan “girişimci ve insani dış politika” pratiği çerçevesinde hareket alanını belirleyerek Sudan da yaşanan süreci Sudan’ın bir iç meselesi olarak okumuş; bugün geldiğimiz noktada da gerek Sudan’la olan ilişkiler gerekse Afrika’nın diğer ülkelerindeki Türkiye algısı anlamında söz konusu politikanın başarılı olduğu görülmüştür.
Sudan’da kurulan yönetimin ardından resmi olarak ilk ziyaret edilen ülke de Türkiye olmuştur. Söz konusu ziyaret, Sudan Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Büyükelçi Ömer Dahab Muhammed tarafından gerçekleştirilmiş; Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Bakan Yardımcısı Sedat Önal ile gerçekleştirilen toplantı ile ilgili Sefir Ömer Dahab, Sudan’daki Türk yatırımlarının yanı sıra, özellikle tarım projesine dikkat çekerek Türkiye’nin tecrübelerinden faydalanmayı değerli bulduklarını belirtmiştir. Nitekim bu noktada yapılan ikili anlaşmalar kapsamında Türkiye’nin Sudan’daki tarım projesinin, diğer ülkelerin Sudan’da ve Afrika’nın çeşitli ülkelerindeki projelerine nazaran ve proje uygulanan tarafının kazanımlarını önceleyen durumu hasebiyle, nevi şahsına münhasır bir nitelik taşıması açısından önemlidir. Bu bağlamda Sudan’da Ziraat Bankası’nın bir şubesinin açılması da ikili ekonomik angajmanların gelişmesinde oldukça mühim bir nokta da durmaktadır. Esasında Türkiye’deki kamu ve özel bankaların aynı tür modellemeyle Afrika’nın diğer ülkelerinde de bu tür yatırım adımlarını hızlandırmaları büyük önem taşımaktadır.
Sonuç olarak, Sudan’da yeni yönetim, konjonktür gereği BAE ve Suudi Arabistan eksenine yakın durabilir; fakat Türkiye gibi diğer aktörler nezdinde de bir denge politikası izlemesi, kendi reel politiğinde makul bir zorunluktur. Geçmişten bugüne Sudan’ın kabilevi yapısının siyasette, bürokraside ve askeriyede oldukça önemli bir denge unsuru olduğu bilinmektedir. Buradan hareketle söz konusu yapının bürokrasideki ağırlığının devam etmesi ve onların yeni yönetim ile olan ilişkisi; bununla birlikte mevcut yönetimin dışında tutulan dini grupların önümüzdeki süreçte nasıl konumlanacağı/konumlandırılacağı Türkiye’nin Sudan politikasını sürdürürken güdeceği dengeler açısından önemlidir. Buna ek olarak Sudan’a hangi yönetim gelirse gelsin halkın makro tabanındaki Türkiye algısında herhangi bir olumsuz durum yaşanacağı ihtimal dahilinde gözükmemektedir. Ancak dışarıdan veya içeriden Türkiye’nin aleyhine yapılacak bir algı yönetimi müdahalesi noktasında uyanık olunmalı ve BAE-Suudi Arabistan bloğunun Türkiye aleyhine atabileceği adımlara karşı önleyici politikalar geliştirilmelidir. Dolayısıyla Sudan’da devrim sürecinin tamamlanmadığı ve üç yıl içerisinde kademeli bir surette mütemmim olacağı da aşikârdır.
Not: Bu analiz, Yeni Şafak Yorum’da 15 Ekim 2019 tarihinde yayınlanmıştır. Ayrıntılı bilgi için tıklayınız.