Her geçen gün değişen ve gelişen dünya şartları uluslararası ilişkiler sisteminin yapısını daha karmaşık bir hale getirmekte, sistem içerisinde yer alan aktörlerin birbirlerine olan bağımlılığını arttırmaktadır. Günümüzde, küresel ya da bölgesel bir güç olma arzusundaki bir devletin, tahayyül ettiği nüfuz bölgesinde bulunan en ufak bir devlet ya da organizasyon ile ilişkilerini geliştirmeyi göz ardı etmesi, hedefi yolunda kendisine ciddi bir engel teşkil etme riskine sahiptir. Afrika kıtası söz konusu olduğunda da benzer bir durumun varlığından bahsedilebilir. Daha net bir ifadeyle, mevcut şartlarda Afrika’da etkili olamayan bir devletin, sistemde tam manasıyla nüfuz sahibi bir güç olabilmesi mümkün görünmemektedir. Soğuk Savaş’ın Batının üstünlüğüyle sona ermesi ve ardından 21. yüzyılda doruk noktasına varması Doğu’dan veya Batı’dan, demokrat ya da otoriter, bölgesel yahut küresel amaçlar taşıyan birçok aktörün Afrika’ya olan ilgisini arttırmasıyla ve bu aktörlerin dış politikalarının oluşum sürecinde kıtanın daha önce hiç olmadığı kadar önemli bir yer tutmasıyla neticelenmiştir.
21. yüzyılın başında “umutsuz kıta” olarak nitelendirilen Afrika kıtası, sahip olduğu potansiyele uygun olarak, zamanla bölgesel ya da küresel anlamda etkili olmak ve/veya rakiplerinin etki alanlarını sınırlandırmak isteyen tarafların rekabet sahnesi haline gelmiştir. Hiç şüphesiz, çeşitli devletlerin ya da örgütlerin kıta ülkelerinin temsilcileriyle bir araya gelerek daha yakın ilişkiler tesis etmek amacıyla düzenledikleri “Afrika zirveleri” belirtilen rekabetin önemli araçlarından birini oluşturmaktadır. 2000’li yılların öncesinde de, Japonya’nın 1993 yılında düzenlemeye başladığı Tokyo Uluslararası Afrika Kalkınma Konferansı (TICAD) örneğinde olduğu ya da Fransa’nın o dönemde neredeyse her yıl yaptığı gibi, Afrika ülkeleri arasında bazı zirveler düzenlenmişse de, milenyum çağıyla birlikte sıkça görülmeye başlanan söz konusu zirvelerin kapsamı, amaçları ve etki alanı daha önce hiç olmadığı kadar genişletilmiştir. Hâlihazırda Çin Halk Cumhuriyeti, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Japonya, Avrupa Birliği (AB), Güney Kore, Fransa, Hindistan, Türkiye ve Rusya gibi aktörler Afrika kıtasında yer alan ülkeler ile zirve düzenlemiş ya da düzenlemeye devam etmektedirler. Düzenlenen bu zirveler gerek zirve sahipleri gerekse Afrika ülkeleri için çok boyutlu bir işleve sahip olmalarından dolayı hayli dikkat çekmektedir.
Afrika kıtası ülkeleri ile bölgesel ve küresel aktörler arasında düzenlenen bu zirvelerde ele alınan konular büyük oranda benzer olmakla beraber ciddi manada bir çeşitliliği de bünyesinde barındırmaktadır. Kıta ülkeleri ile zirveyi düzenleyen ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin güçlendirilmesi, istisnasız hemen her zirvenin ana gündem maddelerinin başında gelmektedir. Zira düzenledikleri bu zirvede ülkesi adına konuşan bütün devlet başkanları konuşmalarında Afrika ülkeleri ile oluşturulacak yeni bir vizyondan bahsetmekte, gelecek dönemde ticaret hacminin belirlenen bir rakam doğrultusunda arttırılması yönündeki hedeflerini ortaya koymaktadır. Öte yandan, kıta ülkelerinin sahip oldukları petrol, gaz, altın, elmas, kobalt, koltan, uranyum (vb.) zenginlikler, “enerji” ve “madenler” gibi konu başlıklarını her zirvede ön plana çıkarmakta, bu alanlarda çeşitli işbirliği ve yatırım anlaşmaları imzalanmaktadır. Tarım, endüstrileşme, çeşitli yatırımlar, barış ve güvenlik, altyapıya dair sorunlar, bilgi ve iletişim teknolojileri, bilimsel ve teknik alanda işbirliği gibi konular da söz konusu zirvelerin ortak başlıkları arasındadır. Ek olarak, ABD, AB ya da Batılı bir anlayışla hareket eden diğer bazı aktörlerin düzenledikleri Afrika zirvelerinde iyi yönetişim, demokrasinin teşviki, sivil toplum, sürdürülebilir büyüme ve kalkınma gibi konular da gündeme getirilmekte, ancak diğer konu başlıklarına nispeten daha az rağbet gören bu meseleler ikinci planda kalabilmektedir.
Belirtildiği gibi, Afrika zirveleri uluslararası siyasetin önde gelen aktörlerinin birbirlerinin etki alanlarını dengeleme çabalarında önemli bir rol oynamaktadır. Diğer bir ifadeyle, hiçbir aktör bir diğerinin daha etkili olmasını arzu etmemekte, bu durum kıtaya yönelik olarak gerçekleştirilen zirvelerin sayısının artması ile sonuçlanmaktadır. Örneğin, Çin Halk Cumhuriyeti’nin 2000 yılından itibaren her üç yılda bir düzenlediği Çin-Afrika İşbirliği Forumu’nun (FOCAC) Çin’in kıta üzerindeki nüfuzunu arttırmasına muazzam bir katkı sunması ve Pekin yönetimi ile kıta ülkeleri arasındaki ticaret hacminin yirmi yıldan daha az bir zamanda yaklaşık 10 milyar dolardan 200 milyar doların üzerine çıkmasında önemli rol oynaması, küresel siyasette daha etkili olmak isteyen -ya da en azından Çin hegemonyasını görmek istemeyen- diğer aktörleri de Afrika ile yakınlaşmaya ve kıtaya dair çeşitli zirveler düzenlemeye itmiştir. Bu kapsamda, Soğuk Savaş’ın ardından Afrika’da en nüfuzlu aktör olan ancak zamanla bu vasfını Çin’e kaptırma tehlikesiyle karşı karşıya kalan ABD, epey bir gecikmeyle, 2014 ve 2018 yıllarında kıta ülkeleri ile iki ayrı zirve düzenlemiştir. Bir zamanlar kıta ile olan küresel ticaretin yaklaşık % 30’unu, kıtaya yönelik yatırımların ise yaklaşık % 40’ını tekelinde tutan AB de, 2000 yılından beri toplamda 5 zirve düzenlemesine rağmen artan Çin etkisi nedeniyle zamanla bu zirvelere daha fazla önem vermeye başlamıştır. Putin ile uluslararası siyasetteki etkisini oldukça arttıran Rusya da geçtiğimiz haftalarda kıta ülkelerini geniş katılımlı bir zirvede ağırlamış, böylece Afrika üzerindeki küresel rekabetten geri kalmayacağının sinyallerini vermeye başlamıştır.
Afrika kıtasında uzun yıllardır nüfuz sahibi olan geleneksel aktörlerin dışında, kıtada etkili olmak isteyen yeni aktörler de kıta ülkeleri ile çeşitli ekonomik ve siyasi zirveler gerçekleştirme yoluna gitmektedirler. Bu noktada, Hindistan ve Türkiye 2000’li yıllarda Afrika’da gerek siyasi gerekse ekonomik anlamda daha fazla görünür olan iki aktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Ankara yönetimi, yıllar içerisinde Afrika’da sayıları artan büyükelçilik sayılarına, ivme kazanan dış yardımlarına, aşama kaydeden yatırımlarına ve yaklaşık 15 milyar doları bulan ticaret hacmine ek olarak, 2008 yılında İstanbul’da, 2014 yılında ise Ekvator Ginesi’nin başkenti Malabo’da geniş katılımlı iki ayrı zirve düzenlemiştir. Türkiye ile Afrika ülkeleri arasındaki üçüncü zirvenin ise evvela 2019 yılında yapılması öngörülmüş, ardından söz konusu zirve 2020 yılına ertelenmiştir. Hindistan ise ilki 2008 yılında Yeni Delhi’de, ikincisi 2011 yılında Etiyopya’nın başkenti Addis Abeba’da, son ikisi ise 2015 ve 2019 yıllarında yine Yeni Delhi’de olmak üzere Afrika ülkeleriyle toplamda dört ayrı zirve düzenlemiştir. Son 10 yıl içerisinde kıta ülkeleri ile olan ticaret hacmi yaklaşık 60 milyar dolara ulaşan Hindistan’ın düzenlediği zirvelerde, muadillerinden farklı olarak doğal afetler, deniz korsanlığı, çevre sorunları ve siber suçlar gibi konular da ele alınmıştır.
Düzenlenen Afrika zirveleri vesilesiyle Batılı olmayan aktörlerin kıtadaki nüfuz alanlarını arttırmaları, zaman zaman eleştirel ve hatta revizyonist söylemlerin gün ışığına çıkmasına neden olabilmektedir. Çinli ve Rus devlet adamlarının zirvelerde benimsedikleri üslup, Batı’nın egemen olduğu dünya görüşünün dışında yeni bir müesses nizamın kurulabilme ihtimaline ve gerekliliğine işaret etmektedir. Pekin yönetimi 21. yüzyıl ile birlikte kıta ile kurduğu ilişkilerde ve gerçekleştirdiği zirvelerde kendi tarihinde sömürgeciliğin bulunmadığına, aksine kendilerinin de geçmişte sömürgecilikten muzdarip olduklarına dikkat çekmekte; Batı’nın sömürgeci tarihini eleştirmektedir. Öte yandan, Afrika ile kurulacak olan ilişkilerde demokrasi, iyi yönetişim, insan hakları gibi kavramların ön plana çıkarılmasının kıta ülkelerinin egemenlik haklarının ihlali anlamına gelebileceğini de vurgulayan Pekin yönetimi, her fırsatta siyaset ile ticaretin birbirinden ayrı tutulması gerektiğini ifade etmekte, bu tavrı ile kıtadaki etki alanını genişletmektedir. Ülkesinin ilk kez 2019 yılında düzenlediği ve 43 Afrika ülkesinden temsilcilerin katıldığı Afrika Zirvesi’ni “tarihte yeni bir sayfa” olarak nitelendiren Rusya devlet başkanı Vladimir Putin de Batı’nın Afrika’daki sömürgeci geçmişine ve buna karşılık Sovyetler Birliği’nin kıtadaki bağımsızlık hareketlerine olan desteğine dikkat çekmektedir. Bu kapsamda, mevcut sistemin yapısını yıpratıcı bir şekilde sorgulayan Rusya’nın Afrika ile olan 20 milyar dolar değerindeki ticaret hacmi, kıta ülkelerine yönelik artan silah satışları, her geçen gün yenileri görülmeye başlanan enerji projeleri ve çeşitli tarım projeleri gibi girişimleri bir bütün olarak düşünüldüğünde, bu ülkenin 23-24 Ekim tarihlerinde Soçi’de düzenlediği zirve ile birlikte kıta ülkeleriyle her üç yılda bir yeni bir zirve gerçekleştirme kararı almasının önemi daha iyi anlaşılacaktır.
Son olarak, Afrika’daki zirvelerin ve kıta ülkeleri ile olan ilişkilerin yalnızca küresel rekabetlerin değil, kimi durumlarda bölgesel rekabetlerin de bir uzantısı haline gelebildiği de görülmektedir. Bu doğrultuda, Çin’in bu kıtadaki ve uluslararası siyasetteki etkisini zamanla arttırmasıyla birlikte, Uzakdoğu’daki bölgesel rekabetin Afrika’ya taşındığı gerçeği karşımıza çıkmaktadır. Örneğin Japonya, Çin’in Afrika’daki etkisini arttırmasıyla, 1993 yılından bu yana her beş yılda bir başkenti Tokyo’da düzenlediği TICAD’a daha fazla önem addetmeye başlamış; 2013 yılından itibaren bu konferansı her üç yılda bir düzenleme kararı almış ve ilk defa 2016 yılında söz konusu konferansı Tokyo’nun dışında, Doğu Afrika’nın önemli ülkelerinden biri olan Kenya’da, düzenlemiştir. Soğuk Savaş yıllarında birçok Afrika ülkesinin Sovyet taraftarı olması nedeniyle bu kıtadaki ülkeler ile ilişkileri bir hayli sınırlı kalan Güney Kore de, 2006 yılından itibaren kıtaya olan ilgisini arttırmıştır. Bu doğrultuda, 2006 yılında düzenlenen Kore-Afrika Zirvesi (KAF), Kore-Afrika Ekonomik İşbirliği Konferansı (KOAFEC) ve Kore Afrika Endüstri İşbirliği Forumu (KOAFIC) ön plana çıkmaktadır. Söz konusu girişimler, Güney Kore’nin Afrika ile olan ticaretinde nispeten ivme kazanması ile neticelense de, bu ülkenin 2018 yılında beşincisi düzenlenen KOAFEC’e ağırlık vermeye başladığı dönemin Çin’in Afrika’daki varlığını etkin bir şekilde kanıtladığı döneme denk gelmesi düşündürücüdür.
Sonuç Yerine: Zirveler Nasıl Okunmalı?
Ortaya çıkan tabloda, bir bütün olarak Afrika kıtasının küresel siyasetteki öneminin her geçen gün arttığı gerçeği kesin olsa da, kıta ülkeleri ile uluslararası siyasette etkili olmaya çalışan aktörler arasında gerçekleşen bu zirveleri Afrikalılar için hem bir kazanım hem de üstü kapalı bir tehlike olarak nitelendirmek mümkündür. Her geçen yıl bu aktörler ile Afrika kıtası ülkeleri arasındaki ticaret hacmi artış göstermekte, gerçekleştirilen zirvelerde karşılıklı ticareti arttırmaya yönelik verilen taahhütler de bu durumu olumlu etkilemektedir. Ancak madalyonun öteki yüzünde bambaşka bir durum mevzubahistir. Zira ilgili zirvelerde kıta ülkeleriyle imzalanan ticari anlaşmaların büyük oranda enerji ürünlerine, çeşitli madenlere ve bu alanlardaki yatırımlara dayandırılması “yeni-sömürgecilik” endişelerine neden olmaktadır.
Afrika ülkeleri ile düzenlenen bu zirvelerin, bölgesel ve/veya küresel aktörlerin nüfuzlarını arttırma girişimlerinin bir parçası olduğu açıktır. Afrika kıtası ülkelerinin Birleşmiş Milletler (BM) gibi uluslararası organizasyonlarda sahip olduğu oy hakkı (54 üye) düşünüldüğünde, bu nüfuz arttırma girişimlerinin siyasi yönü daha iyi idrak edilebilecektir. Bu nedenle bölgesel ve/veya küresel güç olma iddiasındaki devletler, Afrika’nın ekonomik potansiyelinden olduğu kadar siyasi potansiyelinden de yararlanmak istemekte ve bu amaç doğrultusunda politikalarını şekillendirmektedirler.
Küresel ve bölgesel nüfuz mücadeleleri de bu zirvelerin gerçekleştirilme nedenleri arasındadır. Küresel rekabet söz konusu olduğunda, çift yönlü bir durumun mevcudiyeti göze çarpmaktadır. Bir yandan küresel siyasette uzunca bir süredir nüfuz sahibi olan ABD ve AB gibi aktörler nüfuzunu bu zirvelerle dengeleme amacı güderken, diğer yandan yalpalamaya başlayan müesses nizamın bu şekilde devam edemeyeceğini ifade eden Çin, Rusya ve Türkiye gibi çeşitli ülkeler kıtadaki ve dünyadaki eşitsizlikleri gündeme getirmek için bu zirveleri birer araç olarak kullanmaktadırlar. Kıtaya yönelik gerçekleştirilen zirveler Afrika dışındaki bölgesel rekabetlerden de payına düşeni almaktadır. Üstelik bu durum yalnızca Çin, Japonya ya da Güney Kore gibi Asya ülkeleri ile sınırlı değildir. Körfez’de Suudi Arabistan’ın ve İran’ın başını çektiği Sünni-Şii rekabetinin Afrika’ya da taşındığı dikkate alındığında, yakın gelecekte Körfez ülkelerinin de Afrika ülkeleriyle zirve düzenleme yönünde girişimlerde bulunması kuvvetle muhtemeldir.
Sonuç olarak, Afrika kıtası ile bahsi geçen aktörler arasında gerçekleşen bu zirvelerin çift yönlü okunması gerektiği vurgulanmalıdır. Bu zirveler bir yandan kıta ülkelerinin ticaret hacimlerine olumlu yansımakta, kıtaya çeşitli yatırımları çekmekte, gelişmiş ülkelerin bilgi, kaynak ve tecrübelerinin Afrika kıtasına taşınmasına olanak sağlamakta ve kıta ülkelerinin dış politikalarındaki alternatifleri çeşitlendirmektedir. Ne var ki, diğer yandan bu zirvelerin büyük oranda Afrika kıtasının zenginliklerini elde etmeye yönelik girişimlerin sonucu ortaya çıktığı algısı, zaman zaman Afrika’nın yeni yöntemlerle sömürüldüğü düşüncesine neden olabilmektedir. Belirtildiği gibi, amacı her ne olursa olsun, bu zirveler Afrika kıtasının uluslararası siyasetteki artan önemine ve kıta ülkelerinin daha fazla görmezden gelinemeyeceğine işaret etmektedir.
Not: Bu makale, Yeni Şafak Yorum sayfasında 19.11.2019 tarihinde “Afrika Zirveleri Nasıl Okunmalı?” başlığıyla yayınlanmıştır. Ayrıntılı bilgi için tıklayınız.