Geçmişten Günümüze Batı Sahra Sorunu

0

Geçmişten Günümüze Batı Sahra Sorunu

Bu çalışmada, Doğu’dan Batı’ya İslam dünyasının önemli meselelerinden biri olan ve yaklaşık 50 yıldır devam eden ‘Batı Sahra’ sorunu ele alınacaktır. Bu sorunun çözülmesinde İslam Dünyasının sivil toplum kuruluşlarının oynadığı veya oynaması gerektiği rol incelenecektir. Bu temel amaçtan hareketle çalışma 2 temel soru üzerine inşa edilecektir. Birincisi: ‘Yumuşak Güç’ ‘İnsani Diplomasi’ ‘Sivil Toplum’ ve ‘Barış İnşası’ ne demektir? Burada STK’ların arabuluculuk faaliyetlerinde ne derecede etkili olabileceğini açıklamak için öncelikle bu kavramlar tanımlanacaktır. İkinci soru: İslam Dünyasının insani diplomasi yapan STK’larından hangileri Batı Sahra sorununun çözümü için arabuluculuk, barış inşası gibi girişimlerde bulunmuştur? Burada ise Batı Sahra sorununun çözümünde İslam Dünyasının rolü incelenecektir. Bu çalışmada, her ne kadar özellikle Türk sivil toplum kuruluşları başta olmak üzere, Müslüman sivil toplum kuruluşlarının son yıllardaki insani diplomasi alanında etkinlikleri artsa da İslam Dünyasının “İslami Barış Modeli” ne sahip olmadığı ve sivil toplum ile özellikle insani diplomasi, barış inşası gibi alanlarda yetersiz kaldığı kabul edilmektedir.

1. GİRİŞ

Birleşmiş Milletler’in yayınladığı kendi kendini idare etmeyen topraklar (non-self-governing territories) listesinde Afrika kıtasında bulunan tek toprak parçası Batı Sahra’dır. Yüzlerce yıllık koloni tarihinden sonra kıta toprakları kendi bağımsız devletlerini ilan etmiş olsa da şu anda uluslararası kamuoyunda Afrika’da geriye kalan tek koloni olarak Batı Sahra gösterilmektedir. Bu durumun altında yatan nedenlerden biri egemenlik çatışmasıdır. Bölge tarihte muhtelif devletlerin himayesinde kalmış; günümüze kadar siyasi birlik ve farklı kimlik kazanamamıştır.

Bu çalışmaya göre Batı Sahra sorununun çözülememesinin nedenlerinden biri de İslam Dünyasının bu krizle ilgilenmemesi ve sivil toplum kuruluşlarının insani diplomasi alanında eksik kalmasıdır. “Sivil toplum kuruluşları çatışma bölgelerine giderek bu bölgelere gıda yardımı, sağlık hizmeti, eğitim hizmeti, insan haklarının korunması, gözlemcilik, arabuluculuk ve barış inşası gibi faaliyetler yapmaktadır. “Türk dünyası (veya daha geniş anlamda İslam Dünyası) gelenek itibariyle barış inşası çalışmalarının muhtelif çeşitlerine ve medeniyet değerleri açısından bu konuda oldukça zengin bir literatüre sahip olsa da değerler sisteminin aşınmasından ve sivil toplum yapılanmasının eksikliklerinden dolayı istenilen seviyelerde değildir.” (İşbilir, 2014)

Batı Sahra, Müslüman halkların yaşadığı bir bölgedir. Bölgedeki diğer ülkelerde Fas, Cezayir ve Tunus’tur. Ayrıca bu sorun Afrika’nın potansiyeli en güçlü iki devleti Fas ile Cezayir’i birbirine düşürmektedir. Yaklaşık 25 yıldır iki ülke arasında diplomatik gerginlikler yaşanmaktadır. Sorun Müslümanların içinde yaşanmasına rağmen İslam Dünyasının yaklaşık 50 yıldır bölgede -bazı STK’ların yiyecek, barınma, giyinme gibi ihtiyaçları karşılamasından başka- hiçbir faaliyeti yoktur. Günümüze kadar ki arabuluculuk ve barış inşası faaliyetleri Birleşmiş Milletler başta olmak üzere İngiltere ve Amerika merkezli bazı STK’lar aracılığıyla yapılmış ama hiçbir sonuca ulaşılamamıştır.

2. Yumuşak Güç, İnsani Diplomasi, Sivil Toplum ve Barış İnşası Kavramları

a) Yumuşak Güç

Devletlerarası veya devlet içi çatışmaların önlenmesi ve barış inşası çalışmalarında ise ictimai kılcal damarlara erişebilme kolaylığı ve resmî kurumlara nispeten angajmanları olmaması sebebiyle yetkin, güvenilir, her tarafın benimseyebildiği sivil toplum kuruluşlarının etkin rol alabilme imkânları doğmaktadır. İletişim araçlarının gelişmesi ve devletlerin gittikçe daha geçirgen yapılara bürünmesiyle ‘yumuşak güç’ unsurlarının etkilerinin artması bunda önemli bir etken olmuştur (Nye, 2005: 92,90). Joseph S. Nye (2003), yumuşak gücü “İstediğini, zor kullanmak veya para vermek yerine kendine çekme yoluyla elde etme becerisidir. Bir ülkenin kültürünün, siyasi ideallerinin ve politikalarının cazibesinden gelir. Politikalarımız başkalarına meşru göründüğü zaman, yumuşak gücümüz artar” şeklinde tanımlamaktadır. Kısacası yumuşak gücün hedefi, geniş kitleleri etkileyerek kamuoyu oluşturmak ve tavır değişikliği sağlamaktır (Nye, 2011: 33).

b) İnsani Diplomasi

Klasik anlamda diplomasi, alanında eğitim almış uzman kişilerin devletle ilgili işlevleri yöneten, savaş ve barış konularının geniş ilgi alanına ait özel ve resmî bir faaliyettir. İnsani diplomasi ise, her durumda temel insani prensipleri gözeterek kanaat önderlerini ve karar alıcı mekanizmaları zarar görmüş insanların yararına harekete geçirmektir (IFRC, 2017). Larry Minear ve Hazel Smith insani diplomasiyi şu şekilde tanımlamaktadır: “İnsani diplomasi kavramı temel olarak insani organizasyonlar tarafından yürütülen faaliyetleri kapsamaktadır. Burada önemli olan husus, bu organizasyonların faaliyetlerini bir bütünlük içerisinde yürütebilmeleri için askerî ve siyasi otoritelerden bağımsız bir alan elde etmek zorunda olmalarıdır. Bu tür aktiviteler insani organizasyonların konuk ülkedeki varlığını tesis etme, yardım ve koruma gibi ihtiyaçlara muhtaç olan sivil halka müzakere yolu ile ulaşma ve yardım programlarını yönetmeyi kapsamaktadır. Bununla birlikte uluslararası hukuk ve normlara saygı göstermek, yerel halkı ve merkezleri desteklemek ve insani amaçları desteklemek için farkı seviyelerde faaliyetlerde bulunan kurumların sözcülüğünü yapmayı da kendilerine amaç edinmişlerdir (Minear ve Smith, 2007). Sivil ve tarafsız insani yardım kuruluşlarının insani diplomasi çalışmalarının kriz ve savaş ortamında karşılaştığı birçok zorluk vardır. Bazen çatışmaya taraf olan veya çatışmadan çıkarı olan devletlerin müdahalesi, insani diplomasi çabalarının önündeki en büyük engeldir. Örneğin Mali krizinde, ülkenin kuzey ve güneyinde çatışan taraflar arasında arabuluculuk girişimleri başlatılmış, herkesin mutabık kalabileceği ortak platformlar oluşturulmuştur. Süreçte sorunun çözülmesi için devletler de aralarında diplomasi yürütmüş, ancak çözüme yaklaşılırken Fransa bölgeye askerî müdahalede bulunarak uzlaşmayı engellemiştir (Aktaş, 2014).

c) Sivil Toplum

Devletlerin yegâne aktör olmadığı yeni uluslararası ilişkiler anlayışında sivil toplum kuruluşları, devletlerin ulaşamadığı noktalara nüfuz edebilme, esneklik, hızlı karar alma, resmi karar alma mekanizmalarına etki edebilme gibi kabiliyetlere sahip oldukları için gerek dış politika oluşumunda ve yapımında gerekse resmi dış politika uygulamalarının realize edilmesinde, dengelenmesinde ve araçlarının oluşturulmasında yadsınamaz bir role sahiptirler (Rfyman, 2006). Sivil toplum hükümetten siyasi bir talepte bulunabilir fakat hükümetten bağımsızdır. Çünkü sivil toplum aile, iş dünyası ve devlet arasında kalan ve bu alanlar arasında köprü işlevi olan bir yapıdır. Sivil toplumlar farklı ideolojileri savunurlar ve çeşitli gönüllü organizasyonlar için bir araya gelebilirler (Paffenholz, 2010: 6,7). Günümüzde birçok İslam ülkesinde insani krizler ortaya çıkmakta ve bu ülkeler insani yardıma ihtiyaç duymaktadır. Her ne kadar Türkiye’de insani yardım yapan sivil toplum kuruluşlarının sayıları son zamanlarda artışa geçse de dünya genelinde İslami sivil toplum kuruluşlarının insani yardıma muhtaç ülkelere yeteri kadar destek olamadığı görülüyor.

Sivil toplum kuruluşları çatışma bölgelerinde resmi makamların ulaşamadığı yerlere ulaşabilen adeta kılcal damar işlevi gören bir yapıdadır. Sivil toplum kuruluşları barış inşası sürecinin hemen her safhasında gerektiği şekilde müdahalelerde bulunabilir. Sivil toplum kuruluşları, çatışma potansiyeli olan bölgelerde çatışmayı önleme, çatışma esnasında insani yardım, arabuluculuk, insan haklarını koruma, gözetme, zarar gören insanları koruma, çatışmalardaki ihlalleri duyurma, hukuki takip yapma ve çatışma sonrası rehabilitasyon gibi fonksiyonlar gerçekleştirebilirler (M. Peinado, 2001). Merkel ve Lauth modeline göre STK’lar çatışma bölgelerinde yedi fonksiyon gerçekleştirebilir:

1-İnsanların özgürlük, mülkiyet ve yaşam haklarının korunması,

2-Devlet makamlarını, kurumlarını izleme ve hesap sorma,

3-Hak savunması ve kamusal iletişim,

4-Sosyalleşme,

5-Topluluk oluşturma,

6-Vatandaşlarla devlet arasında arabuluculuk yapma ve problemleri çözme,

7-Sağlık, eğitim, barınma gibi hizmetleri sağlamak (Paffenholz, 2010: 21,67).

Sivil toplumla ilgili olarak önemli bir tartışma konusu da onun devletle olan ilişkileridir. Sivil toplum, devlet karşısında birey ve örgütlenmelerinin tarihsel süreçteki adım adım birtakım kazanımlarına işaret etmektedir. Bugün devlet ve birey arasında yer alan örgütlenmeler, teknolojik gelişmelerin sağladığı olanaklar çerçevesinde son derece yoğunlaşmış ve sayıları da artmıştır. Bu durum aynı zamanda insanların bilinçlenme düzeylerine yansımıştır. Artık devletle ilişkiler, halkın isteklerinin göz önünde tutulacağı karşılıklı bir etkileşim -bu durum yönetişim (governance) kavramı ile vurgulanmaya başlanmıştır- çerçevesinde şekillendiği bir yapı kazanmaya doğru gitmektedir. Bu süreçte devlet ise yetkileri bakımından birtakım kayıplar yaşamaktadır (Yıldırım, 2003: 28).

d) Barış İnşası

Barış inşası kavramı 1975 yılında Galtung’un barış kavramını negatif barış (çatışmanın sona ermesi) ve pozitif barış (barışın her zaman hâkim olması) olarak ikiye ayırmasıyla beraber ortaya çıkmış bir kavramdır. Bu yaklaşımların sonucu olarak barış inşası kavramı 3 şekilde incelenmekte ve uygulamaktadır: Barışı korumak (peacekeeping), barışı yapmak (peacemaking) ve barışı inşa etmek (peacebuilding). 1975 yılından sonra uzun bir süre kullanılmayan barış inşası kavramı, 1992’de Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Agenda for Peace (Barış Ajandası) başlıklı raporunda yeniden kullanıldı. Raporda kullanılan barış inşası kavramı daha geniş bir anlam içerdiğinden bu tarihten sonra çok daha sık bir şekilde kullanılmaya başlandı.

Barış inşasının amaçlarını, çatışma yaşanan bölgelerde çatışmayı sonlandırmak ve çatışma bittikten sonra sürdürülebilir bir barış yapmak, çatışma potansiyeli olan bölgelerde iyi gözlem ve analiz yaparak çatışmanın ortaya çıkmaması için önlem almak olarak sıralayabiliriz. 1995 yılında Agenda for Peace (Barış Ajandası) adlı rapora Boutros Ghali tarafından barışın korunması, barış operasyonları gibi kavramlar eklenmiş ve barış inşasının tanımı daha da genişletilmiştir.

Barış inşası kavramıyla ilk defa Johan Galtung’un “Barışa Üç Yaklaşım: Barışı koruma, barış yapma ve barış inşa etme” isimli çalışmasında karşılaşıyoruz. Galtung bu çalışmasında barışın, barışı koruma ve geçici bir barış yapmadan daha farklı, hatta onların üzerinde bir yapıya sahip olduğunu ve savaşın nedenlerini ortadan kaldıran ve savaşın patlak verebileceği durumlarda alternatifler üreten yapıların bulunması gerektiğini öne sürmektedir (Öner, 2013: 3).

Galtung’un görüşleri bugünün barış inşası kavramına fikirsel anlamda öncülük etmektedir. Sürdürülebilir barış nasıl sağlanabilir? Bunun için anlaşmazlığın esas nedenlerinin üzerinde düşünüp onun barışçıl biçimde çözülmesi için gerekli olan anlaşmazlığın yaşandığı yere özgü yetileri meydana çıkarmak gerekmektedir (Duke ve Courtier).

Barış inşası; çatışmadan çıkan ülkeyi yeniden yapılandırmayı amaçlamaktadır. Yeniden yapılandırma, çatışmanın izlerini silme, çevresel bozulmayı ortadan kaldırma, ekonomik yeniden yapılanma, ekonomik ve sosyal alt yapının tesisi, çatışan grupları silahsızlandırma, bireylerin güvenliğinin sağlanması, yerlerinden edilmiş olan insanların evlerine dönüşünü sağlama, mayınların temizlenmesi, ekonomik, sosyal ve siyasi uygulamaların aracılığı ile yapılmaktadır (Selcen Akgül, 2015: 86-87-99).

3. İslam Dünyasının insani diplomasi yapan STK’larından hangileri Batı Sahra Sorunu’nun çözümü için arabuluculuk, barış inşası gibi girişimlerde bulunmuştur?

Bu soruyu cevaplamaya çalışmadan önce Batı Sahra hakkında siyasi yapı, coğrafya, nüfus, ekonomi, etnik ve sosyolojik yapı gibi başlıca konuları kısaca özetlemek yararlı olacaktır.

Batı Sahra Hakkında (Siyasi yapı, Coğrafya, Nüfus, Etnik ve Sosyolojik Yapı, Ekonomi)

a) Siyasi Yapı

Hükümetin en büyük mevkisi, Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti Başkanıdır. Başkan başbakanı atar. Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti (SDAC) devlet yapısı, bir bakanlar kurulu (başbakan tarafından yönetilen bir kabine), bir yargı şubesi (Cumhurbaşkanı tarafından atanan hakimlerle) ve parlamento Sahra Ulusal Konseyi (SUK) ile oluşur. Mevcut devlet başkanı ise Brahim Ghali’dir.

Başkent: Tifariti (geçici başkent)

İdari bölümler: Resmi olarak yok.

Oy hakkı: Yok (Sadece Fas kontrolündeki Batı Sahara sakinleri Fas seçimlerine katılabilirler.)

Yönetim Bölümü: Yok

Üye olunan uluslararası örgütler: CAN (coordinated assistance network) -gözlemci olarak- WFTU (world federation of trade unions).

b) Coğrafya ve Nüfus

Batı Sahra bölgesi coğrafi açıdan çoğunlukla çölden oluşmaktadır. SDAC yönetimi altındaki bölgeler ile Fas yönetimi altındaki bölgeler Fas tarafından inşa edilen ve Fas Duvarı olarak adlandırılan 2.700 km uzunluğundaki duvar ile ikiye ayrılmış konumdadır. Afrika’nın kuzeybatısında bulunan ve Kuzey Atlantik Okyanusu’na sınırı olan Batı Sahra, Fas, Cezayir ve Moritanya’nın arasında bulunmaktadır. Batı Sahra’nın Fas ile 443 kilometre, Cezayir ile 42 kilometre ve Moritanya ile de 1561 kilometre sınırı bulunmaktadır. Yaklaşık olarak kapladığı alan 226.000 kilometrekaredir.

Batı Sahra’da yaşayan topluluğa Sahravi denmektedir. Ancak burada etnik olarak Arap ve Berberiler yaşamaktadır. 2013 tahminlerine göre nüfus, yaklaşık 539.000 civarındadır. Ancak Cezayir’de Tindouf mülteci kampında 1980’lerden beri yaklaşık 90.000 Sahravi yaşamaktadır. Batı Sahra’da genç nüfus çoğunluktadır. Kadınların yaş ortalaması 21, erkeklerin yaş ortalaması ise 20’dir. Kadınların ortalama yaşam süresi 65 yıl, erkeklerin ortalama yaşam süresi ise 60 yıldır. Genel olarak ortalama yaşam süresi 63 yıldır (www.cia.gov).

c) Etnik ve Sosyolojik Yapı

Kuzey Afrika halklarının büyük bir çoğunluğu Berberi oldukları gibi Batı Sahra halkının çok büyük bir çoğunluğu da Berberilerden oluşmaktadır. Eski zamanlardan beri Mısır dışında bütün Kuzey Afrika’da yerleşmiş bulunan ve nerden geldikleri kesin olarak tespit edilemeyen yerli halka Berber veya çoğulu olan Berâbire adı verilir. Bunlar sonradan Müslüman Araplarla karışmışlar ve bugün artık kesin olarak birbirinden ayrılamaz hale gelmişlerdir. Berberilerin Afrika milletlerinden olmadığı ve çok eski zamanlarda Asya milletlerinden oldukları halde zamanla Fırat ve Dicle vadilerinden ayrılarak Afrika’nın çöllerine ve Atlas Okyanusu’nun sahillerine yerleştikleri, tarihçilerin üzerinde önemle durdukları bir ihtimaldir. Netice olarak, Berberîler bu topraklarda Kartacalılar ve Himyerîlerden eskidir ve onlarla nesep itibariyle ilgileri yoktur. Berberilerin en önemli özelliği, istisnaların dışında hep kabileler halinde yaşamaları ve tam bir siyasî birlik teşkil edememeleridir (Sami, 1271: 25-26).

Mağrip ülkeleri İslam’dan önce çok eski dönemlerden beri hep Berberilerin idaresinde kalmıştır. Akabinde kısmen Romalıların hâkimiyeti altına girmişse de bu hâkimiyet mutlak değildir. Aralarında uzun süren savaşlar sonucu, neticede sahil şeridindeki şehirler Roma’ya verilmiş ise de dağlar ve yaylalar Berberilerin hâkimiyeti altında kalmıştır. Yani Romalılar Berberîleri Romalılaştıramamıştır. Sadece onları cizye ve asker vermeğe zorlayabilmişler; mahallî idarelerini yerli reislere (Deguli) terk etmişlerdir. Roma’nın bu manada hâkimiyeti beş asır sürebilmiştir (Kalkaşandi, 5/1271: 179).

İslamiyet’ten önce çeşitli dinler Berberiler arasında yaygındır. Çoğunluk sabiî yani yıldıza ve güneşe tapan insanlardır: Putperestler de vardır. Çok az da olsa Yahudi ve Hıristiyanlığı seçenler olmuştur. Bunun anlamı şudur ki, Romalılar kendi göçmenleri dışındaki Mağrip halkına ve özellikle Berberîlere Hıristiyanlığı kabul ettirememişlerdir. Bu durum dikkat çekici bir husustur (Kalkaşandi, 5/1271:178). Değişik lehçelerde konuşmakla beraber Berberilerin ortak bir dile sahip oldukları muhakkaktır. Berberî dili, Sâmî dillerle irtibatı olan Kûşî veya Hâmî diller ailesindendir. Günlük ihtiyaçları ancak karşılayabilecek güçte olan Berberîce, düşünce ve kültürü ifade edecek bir yapıya sahip değildir. Kendisine has bir ritmi olup uğultulu sesler çıkarılarak konuşulur. Berberîce Arapçanın ifade zenginliği ve üstünlüğü karşısında uzun süre dayanamayıp silindi ve büyük ölçüde unutuldu. Kayrevan, Fas ve Merâkeş gibi şehirlerin kuruluşundan sonra doğudan gelen birçok ilim adamı burada Arapça dersler vererek bölgede Arapça’nın yerleşmesini sağladı. Ayrıca bu ilim adamlarının derslerine katılan Berberî öğrenciler de Arapça’nın Berberîler arasında yaygınlaşmasında etkili olmuşlardır (Yıldız, 1992: 5/482).

d) Ekonomi

Batı Sahra’da nüfus sayısı çok az olduğundan dolayı ekonomik faaliyetler yok denecek kadar azdır. Bölgede yaşamına devam eden halkın en büyük gelir kaynağı balıkçılıktır. Ayrıca Batı Sahra’da kurak çöl iklimi hâkim olduğu için bölgede tarım faaliyetleri de yapılmamaktadır ve yiyeceklerin büyük bir kısmı ithal edilmektedir (www.cia.gov).

Batı Sahra Sorununun Kısa Tarihi

17. yüzyılın ortalarından itibaren bölgede hâkimiyet kuran Alevi/Filali hanedanından sonra Fas bölgeye hâkim olmuştur ve bu hakimiyet 19. yüzyılın son çeyreğine kadar devam etmiştir. İspanya’nın 1884 yılında Batı Sahra’yı ele geçirmesiyle bölge İspanya’nın bir vilayeti haline gelmiştir. Ancak 1970’lerde İspanya hâkimiyetine karşı çıkan birtakım ayaklanmalar başlamıştır. Bu ayaklanmaların sonucunda 10 Mayıs 1973’te Polisario Cephesi, Mustafa Seyyid tarafından kendisini Sahra halkının temsilcisi göstererek kurulup faaliyetlere başlamıştır. 1975 yılında Uluslararası Adalet Divanı, Sahravilerin kendi kaderlerini tayin etme haklarının önünde bir engel olmadığına dair görüşünü yayınlamıştır. Bunun üzerine İspanya bir referandum yapmayı kabul etmiştir. Akabinde Fas Kralı II. Hasan Kasım, 1975 yılında yüz binlerce Faslının bu topraklara girmesini sağlayan Yeşil Yürüyüş (Green March/el-Mesîretü’l-Hadrâ) emrini vermiştir. Bu yürüyüş İspanya’nın referandum kararından vazgeçmesine neden olmuştur.

Referandumdan vazgeçen İspanya 14 Kasım 1975’te Moritanya ve Fas ile Madrid Uzlaşması’nı imzalamıştır ve buna göre Fas, Batı Sahra’nın topraklarının kuzeyde kalan üçte ikisini kendi topraklarına ve Moritanya’da geriye kalan toprakları kendi topraklarına katmıştır ve bu sürecin ardından İspanya’nın koloni idaresi de son bulmuş olmaktadır. Tüm bu gelişmeler sonucunda ise Polisario, 27 Şubat 1976 tarihinde Sahra Arap Demokratik Cumhuriyeti’ni (SADR) ilan etmiştir. Ağustos 1976’da Muhammed Abdülaziz, Polisario genel sekreteri seçilmiştir. 5 Ağustos 1979’da Moritanya ile Polisario’nun imzaladığı anlaşma sonucunda ise Moritanya hak iddialarından vazgeçerek Polisario ile olan savaşını durdurmuştur. Ancak Fas, Moritanya’nın çekildiği bu toprakları ele geçirmiş ve Polisario’yu durdurmak için bir duvar inşa etmiştir. Fas Duvarı olarak bilinen bu duvar, 2700 kilometre uzunluğundadır ve bu duvar güneyde Fas kontrolündeki bölgeler ile Polisario’nun kontrol ettiği bölgeleri birbirinden ayırmaktadır. Fas’ın bu işgali sonrasında on binlerce Sahravi, Cezayir’deki Tindouf mülteci kamplarına gitmiştir. Polisario’nun merkezi ve sürgündeki SADR hükümeti de günümüzde bu kampta bulunmaktadır.

Birleşmiş Milletler 1991 yılında geçiş sürecinin sağlanması ve bu sürecin referandum ile sonuçlanabilmesi için Güvenlik Konseyi’nin 690 numaralı kararıyla Birleşmiş Milletler Batı Sahra Referandumu Misyonu’nu (MINURSO) kurmuştur. MINURSO’nun alt yapısını sağlayacağı referandum ile birlikte Batı Sahra halkı bağımsızlık ve Fas’a entegrasyon arasında bir tercih yapacaktı. Ancak daha sonradan referandumda kimin oy vereceği sorunu meydana gelmiştir. Buna göre Polisario, Yeşil Yürüyüş sonrası gelen Faslıların referanduma katılmasını istemiyordu. Bu kriz üzerine referandum iptal edilmiştir.

Referandumun iptali sonrasında BM Batı Sahra özel temsilcisi James Baker, Polisario ve Fas arasında 1997’de Londra, Lizbon, Houston ve 2000’de tekrar Londra’da arabuluculuk görüşmelerinde bulunmuştur. Tüm bu sürecin sonucunda 2001 yılında BM Çerçeve Anlaşması ortaya çıkmıştır. Buna göre Sahraviler Fas egemenliği altında otonomi sahibi olacaklar ve 4 yıl sonra yapılacak referandumda ise bir seneden fazladır Batı Sahra’da olan Faslılara oy kullanma hakkı tanınacaktı. Ancak sonrasında bu anlaşma da reddedilmiştir. Haziran 2004’te de Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Batı Sahra Özel Temsilcisi James Baker’in görevinden istifa etmesi üzerine 2009 yılında yerine Amerikalı diplomat Christopher Ross atanmıştır. Ross, Batı Sahra Özel Temsilcisi olarak atandıktan sonra BM Haber Merkezi ile yaptığı röportajda kendi rolünün diyalog için bir çerçeve hazırlamak olduğunu söylemiştir.

2010 yılının Ekim ayına gelindiğinde, yaklaşık 10.000 civarında Sahravi, Layoune’nin (Batı Sahra’nın başkenti) hemen dışında Gdeim Izik kampını kurmuşlardır. Bu eylemi Batı Sahra meselesini bir kez daha uluslararası kamuoyunun dikkatine çekmek için düzenlemişlerdir. Ancak sonrasında kampın etrafı Fas güçleri tarafından sarılmış, kamp güç kullanılarak boşaltılmış ve binlerce kişi tutuklanmıştır.

Nisan 2013’de ABD, Birleşmiş Milletler’e Batı Sahra’da BM barış gücünün insan hakları gözlemlerini yapma görevini öneren bir teklif götürmüştür. Ancak bu öneriye Fas şiddetle karşı çıkmıştır. Bunun sonucunda bu öneri de hayata geçememiştir. (Şubat 2014’de Foreign Policy dergisinde yayınlanan bir makalede Fas’ın bu tür lobi faaliyetleri için 2007’den beri ABD’de gazeteciler ve siyasetçiler üzerinde yaklaşık 20 milyon dolar harcadığı ifade ediliyordu.)

Son olarak 2018 yılında 5-6 Aralık’ta Fas, Cezayir, Moritanya ve Polisario Cephesinin katılımıyla, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreterinin Batı Sahra Özel Temsilcisi Horst Köhler’in ara buluculuğunda gerçekleşen ve iki gün süren görüşmeler neticesinde tarafların 2019’un ilk çeyreğinde yeniden bir araya gelmesi için anlaşmaya varılmıştır. Günümüzde Batı Sahra sorunu tüm bu adımlara rağmen hala somut olarak çözülememiştir. Balıkçılık faaliyetleri, fosfat madenciliği yanında sahillerinde petrol de aramaya başlayan Fas, lobicilik faaliyetlerine harcadığı paralarla da bu meseleden vazgeçmeyeceğini gösteriyor. Ancak bir tarafta da yaklaşık 40 yıldır tanınmaya çalışan Sahra Arap Demokratik Cumhuriyeti var. Dolayısıyla sorun hala ortada ve çözülmeyi bekliyor.

Şimdi ise yaklaşık 50 yıldır bölgedeki krizin çözümü için yapılan çalışmaları kronolojik sıra ile biraz daha detaylı inceleyelim:

  • 1965 yılında BM Dekolonizasyon komitesi İspanya’nın İfni ve Batı Sahra’da, 14 Aralık 1960 yılında aldığı sömürge yönetimindeki ülkelere bağımsızlığın geri verilmesiyle ilgili kararını uygulamasını istedi.
  • 1966 yılında BM Genel Kurulu’nun yeni bir karar alarak İspanya’yı Batı Sahra’da BM kontrolünde bir referandum yapmaya davet etti. Böylece halk kendi geleceğini kendisi belirleyecekti. Fakat referandum çeşitli sorunlar nedeniyle yapılamadı.
  • 1969 yılında BM İspanya’yı bir kez daha referandum yapmaya davet etti fakat referandum yine yapılamadı.
  • 1983 yılında Afrika Birliği Adisababa Zirvesinde Batı Sahra sorununun çözümü için referandum kararı aldı.
  • 1987 yılında BM referanduma ilişkin hazırlıklar için bölgeye bir komisyon göndermiştir.
  • 990 yılında BMGK 690 sayılı kararı alarak MINURSO adlı barış gücünü kurdu ve bölgede yapılması planlanan referandumu gerçekleştirmek amacıyla Batı Sahra’ya gönderildi.
  • 1991 yılında BM’nin 690 sayılı kararından sonra Polisario ve Fas arasında ateşkes imzalanmış ve yıllardır devam eden savaş son bulmuştur.
  • 1993’te MINURSO referandumda oy kullanacak kişilerin kimliklerini belirlemek “Hüviyetleri Belirleme Komisyonu” oluşturdu.
  • 1996’da BM Genel Sekreteri bu komisyonun çalışmalarını geçici olarak durdurdu.
  • 1997’de ABD’nin Houston şehrinde bir araya gelen Fas ve Polisario yetkilileri Barış Planı üzerinde anlaşmaya vardılar.
  • 1988 yılında komisyon aralarında mücadele bulunan taraflara bu konuda bazı ölçüler içeren bir çözüm paketi sundu.
  • 1999’da komisyon çalışmalarını tamamladı ve 84.251 kişinin oy kullanacağı listeyi açıkladı fakat Fas’ın itirazları sonucu referandum yine yapılamadı.
  • 1999 yılın altıncı Muhammed Fas Kralı seçildi.
  • 2000 yılında BM Genel Sekreteri Kofi Annan referandumun 2002’den önce yapılamayacağını açıkladı.
  • 2002’de BMGK Batı Sahra’da ki toprak paylaşımlarını içeren yeni bir plan açıkladı.
  • Temmuz 2002’de BMGK BM Batı Sahra özel temsilcisi James Baker’i süreci değerlendirmek üzere konseye davet etti.
  • 2003 yılında 1495 sayılı oybirliği ile alınan kararda BMGK, Baker’in çabalarını övmüş ve desteklenmesi gerektiğini duyurmuştur.
  • 2004 yılında Baker istifa etti.
  • 2005’te Kofi Annan Baker’in yerine Peter Van Walsum’u atadı.
  • 2005’te 11-17 Ekim tarihleri arasında bölgeyi ziyaret eden Walsum Fas ve Polisario’nun mevcut pozisyonunun uzlaştırılamaz göründüğünü açıkladı.
  • 2007’de Fas Yönetimi, BM’nin yeni temsilcisi Ban-Ki-Moon’a sorunun çözümü için bir teklif sundu.
  • BMGK 30 Nisan 2007’de 1754 ve 31 Ekim 2007’de 1783 sayılı kararları almıştır.
  • 19 Haziran 2007 ve 10-11 Ağustos 2007’de Fas ve Polisario BM’nin himayesinde New York’ta doğrudan görüşmelere başlamıştır.
  • BM 25 Ocak 2008’de tarafların anlaşamadıklarını açıklamıştır.
  • Nisan 2008’de Walsum bağımsız bir Batı Sahra’nın gerçekçi bir girişim olmadığını açıklamıştır.
  • Ağustos 2008’de görev süresi dolan Walsum’un yerine Ocak 2009’da Christopher Ross BM’nin Batı Sahra özel temsilcisi olarak atanmıştır.
  • Şubat 2009’da Ross bölgeye bir ziyaret gerçekleştirip BM’ye bir rapor sunmuştur.
  • Nisan 2009’da BM Batı Sahra’nın son durumu ile ilgili bir rapor yayınlamıştır. Bu raporun sonuç kısmında MINURSO’nun görev süresinin 30 Nisan 2010’a kadar uzatıldığı da duyurulmuştur.
  • 3 Eylül 2013’de BM İşkence Özel Raportörü, Fas cezaevleri ve polis gözaltı merkezlerinde Fas’a yaptığı bir haftalık resmi ziyaretin ardından düzenlenen basın toplantısı sırasında işkenceyle sonuçlanan ilk muayene bulgularının bulunduğunu ve Sahravi halka kötü muamele edildiğini bildirdi.
  • 8 Eylül 2013’de BM İşkence Özel Raportörü Juan Méndez, Batı Sahra’daki El Ayun’da Sahravi İnsan Hakları Savunucularının Kolektifi (CODESA) de dahil olmak üzere Sahravi insan hakları örgütlerinin temsilcileriyle bir araya geldi.
  • 7 Mart 2016’da Fas, Batı Sahra’daki BM referandum misyonu (MINURSO) görevlilerinden 84’ünün ülkeden ayrılmasını istedi.
  • 20 Mart 2016’da ülkeden ayrılması istenen BM misyonuna bağlı görevliler ülkeyi terketti.
  • 30 Ocak 2017’de Fas 1984 yılında ayrıldığı Afrika Birliğine 33 yıl sonra yeniden üye oldu. Böylece Batı Sahra krizinin çözülebilmesi için yeni bir dönem başlayabilirdi.
  • 5 Mart 2017’de BM Batı Sahra özel temsilcisi Christopher Ross, Polisario ve Fas ile yaptığı müzakerelerden netice alamadığını gerekçe göstererek görevinden istifa etti.
  • 18 Mart 2017’de Brahim Ghali, New York’ta BM genel sekreteri Antonio Guterres ile Sahravi-Fas çatışmasına çözme çabalarına ilişkin görüştü.
  • 16 Ağustos 2017’de BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Christopher Ross’un istifasıyla boşalan Batı Sahra Özel Temsilciliğine Horst Köhler’i atadı.
  • 18 Ekim 2017’de Fas Kralı 6. Muhammed ile BM Genel Sekreteri Batı Sahra Özel Temsilcisi Horst Köhler Fas’ta bir araya geldi.
  • 4 Ekim 2018, Fas hükümeti BM Genel Sekreteri Batı Sahra Özel Temsilcisi Horst Köhler’in Batı Sahra sorununu görüşmek üzere tarafları 4-5 Aralık tarihlerinde Cenevre’ye davet etmesine olumlu cevap verdi.
  • 5-6 Aralık 2018, Cenevre’de bir araya gelen Fas, Cezayir, Moritanya ve Polisario cephesi tarafları 2 gün süren görüşmeler sonrasında 2019’un ilk çeyreğinde yeniden bir araya gelmek için anlaşmaya vardı.

Yukarıdaki kronolojik sıralamada da görüldüğü gibi, Batı Sahra sorunu için arabuluculuk faaliyetlerinin neredeyse tamamına yakınını Birleşmiş Milletler örgütü gerçekleştirmiştir. Fakat BM bu süreçte halen başarılı bir sonuca ulaşamamıştır. İslam Dünyası STK’ları ise Batı Sahra krizi hakkında birkaç rapor yayımlamaktan öteye geçememiştir. Bu durum bize göstermektedir ki İslam âlemi kendi içindeki krizlere kendi içinde bir çözüm bulamadığı müddetçe, dışarıdan getirilen formülleri uygulamaya çalıştıkça krizler, çatışmalar, savaşlar ve bölünmeler devam edecektir.

4. SONUÇ

Heildelberg Araştırma Enstitüsü’nün 2017 verilerine göre dünya çapında toplam 385 çatışma gözlemlenmiştir. Bu çatışmalardan 222 tanesi şiddetli çatışma, 163 tanesi ise şiddetsiz çatışma olarak tasnif edilmiştir. Yine Heildelberg enstitüsüne göre dünya üzerinde tam ölçekli 20 savaş vardır.

Bu savaşların ve krizlerin hangi ülkelerde, bölgelerde yaşandığına baktığımızda büyük çoğunluğunun Afrika ve Ortadoğu bölgesinde olduğunu görmekteyiz. Bu bölgeler ise çoğunlukla Müslüman halklarının yaşadığı yerlerdir. Genel olarak Asya’dan Kuzey Afrika’ya, Balkanlar’dan Güney Afrika’ya kadar olan İslam beldelerinin çoğunluğu çatışma veya savaş halindedir. Batı Sahra ise bu bölgelerden yalnızca biri ve Heildelberg Araştırma Enstitüsü’ne göre şiddetsiz çatışma bölgesidir. Batı Sahra sorununu bütünüyle incelediğimizde birçok kriz, çatışma ve savaşa çok fazla şiddetin, dramın yaşanmadığı aşikardır. Buna rağmen İslam dünyası kendi içindeki bu küçük sorunu bile çözmekten acizdir. Öyle ki yaklaşık 50 yıldan beri bölgede arabuluculuk ve barış inşası yapan bir tek Müslüman Sivil Toplum Kuruluşu yoktur. Bu faaliyetleri başta Birleşmiş Milletler olmak üzere Londra ve Amerika merkezli bazı STK’lar yapmıştır. Ancak günümüzde halen somut bir başarı elde edilememiştir.

Sulh kelimesi barış esasına dayalı uluslararası ilişkileri ve bu amaçla yapılan antlaşmaları ifade eder. Arapça’da “afet ve fesattan arındırılmış olma” anlamını, ‘barış’ manasında kullanılan hem ‘silm’ hem de ‘sulh’ kelimeleri barındırır. Birçok âyet ve hadiste bu iki kelime geçmektedir. İslam hükümleri toplumlararası ve uluslararası ilişkilerde barışı esas almıştır (İslam Ansiklopedisi, C. 37: 485, 489). Nitekim İslam düşünce geleneği ve Müslüman toplumlar barışı, kültürlerarası ve toplumlararası bir değer olarak benimsemiş ve İslam medeniyetinin kurucu unsurlarından birisi haline getirmiştir (Kalın, 2013:227).

İslam barış demektir. Batı Sahra Meselesi, Müslümanlar arasında yaşanan bir sorundur. Ancak İslam dünyasının ilgisizliğinden dolayı bu sorun 50 yıldır bir çıkmaz içerisindedir. Gelecekte Afrika’nın potansiyel iki büyük gücü olabilecek olan Fas ve Cezayir yaklaşık 25 yıldır Batı Sahra krizi yüzünden diplomatik ilişkilerini sağlam kuramamaktalar. Mağrip bölgesinin birlik ve dayanışması için Batı Sahra sorunu bir an önce İslami STK’ların öncülüğünde çözüme kavuşturulmalıdır.

KAYNAKÇA

KİTAPLAR

AKDAĞ Mustafa, ARKLAN Ümit (2014) Kriz Yönetimi, Nüve Kültür Merkezi Yayınları, İstanbul

AKYEŞİLMEN, Nezir (2014) Barışı Konuşmak, ODTÜ Yayıncılık, 2. Baskı, Ankara

ATAMAN Muhittin, DURAN Burhaneddin, İNAT Kemal (2016) Dünya Çatışmaları 1. Cilt, Nobel Akademik Yayıncılık, 4. Baskı, Ankara

CERAN, İsmail (2013) Fas Tarihi, Türk Tarih Kurumu, Ankara

CHRİSTİE, Ryerson (2013) Peacebuilding and NGOs, Routledge Publishers, London

İŞBİLİR, Cihangir (2014) Hariciyenin Yeni Aktörleri, İlmek Yayınları, İstanbul

KALIN, İbrahim (2013) Akıl ve Erdem, Küre Yayınları, İstanbul

NACİ, Hikmet (1955) Tarih Boyunca Kuzey Afrika ve Berberiler, Sulhi Garan Matbaası, İstanbul

ÖZEY, Ramazan (2013) Afrika Coğrafyası, Aktif Yayınları, 2. Baskı, İstanbul

ÖZPEK, Bilgehan (2016) Barışın İdeolojisi, Liber Plus Yayınları, İstanbul

PAFFENHOLZ, Thania (2010) Civil Society & Peace Building, A Critical Assessment, Lynne Rienner Publishers, London

MAKALELER

CONING, Cedric (2017) Peace Enforcement in Africa: Doctrinal Distinctions Between the African Union and United Nations, Contemporary Security Policy, Vol 15, No. 2, 145-160, Holland

OLSSON, Claes (2006) The Western Sahara Conflict, Current African Issues, No.33, Uppsala

İNTERNET BAZLI KAYNAKLAR

KAVAS, Ahmet (2018) “Geçmiş ile Gelecek Arasındaki Köprü: Türkiye-Mağrip Buluşması”, https://www.afam.org.tr/turkiye-magrip-bulusmasi/.

KAVAS, Ahmet (2018) “Batı Sahra Sorunu ve Afrika’nın Güvenliği”, https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/bati-sahra-sorunu-ve-afrikanin-guvenligi/1147826.

“Barış Çalışmaları: Başlangıçtan Günümüze Değişimi” (2018) http://dergipark.gov.tr/download/article-file/203087

“Barış İnşa Sürecinin Önemli Unsuru: Bosna Hersek’te Yerlerinden Edilmişlerin Geri Dönüşü” (2018).

“Dış Politikada Yumuşak Güç ve Seçili Örnek Hindistan” (2018) http://www.academia.edu/download/34925118/YUMUSAK_GUC-MAKALE.doc

AKTAŞ, Ayşe (2018)  “İnsani Diplomasi Kavramına Genel Bir Giriş Denemesi 1”.

AKTAŞ, Ayşe (2018) “İnsani Diplomasi Kavramına Genel Bir Giriş Denemesi 2”

ÇAVUŞ, Tuğba,  “Dış Politikada Yumuşak Güç Kavramı ve Türkiye’nin Yumuşak Güç Kullanımı” http://dergipark.ulakbim.gov.tr/ksuiibf/article/download/5000039271/5000038144 (2017)

http://www.maroc.ma/ (2018)

http://www.sahara.gov.ma/ (2018)

http://www.un.org/en/ (2018)

https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/wi.html (2018).

https://www.hiik.de/en/daten/2017/HIIK_CoBa2017_dataset_1.0.zip (2018)

İŞBİLİR, Cihangir (2018) “Türk Dünyası Sivil Toplum Kuruluşlarının Barış İnşasına Katkıları”.

 

Share.

Yazar Hakkında

Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) GM Dışilişkiler

Yorum Yap