Yeni Afrika İmajında Türkiye

0

1990’lı yıllarda Sovyetler’in çöküşü ardından Almanya’yı ikiye ayıran ve soğuk savaşın yarım asırlık sembolü olan duvarın yıkılışı gibi beklenmeyen gelişmeler birçok Afrika ülkesinin de önünü açtı. İki asırdır haksız bir şekilde kendisine dayatılan olumsuz imajı da üzerinden atabilecek konuma geldi. Ekonomik anlamda, petrol başta olmak üzere tüm hammadde kaynaklarına önce Hindistan, ardından daha geniş açılımla Çin’in talip olmasıyla Afrika’nın her tarafında kalkınma hamleleri hissedilmeye başlandı. 2000’li yıllar daha büyük hayalleri beraberinde getirdi ve kıta artık sömürgecilik öncesindeki gibi muhtaç insanların görünümünden kendi imkânları ile kurtulup uluslararası alanda etkin güç haline dönüşme belirtileri gösterdi. Bağımsızlık hareketlerini desteklemek ve tüm halklarını hürriyetlerine kavuşturma amacıyla 1963’te kurulan Afrika Birliği Teşkilatı, 2002 yılında Avrupa Birliği tecrübesinden de yararlanarak Afrika Birliği adını aldı.

2000’li yıllarda Afrika, son iki yüzyılda yaşanmış bütün olumsuz süreçler bir tarafa bırakıp yeni bir çağa açılıyordu. Ne var ki gelişmiş ülkelerin girdiği ekonomik kriz, Avrupa ve ABD üzerinde fırtına gibi estikten sonra tortusunu Afrika ve Ortadoğu ülkelerine bıraktı. Arap dünyası, Irak’tan sonra Mısır, Libya, Yemen ve Suriye’de büyük bir yıkıma sürüklenirken; Sahraaltı Afrika ülkeleri de ortalama % 9’lara kadar varan ekonomik kalkınmalarında ciddi düşüşler yaşadılar. Petrol başta olmak üzere pek çok gelişmiş ülkelere gerekli olan doğal gaz, uranyum, altın, elmas gibi kıymetli madenler 2010’lu yıllarda yeniden yükselen fiyatlarıyla kıta ülkelerine ciddi girdiler getirdi.

2000’li yıllara kadar Afrika’da yerli entelektüel tutmak imkansız iken; artık kendi ülkesine ve kıtasına hizmeti idealize eden binlerce beyin ülkelerini terk etmek yerine, dünya ile entegre olarak gelecekleri için daha istikrarlı adımlar atmaya yöneldiler. İleri sürülen tahminler tutmamış ve Afrikalılar kıtlarına sahip çıktılar, Arap ülkelerinde yaşanan halk hareketleri kıtada birkaç ülke hariç mevcut müspet gelişmeleri engellemedi. Kalkınma hızı % 10 üzerinde olan çok sayıda Sahraaltı Afrika ülkesi bulunmaktadır. Gelişmesi bulunduğu coğrafyası gereği sahillere olan uzaklığı ile neredeyse ümitsiz vaka gibi görünen Çad’ın 2008 yılına kadar neredeyse hiç asfalt yolu yoktu. Son altı yılda ülke genelinde üç bin kilometre asfalt yol yapıldı. Başkentte 300 km cadde asfalt ile döşendi. Hiç bina yokken çok katlı otel ve kamu binaları Encemine semalarını süslemeye başladı.

Jeopolitik olarak Asya ve Avrupa ile dirsek teması yakınlığı bulunan Afrika, Amerika kıtasına da en yakın kıta olmasına rağmen; her türlü kaynaklarından istifade için irtibat kurulan ama kendisinin deniz aşırı ülkelere ulaşması pek istenmeyen bir Afrika artık geride kaldı. Her ne kadar Avrupa, Asya, hatta Latin Amerika semalarını süsleyen hava trafiğine bu kıtada rastlanmasa da bunun yakın gelecekte olmayacağı anlamına gelmiyor. Hava trafiğinin kuzey-güney, doğu-batı istikametinde merkezde yer alan Çad, sadece Fransız havayollarının haftada birkaç tarifeli seferi ile Fransa üzerinden dünyaya bağlanırken; Etiyopya Havayollarının günlük seferlerinin başlaması ve 2013 yılı Aralık ayından itibaren Türk Havayollarının haftada dört seferi yeni fırsatların da önünü açıldı. Fas Hava Yolları ve Mısır Hava Yollarının da her ne kadar haftalık seferleri sınırlı olsa da Çadlıları farklı merkezlere yönlendirerek dış dünyayla daha yakın olmalarını sağladılar. Artık sadece tırlar ve gemiler Afrika’dan hammadde taşımıyor, aynı zamanda büyük bir tüketim kıtası olması sebebiyle havayolu kargo uçaklarıyla taşınan günlük tüketim mallarıyla kıta büyük bir pazar olma konumunu koruyor.

Eğitim ve sağlık hizmetlerinde ciddi atılımlar son yıllarda neticesini vermiş ve yakın gelecekte Afrika kendine yetecek bu alanlardaki sistemlerini kuracak yatırımlar yapıyor. Dünyadaki teknolojik gelişmeleri adım adım takip eden ülkeler, bunu henüz halklarının geneline yayamasa da en azından merkezi şehirler gerekli donanımlara kavuşmaktadırlar.

Petrol, doğal gaz ve uranyum kaynakları ile dünyayı aydınlatan Afrika ülkeleri için en çok ihtiyaç duyulan elektrik için hidrolik santraller, kömür yanı sıra artık rüzgar ve güneş enerjisine de yatırım yapan ülkelerin girişimleriyle çözüm için çeşitli projelere destek verilmektedir. Finans kaynaklarını değerlendirirken enerji öncelikli yatırımlar öne çıkmaktadır. Yine de kıta dışı ülkelere ücret karşılığı verdikleri enerji kaynaklarından daha ziyade alıcı ülkeler yüksek oranlarda faydalanırken mesela sadece Nijer, Fransa’daki onlarca nükleer santrala uranyum veren dünyanın önde gelen üç ülkesinden birisi iken, kendisi yıllık 4000 ton uranyumdan ancak 50 milyon avro civarında bir meblağ almaktadır.

Afrika’nın Menfi İmajı Kolay Oluşmadı, Hemen Silinmesi Zor

Askeri darbelerin birbirini takip ettiği 1970’li ve 1980’li yıllar geride kalmıştı. Kıtada demokrasi giderek yeşeriyor ve doğusunda Kenya, batısında Mali, Fildişi Sahili ve Burkina Faso örnek ülkeler olarak gösteriliyordu. Meğer Afrika imajını bozan sadece Somali değilmiş. Yıllarca ülkenin kuzeyi ile Müslümanlığını bahane ederek geçinemeyen ve ayrılmak için mücadele eden Güney Sudan’ın Hristiyan gurupları da bu çatışmalarda yerini aldı. Yarım asırdır omuz omuza bağımsızlık için mücadele eden Hıristiyan gruplar kısa zamanda birbirine girdi. Mali’nin kuzeyindeki Tuaregleri ikna için verdiği her tavizden sonra kaybeden taraf hep merkezi hükümet oldu ve 2012 yılındaki askeri darbe ile 20 yıllık genç demokrasisi büyük yara aldı. Fildişi Sahili ve Burkina Faso basit siyasi gerginliklerin önünü alamayarak son yıllarda kıtanın imajına geçmişin ürperten görüntülerini yeniden yaşattılar. Orta Afrika Cumhuriyeti bağımsızlığından itibaren farklı guruplar arsında bir siyasi denge kuramadı. Topluda önemli boşluğu dolduran ama Devlet nezdinde neredeyse yok sayılan Müslümanlar, ne pahasına olursa olsun kendi haklarını almaya yöneldiler. Ancak ne uluslararası kuruluşlar, ne de ülkeyi sadece kendi nüfuz alanı görenler bölgede çıkan çatışmalarda kontrolü sağlayamadı. Ortaya çıkan vahşet durdurulamayınca yüzbinlerce masum insan canını kurtarmak üzere Çad, Kamerun ve Kongo’ya göçtü. Büyük Göller bölgesinde Ruanda’da başlayan katliamlar aynı şiddetle olmasa da Kongo’nun doğusunda da son on yılda yüzbinlerce insanın ölümüne sebep oldu.

Ülkelerin, çıkan iç isyanlarla bölünmesini temel çözüm gibi görenler, aslında Darfur’un Sudan’dan ayrılması durumunda Güney Sudan’dan daha kötü şartlara sürükleneceğini gördüler. Somali’nin sömürgecilik dönemindeki gibi en az üç parçaya ayrılmasının bu ülkeyi tamamen bitireceği artık herkesçe kabul edilmektedir. İçine girdikleri zorlu süreçleri başarı ile atlatan Cezayir, Nijer, Tunus, Kenya ve Madagaskar örnekleri her ne kadar yeterli derecede dikkat çekmese de kıtanın müspet imajına ciddi katkıda bulunmaktadırlar. Eski darbeler, iç savaşlar, yokluklar, büyük göçler epeyce geride kaldı, ama tamamıyla kıta yüzeyinden çekildi demek için henüz erken.

Ebola bahanesi ile kıtanın sadece bir bölgesi değil tamamının imajı hiç düşünülmeden tehlike hattına atıldı. Bu öldürücü bulaşıcı hastalık ile ilgili verilen haberlerde her ne kadar Sierra Leone, Liberya ve Gine ülkelerinin adları zikredilse de haberlerin başlıklarının “Afrika’da ebola” diye verilmesi adeta 54 ülkeyi doğrudan tecrit etmeye itti. Sadece kıtalar arası değil, kıta içi, komşu ülkeler, hatta daha uzak bölgelerdeki kıta ülkeleri de birbirlerine karşı ciddi yaptırımlara gittiler. 1980’li yıllarda AIDS ile adeta özdeşleşen kıta ülkeleri şimdi de ebola ile ciddi derecede imaj kaybetmektedirler. Bulaşıcı olması ve tedavisinin imkansız denecek kadar zor olması bilincini ve gerekli tedbirleri almanın sorumluluğunu taşımak başka bir şey, bunu tüm kıta genelinde varmış gibi hissettirmek bambaşka bir durumdur. Bugün bir milyar 200 milyon nüfusu var denen kıtada her yıl sıtmadan yüzbinlerce insan ölmektedir. Afrika’nın imajı bugün ebola ile, yarın belki de sıtma ile zayıflatılacaktır.

Türkiye’nin Afrika İmajına Müspet Katkısı

1999 yılında Afrika ülkeleri ile yakınlaşma yönünde ilk adımları atan Türkiye, 2005 yılında geniş açılı bir siyaset başlattı. Öncelikle diplomatik anlamda temsilciliklerinin yetersiz sayısını 2008 yılından itibaren artırmaya başladı. 12 olan büyükelçilik sayısı 28 artırılarak 40’a ulaştırıldı. Kıtanın hem yüzölçümü, hem de nüfus olarak, %95’inden fazlasında artık temsil edilmektedir. Her ne kadar diğer 14 ülkede büyükelçiliklerin olmaması; bu ülkelerin bir kısmının küçük ada devletleri olmaları veya Orta Afrika Cumhuriyeti gibi siyasi istikrarlarının olmaması gibi sebeplere dayanır. Türkiye’nin Afrika Birliğine gözlemci üye olması ve stratejik ortak olarak kabul edilmesi, 2008 yılı Ağustos ayında Birinci Türk-Afrika Devlet Adamları Zirvesinin İstanbul’da yapılmasına imkan verdi. 2010 yılında Başbakanlık tarafından Afrika Strateji Belgesinin Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmesinden sonra THY’larının kıtanın 43 ayrı noktasına tarifeli seferlerinin kesintisiz devam etmesi, Afrika’nın hem kendi içinde hem de uluslararası camiada en önemli irtibat ağlarından birisini oluşturmuştur. THY’nin Afrika semalarını geleneksel uçuş alanı yapan Fransız Havayolları ile ciddi rekabet içinde olması dikkatlerden kaçmamaktadır. Bugün Afrika’da bir milyondan fazla Çinli yaşadığı bilindiği halde neredeyse kıtada havacılık alanında herhangi bir etkinlikleri yoktur.

Darfur, Somali ve nihayet Orta Afrika Cumhuriyeti gerginliklerinde Türkiye’nin kıta dışı bir ülke olarak üstlendiği insani yardımlarıyla kurduğu yakın alaka, TİKA’nın kısa zamanda kıta genelinde ülkemizin en tanınan yüzü olması, Sivil Toplum Kuruluşlarımızın neredeyse kıtada adım atmadıkları bölgenin kalmadığı, üniversitelerimizde okuyan binlerce Afrikalı öğrenciye verilen imkanlar, kıta ülkelerinden iş adamlarının Anadolu’da her şehrimize gidecek kadar bize yakın olmaları, sadece ürün satan değil, yatırım için Afrika’ya gelen binlerce yatırımcımız ile menfi imaj giderek müspete dönüşmektedir.

Afrika gündemini yakından takip edenler kıta üzerinde yeni aktörler olarak ilk dörde aldıkları Çin, Hindistan ve Brezilya ile Türkiye arasında mukayese yaptıklarında ilk üçünün ilişkilerini içinde bulundukları şartların zorladığı, Türkiye’nin girişimlerini ise kökü geçmişte, ancak meyvelerini gelecekte verecek girişim olarak tarif etmektedirler. 19-21 Kasım 2014 günlerinde Ekvator Ginesi’nde İkinci Türk-Afrika Birliği Devlet Adamları Zirvesi’nin toplanması acımasızca imajı yaralanan kıtaya ciddi bir nefes aldıracaktır.

Share.

Yazar Hakkında

Prof. Dr., İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi. 1964 yılında Vezirköprü’de doğdu. Merzifon İmam-Hatip Lisesi (1982) ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde (1987) eğitimini tamamladıktan sonra Türkiye Diyanet Vakfı bursuyla yüksek lisansını (1991) ve doktorasını (1996) Paris’te tamamladı, aynı yıl Üsküdar’da İslam Araştırmaları Merkezi’nde (İSAM) araştırmacı olarak çalışmaya başladı. 2002’de doçentlik unvanı aldı. 2006 yılında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü öğretim üyesi ve bölüm başkanı oldu. 2008-2011 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık’ta Afrika ile ilgili konularda müşavir olarak görev yaptı. 2009 yılında profesörlük unvanı aldı. 2011 yılı Eylül ayında görev değişikliği yaparak İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Siyasi Tarih Anabilim dalına geçiş yaptı. 2013 yılı Mart ayında Afrika ülkelerinden Çad Cumhuriyeti’nin başkenti Encemine’de Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk büyükelçisi olarak göreve başladı ve iki buçuk yıl bu görevini sürdürdükten sonra 2015 yılı Ağustos ayında İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanı olarak tayin edildi. Batı Afrika Ülkelerinden Mali Cumhuriyeti’ndeki ilk ve öğretim seviyesindeki özel eğitim kurumları medreseler üzerine hazırladığı doktora çalışması IRCICA tarafından L’enseignement islamique en Afrique francophone: Les médersas de la République du Mali adıyla Fransızca olarak 2003’de İstanbul’da basıldı. Geçmişten Günümüze Afrika (Kitabevi, İstanbul 2005); Osmanlı-Afrika İlişkileri (Kitabevi, İstanbul 2011/1. baskı, 2013/2. baskı, 2015/3. baskı); Les relations turco-tchadiennes: La politique ottomane en Afrique centrale (TİKA, İstanbul 2014) adlı kitaplarının yanı sıra Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi-İSAM tarafından yayımı tamamlanan İslam Ansiklopedisi için önemli kısmı Afrika hakkında 95 madde yazdı. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde “Afrika”, “Osmanlı Afrikası”, “Osmanlı-Fransa Münasebetleri” ve “Osmanlı’da Dini Hayat” üzerine araştırmalar yapmakta olup bu konularla ilgili basılmış kitapları, farklı dergilerde bu konular hakkında çok sayıda makalesi, yurt içi ve yurt dışında düzenlenen ilmi toplantılarda takdim ettiği tebliğleri yayımlanmış bulunmaktadır. Evli ve üç çocuk babası olup Arapça, Fransızca ve İngilizce yanında Paris Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Milli Enstitüsü’nde (INALCO/Institut National des Langues et Civilisations Orientales) eğitimini aldığı Bambara ve Volof Afrika yerel dilleri ile ilgili dersleri takip etmiştir. Prof. Dr. Ahmet Kavas, hâlihazırda Afrika Araştırmacıları Derneği’nin (AFAM) kurucu başkanlığı görevini yürütmektedir.

Yorum Yap