21. Yüzyılın Başında Çin’in Afrika Politikası

0

Giriş

Her geçen gün uluslararası alanda daha da büyüyen rolü ile Çin, iki kutuplu Soğuk Savaş sonrası dönemde büyük bir güç haline gelmiştir. Yoğun ve kalabalık nüfusunu avantaja çevirerek uzun yıllar dünyadaki en yüksek büyüme hızlarıyla gelişen ülke, ordusunu modernize etmiş, zengin tarihi ve kültürel mirasını da kullanarak bölgesel ve uluslararası düzeylerde etkili olmaya başlamıştır. Çin aynı zamanda kendi yükselişi için Afrika’nın önemini de erken zamanda anlamış ve Afrika ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmek için çeşitli adımlar atmıştır. Çin-Afrika ilişkilerinin geçmişi her ne kadar beş yüz yılı aşkın olumlu etkileşime dayansa da, ilişkiler hiçbir zaman 21. yüzyılın başındaki kadar yakın ve çok boyutlu olmamıştır. Son yıllarda uluslararası düzlemde yükselen bir güç olarak Çin, Afrika ülkelerinin de en önemli ortaklarından biri haline gelmiştir. Kıtadaki görünürlüğünü özellikle ekonomik faaliyetleri aracılığıyla büyük oranda arttırmış, kıta ülkelerinin uluslararası ilişkilerindeki değişimi de tetikleyen aktörlerden biri olmuştur.

Çin’in söz konusu büyüyen rolü hem Afrika ülkeleri hem de yıllardır Afrika’da temel aktörler olan Fransa ve ABD gibi uluslararası güçler için birçok soru işaretleri doğurmaktadır. Çin’in yeni yaklaşımının ardındaki amaçları anlamaya yönelik çeşitli sorular gündeme gelmektedir.  Öyle ki bu yeni ilişki biçiminde Afrika ülkeleri Fransa gibi “geleneksel (klasik) sömürgeci” olarak kıtada etkin olan güçler yerine Çin’in yeni rolüne mi güvenmeyi seçeceklerdir? Veyahut Çin dikkat çekici ekonomik varlığından faydalanarak Afrika’da aynı zamanda politik ve hatta askeri nüfuz da oluşturmaya çalışacak mıdır? Çin’in bunlar ve benzeri girişimlerde bulunma riski Fransa ve ABD gibi Afrika kıtasında pek çok politik ve ekonomik çıkarı olan geleneksel güçlerde kaygı uyandırmaktadır. Nitekim hızlı büyüyen Çin ekonomisinin ihtiyacı olan başlıca enerji kaynaklarına sahip Afrika kıtasında, Çin’in etkin bir güç olma çabası anlaşılabilir görünmektedir.

1. Çin’in Afrika Politikasındaki Dönüşümün Nedenleri

Son yirmi yılda büyük güçlerin Afrika’daki çıkarlarında ve dolayısıyla faaliyetlerinde bir değişim söz konusu olmuştur. 90’ların sonunda kara kıtaya dikkat çekici bir geri dönüş yapan ABD’nin yanı sıra Japonya, Hindistan ve Çin kıtada görünürlüğünü arttıran diğer ülkelerden bazılarıdır. Petrol, altın, kobalt, uranyum gibi birçok hammadde açısından oldukça zengin olmak Afrika’ya özellikle 21. yüzyılın başından itibaren en büyük zorluklardan birini oluşturmuş ve kıtayı küresel güçlerin rekabetinin merkezine oturtmuştur. Çin de bu rekabete son katılan aktörlerden biri olarak, Afrika kıtasında tanınırlığını arttırmaya ve kendini her açıdan kabul ettirmeye yönelik çeşitli -baskıcı- adımlar atmıştır.

Çin-Afrika ilişkileri yeni olmadığı gibi, sadece Soğuk Savaş dönemine de indirgenemez. Yüzyıllar önce taraflar arasındaki ticari ilişkinin varlığı çeşitli bulgularca kanıtlanmış olup, özellikle Doğu Afrika kıyılarına yanaşan Çin ticari gemilerinin tekstil, eşya gibi çeşitli malzemelerle yüklü olduğu ve çoğunlukla Afrika tarım ürünleriyle yüklü bir şekilde limanlardan ayrıldıkları bilinmektedir.[1] Ancak taraflar arasındaki gerçek manada ilişkiler Soğuk Savaş döneminde, tam olarak 1949 yılında Mao Zedong Çin’de iktidarı ele alıp Cumhuriyet rejimini kurduktan sonra başlamıştır. Pekin’in Afrikalı ülkelere kendini tanıtması sömürgeci bir geçmişi olmaması nedeniyle çok zor olmamıştır.

Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana ideoloji, dış politikada yön tayin etme konusunda kararlı bir rol oynamıştır. Afrika ile olan ilişkilerinde de ideolojik söyleme ve sembollere dayanmıştır. 70 ve 80’li yıllardaki Çin ile Sovyet Rusya arasındaki ideolojik rekabet Afrika’da da çeşitli boyutlarda vücut bulmuş, örneğin taraflar kendilerine yakın olan özgürlük hareketlerini destekleyerek kendilerine alan açmaya çalışmışlardır. Ne var ki, 80’lerin başından itibaren Pekin bu politikayı terk ederek, Çin dış politikasını “barış içinde birlikte var olma” ve “yanımda dur kazan” prensipleriyle şekillendirmeye başlamıştır.

Çin’in Afrika politikasındaki dönüşümün sebeplerinden biri de hiç şüphesiz karar alıcı çevrelerdeki değişimden kaynaklanmaktadır. Nitekim Deng Xiaoping tarafından öncülüğü yapılan yeni yönetici kadrolar Mao’nun aşırıcılık ideolojisini ekonomik gelişim, reform ve Batı’nın Pekin’e düşmanlığını hafifletmeyi temel alan yeni pragmatik eğilim ile değiştirmişlerdir.[2] Öte yandan eski devlet başkanı Jiang Zemin, ülkesinin Afrika’ya yönelik yeni stratejisini açıklamış, buna göre ekonomi, ticaret, teknoloji ve doğal kaynakların işletilmesinde işbirliğini söz konusu yeni stratejinin merkezine konumlandırmıştır.

Afrika gelecek vadeden bir petrol bölgesi olmasının dışında, aynı zamanda büyük bir tüketim pazarını teşkil etmektedir. Bu iki unsur da Çin’in Afrika’ya olan ilgisinin önemli sebepleri arasında yer almaktadır. Ayrıca Çin, 2001 yılında George W. Bush’un göreve gelmesinden itibaren Afrika için petrol kaynaklarını güvence altına almaya yönelik yeni bir gündem uygulamaya başlayan ABD ile kara kıtada rekabet etme yarışına girişmiştir.[3] Söz konusu rekabet etme arzusu Çin’in Amerikan hegemonyasını dengeleme çabası olmasının yanı sıra, Soğuk Savaş’ın bitişiyle birlikte uluslararası sistemde ideolojik ve askeri faktörlerin önemini kaybederek yerini ekonomik faktörlere bırakmasıyla da ilgili olmuştur. Çin, Afrika ile olan ilişkilerini de tam olarak bu şekilde kurgulamış ve ekonomik gücüne dayandırmıştır.

2. Çin’in Yeni Afrika Politikasının Hedefleri

Çin, Afrika’ya yönelik kapsamlı bir strateji uygulamaktadır. Başta ekonomik ve ticari nitelikleri olsa da politik, kültürel gibi daha pek çok boyutu vardır. Çin’in Afrika’ya yönelik yeni politikasında başlıca hedefleri aşağıdaki gibi özetlenebilir:

2.1.  Afrika’daki Petrol Tedarikinin Kalıcı Kaynaklarını Güvence Altına Almak

Çin’in petrol tedarikinde kaynaklarını çeşitlendirme ve Ortadoğu ile Arap Körfezi bölgesine olan bağımlılığını azaltma politikası çerçevesinde Afrika petrolü, özellikle 90’ların başından itibaren yeni Çin dış politikasının en önemli hedeflerinden biri haline gelmiştir.[4] 1985 yılında ürettiği petrolün yaklaşık % 25’ini ihraç ederek petrol ihraç eden ülkeler arasında yer alan Çin, 1990 yılından itibaren petrol ithal eden bir ülkeye dönüşmüş ve büyüyen ekonomisiyle paralel olarak petrol ihtiyacı her geçen gün daha da arta gelmiştir.

90’lı yıllardan başlayarak % 10’ları aşan yüksek büyüme hızlarıyla gelişen, devasa üretim kapasitesine sahip Çin ekonomisinin enerji ihtiyacını karşılamak amacıyla kaynaklarını çeşitlendirme yoluna gitmesi, kuşkusuz aynı zamanda uzun süredir ama tedarikçisi olan Ortadoğu’nun istikrarsız yapısı, ABD için vazgeçilmez bir bölge olması ve petrolün ulaştırılmasında yaşanan zorluklardan da kaynaklanmıştır.

Dünya ham petrol rezervlerinin % 8’ine sahip Afrika kıtası, aynı zamanda Cezayir, Nijerya ve Libya olmak üzere OPEC üyesi üç ülkeye de ev sahipliği yapmaktadır. Afrika’daki petrol sahalarının kolayca güvence altına alınmaya uygun olması gibi birçok başka sebep, Çin’in hem devlet hem de özel sektör eliyle Afrika’da önemli petrol yatırımları yapmasının önünü açmıştır. Nitekim toplam petrol ithalatının yaklaşık % 25’ini Afrika’dan karşılayan Çin’in ana tedarikçileri Sudan, Angola, Cezayir, Gabon ve Çad’dır.[5]

Çin’in “petrol diplomasisi”, Afrika ülkelerini BM’de desteklemesini de gerekli kılmaktadır. Nitekim Sudan rejimi ile Darfur sorunu konularında Çin’in BM’de takındığı tavır bu yeni davranış şekline örnek gösterilebilir.

2.2. Çin’in Yeni Afrika Politikasının Diplomatik Hedefleri

a. Tayvan’ın Afrika’da Diplomatik Açıdan Ötekileştirilmesi

Çin’in Afrika’daki en önemli hedeflerinin başında gelmektedir.[6] Çin, Tayvan ile giriştiği 1971 tarihli BM üyelik yarışında özellikle gelişmekte olan ülkeler ile Afrika ülkelerinin oyları sayesinde ipi göğüslemiştir. Bu tarihten sonra Tayvan’ın entegrasyonunu istikrarlı bir şekilde her platformda savunmaya geçmiş, söz konusu mesele Çin’in diplomatik ve askeri adımlarını belirleyen faktörlerden biri haline gelmiştir. Öyle ki, Tayvan’ın diplomatik olarak ötekileştirilmesi politikasını her yerde olduğu gibi Afrika’da da gündeme getirmiş, kıta ülkelerini Tayvan’ı tanımaması ve bu meselede Çin’in pozisyonunu desteklemeleri konusunda cesaretlendirmiştir. Aynı şekilde Tayvan hükümetinin bazı Afrika ülkelerine Tayvan’ın bağımsızlığını tanımaları karşılığında yaptığı ekonomik yardım hamlesine karşılık olarak söz konusu Afrika ülkeleri ile bağlarını güçlendirme yoluna gitmiş ve hamlesinin karşılığını almıştır. Günümüzde 53 Afrika ülkesinden 46’sı Tek Çin Politikası’nı desteklemektedir. Örneğin Güney Afrika gibi Tayvan ile daha yakın ilişkiler geliştirmek isteyen kimi ülkeler dahi sonradan Afrika’daki çoğunluk ile uyum göstererek Tayvan hükümetini tanımama ve Çin Halk Cumhuriyeti ile ilişkilerini geliştirme yoluna gitmişlerdir.[7]

b. Diplomatik Destek ve BM Oylamalarında Afrika Ülkelerinin Oylarını Kazanmak

Mevcut kapasitesinin diğer küresel güçlerle farklı boyutlarda mücadele etmeye yetmeyeceğinin farkında olan Çin, uluslararası politika konularında diplomatik boyutu ve BM’nin rolünü her zaman oldukça önemsemiş ve etkin bir şekilde kullanmaya özen göstermiştir. BM Genel Kurulu üyelerinin yaklaşık üçte birini oluşturan Afrika ülkelerinin desteğini kazanarak, oy potansiyellerini başta insan hakları olmak üzere birçok meselede lehine kullanmaya çalışmaktadır.

c. Güney Çin Denizi Sorunu

Söz konusu bölge başta Çin ile Japonya olmak üzere Filipinler, Malezya, Bruney ve Vietnam gibi diğer ülkelerin de taraf olduğu büyük bir ihtilafın konusunu oluşturmaktadır. Dünya ticaretinin büyük bir kısmının rotası üzerinde bulunan bölgenin önemi, Avrupa ile Latin Amerika’nın toplamından daha fazla petrol rezervine sahip olduğu düşünüldüğünde daha iyi anlaşılmaktadır. Bu yüzden Çin, Güney Çin Denizi sorunu konusunda BM’de Afrikalı ülkelerin desteğini alma çabası içerisindedir.[8]

2.3. Çin’in Çok Kutuplu Uluslararası Sistem Çabası

Çok kutuplu bir dünya düzeni kurma düşüncesi hiç şüphesiz başta Çin olmak üzere Amerikan hegemonyasını kırmak isteyen başlıca yükselen güçler nezdinde karşılık bulmaktadır. Buna paralel olarak Çin, Afrika kıtasında da özellikle ABD ve diğer etkin güçlerin egemenliğini zayıflatmak istemekte ve buna yönelik çeşitli adımlar atmaktadır. Mevcut küresel ekonomik düzenin gelişmekte olan ülkeler ve Afrika ülkeleri için adil olmadığı düşüncesi de Çin ile Afrika ülkelerini ortak hareket etmeye iten bir başka unsuru oluşturmaktadır.

3. Çin’in Afrika Politikası: Araçlar, Stratejiler ve Hedefler

Afrika’da Çin varlığı birçok boyutta kendini gösterse de ekonomik boyut ana unsur olmayı sürdürmektedir. Çin-Afrika İş Birliği Forumu (FOCAC) ve forum tarafından yayınlanan “Pekin Deklarasyonu 2000” gibi çeşitli kararlar ikili ilişkinin araçları ve hedefleri konusunda önemli ipuçları vermektedir.

3.1. Ekonomi

Çin’in Afrika ile her geçen gün büyüyen ticaret hacmi ve birçok sektördeki ciddi yatırımlarının varlığı ilişkilerin ekonomi ayağını oluşturmaktadır. 1970’lerde Afrika pazarının en büyük Asyalı tedarikçisi Japonya ve ardından Güney Kore iken, on yıl sonra Çin ürünleri bir alternatif olarak belirmeye başlamış, bunun bir sonucu olarak ikili ticaret hacminde büyük oranda artışlar meydana gelmiştir. 1997 yılında 5.7 milyar dolar olan ticaret hacmi, 2002 yılında 12.39 milyar dolara yükselmiştir.[9] 2015 yılına gelindiğinde ise ikili ticaret hacmi 300 milyar dolara yaklaşmıştır.[10] Benzer bir yükseliş Çin’in Afrika’daki doğrudan yabancı yatırımlarında da yaşanmış, Çinli firmalar özellikle inşaat alanında birçok önemli projeye imza atmışlardır.

3.2. Askeri Araç (Sert Güç)

İlişkilerin bu boyutunun geçmişi Çin’in kıtadaki bazı özgürlük hareketlerine askeri destek sunduğu 1960’lı ve 1970’li yıllara kadar uzansa da, hiçbir zaman Çin’in kıtadaki aktivitelerinin ana bir unsuru haline gelmemiştir. Buna karşın Çin’in Sudan’da üç adet küçük çaplı silah üretim tesisi, Mali ve Zimbabwe’de de cephane ve silah üretim tesisleri açması taraflar arasında askeri ilişkilerin varlığının kanıtı niteliğindedir. Çin aynı zamanda birçok Afrika ülkesi ile çeşitli askeri anlaşmalar yapmıştır. Söz konusu anlaşmalar bazı silah satışlarının yanı sıra askeri eğitimi de kapsamaktadır.

Çin’in Cibuti’de yakın zamanda İpek Yolu’nu ve ticari gemileri korsanlara karşı güvence altına almak amacıyla hayata geçirdiği askeri üs ise Afrika’daki en önemli güvenlik meselelerinden birisidir. Çin’den Avrupa’ya Aden Körfezi ve Süveyş Kanalı aracılığıyla giden ihracat miktarının günlük 1 milyar dolar olduğu düşünüldüğünde, Cibuti’deki askeri üssün Çin’e sağlayacağı desteğin önemi daha iyi anlaşılacaktır.[11]

3.3. Diplomasi ve Kültür (Yumuşak Güç)

İlişkilerin diplomatik boyutu eski Çinli devlet başkanı Jiang Zemin’in 1996’dan itibaren gerçekleştirdiği resmi ziyaretler ve bu kapsamda kurulan Çin-Afrika İş Birliği Forumu’na dayanmaktadır. Ayrıca yine eski devlet başkanlarından Hu Jintao’nun Afrikalı ülkeler dahil gelişmekte olan ülkeler arasında dayanışma ve iş birliğinin önemini vurgulaması da ilişkilerin diplomatik boyutuna önemli katkılar sunmuştur.

Çin’in neredeyse tüm Afrikalı liderleri Pekin’i ziyarete davet etmiş olması ve Afrika’da en geniş dış temsilcilik merkezlerine sahip ülkelerden biri olması, Afrika’ya ithaf ettiği önemi göstermesi açısından oldukça dikkat çekicidir.

Kültürel boyutta ise pek çok konuda işbirliği ve uzmanların belli bir süreliğine taraflar arasında değişimini öngören çeşitli anlaşmalar imzalanmış ve programlar geliştirilmiştir. Çin aynı zamanda Afrika’da birçok araştırma merkezi ve sivil toplum örgütleri kurarak ilişkilerde kültürel boyuta da ciddi yatırımlar gerçekleştirmiştir.

4. Çin’in Yeni Afrika Politikasının Değerlendirilmesi: Fırsatlar, Riskler

Kıtadaki Çin varlığı şüphesiz çeşitli fırsatlar ve tehditler ortaya çıkarmaktadır. Çin, Afrika politikasında iç meselelere karışmama prensibi ve karşılıklı fayda ilkesine göre hareket etmektedir. Pekin, yaptığı yardımları herhangi bir politik-ekonomik koşula bağlamadan ve Avrupa ülkeleri gibi hesap verilebilirliğini talep etmeden sağlayarak bu noktalarda Afrika’da faaliyet gösteren diğer güçlerden ayrışmaktadır. Bu ilk bakışta Afrika için önemli bir fırsat gibi gözükse de, bir başka bakış açısına göre Pekin’in koşulsuz yardımlar aracılığı ile Afrika ülkeleri hükümetlerinde çeşitli düzeylerde politik pozisyonlar kazanarak daha büyük yatırımlar için kendi lehine bir avantaj sağlama ve hedef ülkeleri kendi kuşatması altına alma çabası olabilir. Dahası koşulsuz yardımlar Afrika’daki demokratikleşme sürecini olumsuz yönde etkileyebilir ve otoriter rejimlerin çoğalmasına, söz konusu rejimlerin yardımları örneğin silah satın alarak sivil savaşlarda kullanmak gibi kendi çıkarlarına yönelik kullanmalarına yol açabilir.

Öte yandan bazı Afrika ülkeleri kendi ürünlerinin ucuz Çin ürünleri karşısında rekabet edemediğinden yakınmaktalar. Kısıtlı alım gücü olan Afrika pazarında ucuz Çin ürünlerinin popüler olmasının yerel üretimi olumsuz yönde etkilediği gerçeği gözden kaçırılmamalıdır. Benzer bir sorun iş gücü konusunda da vardır. Büyük Çin projelerinde çalışmak üzere getirilen sayıları 1 milyona dayanan Çinli iş gücü ile görece daha az kalifiye olan yerel Afrikalı iş gücü rekabet edememekte ve bu da önemli bir toplumsal sorun oluşturmaktadır. Ancak kanaatimizce bu durum, Çin’in kasıtlı ve siyaseten piyasayı kıtanın gerçek sahipleri olan Afrikalılara kaptırmama ve onları kendilerine muhtaç bırakma hamlesi olarak okunmalıdır.

Sonuç

Çin’in yeni Afrika politikasının sonuçlarını tartışmak için henüz erken olmakla birlikte, başta Batı olmak üzere tüm dünyada merak ve ilgiyle takip edilmektedir. Nitekim bazı Batılı çevrelerce süreç “kıtanın Çin tarafından kolonize edilmesi” şeklinde tanımlanmaktadır. Ancak Afrika’da özellikle Fransa ve ABD’ye oranla politik ve askeri etkisi hala küçük olan Çin, Asya gibi farklı bölgelerde de varlık göstermektedir.

Diplomatik açıdan Çin BM Genel Kurulu, Dünya Ticaret Örgütü gibi pek çok uluslararası kuruluşta arkasına aldığı Afrikalı ülkelerin desteğini kendi dış politikası doğrultusunda kullanmayı bilmiş ve Tayvan’ın ayrılıkçı hareketleri gibi çeşitli meselelerde Amerikan ve Avrupa baskılarına karşı durabilmiştir.

Büyüyen ekonomisi ve Ortadoğu’nun karmaşık ve kargaşa içeren durumu göz önüne alındığında, Çin’in Afrika petrolüne her geçen gün daha fazla bağımlı hale gelmesi beklenebilir. Ancak bu durumun ABD ve Fransa gibi bölgede etkin olan diğer dünya güçleriyle çeşitli anlaşmazlıklara ve hatta çatışmalara sebebiyet verme riski de vardır.

Çin’in Afrika ülkelerine yaptığı koşulsuz yardımlar ve taraflar arasındaki derin kapsamlı ilişkiler, Afrika için kısa vadede büyük kazanımlar gibi gözükse de, orta ve uzun vadede kıtada çeşitli sorunlara sebebiyet verecektir. Bu durum ise kuşkusuz Çin-Afrika ilişkilerini olumsuz yönde etkileyecektir.

Not: Bu makale, AA Analiz Haber’de 28.08.2018 tarihinden “Afrika’da Çin’in yükselişi ve stratejik hedefleri” başlığıyla yayınlanmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/afrikada-cin-in-yukselisi-ve-stratejik-hedefleri/1240987

 

DİPNOTLAR

[1] Ahmed Hajjaj, “International Competition for Africa: China Rediscovering Africa”, International Policy Magazine, No. 163, Al-Ahram Foundation, Cairo, January 2006, s. 137.

[2] FU, BU, “Le silence diplomatique de la chine”, Le monde diplomatique, mars 2003, s. 1-2.

[3] Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Adebayo Oyebade, The United States’ Foreign Policy Africa in the 21st Century Issues and Perspectives, North Carolina: Carolina Academic Press, 2014, s. 43-46.

[4] Walid Abdel El-Hay, China’s future status in the international system (1978-2010), Emirates Center for Strategic Studies and Research, Abu Dhabi, 2000, s. 80-81.

[5] Khaled Hanafi Ali, “Global Companies: The Game of Resource Conflict in Africa”, International Politics, No. 169, Temmuz 2007, Vol. 43, s. 91-93.

[6] Hasan Aydın, “ABD’nin Afrika’ya Yönelik Dış Politikasında Temel Yaklaşımlar (2001-2016)”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Medeniyet Üniversitesi, SBE, İstanbul 2018, s. 6, 69, 125, 127, 216.

[7] Joshua Eisenman, “China’s Post–Cold War Strategy in Africa: Examining Beijing’s Methods and Objectives,” in Joshua Eisenman, Eric Heginbotham, and Derek Mitchell, eds., China and the Developing World, New York: M. E. Sharpe, 2008, pp. 35–36.

[8] Valérie, Niquet, “La stratégie africaine de la chine”, http://www.diplomatie.gouv.fr/IMG/pdf/0805_LastrategieafricainedelaChinedeValerieNiquet.pdf

[9] Lloyd Thrall, China’s Expanding African Relations: Implications for U.S. National Security, California: National Defense Research Institute (RAND), 2015, s. 21-30.

[10] “China-Africa trade approaches $300 billion in 2015”, 27/05/2017: http://www.chinadaily.com.cn/business/2015-11/10/content_22417707.htm

[11] Andrew Jacobs and Jane Perlezfeb, “U.S. Wary of Its New Neighbor in Djibouti: A Chinese Naval Base”, The New York Times, 27/05/2017:

https://www.nytimes.com/2017/02/25/world/africa/us-djibouti-chinese-naval-base.html

Share.

Yazar Hakkında

Oğuzhan Dağlı, 1991 yılında Üsküdar/İstanbul’da doğdu. İlköğretim ve lise eğitimini aynı şehirde tamamladı. 2014 yılında İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. 2018 yılında başladığı İstanbul Medeniyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler anabilim dalında tezli yüksek lisans eğitimine devam etmektedir. İleri düzeyde İngilizce, başlangıç seviyesinde Korece bilmektedir. İlgi alanları arasında Uzak Doğu-Afrika ilişkileri, Çin-Afrika ilişkileri ve Doğu Afrika yer almaktadır.

Yorum Yap