Dış yardımlar, gelişmiş ülkeler, uluslararası kuruluşlar ya da sivil toplum örgütleri tarafından başka bir ülke ya da uluslararası kuruluşa yapılan bağışlar ve verilen kredilerdir. Yapılan bu yardımlardaki amaç, iktisadi ve sosyal kalkınmayı teşvik, demokrasi ve insan haklarını iyileştirme, sosyal eşitlik ya da acil durumlarda temel ihtiyaçların karşılanması olabilir. 1940’lardan 2000’li yılların sonuna dek, yaklaşık bir trilyon dolarlık dış yardım miktarı Afrika kıtasına ulaştı. Çoğu sermaye birikimi sorunu yaşayan özellikle Batı Afrika ülkeleri için dış yardımlar, iktisadi büyüme ve kalkınma için bir anahtar olarak sunuluyor.
Cevabı aranan sorularsa şunlar: Bu ülkelerin kalkınma süreci dış yardımlardan nasıl etkileniyor? Sürdürülebilir kalkınma ve kendine yeterlilik hedeflenirken, acaba bu ülkeler tam tersi bir şekilde, bağımlılıkla karşı karşıya mı kalıyorlar? Kalkınma ve demokrasinin iyileştirilmesi amaç edinilip, Afrika’da otoriter veya totaliter yöneticiler mi güçlendiriliyor?
Batı Afrika’ya Yapılan Dış Yardımların Kısa Tarihi
Dış yardımlar esasen kıtanın geçmişindeki sömürge ilişkilerine dek uzanır. 18. yüzyıl ile önem kazanan bu yardımlara, Birleşik Krallık ve Fransa’nın kolonilerinin siyasi kontrolünü sağlamak için kamu kaynakları ayırması örnek olarak gösterilebilir. Ancak bildiğimiz anlamda dış yardım kavramı, II. Dünya Savaşı sonrasında oluştu. 1943-1946 yılları arasında varlığını sürdüren Birleşmiş Milletler Yardım ve Rehabilitasyon İdaresi (UNRRA) bu kavramın içini doldurdu ve yardımların koordinasyonunu sağladı. Bretton Woods sistemi ile kurulan Dünya Bankası (WB) ve Uluslararası Para Fonu (IMF) ise daha sonraları bu yardımların idaresini devralan yapılar oldular.
1970’lerde özellikle Afrika ülkelerinin bağımsızlıklarını bir bir kazanmasıyla dış yardımlar da farklı bir evreye geçiş yaptı. Sadece büyüme odaklı projelerden vazgeçilerek, yoksulluğun azaltılması da bir başlık olarak gündeme alındı. Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar büyük alt yapı ve enerji projelerinden, kırsal kalkınma, tarım ve sosyal hizmetlerin iyileştirilmesi gibi alanlara kaydılar.
1980’lere gelindiğinde ekonomide neo-liberal akımların da etkili olmasıyla, Batı destekli Uluslararası Para Fonu (IMF) yapısal uyum programları ön plana çıktı. Bölgeye yapılan yardımların karşılığında, bu ülkelerden ticaretin serbestleşmesi, serbest kurun uygulanması ve fiyatlarda devlet kontrolünün en aza indirgenmesi gibi bir dizi ekonomik reformların hayata geçirilmesi istendi. Elbette bu uygulamaya ağır eleştiriler de yapıldı. Örneğin, bunlardan biri bu reformlarla birlikte yardım alan ülkelerde yoksulluğun artacağı öngörüsü oldu. Bizce burada önemli bir diğer husus da henüz bebek endüstrilerin korunmaya ihtiyacı varken, onların uluslararası piyasada rekabet haline sokulması. Yani yerli üreticiye hiç fırsat verilmemesi ki bu durum üretim sektörünün oluşmasını ve dolayısıyla sürdürülebilir kalkınmayı engelleyen en büyük sebeplerden biri. Ayrıca şunu da belirtmek de yarar var: bazı Batı Afrika ülkelerinde bebek endüstriler bile hâlihazırda yok.
Önceleri sadece yardım alan bir ülke konumunda olan Türkiye, 1980’li yıllarla birlikte, hem yardım alan hem de yardım eden pozisyonuna geçti. Bu anlamda ülkemiz ilk dış yardımını Afrika kıtasına yapmayı tercih etti. 1985’te bir Bakanlar Kurulu kararıyla, Gambia, Gine, Moritanya, Senegal, Somali ve Sudan’a yardım gönderdi.
1990’larda dış yardım konusuna iki yeni kavram daha eklendi: etkinlik ve iyi yönetişim. Böylece yapılan yardımların, gönderilen ülkelerde etkin ve kalkınma amaçlı kullanımının önü açılmak istendi. Buna ek olarak, özellikle Soğuk Savaş sonrası doğrudan yabancı yatırım, dış yardımların önüne geçti. Şüphesiz ki doğrudan yabancı yatırımın da bölgeye faydası büyük. Ancak Batı Afrika ülkelerinin sermaye açığını dengelemek için dış yardımlara da ihtiyaç var. Bu yardımların etkin ve kalkınma amaçlı olması bu ülkelerdeki yaşam standardını oldukça yükseltecektir. Kısaca rakamsal verilere bakarsak, 1990 yılında bölgeye yapılan dış yardımların oranının doğrudan yabancı yatırımdan fazla olduğu söylenebilir. Uluslararası politikada liberalizmin zaferi, dengeleri öyle hızlı değiştirmiştir ki, 1992 yılına geldiğimizde ilk defa doğrudan yabancı yatırımların, dış yardımlardan fazla olduğunu görürüz. Sistemin oturmasıyla birlikte, 1997 yılına gelindiğinde ise bu fark oldukça artmaktadır. Doğrudan yabancı yatırım 160 milyar dolar olurken, dış yardımlar 40 milyar dolar seviyesine gerilemiştir.
Batı Afrika’da Sürdürülebilir Kalkınmanın Önündeki Engeller
Batı Afrika, sahip olduğu nüfus gücü ve doğal kaynaklara rağmen az gelişmişlik sorunlarıyla karşı karşıya kalıyor. Bu sorunların başında ise sermaye ve teknoloji eksikliği geliyor. Batı Afrika’nın ekonomik anlamda en temel sıkıntıları arasında makroekonomik açık, tasarruf açığı, döviz açığı ve mali açık gelmektedir. Bölgenin genel olarak düşük gelirli, ithalata bağımlı, düşük tasarruf oranlarına sahip ekonomilerinde dış yardımların rolü çok kritik. Dış yardımlar, bu ülkelerde önemli bir finansman kaynağı olup, ihracat geliri yaratma çabalarında oldukça önemli. Ancak yapılan bu yardımların önemli sıkıntıları mevcut. Bunlardan birincisi yardımların istikrarsızlığı. Böylece Batı Afrika’da uzun vadede ekonomiyi dönüştürmek güçleşmektedir. Buna ek olarak, donör ülkelerin yardım koşullarının ağır olması söz konusu. Böylece dış yardıma bağımlı Afrika hükümetleri, dış müdahalelere maruz kalmakta ve bu hükümetlerin uluslararası politikada pazarlık payları azalmaktadır.
Bir diğer sıkıntı ise yapılan yardımların üretim sektörüne yönelik olmamasıdır. Böylece Batı Afrika ülkeleri sağlık, gıda gibi sosyal yardımlarla sadece gününü kurtarabilmekte, ancak uzun vadede kendisine yeterlilikten uzaklaşmaktadır. OECD, tarıma yetersiz dış yardım yapmaktadır. Dünya Bankası ise Afrika’ya % 30’luk bir dış yardım oranının, % 5-6’lık bir kısmını tarım için ayırmaktadır. Bu anlamda Batı ülkeleri ile Çin Halk Cumhuriyeti’nin bölgedeki varlığını karşılaştırırsak, Çin Halk Cumhuriyeti’nin yardım programlarının daha esnek koşullara sahip olduğunu söyleyebiliriz. Gelişmiş Batı ülkelerinin tersine, Çin Halk Cumhuriyeti uzun vadeli ekonomik altyapı projelerine ve yatırıma daha fazla önem vermektedir ki bu durum zaman içerisinde Avrupa ülkelerini, Afrika pazarındaki rekabette minder dışına itecektir.
Bir de bu başlık altında sorulması gereken bir diğer soru da şudur: Acaba Afrika ülkeleri kendi kendilerine mi kalkınamıyorlar, yoksa onlara fırsat mı verilmiyor? Nitekim tarihsel sömürge ilişkileri ve uluslararası ticaret sistemindeki varolan tekelci yapı bizi daha çok ikinci şıkka yaklaştırıyor.
Ekonomik Dönüşüm ve Üretimde Dış Yardımların Rolü
Batı Afrika ülkelerinde karşılaştığımız manzara şöyle ki yurtiçi tasarruflar, yatırımları finanse etmede yetersiz kalıyor ve yatırımlar dış tasarruf ile finanse edilmeye çalışılıyor. Dış yardımı önemli bulan teorisyenlere göre, bu durumun devamında, bir süre sonra yatırımlar iç tasarruf ile şekillenecek ve bu ülkelerde kendi kendine yeterlilik sağlanacaktır. Ancak pratikte başka faktörlerin de devreye girmesiyle bunun her zaman böyle olmadığını görüyoruz, bu anlamda takdir edersiniz ki dış yardımların etkin kullanımı da büyük önemi haiz.
Dış Yardım Şekilleri
Öncelikle dış yardım, gelişmiş ülkeler, uluslararası örgütler ve sivil toplum kuruluşları eliyle yapılabilir. Gelişmiş ülkelere baktığımızda, ekonomik çıkarlar, politik öncelikler ve coğrafi yakınlık faktörlerine göre dış yardım yapıldığı bilinen bir gerçek. Örneğin, Fransa’da Cumhuriyetçilerin cumhurbaşkanı adayı François Fillon’un projelerine baktığımızda, Afrika’ya yapılan yardımların temel motivasyonu olarak bu bölgelerden Fransa’ya yapılan göçün engellenmesi olduğunu görüyoruz. Bu durum bize aslında politik öncelik ve coğrafi yakınlığın bu tür yardımlarda ne denli önemli olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Bu yardımlar, ikili yardım anlaşmaları ile doğrudan yapılabildiği gibi, uluslararası kuruluşlar yardımı ile de çok taraflı şekilde yapılabilir. Bu noktada yardımlara getirilen en temel eleştiri ise yapılan yardımlarla birlikte teknik bilginin de bu bölgelere aktarılması gerektiğidir. Aksi takdirde klişe bir deyimle bu ülkelere yalnız balık vermiş olur, balık tutmayı öğretmemiş oluruz ki bu da istikrarın önündeki en temel engeldir.
Yardım Alan Ülkelerin Genel Tutumları
Dış yardımların bir ülkeye giriş hikâyesini az çok anlattık ancak, peki ya sonra? Sürekli ithalata bağlı ve ihracatı oldukça düşük seviyelerde olan bu ülkelerin, ki çoğu katma değer anlamında düşük ürünleri (tarım ürünleri ve madenler gibi) içerir, yardımların etkin kullanımı konusunda da ciddi eksiklikleri vardır.
Dış yardımlar her zaman büyüme ve kalkınmaya eşit değildir. Bunun nedenleri ise yardımların, israf ve yolsuzluğa kurban gitmesi, kalkınmayı sağlamak yerine kötü iktidarların devamlılığına yol açmasıdır denilebilir. Bir diğer husus ise yardım alan ülkelerdeki nitelikli işgücü eksikliği, zayıf altyapı, kısıtlı ulaşım ağının ve yardımların etkin kullanımına köstek olmasıdır.
Sonuç olarak, dış yardım kavramı Batı Afrika ülkelerinde önemli olmakla birlikte ve bunu akademide destekleyen teorilerin de varlığına rağmen, maalesef pratikte bu çabalar her zaman karşılığını vermiyor ve yukarıda saydığımız pek çok nedenden ötürü büyüme ve kalkınma gerçekleşmiyor.