Güney Afrika Cumhuriyeti’nde Yeni Arazi Düzenlemesi Kanunu ve Gerçekler
Afrika araştırmalarına üniversitelerimiz maalesef 2000’li yıllara kadar ilgisiz kalmakta ısrar ettiler. AK Parti iktidarı ile birlikte bu kıtaya başlayan yönelim başta siyasetçiler olmak üzere neredeyse büyük bir çoğunluk, hassaten de görevli veya emekli diplomatlarımızca bile bir hevesten ibaret kalacak denirken birden beklenmedik bir süratle ve sadece birkaç ülkeyi kapsamak bir tarafa 30 milyon km2’lik devasa coğrafyaya ilgiyi de beraberinde getirdi. Birkaç üniversite daha 2005’teki açılım sürecinin henüz dillendirildiği dönemden itibaren bazı merkezler açma teşebbüsünde bulundular. Ne var ki Afrika anlaşılmadan girişilen bu gayretler bir netice vermiyor, ölü doğmuş bebek mesabesinde kalıyor. Bir kısım insanımız da görevi bulunduğu kıtada yaşayarak öğrendikleriyle veya bazı kısa süreli gezileri ile değil kendine yetmek, devasa coğrafyanın yegâne temsilciliğine soyunuyor. Kamu kurumlarının kapısını çalıp olur olmaz içi boş birçok proje dosyası koyup muhataplarını üstün ikna kabiliyetleriyle inandırarak akla hayale gelmedik neticelerini devşiriyorlar. Bazı üniversiteler de günümüz Afrikasını anlamak yerine acaba Osmanlı geçmişte bu kıtada nasıl bir sömürgecilik yapmıştır düşüncesini görünür hale dönüştürebilecek sözde uzmanlar bulma telaşına kapılıyorlar. Hatta Osmanlıların bu kıtadaki varlığını bir “talan” olarak ifade edecek yayınları yapma cesaretini kendilerinde görecek kadar gerçeklerden ne kadar uzaklaştıklarını da göstermekten çekinmiyorlar.
Çok alenen bilinen bir gerçek vardır ki o da tüm Amerika, Avrupalı sömürgecilerle kuzeyiyle ve güneyiyle tamamen talan edilmiştir. Asya büyük oranda yine Avrupa’nın sömürgeci güçlerince aynı şekilde değerli neyi varsa bağımsızlık süreçlerine kadar el değiştirmiştir. Oralar için reva görülenler elbette her türlü kaynağın adeta hudâyî-nâbit bir şekilde bulunduğu Afrika ihmal edilemezdi. Sadece balta girmemiş ormanları ve aşılamaz çölleri senelerce dile getirilip 20. yüzyıl toplumları bu kıta hakkında uyutulmaya çalışılırken, Avrupalılarca yapılan tüm talanlar gizlenmekteydi. Ama onların tam tersine onbinlerce genç insanını insanlık tarihinin en karanlık sömürgeci tavrını durdurmak, yok etmek ve yerele ait ne varsa yaşatmak isteyen Osmanlı Devleti için sınırlı da olsa dürüst davranan yazarlar “Ufukların Efendisi” diyebilmişken akademik araştırma kılıfı altında karalamak isteyenler sadece yazıya döktükleri yalanlarıyla baş başa kalacaklardır.
Güney Afrika Cumhuriyeti’nin En Sıcak Gündemi: Arazi Düzenlenmesi Kanunu
Ümit Burnu çevresinde Müslümanlar asırlarca dolaşırken bölgenin şartlarını topyekûn değiştirecek gelişmeler pek yaşanmamıştı. Ama 16. yüzyılın başında buraya ilk ulaşan Portekizlileri, İspanyollar, Hollandalılar, Fransızlar ve İngilizler izlediler. Afrika’nın en güney ucunda bir müddet etkinlik kuran Hollandalıları buradan uzaklaştıran İngilizler, kurdukları düzenleri 1994’te Irk Ayrımı (Apartheid) temelli düzen yerine Nelson Mandela ile Afrika Milli Kongre (ANC) iktidara gelince bir geçiş düzeni yaşamaya başladı. Neredeyse çeyrek asrı geride bırakan bu yeni düzen daha başlangıçta yerel halka bir takım ciddi uygulamalardan bahsetmişti. Ama bunları bir türlü gerçekleştirme fırsatı bulamayan siyasetçiler yine de arazi düzenlemesi konusunu hep gündemde tuttular. Çünkü kıtanın birçok yerinde olduğu gibi, hatta daha ağır şartlarda ülkenin tüm verimli toprakları talan edilmişti. 2018 yılına gelindiği bir dönemde bile ülke nüfusunun % 8’ini meydana getiren kökleri Avrupalı olan eski sömürgecilerin torunları mevcut arazilerin % 72’sinin sahipleri olmaya devam ediyorlar. Yerel halk ise nüfusunun % 80’ini, arazilerin ise sadece % 4’üne sahipler. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir adaletsiz taksimat yokken kalkıp da subliminal mesajını sinsice vererek Osmanlı Afrika’da talan yaptı diye akademik çalışma basabilen bir yüksek eğitim kurumuna demek ki yine sadece Türkiye’de rastlayacakmışız.
Afrika konusunda bir yazıyı kaleme alırken özellikle “siyahiler” ve “beyazlar” diye iki ifade kullanılır. Gerçekte herkes bilir ki ne bugün “siyah” dediğimiz insanların tenleri gerçek anlamda “kara” da dediğimiz rengin aynısıdır. O renge yakın bir tondadır. Hele hele “beyaz” dediğimizde ise “ak” da dediğimiz renk ile hiç uyuşmaz. Maalesef uluslararası yayın kuruluşları sadece Afrikalılara “siyah”, diğer tüm kıta yerlilerine “beyaz” demeye ısrarla devam etmektedir. Elbette ki insanların en açık tenlisinden en koyusuna kadar farklı tonlarda renkleri vardır. Haliyle bunu iki renk ile ayrıştırmak mümkün değildir ve de yazılarımızda mümkün mertebe bu tür bir ifadeden uzak duruyoruz. Bir de bu ülkede Avrupa kökenlilerin yaptıkları kötülüklerin sorumluluğu onlara aitken onlara “beyaz” deyince dünyada ne kadar bu renkte insan varsa onlar da bir anlamda itham edilmektedirler. Güney Afrika Cumhuriyeti özellikle Avrupalı sömürgecilerin buraya gidişinden itibaren bir cazibe ülkesi oldu. Bugün yerel halkı, nüfusunun %80’inini meydana getirirken, Avrupalı sömürgecilerin soyundan gelenler, Hindistanlılar ve diğer Güney Asya ülkelerinden gelenler de geriye kalanlarını oluşturuyor. Yerel halka “siyah” denmesinin arkasında onlara açıkça ifade edilemeyen ikinci sınıf insan muamelesi, diğerlerine de “beyaz” diyerek daha farklı oldukları, hatta birinci sınıfmış gibi bir ifade tercih ediliyor. Kabileleri, bölgeleri ve diğer ayırt edici özellikleri ile tarihin bilinen asırlarından bu tarafa bir Güney Afrika yerlisi var, bir de bilhassa Hollandalıların Endonezya ve Malezya’dan buraya işçi olarak getirdikleri dışında Avrupa’nın değişik ülkelerinden getirilen fakir köylüler ile sömürge idarecilerinin soyundan gelen Avrupalılar var. Bunlar burasını kendi ülkeleri olarak görüyorlar, içlerinde en az üç beş nesil, hatta daha fazla geçmişi olanlar var. Haliyle kimse onlara siz Güney Afrikalı değilsiniz diyemez. Ama onların sömürgeci dedelerinden devraldıkları arazilerin üzerlerindeki mülkiyet hakkının adaletsizliği her geçen gün daha fazla dile getiriliyor.
1994’teki Nelson Mandela’dan bugüne kadar devletbaşkanı olan Thomas Mbeki, Jacop Zuma gibi güçlü şahsiyetler bile arazi düzenlemesi ile ilgili kanuna anayasada bulunmasına rağmen siyasi vaatleri hep sözde kaldı. İlk defa yerel halk asırların bu talanının kalkmasını ve kendilerinin ateşbalıkları gibi birbirlerine birleşik mekânlarda yaşamak zorunda kalırken sömürgecilerin torunları kendileri için inşa ettikleri lüks mahallelerde ve hektarlarca geniş arazilerde rahatça yaşamaktadırlar. Bunlar bu arazileri çalmadıklarını, ücretini ödeyerek aldıklarını iddia ediyorlar. Acaba kimin arazisini kimden satın aldıklarını da ifade etseler, onların kimlerce pazarlandığı da ortaya çıkacaktır. Ömrünü bu da benim evim diyeceği bir mekânı inşa etme hayaliyle geçiren milyonlarca Güney Afrika yerlisi var.
Güney Afrika Cumhuriyeti, Avrupa asıllıların ellerinde kalmaya devam eden tarım arazilerini onlara herhangi bir tazminat ödemeden yeni bir anayasal düzenlemeyle yerel halka dağıtmak için çalışmalara başladı. 2019 yılında yapılacak devletbaşkanlığı için bir tür seçim vaadi olarak değerlendirilse de artık ok yaydan çıkmış olmalı ki 2018 yılı Ağustos ayı içinde ABD Başkanı Donald J. Trump, bu düzenlemenin doğru olmayacağını, onun tabiriyle beyazların mallarının ellerinden alınmasından endişeli olduğunu ve bu tür teşebbüslerde çıkan gerginliklerde çok sayıda kişinin ölümünü ise bu toplumun “kurbanları” diye nitelemesi Güney Afrika Cumhuriyeti yöneticilerini aşırı derecede kızdırdı. Çünkü onun hala canlı olan ırk ayrımcılığı yarasına bir tarafın lehine parmak basması ülkede bir iç savaş varmış havası estirebilir diye eleştiriliyor. İşgal edilmiş toprakları tazminatsız kamulaştırmayı hedefleyen Güney Afrika Hükümeti’nin bu tavrını sanki yerel halk sömürgecilerin torunlarına karşı bir soykırımı yapacak gibi yansıtanlar var. Oysaki fakir halkın tek derdi kendilerine ait olana tekrar sahip olmaktan ibarettir.
Mozambik örneğinde de görüldüğü üzere Afrika’da bağımsızlığını en son elde eden ülkelerden birisi idi. Asırlardır bu ülkede yaşayıp ülkenin kaynaklarını kendilerine peşkeş çeken sömürgecilerin soyundan gelenlere bağımsızlık elde edilince 24 saat süre vermişler ve sadece yanlarına iki el valizi alıp ülkeden ayrılmalarına müsaade etmişlerdi. Zimbabve’nin devrik devletbaşkanı Robert Mugabe de sömürgecilerin torunlarından binlercesini sınırdışı ederek ellerindeki verimli arazileri kamulaştırıp kendi halkına dağıtmıştı. Bu uygulamalar kısa vadede bu ülkelerin ekonomilerini ciddi oranda sarstı, ama uzun vadede halka kendi kendine yetebilecek bir hayat tarzını sundular. Güney Afrika’daki Avrupa asıllılar bu tür arazi düzenlemesi için şimdiden karalama kampanyası yürüterek devletlileri bunu yaparken rüşvet alacakları eleştirilerini dile getirmektedirler. Ama bunlar artık anlamını yitirmiş iddialardır ve her bir Güney Afrika yerlisi, kendi toprağına kavuşacağı günlerin her zamankinden daha yakın olduğuna inandığı bir özlemi yaşamaktadır.