Türkiye, Afrika’da Kapasitesinin % 10’unda Değil

0

Türkiye Cumhuriyeti Çad/Encemine E. Büyükelçisi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Sn. Prof. Dr. Ahmet Kavas ile Afrika’daki genel durumu ve Türkiye’nin Afrika’daki çalışmalarını konuştuk.

Afrika’da yeni sömürgecilik konusunda neler söyleyebilirsiniz?

Bugün “yeni sömürgecilik” dediğimiz husus, 1950-60’lı yıllardaki bağımsızlık mücadelesi sonrasında Batının eski sömürgelerinde yerleştirdiği etkinliğini devam ettirmek üzere gizli bir plan olarak hayata geçirildi. Ne var ki ciddi eleştiri konusu olan “sömürgecilik” sonrası fiiliyatta belki daha ağır bir düzen tesis etseler bile bu itici kavrama “yeni” sıfatı ekleyip aslında pek bir şeyin değişmediğini alenen ifade etmek istemediler. Gana’nın ilk devlet başkanı gibi çile çekmiş liderler sömürgecilikten çıkışlarına sevinmelerinin yersiz olduğunu, Afrika’dan İngilizlerin, Fransızların, Portekizlilerin veya İtalyanların, hatta Belçikalıların değil çekilmek gizli bir yöntemle daha fazla abandıklarını fark etmiş ve buna bizzat onun gibiler “Yeni Sömürgecilik” adını vermişlerdi. Ama nedense bugüne kadar da üzerinde gereği gibi üzerinde çok fazla durulmuyor. Bazı Afrikalı liderler bunu hem söylemlerinde hem de yazdıkları kitaplarda dile getirdiler. Ancak tüm bunlar Yeni Sömürgeciliği yeteri kadar ortaya koyma konusunda hakikaten yok denecek kadar az ve gerçekleri aydınlatmaktan uzaktır.

Sayın Cumhurbaşkanımızın DEİK tarafından 2 Kasım 2016’daki Türkiye-Afrika Ekonomik Formu açılışındaki konuşması böylesine önemli bir buluşmada çok etkili oldu. 54 Afrika ülkesinin 40’tan fazlasının en üst seviyede temsil edildiği, geriye kalanların da farklı konumlardaki konuklarla katılmasını çok önemsiyorum. Ama en üst seviyede temsil edilenlerin çoğunlukta olduğu bir ekonomik forumda Yeni Sömürgecilik konusuna ciddi vurgu yapılması ve dile getirilmesi önemliydi.

Malumunuz, dünyanın her yerinde iş adamlarının bu tür etkinliklerle buluşmaları çok önemlidir. Afrikalı iş adamları için de aynı şey geçerlidir. Bu mesajın en üst seviyede açıkça bizim tarafımızdan da ifade edilmesi çok etkili oldu. Ben tahmin ediyorum artık “yeni sömürgecilik” konusu tekrar tekrar açılacak ve gündemde kalmaya devam edecektir. Afrika’nın şu anda yaşamış olduğu sıkıntıların ana sebebinin bu olduğu da kesinlikle ve açık bir şekilde dile getirilmek zorundadır. İçinde bulunduğu bu hak etmediği halden de bir an evvel Afrika’yı kurtarmak gerekiyor.

Eski yüzyıllardaki sömürgecilik ile yeni sömürgeciliği mukayese etmenizi istesek neler söylersiniz?

Ben Afrika’yla ilgili yaptığım araştırmalarımda bugüne kadar edindiğim intiba aslında “klasik sömürgecilik” döneminde bu devasa kıtanın önemli değerleri yok edildi. Ancak ben bugün yapılanlarla geçmiştekilerin iyi mukayese edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Kendi tecrübelerim ışığında sömürgeci güçler belki geçmişte kıtadan sömürebileceklerinin yüzde 10’unu bile kullanamadılar. Bugün belki yüzde 80’ini kullanmanın hesaplarını yapıyorlar. Yeni sömürgecilik, eski sömürgeciliğe rahmet okutacak mahiyette. Zaten Afrika bunun zararını 21. yüzyıla girdiğimiz şu günlerde çok fazlasıyla görüyor.

Basit bir örnek var. Mesela bu “yeni sömürgeciliği” fark eden liderlerden birisi şu anda Afrika’nın en fakir ülkelerinden birisinin ilk devlet başkanı idi. Batı Afrika’da Gine’nin ilk devlet başkanı Sékou Touré. Bu ülkedeki fakirlik insanlara musallat edilen yapay bir durum, yoksa ülkede Allah her şeyi vermiş, insan, toprak, su, maden, ırmaklar, ormanlar, okyanus yok yok. Kaynakları itibarıyla dünyanın en zengin ülkelerinden birisi. Gine Devlet Başkanı Sékou Touré daha 1950’lein sonu, 1960’ların başında şunu söylüyor. “Biz” diyor “artık sömürgecilikle ilgili hiçbir iz bırakmak istemiyoruz”. Bunun üzerine Fransa Gine’den çekilirken Gine’yi bir daha ayağa kalkamayacak şekilde kurduğu sömürge döneminde buradan çıkmamak üzere ne varsa hepsini son parçasına kadar yok ederek çıkıyor. Bir daha asla ayağa kalkmasın istiyor. Afrika’da herkes bir şeyler yapıyor ama Gine azıcık başını kaldırmaya teşebbüs etse ya askeri darbeye maruz kalıyor, ya “ebola” gibi laboratuvar ortamında üretildiği iddia edilen bir hastalıkla doktorsuz, ilaçsız, tüm sınırları dış dünyayla kapatılarak boğuşması isteniyor. Nedeni Gine’de basılan her karış toprakta ya demir veya boksit, ama mutlaka bir maden filizi var deniyor.

Eski sömürgecilikte kıtanın o gün bilinen kaynaklarını sahip olunan imkânlarla çok fazla kullanma şansı yoktu. Yani ulaşım bugünkü gibi gelişmiş değildi, kara yolu yoktu, hava trafiği mevcut değildi. Hammadde kaynaklarının dünya pazarlarına götürülmesi çok zordu. O yüzden oralarda alınıp götürülen her türlü kaynak çok sınırlıydı. Şimdi ise tüm ulaşım vasıtalarıyla kıtanın neyi var, neyi yok tamamı çıkarılan iç savaşlar, darbeler, yapay terör örgütleri bahane edilerek önce ipotek altına alınıyor. Alındıktan sonra kıta insanları bunların kullanım hakkını kendi elleri ile yeni sömürgecilere peşkeş çekmek zorunda kalıyor ve kaybediyorlar. Kaybedince AB ülkeleri, ABD, Kanada, Çin, Hindistan, bazı Arap ülkeleri ne var ne yok son damlasına kadar, son parçasına kadar kıtadan götürülmesini hedefliyorlar. Yeni Sömürgecilik kıtada 60 yıldır bilfiil uygulanıyor.

Yani şöyle söyleyelim kıtadaki herhangi bir kaynak ile ilgili, hakiki değeri üzerinden işlem yapılmıyor. Onların değeri uluslararası pazarlara sürülmeden önce son derece düşürülüyor. Düşürüldükten sonra yok pahasına bu insanların ellerinden alınıyor. Dünya piyasalarına çıkarılıyor. Orada işlenerek mamul hale geliyor. Sonrasında da en az onlarca el değiştirerek mamul malların fiyatları katlana katlana kıtaya geri dönüyor. Haliyle kıtaya hem hammadde temini sırasında hak ettiği ücreti verilmiyor, hem de kıtanın çok sınırlı olan maddi para kaynakları mamul maddelerin üzerine aşırı fiyatlar konularak tüketiliyor.

Afrika’da şu an hangi ülkeler daha etkili bir çalışma ortaya koyuyorlar?

Şunu söylemekte fayda var; Afrika üzerinde etkinliği şu anda giderek artan ve en ön sıraya çıkan ülke Çin oldu. Kıtadaki etkinliğini Batı durdurmaya çalışıyor, özellikle Amerika her yolu deneyerek durdurmaya çalışıyor. Bu konuda haksız değiller. Şu anda Çin, Afrika’ya gelirken, Afrika’ya eski sömürgecilerin hiç yapmadığı bir şey yapıyor, basit ve gereksiz yatırımlar ile kıtaya katkı sağladığını ispatlamaya çalışıyor. Yollar yapılıyor, binalar inşa ediliyor. Ama hepsi çok kötü kalitede yapılıyor. Göz boyamaktan ileri değil. Ama Avrupa bunu bile çok gördü. Çin’in aslında el atmadığı konu yok.. Havaalanları inşası mı dersiniz, çok değişik yatırımlar yapıyor. Ancak bunları yaparken Çin kıtanın bütün kaynaklarının neredeyse tamamının üzerine ipotek koyuyor.

Afrika deyince ne anlamamız gerekiyor?

Şimdi Afrika deyince tabi karşınıza bir tek ülke yok, 54 ülke var. Türkiye’nin yaklaşık 38,5 katı büyüklüğünde devasa bir kıta var. Bu kıtanın nüfusu bir milyarı aşkın olarak ifade ediliyor, ne var ki en basit anlamıyla bile nüfus sayımı da yapılmıyor. 1 milyar 150 milyon civarında deniliyor, ama ben çok daha fazla üzerinde bir nüfusa sahip diye düşünüyorum. Orada kaldığım yıllarda sahip olduğum gözlemlerime dayanarak bu şekilde söyleyebilirim.

Afrika, Pazar arayan her ülke için çok büyük bir pazar. Bu kadar insana bizim ulaşıp Türkiye’nin hangi niyetlerle kıtaya geldiğini tek tek anlatmamız mümkün değil. Ancak DEİK ekonomik forumu, Türkiye- Afrika devlet adamları zirveleri, değişik ortamlarda aslında Türkiye kendini en iyi şekilde tarif ediyor. Tarif ettiği zaman, ayrıca yerinde ve alanda da yapılan çalışmaları bizzat kendi gözleriyle gördüklerinde mukayese bile kabul edilemez bir şekilde farklılık ortaya çıkıyor. Fransa ile olsun diğer Avrupa Birliği ülkeleri ile olsun, Amerika veya Çin ile olsun aralarında az veya çok benzerlik var ve Türkiye’nin hedefleri ile aynı konumda değiller.

Türkiye’nin dışındaki ülkelerin Afrika ile ilişkilerinde daima şöyle bir şey var. Önce ben ne olacağım. Ben burada ne kadar etkin olacağım, öncelikle bunu bir konuşalım diyorlar. Ben burada kimin önünü keseceğim, öncelikle onu konuşalım diyorlar.

Ama Türkiye için böyle bir şey söz konusu değil. Türkiye geldiğinde çok doğrudan alana yönelip burada bir ihtiyaç var mı ona bakıyor. Mesela insani yardım konusunu ele alalım; Türkiye’nin Afrika’daki yaptığı insani yardımları uluslararası kuruluşların yaptığı yardımlarla da mukayese ettiğimizde bizim yaptığımız yardımların, rakam olarak değerinin çok üzerinde olduğunu biliyoruz. Ama mesela UNICEF’in, UNESCO’nun veya Birleşmiş Milletlerin Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin yaptığı yardımların miktarı ile bizimkilerin miktarı mukayese edildiğinde, değer olarak biz en az on katının üzerinde etkinliği olan yardımları gerçekleştirdik.

Geçmişte Afrika’nın pek çok ülkesinde büyükelçilik açan devletler, içlerinde hala çokça menfaati olanlar dahil ikili ilişkilerine son verirken, biz daha fazla ülkede elçilik açmak için yeni hedefler belirleyip onları gerçekleştirmek için uğraşıyoruz. Şu anda bu kıtada 39 ülkede elçiliğimiz var. Bizim ülkemizin 2005 Afrika açılımı gerçekten amacına ulaştı. Bu temsilciliğimizin olduğu 39 ülkenin coğrafi olarak kapladığı alan Afrika’nın neredeyse yüzde 95 gibi bir oranla tüm coğrafyasını kaplamaktadır. Şu anda sadece 15 ülkede büyükelçiliğimiz yok. Ama bunların birçoğu Sao Tome ve Prencipe, Seyşeller, Yeşil Burun, Moritus, Komorlar gibi ada devletleri ile Lesoto, Svaziland, Ekvator Ginesi, Gine Bissau, Sierra Leone, Liberya, Malavi, Burundi gibi ülkeler. Yakın gelecekte Malavi, Burundi, Ortaafrika Cumhuriyeti, Sierra Leone, Liberya, Ekvator Ginesi, Moritus, Sao Tome ‘da büyükelçilik açmamız gerekecektir. Çünkü Türkiye Afrika’nın tamamına değer veren bir ülke.

Yine mevcut büyükelçiliklerimiz bir milyar 150 milyon nüfuslu kıtanın 1 milyarından fazlasına hitap ediyor. Kıta dışındaki ülkelerde “Türkiye Afrika’da ne yapmak istiyor” sorusu sıkça sorulur ve diplomatik ilişkiler açısından sadece sefaret açmamız bile güzel bir cevaptır. Çünkü biz bu ülkeleri aracılar üzerinden değil doğrudan tanımak ve ilişki kurmak istiyoruz. Afrika’da devlet yetkilileri çok mutlu ve bu soruyu onlar sormuyor. Neden sorsunlar, Türkiye onlarla doğrudan temas kuruyor. Onlar hakkındaki güncel bilgiyi İngiliz’den, Fransız’dan, Amerikalı’dan, Rus’tan almıyor. Kendini onlara doğrudan anlatıyor.

Afrikalıların bize bakışını ben şöyle söyleyeyim; Çad’da Büyükelçi olarak görev yaptığım sürede yaşadığım iki şey var. Bunu sık sık da ifade ediyorum. Bunlardan birisi 2014 sonunda dönemin Çad Başbakanı Kalzeube Payimi Türkiye’ye resmi ziyaretle geldiğinde ki hayreti idi. DEİK’in 2016 İstanbul’daki Afrika ekonomik forumuna katılanlardan da aynı tecrübeleri aldım. Söylediği aynen şöyle: “Türkiye gizli bir güç” ama haberimiz yokmuş. Olamazdı, çünkü arada Fransızlar vardı, Türkiye deyince eski sömürgeci devletin, oradaki Rus büyükelçiliğinin sözüne inanırdı. Gizli güç değildi aslında, ama bilmedikleri için ve de sanki Türkiye kendisini kapatıyordu. Maalesef son 80 yılda ülkemiz resmen Afrikalılara ve Afrika’ya kapatılmıştı. Afrikalılar artık Türkiye’yi doğrudan görüyorlar.

Bugün, Afrika semalarında en çok uçağı bulunan havayolu şirketi THY’dir. Türkiye Afrika’dan her yıl milyonlarca insan taşıyan en güçlü, en fazla noktaya uçan bir şirketin sahibidir. Bu noktalar daha da artacak.

İkinci yaşadığım olay ise Afrikalıların bize bakışında ilginç bir örnektir. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin Çad temsilcisi Senegalli Bayan Aminata Gueye emekliliği öncesi veda yemeği töreninde şunları söylemişti. “Bu kadar çok yardım yaptığı halde bunu dillendirip, medya organları üzerinden, siyasetçiler vasıtasıyla “Afrikalılar! Biz size şunu yaptık, biz size bunu yaptık” demeyen tek bir ülke var. O da Türkiye.” Biz size çok yardım yaptık” deyip bunu defalarca dillendirmek çok da isabetli olmasa gerek. Peki Senegalli Bayan Aminata bu tavrımızı nasıl tarif etti: “Türkiye sessiz ülke” Ben bu kavramı çok önemsiyorum. Bizim ilişkilerimizde “dünyaya biz varız, biz geliyoruz, biz etkin oluyoruz” şeklinde ifade doğru değil diyoruz. Önemli olan Afrika’nın şu anda içinde bulunduğu durumdan rahatsızız ve bunu öncelikle bu kıta insanı için bir an evvel onların yararına nasıl döner, nasıl dönüşür, ona göre çalışıyoruz. Özetle ifade etmek gerekirse biz insanca muamele yapmaya gayret ediyoruz.

Afrika’da en çok etkili olduğumuz alanlar nelerdir?

Afrika’da en çok şu etkili olduğumuz alanlardan birisi müteahhitlik sektörüdür. Bu baştan bu tarafa böyledir. Dünyada bu alanda zaten ikinci sıradayız ve bu kıtada bize çok ihtiyaç var ve olmak zorundayız da. Afrika’da son yıllarda Türk firmalarının almış olduğu büyük ihaleler var. Bu ihalelerin büyük kısmı aslında daha önceden bir kısmı Avrupalı firmalara verilen işlerdi. Çin’e ve diğer başka ülkelere ihale edilip ama bir türlü başlanamayan ihaleler var. Türk firmalar hem ihale süresi olarak kısa zamanda iş bitiriyor, hem de maddi olarak da daha onların yararına olacak şekilde tamamlanıyor. 2012 yılında Nijer’in kuzeyindeki Agadez şehrinde Muammer Kaddafi’nin finanse ettiği çok sayıda devlet konuk evi sitesi vardı. Bir firmamız 24 saat vardiya ile ustalarını ve işçilerini çalıştırıp bir ayda teslim etmiş. Belki süre biraz uzun olabilir ama Agadez bölge başkanı Muhammed ANAKO böyle ifade etmişti. Senegal’de Fransızların aldığı kongre salonu ihalesine üç yıl çivi çakılmayınca onlardan alınıp teslim edilen Türk firması sekiz ayda anahtar teslim vermiş. Ve şu anda bizim müteahhitlik ve yatırım sektöründe bitmiş çok büyük projelerimiz var.

Cezayir’de büyük bir demir çelik haddehanesinin birinci ünitesi açılmıştı. İki ünite daha yapılacak deniliyor ki bu haliyle bile Afrika’daki bizim ilk büyük yatırımımızdı, hacmi 750 milyon dolardı. Sonra Etiyopya’da şu anda 2,5 milyar dolarlık büyük bir demiryolu ihalesi devam ediyor. Çalışmaları hızla devam ediyor.

Şimdi bizim Türkiye’nin Afrika’daki etkinliğini tam anlamıyla yapması durumuna kıyasla kapasitemizin henüz yüzde 10’larında bile değiliz. Tüm alanlardaki kapasitemiz açısından bu kıtayla ilişkilerimizi çeşitlendirmemiz gerekiyor. Turizm alanı mesela bunların en önemlilerinden birisidir. Afrikalılar özellikle Türkiye’nin turizm imkânlarından yeteri kadar istifade edemiyorlar. Kıtanın bizim insanımıza turist olarak veya işletmeci olarak turizm açısından sunacağı çok değerler var. Onları da yeteri kadar değerlendiremiyoruz. Bizim için iki taraflı bir gidiş-geliş sağlayacak ağlar kurmamız için zaman çok çabuk geçiyor.

Mesela gıda sektöründen çok fazla bahsetmiyoruz. Ziraat aynı şekilde oldukça cazip bir alandır. Hayvancılık alanında Afrika’da çok ciddi yatırım imkânları var. Benim ufak çaplı tecrübelerimle de müşahede ettiğim; hiç uğramamıza gerek olmadan organik tarımla bir yılda üç dört defa ürün alabileceğimiz tabii ortamlar çok fazla.

Fakat Afrika’nın verimli arazileri için ciddi bir tehlike var. Afrika için, kıta yerlileri için hiç konuşulmayan konulardan birisi; mevcut ekilebilir arazilerin tamamına yakını uluslararası, çok uluslu şirketler tarafından, kira veya satın alma şeklinde ele geçiriliyor. Sadece 2009 yılında sadece Sahraaltı Afrika’da 40 milyon hektar arazi el değiştirdi. Yaklaşık 25 kadar Afrika dışından çoğu Avrupa ülkesi, Çin ve Hindistan, Japonya ile Güney Kore Afrika’da arazi kapatmaktadır. Hatta bunu eleştirenlere göre durum çok vahim, arazilerin kapışılması, tamamen kıta insanının elinden alınması olarak değerlendiriyor.

Bu da yeni sömürgeciliğin bir örneği mi?

Yeni sömürgecilik hakikaten eski sömürgecilikten çok çok daha tehlikeli. Afrika’nın gelecek yüzyılını kapatacak belki daha başka yüzyıllara da taşabilecek kadar tehlikeli. Yoksa kıtanın kaynakları değil sadece buranın insanlarına yetmek, dünyaya yetecek kadar fazla.

En çok sinirlendiğim konulardan birisi ki bunu bazı Afrikalı devlet adamları da kanıksamış tekrar edip duruyorlar. Afrikalılar kabiliyetsiz insanlar diyorlar. Ben Afrikalılar da her kıta yaşayanı gibi sadece insan diyebilirim ve ancak bunu söyleyebilirim. Başka bir şey söyleyemem. Yani onları başkalarıyla kıyaslamak durumunda kalacak olursam, Afrikalıların tüm dünyadaki diğer kıta insanlarından daha güçlü olduğunu söylemem gerekir. Bu sadece beden gücü olarak değil zihin gücü olarak da böyledir. Tarihte yüzlerce kitap yazan ilim adamlarının çıktığı bir kıtada bugün çıkmıyorsa bu sömürgeciliğin sonucudur.

Afrika’daki kaynakların tüketilmesiyle alakalı olmak üzere, eğer kendi elleri ile üretip pazarlayabilseler kıta dışındaki uluslararası güçlerin ve devletlerin zararı büyük olacak en fazla menfi anlamda etkileneceklerini biliyoruz. Eğer bugün Mısır, Gine Bissau, Burkina Faso gibi ülkelerde darbeler olmuşsa sebebini Afrika’yı Afrikalılara bırakmama girişimlerinin yattığını görürüz.

Bunun temel sebebi de Afrika 2000’li yıllara kalkınma ve ekonomik bakımdan çok iyi girmişti. 2000’li yıllarda Afrika’daki kalkınma hızı ortalama yüzde 10’lar civarındaydı. Bu oran bugün itibarıyla yüzde 5’ler seviyelerine, hatta daha da altına indi. Hatta bu oran bile dünya geneline bakıldığında çok iyi olarak değerlendiriliyor. Kaynakların bu kadar değerini kaybettiği, uluslararası piyasalarda değersizleştirildiği bir zamanda Afrika’nın yine de etkinliği devam ediyor.

Bizim Türkiye olarak Afrika’daki gücümüzü bugün var olduğu belirtilen 17 milyar dolar yıllık karşılıklı ticaret hacmi ile esasında hak ettiğimiz bir rakamda olmadığı görülüyor. Zikredilen bugünkü miktarı geçtiğimiz senelerde 30 milyar civarında olacak diye ifade ediyorduk. Öngördüğümüz rakama ulaşamamanın temel sebeplerinden birisi hala yabancı bankalara bağlı olarak çalışmak durumunda kalmamızdır. Biz Afrika’da, diplomaside varız, ekonomik olarak bir takım işbirlikleri kurduk, ama mesela bir bankacılık sektöründe hala yabancı bankalara bağlı çalışıyoruz. Bir an evvel Afrika’da bizim bankalarımızın şubelerinin açılması gerekiyor. Çünkü Afrika ülkeleri ile yapılan parasal işlemler bazen aylar sürebiliyor.

Afrika daha çok hangi meselelerle uğraşıyor?

Çad’da kaldığım sürede şunu gördüm ki iç savaş bu ülkeyi çok yormuş. Çad gibi her açıdan imkânları sınırlı bir ülke 48 yıl iç savaş yaşadı. Biz bugün Somali’ye baktığımız zaman sadece Türkiye üzerinden bu ülkenin ancak kurtarılabileceği tezleri yapılıyor. Türkiye geldiğine göre Somali ayağa kalkabilir deniliyor.

Geride bıraktığı tam 48 yılın sonunda Çad’ın devlet başkanı Sayın İdris Deby ile yarım asırlık iç savaş bitirildi. Onu zora sokacak çok gerginlikler yaşandı. Batılılar İdris Deby’i Kaddafi gibi ciddiye almıyorlar. Aslında Nobel Barış ödülüne layık liderlerden birisi. Hakikaten Çad’ın etrafında Darfur gibi bir krizde inanılmaz derecede uluslararası bir meseleye dönüştürüldü ve burada Güney Sudan gibi bir vesayet kurulmak istendi. Bundan en büyük zararı Çad gördü. Şu anda 500 bin Darfurlu Çad sınırları içinde yaşıyor. Orta Afrika karıştı. 250-300 bin kadar –bu konuda da tam rakamlar verilemiyor- Müslümanlar Çad’a sığındı. Boko Haram, Nijerya’nın kuzeydoğu bölgesinde yüz binlerce insanı yerinden yurdundan etti. Bunların bir kısmı da yine çaresiz şekilde Çad’a sığındı. Libya karıştı. Libya’daki en az 200 bin Çad’lı ülkesine zor şartlarda geri döndü. Çad’ın kullanılabilir maddi kaynakları son derece sınırlı. Neredeyse bu sıkıntıları göğüsleyebilecek maddi kaynağı olmayan bir Çad, bu kadar insana sınırlarını açarak adeta yanan bir coğrafyada barış adasına dönüşmüş, bunu temin eden devlet adamını suçlamak haksızlık, takdir etmek ise mükafaat olur.

Tüm bu meselelerde Çad devlet başkanı da çok dirayetli hareket etti. Mesela, Çad’ın komşusu olmamasına karşılık Mali’deki o meşhur terör olaylarına karşı Afrika’da tek askeri birlik gönderen ve orada ateş hattına atan, çok sayıda askeri çatışmalarda ölen ülke Çad oldu. Bu davranışı ile Afrika barışına, güvenliğine katkı sağladı. Dahası Çad özelinde Afrika’da kalkınmanın zor şartlarda bile olabileceğini gösterdi. İdris Deby’yi çok eleştirenler var, Ülkesinde eleştirenler var, uluslararası camiada eleştirenler var. Ama ben orada kaldığım 2,5 yıllık sürede başkan Deby, yok denebilecek sınırlı kaynaklarıyla Çad’ı hem uluslararası alanda etkin bir ülke haline çevirdi, hem de kendi ülkesindeki o iç savaşın yıkıntılarını gözle görülebilir bir seviyede ortadan kaldırdı. Afrika’nın başka şehirlerini, başkentlerini görenler, yolları Çad’a düştüğünde burada hiçbir şey yoktur zannedenler açıkça şahitlik ederler ki, Çad’da çok şeyler olmaktadır.

Türkiye’nin Afrika ile ilgilenmesinde çıkarları nelerdir?

Çıkar dediğinizde veya Türkiye’nin Afrika’yla ilişkilerinde çıkar denildiğinde şunu anlıyorum; insani ilişkilerle yapılan her türlü ortaklık herkese fayda sağlar. Ama burada Türkiye için sadece tek yönlü bir fayda sağlaması şeklinde anlaşılacak olursa ki kıta dışındaki tüm ülkeler maalesef bunu hedefliyorlar, bu son derece yanlış olur diyorum.

Şunu ifade etmek lazımdır. Türkiye’nin uluslararası camiada imajını, itibarını zedelemek için ona zarar vermek için mücadele edenler var. Fakat bir de Türkiye’nin gerçeği var. O gerçek ise geçmişte Batılılar tarafından durmadan karalanmaya çalışılan konumunu göz önüne alarak kendisini yeni baştan tarif etmesidir.

Afrika’da FETÖ yapılanmasına gelince; 1995-1996’da ilk defa bu kıtaya yerleşmeye başlamasından itibaren 17 Aralık sürecine kadar daima “Ben Türkiye’yim” diye alana girmesi hep hafife alınmış. Hem o günkü siyasilerimiz, hem de Afrika devletleri tarafından. Ne biz ne de onlar “kim bunlar, neden Türkiye’den gidiyorlar veya kıtaya geliyorlar” dememiş. Mesela 54 ülkenin sadece 11’inde büyükelçiliğimiz vardı. 43 ülkede diplomatik olarak bir bağlantımız yoktu. FETÖ, özellikle 43 ülkede “biz Türkiye’yiz” diyerek faaliyetlere başlayınca oradaki hem devlet yöneticileri, hem iş adamları, hem de sivil toplum örgütleri bu varlığı Türkiye olarak algıladılar. Türkiye olarak algılanmaları üzerine kurulmuş bir sistem olduğunu biz 17 Aralıktan sonra muhataplarımızla görüştüğümüzde fark ettik. Çünkü orada değil buradaki sözlerini biliyor ona göre onları anlamaya çalışıyorduk. Büyükelçiliklerimiz açıldıktan sonra da baktık ki FETÖ kendini tamamen resmi bir kurum olarak tanıtmaya devam ediyor. Bundan da öte büyükelçilikleri açtığımız zaman bile halk arasında etkileyebildikleri her insana “biz konsolosuz, biz burada büyükelçiyiz” diyerek kendilerini tanıttıklarını da müşahede ettik. Bu ilişki maalesef epeyce yalanı bol bir söylem üzerine kurulu bir düzen, yalan üzerine kurulu bir sisteme dönüşmüş. Geldiğimiz bu nokta itibariyle şu andan itibaren Afrika’da çok uzun süre kalabileceklerini ve eskisi gibi etkin olabileceklerini düşünmüyorum.

Ancak bunu yaparken Türkiye devletinin Afrika ülkelerine ve Afrika’daki çok etkin güçlere bu yapının ne amaçla faaliyet gösterdiğini en iyi şekilde anlatılması gerekiyor. Gerçi DEİK Türkiye-Afrika Ekonomik Formu’nda da ifade edildi, ancak bu foruma katılan etkin insan sayısı ancak birkaç bin kişiden ibaretti. Geniş kitleler üzerinde de çalışmak şart.

Ayrıca, biz orada bulunduğumuz zamanda, FETÖ kurumlarından mezun olan öğrencilerin zekilerinin Türkiye’ye değil, yani çok zeki olanlarının, gelecek vaat edenlerin daha çok ABD’ye, Kanada’ya, Avrupa ülkelerine sevk edildiklerini fark ettik. Burada amacın çok daha farklı olduğunu düşündük. Haliyle şimdi bu kişiler, Afrika ülkelerinde adeta sokak sokak dolaşarak, yani kurumlara giderek, oralardan randevular alarak görüşmeler yapıyorlar. Onların yaptıkları Türkiye’yi karalamaya dönüştü. Ben yurtdışında çok kaldım. Fransa’da yedi sene kaldım, Afrika ülkelerinde kaldım. Fransa’nın aleyhine başka bir ülkede çalışan bir Fransız’a rastlamadım. Vardır belki. Ama bu insanlar maalesef kendi ülkelerini yabancılara kötülemeyi hayatlarının bir parçası haline getirdiler.

Ama şu anda Türkiye’nin aleyhine böyle bir yapının çalışması uzun vadeli bir uğraşıya dönüşemez. Bunun çok fazla ömrü olduğunu düşünmüyorum. Onların Afrika’daki bu etkinliği, Türkiye’nin kaynaklarıyla sağlanmış bir etkinlikti. Şu anda Türkiye’deki kaynakları tamamen kapandığı için çok uzun ömürlü olacağına doğrusu inanmıyorum.

Afrika’daki ilişkilerde problem alanlarını nasıl ifade edebiliriz?

Öncelikle Afrika’da en büyük şikayet konusu olan pahalılığın ana sebebi kaynakların yerinde üretilip, mamul hale getirilip yerinde pazarlanmaması olduğunu düşünüyorum, özetle gözlemlerim bu şekilde.

Şimdi biz en basitinden susamı Afrika’dan alıp burada mamul helva yapıp Afrika’ya geri gönderiyoruz. Bir konteynırın Çad’dan gelmesi ve mamul madde ile geri dönemsi yerine göre 15-20 bin doları, kesinlikle en az 10 bin doları buluyor. Bu konteynırdaki susamın değerinin neredeyse üç katı veya hadi diyelim iki misli demektir. Şimdi biz gıda sektöründe özellikle yatırımlarımızı orada mamul hale getirip pazarlamaya çalışmalıyız. İkinci olarak inşaat sektörüne baktığımızda; Afrika için hakikaten şu anda yerinde çok ciddi imkânlar var, artık her şeyi dışardan getirmeye gerek yok. Sadece iş tecrübesi olan Türk firmalarını -Afrika’da zaten varlar- bunun sayısının daha da yaygınlaşması bizim oradaki etkinliğimizi artıracaktır. Üçüncü olarak tekstil sektörü; Afrikalı insanların, şu anda Afrika’dan organik pamuk üretiliyor ve dünya iplik sanayi piyasalarına gidiyor. Mamul hale gelip tekrar Afrika’ya dönüyor. Mesela çok ciddi anlamda ulaşımda zorluklar oluyor ve kaynağın çoğu taşımacılığa gidiyor. Ben bunların daha yerel güçlerle, daha yerel imkânlarla yatırımlar şeklinde değerlendirilmesinin faydalı olacağını düşünüyorum.

Not: Bu röportaj, Dünya Bülteni/Haber Merkezi’nde 15.11.2016 tarihinde yayınlanmıştır. İlgili link için bkz. http://www.dunyabulteni.net/roportaj/384049/kavas-turkiye-afrikada-kapasitesinin-yuzde-10unda-degil, Erişim tarihi: 08.01.2017

Share.

Yazar Hakkında

Prof. Dr., İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi. 1964 yılında Vezirköprü’de doğdu. Merzifon İmam-Hatip Lisesi (1982) ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde (1987) eğitimini tamamladıktan sonra Türkiye Diyanet Vakfı bursuyla yüksek lisansını (1991) ve doktorasını (1996) Paris’te tamamladı, aynı yıl Üsküdar’da İslam Araştırmaları Merkezi’nde (İSAM) araştırmacı olarak çalışmaya başladı. 2002’de doçentlik unvanı aldı. 2006 yılında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü öğretim üyesi ve bölüm başkanı oldu. 2008-2011 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık’ta Afrika ile ilgili konularda müşavir olarak görev yaptı. 2009 yılında profesörlük unvanı aldı. 2011 yılı Eylül ayında görev değişikliği yaparak İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Siyasi Tarih Anabilim dalına geçiş yaptı. 2013 yılı Mart ayında Afrika ülkelerinden Çad Cumhuriyeti’nin başkenti Encemine’de Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk büyükelçisi olarak göreve başladı ve iki buçuk yıl bu görevini sürdürdükten sonra 2015 yılı Ağustos ayında İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanı olarak tayin edildi. Batı Afrika Ülkelerinden Mali Cumhuriyeti’ndeki ilk ve öğretim seviyesindeki özel eğitim kurumları medreseler üzerine hazırladığı doktora çalışması IRCICA tarafından L’enseignement islamique en Afrique francophone: Les médersas de la République du Mali adıyla Fransızca olarak 2003’de İstanbul’da basıldı. Geçmişten Günümüze Afrika (Kitabevi, İstanbul 2005); Osmanlı-Afrika İlişkileri (Kitabevi, İstanbul 2011/1. baskı, 2013/2. baskı, 2015/3. baskı); Les relations turco-tchadiennes: La politique ottomane en Afrique centrale (TİKA, İstanbul 2014) adlı kitaplarının yanı sıra Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi-İSAM tarafından yayımı tamamlanan İslam Ansiklopedisi için önemli kısmı Afrika hakkında 95 madde yazdı. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde “Afrika”, “Osmanlı Afrikası”, “Osmanlı-Fransa Münasebetleri” ve “Osmanlı’da Dini Hayat” üzerine araştırmalar yapmakta olup bu konularla ilgili basılmış kitapları, farklı dergilerde bu konular hakkında çok sayıda makalesi, yurt içi ve yurt dışında düzenlenen ilmi toplantılarda takdim ettiği tebliğleri yayımlanmış bulunmaktadır. Evli ve üç çocuk babası olup Arapça, Fransızca ve İngilizce yanında Paris Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Milli Enstitüsü’nde (INALCO/Institut National des Langues et Civilisations Orientales) eğitimini aldığı Bambara ve Volof Afrika yerel dilleri ile ilgili dersleri takip etmiştir. Prof. Dr. Ahmet Kavas, hâlihazırda Afrika Araştırmacıları Derneği’nin (AFAM) kurucu başkanlığı görevini yürütmektedir.

Yorum Yap