Darbelerin her türlüsünü, özellikle de askerlerin bizzat ülkelerin yönetimlerine müdahale ile kalmayıp iktidarlara el koymalarının ardından bunları onaylayan herhangi bir toplum, bir devlet var mı diye sorulsa herhalde “evet” cevabı verecek kimse çıkmaz. Peki “Afrika’daki darbeleri nasıl görüyorsunuz?” benzeri belki de sırf sormak için yöneltilen ve basit bir merakı gidermenin ötesine geçmeyen, hatta bir iki laf edelimden ilerisini düşünmeyen, bir konuşmayla sınırlı kalanları anlayabilecek miyiz? Asla. 5 Eylül 2021 sabahında, Ginelilerin adeti olan pazar günleri bir gün önceki gecenin rehavetinin henüz devam ettiği saatlerde, önce Afrika ve ardından da dünya medya organlarında “Gine’de askeri darbe” haberleri birinci gündem oldu denirse de bu aslında basit ve anlık bir heyecanın tarifini geçmeyen bir yaklaşımdan ibaretti. Çünkü bu gelişmeyle birlikte Gine neresi, devrilen devletbaşkanı Alpha Condé (Konde) kim, darbeyi yapan birkaç gün medyada albay mı, yarbay mı olduğuna bir türlü karar verilemeyen Mamady Doumbouya ismi de nereden çıktı, arkasında hangi devlet ya da güçler var gibi sıradan bilgilerle harmanlanıp gidecek ve bir daha kimsenin de hatırlamayacağı bir konuma indirgenecekti.
Sömürgeciliğin ezdiği coğrafyadan bağımsızlığın zorlu sürecinde yol bulma
16. yüzyılın başından 19. yüzyılın ortalarına kadar sırasıyla önce Portekiz ve İspanya ile başlayan Fransa, İngiltere ve Hollanda ile devam eden ve 20. yüzyıla sayılı yıllar kala Belçika, Almanya ve İtalya gibi Avrupa’nın yeni sömürgecileriyle iyice kontrolden çıkan tarifi imkânsıza yakın bir süreç var. Asırlar içinde her birinin kendisine münasip gördüğü Afrika sahillerinde açtığı çoğu insan avcılığıyla meşgul ticaret tezgâhları yanında Güneydoğu Asya ile Uzakdoğu sömürgelerine gidip gelen gemileri için gerekli malzeme deposu, ya da ihtiyaç malzemesi temini için kullanılan limanlar bir anlamda saat gibi çalışmaktaydı. Fakat bu sürecin daha fazla sürmeyeceği yavaş yavaş ortaya çıktı.
Ne zaman ki artık kıtanın içlerinde de ciddi menfaatleri bulunduğu ilk seyyahların gizli raporları ve matbu gezi notları ile keşfedildikçe bu kendi halinde asırlardır işleyen düzen değişmeye başladı. Sınırlarının nerede başlayıp bittiğini bilmedikleri iç bölgeler konusunda Avrupalı her bir sömürgeci devlet kıyasıya toprak kapma yarışına girdi. Bu önü alınması mümkün olmayan kavgayı yatıştırmak için, Berlin’de 1884 yılı sonlarında mecburen bir araya geldiler. Kıtanın iç bölgelerinin de paylaşımı konusunu sözlü iddialarından çıkarıp fiili işgallerine döndürecek anlaşmayı 1885 yılı başlarında kendi aralarında imzaladılar. Artık tek engel olan belirsizlik epeyce ortadan kalktı ve her biri kendi paylarına düşen kısımları istedikleri gibi hareket edip sahipleneceklerdi.
Hiçbir Afrika toplumunun fikri sorulmadan bu paylaşım Avrupa’da bir başkentte yapıldı. Kıta tarihinde ilk defa böylesine hiçbir insanlık kuralına uymayan şekilde parçalanacaktı. Ki henüz bu devasa coğrafyanın %90’dan fazlası yerel yöneticilerin sömürgeciliğe karşı onlarca mücadelesi ile adeta bir savaş alanıydı, Batılıların her adımı ise oldu bittiye getirilecekti. Londra’da, Paris’te, Lizbon’da, Madrid’de, Brüksel’de, Roma’da, Berlin’de Afrika haritaları masalara serildi ve kıta içinde tam 85 bin km. kara sınırı çizildi ve bunlardan herkes kendi payına düşeni gücü yettiği zamanda alıp sahiplenecekti. Nihayet 1912’de Libya’nın ve 1936’da da Etiyopya’nın İtalya tarafından işgallerinin duyurulmasıyla yaklaşık 50 yılda Berlin Konferansı kararlarında ciddi değişimler olsa da büyük oranda tamamlanmıştı. Ama parçalayanların 30 milyon km2’de yaptıkları bu barbarlık yanlarına kalmayacaktı. İkinci Dünya Savaşı’na hızla yaklaşan Avrupa kendi içinde aynı akıbeti yaşayacak ve kıta içindeki işgalleriyle Afrikalılara yaşattıklarının benzerini kendi içlerinde de tekrarladılar. Dünyaya medeniyet götürürken üzerine toz kondurmadıkları tüm medeniyetleri iki büyük savaşla darmadağın olduğu gibi toplam 70 milyon insanın ölmesiyle sonuçlandı.
Gine Cumhuriyeti de diğer 53 bağımsız ülke gibi o hengamede Afrika’da İngiltere ile adeta kıyasıya yarışan ve aslan payını kapmakta olan Fransa’nın elinde kaldı. Burada Futa Calon isimli bir bölgede İslami gelenekleri yaşatmaya çalışan ve önemli bir kısmı Senegal’deki Futa Toro ile bağlantılı “almami” denen bizdeki “alimler” karşılığında bir topluluk asırlardır kendi halinde ve farklı toplulukların kendi hayatlarını idamesiyle devam edip gidiyordu. Karşılarında daha önce varlıklarından ve ne işe işe yaradıkları bir tarafa kullanılmaları hakkında bilgileri bulunmayan silahlarla donatılmış ve özel yetiştirilmiş, dahası kendileri gibi kıta yerlisi, “Senegalli nişancılar” denen ve gerektiğinde ölüm kusan birer makineye dönüştürülmüş savaşçıların başlarındaki birkaç Fransız’a nasıl itaat ettirildiklerine, ne o dönemde, ne de sonrasında hiçbir anlam veremediler. Bunlara her ne kadar Senegalli dense de çok azı Senegalli idi, zira ilk defa burada Fransızlarca ilerideki işgalleri için silah altına alındıkları için bu isimle tanındılar, ama zamanla tüm Sahraaltı Afrikalılar’dan eğittikleri bu savaşçı gençlere bu ismi verdiler.
Modern Gine Cumhuriyeti’nin temellerini atan önder: Samori Touré
Samori Ture (ö.1890) ismi bir anda başta dönemin Fransız gazetelerinde ve bölgeye ilgi duyan dünyanın çeşitli yayın organlarında zikredilmeye başlandı. Tabii Afrika’ya medeniyet götürecek bir devlet olarak kendini ifade eden Fransa’ya karşı gelen asi, hatta bugünkü karşılığı ile cihatçı idi ve mutlaka yok edilmeliydi. Öyle de oldu ve bir müddet sonra o da Senegal ve Mali’de Fransızlara karşı el-Hac Ömer Tall (ö.1864), Mamadou Lamine (ö.1887) ve Çad Gölü havzasında Rabah (ö.1900), Tanzanya’da Almanlar’a karşı savaşan ve Ebuşir (Abushiri) lakabıyla tanınan el-Beşir İbn Salim el-Harsî (ö.1889), Somali’de İngilizlerin Mad Mullah dedikleri Muhammed Salih Hasan (ö.1920) gibi şahsiyetler ve daha nicelerinin akıbetini o da paylaştı. Ama her birinin her Afrikalının zihninde sömürgecilik karşısındaki nice unutulmaz kahramanlığı nesilden nesile aktarılmaktadır.
Herhangi bir Afrika ülkesi hakkında yazmanın zorluğu ve Gine örneği
Günümüzde herhangi bir Afrika ülkesinde anlık bir gelişme ile ilgili yorum türündeki yazılar kaleme alınırken ilgi kurmakta zorlanılıyoruz. Özellikle konu dışı bilgilerin dikkatleri dağıttığı bir gerçektir. Ne var ki Gine Cumhuriyeti örneğinde olduğu gibi sanki eskilerin tabiriyle “hüdayi nabit”, yani “kendiliğinden biten ot” gibi burasının öylesine tesadüfen doğmuş bir devlet olmadığını bilmekte de fayda var. Fransızların bu ülke topraklarını işgallerinin ardından gelen sömürgeciliklerinin başlamasının üzerinden neredeyse 150 yıl geçmiş, ama 2000’li yıllara gelindiğinde de değişen çok bir şey yok gibiydi. Aslında çok yenilikler vardı, ama hala yaşanan askeri müdahaleler aynı 1880’lerin sonlarındaki zoraki işgaller gibi kendi içinde o coğrafyanın gerçeklerini ters yüz edince adeta sadece geçmişin tekrarını yaşıyoruz. Bugün de halkının büyük çoğunluğu perdenin arkasında kimler kimlerle neleri konuşuyor, paylaşıyor, ya da saklıyor bunları bilmeleri mümkün değildir. Beklenmedik bir anda da devletbaşkanı Alpha Conde’nin yetişmiş en iyi subaylarını bir tarafa koyup can güvenliğini emanet ettiği bir asker tarafından devrilmesi hiçbir devlet yönetme kuralına uymuyor.
Afrika’nın en sert yumruğu: Ahmed Sékou Touré
Gine’de bağımsızlığın babası olarak kabul edilen Ahmed Sékou Touré (Seku/Şeyh Ture) her ne kadar Fransız devletbaşkanı Charles de Gaule tarafından tüm sömürgelerde bağımsızlıklara ramak kala dayatılan “Fransa-Afrika Topluluğu” içinde yer almayı referandumla halkına terk ettiren tek önder olsa da yine de 1984’teki ölümüne kadar 26 süren iktidarında ülkesinde adeta bir “demir yumruk” siyaseti gütmesi hep eleştirildi. Fransa doğru dürüst hiçbir katkı sağlamadığı ve sadece sömürdüğü bu ülkedeki reddedilişini hazmedememekle kalmadı. Sömürge memurları için inşa ettiği bina ve benzeri ne varsa tamamını tahrip edip ve kullanılamayacak hale getirip arkasında adeta hiçbir imkânı olmayan bomboş bir ülke bırakarak gitti. Yine de ilerideki emelleri için Gine’yi hiçbir zaman unutmadı. Daha o yıllarda Fransa’da eğitim dahil birçok farklı sebeple bulunan Gineli gençler vardı ve bunlarla yakın teması devam ediyordu. Yani sadece Albay Mamady Doumbouya değil Gine’de az çok okumuş kim varsa onlar da Fransız mekteplerinin sıralarından geçmişlerdi. Ancak bu o gençlerin kabahati değil, bu mecburiyetten çok önlerine konulan tek tercihti. Herhangi bir ülkeye değil okumak için, seyahat dahi edecek imkanları yoktu.
Kısaca Sekou Touré adıyla bilinen Gine’nin ilk cumhurbaşkanı Afrika toplumlarının gerçekleriyle hiç bağdaşmayan ve o dönemde Sovyetlerin eski Afrika sömürgelerinin, yeni bağımsız devletlerin başkentlerine gönderdiği diplomat kimlikli ajanları eliyle bu ülkeleri sosyalizmin ağına düşürmesi çok zor olmadı. 1967 yılında Gine devletbaşkanı da Mali’deki ilk devletbaşkanı Modibo Keyta gibi ülkesini sosyalist çizgiye çektiğini ilan etti. Böylece bir sömürgecinin ağından kurutulurken hakkında doğru dürüst hiçbir bilgisi olmayan diğerinin ağına düşmesi zor olmadı. Haliyle Fransızlar nasıl ki Ginelileri kalkındırmak için en ufak hamle yapmazken Ruslar da benzeri uygulamalara onların kaldıkları yerden devam ettiler. Bu arada ülkedeki siyasi baskıya dayalı 50 binden fazla insanın öldüğü iddiaları bir yana onun kurduğu bu düzenden bunalan halktan fırsat bulanlar çevre ülkelere sığındı ve özellikle vefatı sonrasında bir askeri darbeyle yerine geçen albay Lansana Conté (Konte) zamanında devam eden göç dalgası ile Senegal’e iki milyon Gineli’nin geldiği ve halen artmaya devam eden nüfuslarıyla bu komşu ülkede yaşadığı bilinmektedir.
Gine Cumhuriyeti ilk askeri darbesini Albay Lansana Konté ile tanıdı
Alpha Condé’nin Fransa’da alevlenen siyasi çizgisi sonrasında Gine’ye dönüşünün ardından daha 1971 yılında idamla yargılanması hayatındaki önemli anlardan birisidir. O hem Sovyet korumasındaki demir yumruk Sekou Touré’ye karşı hem de onun yerine geçen Lansana Conté ile siyasi mücadelesini aralıksız sürdürdüğü için “tarihi muhalif” olarak tanındı. François Mitterand’ın 20 Nisan 1990 günü Fransa’nın La Baule kasabasına topladığı 37 Afrikalı devlet adamına hitaben yaptığı konuşma aslında Afrika ülkelerinde aradan geçen 30 yıldaki siyasi gelişmeleri açıklar mahiyettedir. Bilhassa komünizme karşı direnç gösteren eski sömürgelerin bağımsız devlet adamları Soğuk Savaş sonrasında üzerlerindeki tek adamlık yönetimlerine son verecekler. Ülkelerinde çok partili siyasi hayata geçecekler, seçimler yapılacak, demokrasinin kurallarını uygulayıp basın üzerinde sansürden kaçınacaklardı. Ne yazık ki bu konuşmanın muhtevasından “ancak” der gibi yorumlar vardı, gerektiğinde askeri darbelere, tek adamlık düzenlerine ülkelerin menfaatleri tehlikeye girince müsamaha edilebilecekti. İşte bu “ben demedim ama yine de sen anla” mantığı yüzünden Afrika devletlerinde bir türlü demokratik süreçler raylarına oturamadı, ya da bilinçli bir şekilde oturtulmadı. Alpha Condé bu sürecin ilk meyvelerinden birisi olarak 1993 ve 1998 yıllarındaki devletbaşkanlığı seçimlerinde Lansana Konté’nin karşısına çıktıysa da özellikle 2000 yılında 5 yıllık hapis cezasıyla tutuklanarak cezaevine kondu. Uluslararası baskılar sonucu 2001 yılında serbest bırakıldı. Ancak onun defalarca ölümle burun buruna gelmesi önünü kesmedi ve eline geçirdiği her fırsatı değerlendirip iktidarının yolunu açmaya devam etti.
2. Askeri darbenin etkisiz yüzbaşısı: Moussa Dadis Camara
Gine’nin ikinci devletbaşkanı Lansana Conté’nin 24 yıllık mutlak gücü temsil eden yönetimi hastalığına bağlı ölmesi ile sona erdi. Aynen onun Sékou Touré’nin ölümü sonrasında yaptığı gibi bu defa bir yüzbaşı olan Moussa Dadis Camara (Musa Dadis Kamara) ülke tarihindeki ikinci askeri darbeyle iktidara el koydu. Ancak bunun dönemi fazla sürmedi ve 2009 yılında yakın korumalarından birisinin saldırısı ile başından yaralandı. Geçici devletbaşkanı Sékouba Konaté ülkeyi demokratik seçimlere hazırladı.
Gine’nin ilk demokratik lideri: Alpha Condé
Çok değil sadece 11 yıl önce 2010 yılında Gine devletbaşkanlığı seçimlerini ikinci turda kazanan Alpha Condé’nin adı sadece Afrika’da değil tüm dünyada takdirle karşılanan bir siyasi yüz olarak takdim edildi. Seçimlerle ilgili her türlü itiraz ve şüpheler görmezden gelindi. 1938 yılında doğan ve henüz 15 yaşında iken 1953 yılında Fransız işgalinin en ağır devam ettiği bir zamanda eğitim alması için Fransa’ya gönderilen Alpha Condé tüm Afrikalı gençler gibi Paris’te içten içe ülkelerinin sömürgecilikten kurtarılmaları için yürütülen bağımsızlık taraftarı hareketlerde yer almış ve 1960’lı yıllarda Afrikalı Öğrenciler Hareketi’nin başkanı olmuştu. Bu süreçte ekonomi, hukuk ve sosyoloji alanlarında üç farklı diploma alarak başarılı bir şekilde eğitimlerini de tamamlayıp Fransa’nın en gözde üniversitesi Sorbon’da ders veren bir hoca konumuna kadar yükselmişti.
Bağımsızlığının ardından geçen 52 sene sonra Gine’de sıradışı siyasi bir önder demokratik yollarla seçimleri 2. turda kazandı. Bunu 2015 yılında tekrar kazanması takip etti. En yakın rakibi Cellou Dalein Diallo (Sellu Daleyn Callo) hem ilk ikisinde, hem de 2020 yılında yaptığı anayasa değişikliği ile 3. dönemdeki sonuçlara itiraz etse de kimilerine göre sonucu önceden kararlaştırıldığı şekilde Apha Condé mutlaka devletin başına geçecekti. Yoksa ülkede genelde Pöl denen Pular toplumu ile Malinke arasında sıkışacak ve iki farklı soya mensup halk resmen iç savaş yaşayacaktı. Bunun bazı emareleri de görülüyordu. Ama belki onlar da bu seçiminin sonucunu meşrulaştırma planının bir parçası olabilir, yani toplumu kaynaştıran özellikle İslam kardeşliği yok sayılıp sadece etnik kimlik üzerinden bir katliam yaşanması en azından Gine’de zordu. Gine’nin geleneksel kültürü bunu önleyebilecek ortak bir geçmişe sahipti. Ama yine de tahrik ediciler eğer sahaya inerse bu kavganın alevlenmesi bir anlık gerginliğe bağlıydı.
Alpha Condé Gine’nin Fransız işgal yılları ve bağımsızlığın 52. yılına denk gelen 2010’daki göreviyle birlikte ülkesini 1990’lı yıllarda Sovyetlerin çöküşüyle adeta bir kez daha sadece Fransa’ya şartsız bağlılığa dönüşen tıkanmışlığın önünü açmak istedi. Zira artık yönettiği devletin uluslararası arenada en büyük silahı boksit madenleri idi. Alüminyum elde edilmesinin en temel maddesini teşkil eden bu madenin yataklarında 25 milyar ton rezerv olduğu ve bunun halen dünyanın sahip olduğu tüm kaynağın yarısından fazlası olduğu biliniyordu: Halen 5. ihracatçı ülke konumda olması geçmişteki yanlış uygulamaların neticesi olup yoksa bu varlığı iyi değerlendirilebilse gelişmiş ülkelerin hepsi Gine’nin önünde sıraya dizilecekler. Yıllık 60 milyon ton boksit ihracatı ve yeni yatakların bilhassa Çin ve Singapur ortaklığı ile 2026’da işletilmeye alınmasıyla gelecek on yılda 15 milyar dolarlık ek bir gelir sağlaması bekleniyordu. Fransa’nın 2020 yılında imzaladığı yeni havaalanı inşası ile yılda bir milyon yolcu kapasitesine ulaşılacaktı.
Uluslararası çok boyutlu açılımdan kaosa sürüklenme tehlikesi
Çin, Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri ve özellikle son yıllarda Türkiye ile başlattığı her alandaki işbirliği çalışmaları tabii kaynaklar bakımından çok zengin olan bu ülkenin kaderi üzerinde etkili kim varsa onları ciddi anlamda tedirgin ediyordu. Özellikle İsrailli firmaların birçok Afrika ülkesine abanması gibi bu ülkeyi de kendine bağlamak için her yolu denediği biliniyor. Ancak bu ilişkilerinden Gine’den çok kendisinin karlı çıkması Alpha Condé’nin son yıllarda ciddi anlamda tedbirler almasına sebep oldu. Hatta çok değil bir ay önce, 6 Ağustos 2021 Cuma günü, Nicolas Sarkozy tek kişilik özel bir uçakla Konakri’ye gitti ve kulaktan kulağa dolaşan bilgilere göre İsrailli bir firmanın bozulan işlerini düzeltmek için bu ziyareti yaptığı yönündedir. Aslında Farnsa’nın eski devletbaşkanı 2019 yılında da Gine’ye üç defa gelmiş ve Beny Steinmetz Group Resources (BSGR) isimli Fransız-İsrail vatandaşlığı bulunan Beny Steinmetz’in İsviçre’deki mahkemece aldığı 5 yıllık hapis cezasının kaldırılmasına aracılık ettiği Gine basınında yer aldı. Zira bu Yahudi asıllı işadamının Gine’de 2,7 milyar tonluk rezervi bulunan Simandou demir madeninin sözleşmelerine uymaması ve Alpha Condé’nin ise bu konuda taviz vermek istememesidir. Hatta beklentilere gereken müspet cevap verilmediği takdirde devletbaşkanının başına gelecekleri iyi hesap etmesi yönünde tehditlerde bulunduğu da iddialar arasında. Yine de Gine tarihinin 3. askeri darbesinin asıl planlayıcısının General Aboubacar Sidiki Camara olduğu yönündeki yorumlar ve bunun adeta Küba’da sürgündeki büyükelçi bulunması gelişmelerde başka bir kapı ihtimalini de düşündürebilir diyenler de var. Zira Rusya’nın Afrika’da etkinlik kurarken üçüncü ülkelerde nasıl bir siyaset takip edip bunu bir şekilde Afrika’nın gündemlerine taşıyıp taşımadığı gizemliliğini koruyor.
Afrika ülkelerinde siyasi önder kimliklerini iktidara geldiklerinde devletbaşkanlığı gücüyle tamamlayanlar ülkeleri için yaptıkları altyapı, baraj, yol, otel, eğitim binaları ve fabrika gibi büyük yatırımlarla haklı olarak övünüyorlar. Fakat halkın belli bir kısmının bunları önemsemeyeceğini bilenler bu kesimin memnuniyetsizliğini kullanıp bunları iç ve dış güçlerin manipüle etmesine engel olamayıp zaman zaman merkezi yönetimleri zorda bırakmalarını engelleyemiyorlar.
3. Askeri darbenin faili Fransız lejyoneri bir Gineli: Mamady Doumbouya
Bu tür darbe girişimlerinde tüm yorumcular hemen devletbaşkanından başlayıp ismi öne çıkan herkesin etnik kimliğini zikrederek ilk cümlelerini kuruyorlar. Aynı gün haber ajansları Alpha Condé’nin ve 5 Eylül 2021 günü ülkedeki üçüncü askeri darbeyi yapan Albay Mamady Doumbouya’nın sadece bu ülkede değil tüm çevresindeki komşu ülkelerde az veya çok mevcut ve kökleri yüzlerce yıl geriye giden Malinke soylu olduğunu yazdılar. Her ikisi için de Müslüman kimlikleri sebebiyle kimse bu gelişmede bunların dini inanışlarına temas etmedi. Özellikle darbeyi yapan subayın askeri kimliğinin nasıl şekillendiği daha çok konuşuldu. Bazı ülkelerde aldığı eğitimler aslında sadece belli geçici görevler çerçevesindeki özel derslerden ibaretken adeta bu darbe için hazırlanmış iyi bir subay gibi bir kimlik verilmesi onu daha gizemli hale getirdi. Aslında o sonradan özel kuvvet, yakın koruma ve birlik yönetme gibi belli kademe eğitimleri almış rütbesiz bir asker konumundayken Fransız lejyon birliğine girmiş ve 2018’de ülkesine dönünce çok hızlı şekilde kendisine kural dışı yarbay, ya da albay rütbeleri verilmiş.
Mamady Doumbouya’nın Gine’de başlayan askerlik tecrübesi komşu ülke Senegal’de devam etmiş, bunu İsrail’de, Güney Kıbrıs’ta, İngiltere’de, Gabon’da ve özellikle Fransa’da harp okulunda aldığı sınırlı eğitim programları ile şekillenmiş. Bir ara ABD’nin Afrika orduları için uyguladığı Flintlock programına Mali’de geçtiğimiz yıl yapılan darbenin önündeki isimlerden Albay Assimi Goita ile katılmış ve aralarında ciddi arkadaşlık oluşmuş. Ardından özellikle Fransız ordusunun yurtdışı operasyonları için gönderdiği önemli bir kısmı lejyoner dedikleri askerler arasında yer alıyordu. 15 yıllık askerlik mesleği hayatında Afganistan dahil Cibuti, Ortaafrika, Mali gibi son yılların ciddi sıkıntılı süreçler yaşayan ülkelerinde bulunmuş.
Devletbaşkanı Alpha Condé seçimle geldiği ilk iki devletbaşkanlığı sürecinin üçüncüsüne 2020 yılında hazırlanırken bu girişiminin bir şekilde engelleneceğinden ciddi endişe duyduğu için üst rütbeli subaylarının ileri gelenlerini büyükelçi ve askeri ateşe olarak yurtdışına göndermiş. Bunların içinden Küba’nın başkenti Havana’ya gönderilen General Aboubacar Sidiki Camara (Ebubekir Sıddık Kamara) ile Angola’nın başkenti Luanda’ya gönderdiği General Edouard Théa 5 Eylül günü yapılan darbenin aslında bazılarına göre görünmeyen yönlendiricileri olarak ifade edilmiş, özellikle Gine’den bahseden haberlerde bu bilgiler yer almıştı. Hatta pazar günkü bu darbeden iki gün sonra İdi Amin lakabı ile tanınan ve kurulacak yeni dönemde Savunma bakanı olması beklenen General Aboubakar Sidiki Camara’nın başkent Konakri’ye dönmesi bu iddiaları destekler mahiyettedir.
Alpha Condé örneğinde olduğu gibi kendisine bizzat General Abacar Sidiki Camara’nın kendisiyle uyumlu olduğu dönemde Mamady Doumbouya isimli görevdeki bir Fransız lejyoneri devletbaşkanının yakın koruması olarak önermesi ile aradan geçen son üç yılda yaşanan çok önemli. Ömrü başka bir devletin menfaatlerini sağlamakla geçmiş bir askerin mevcut üst rütbeli subaylara tercih edilmesi daha o dönemde ciddi eleştirilere sebep olmuştu. Hatta onu önerenlerden bazıları dahil kendilerinin bizzat isteyip istemediklerine bakılmaksızın ülke dışına gönderilmeleri ileride nasıl bir netice doğurabilirdi? Özellikle kendisine yapılan uyarıları gerektiği gibi değerlendirmediği ve anayasaya üçüncü defa devletbaşkanı olmak için müdahalesi muhaliflerinin onun karşısındaki iddialarını çok kuvvetlendirdi. Hatta bu girişimini bile başlı başına bir darbe olarak niteleyenler oldu. Ancak bu konuda kararlılık gösteren Nijer devleti bu geçişi çok rahat sağladı ve iki dönem kuralını uygulayarak ülkeyi Mali veya Burkina Faso örneklerinde olduğu gibi kaosa sürüklemeden başarılı geçiş yapabildi.
Senegal-Gine komşuluk ilişkileri: Bir ileri iki geri
Cabo Verde, Senegal, Benin ve Gana gibi ülkelerin bağımsızlıklarından bugüne kadar sürdürdükleri demokratik seçimler Afrika darbe süreçlerinden bu ülkeleri hep korudu. Aynısı Gine de başarabilirdi. Özellikle geçmişte kendisinin herkesçe takdir edilen pasif siyasi muhalefeti gibi rakibi Cellou Dalein Diallo ile yakın temasta kalıp gerekirse halkın yarısına yakınının teveccüh ettiği bu siyasi önderin önünü açabilirdi. Afrika’da bunu deneyen epeyce ülke var ve ciddi anlamda ilerleme kaydediyorlar.
Alpha Condé’nin özellikle Lansana Conté’ye muhalefet ettiği yıllarında kendisine kapılarını açan Senegal’e karşı bilhassa hem Abdoullaye Wade ve şimdiki devletbaşkanı Macky Sall ile dostane ilişkilerinin üzerlerine adeta sünger çekmesi onu yakın çevresinde dostsuz bıraktı. Gine-Bissau, Senegal ve Sierra Leone gibi sınır komşusu ülkelerle ilişkilerindeki soğukluk siyaseti, hatta özellikle Senegal gibi iki milyon vatandaşına kapılarını açan bir ülkeyle daha sıkı temasta kalması birçok konuyu kendiliğinden halledecekti. Dahası 2021 yılı Mart ayında Senegal’in başkenti Dakar ve diğer şehirlerdeki gösterilerde bir komşu devlet olarak ortamı sakinleştirme tavsiyesinde bulunmak bir tarafa adeta gerginliği desteklediği yönünde kendisine yöneltilen eleştiriler var.
Terörle mücadele için sınırlarını emniyete almak için Fransa ve ABD öncülüğünde yetiştirilen lejyonerlerden bir askere hızlı bir süreçle Özel Kuvvetler Grubu’nda ve yakın korumasında üst rütbedeki bir asker gibi yer vermesi ona karşı yöneltilen en ciddi eleştiri oldu. Dahası 2013 yılı sonunda Gine’de ortaya çıkan ebola virüsünden 2500 kişinin ölmesiyle dünyanın en korkulu bir sürecini geçirmesi, ardından marburg ve 2020 yılında da kovid-19 ile yaşadığı sıkıntılar sürecinde Senegal ile sınır kapatma girişimleri her iki ülkede milyonlarca akrabası bulunan insanların tepkisini çekmişti.
Sonuç
Yine de Alpha Condé’nin devrilmesine bu süreçler hep perdenin önünde ve uluslararası ikna edici bir anlatım tarzı olmanın ötesine geçemiyor. Asıl zihinleri yorması gereken Nijer ve Senegal gibi Batı Afrika’nın en büyük nehirlerinin bu ülkeden çıkıyor olmasının verdiği büyük fırsatlar bir tarafa Gine toprakları, özellikle de boksit ve demir madenleri ile ilgili yeni gelişmeler hangi kaç çok uluslu şirketin bu ülkede kurulu düzenini bozmaktaydı. Ya da Alpha Condé halkının bir kısmının muhalefetine rağmen ilerleyen yaşında bir dönem daha kalkınma hamlelerini yürütebilir miydi? Karşımıza 2030’a doğru kıtanın tabii zengin kaynakları sayesinde en fakir konumunda bırakılan ülkesinin bir anda kendi kendine yettiğini görebilir miydik? Zayıf da olsa bu varsayımlar da var. Belki 80 kadar muhalifini hapse atarak, hatta birkaçının bu sürede hapiste hastalandıklarında yeterli tedavi imkânı alamadıkları için ölmeleri, siyasi ortamı hep germekteydi. En güçlü rakibi muhalefet partisinin idari merkezinin uzun süre kapatılması ve sonrası yakın takibe alınması, hatta lideri Cellou Dalein Diallo’nun ülke dışına çıkışının engellenmesi ortam devamlı germekteydi. Oysaki bunların sinerjilerinden faydalanmayı deneseydi bugün iktidarını bu kadar kolay kaybetmeyebilirdi.
Gine’de halk Senegalli siyaset bilimci Yoro Dia’nın dediği gibi bu darbeyi sükunetle karşıladı deniyor. Bu tavırla da bir manada bu ani gelişmeyi onayladı anlamı veriliyor. Her ne kadar son aylardaki davranışları ile Alpha Condé’nin de kendisinden şüphelendiği Albay Mamady Doumbouya’yı başkent Konakri’ye 80 km. mesafede bir kampta gözetim altına alması, hatta tamamen etkisiz hala getirilme ihtimali ile oluşan ani durum üzerine 5 Eylül 2021 günü sabaha erkenden harekete geçip devletbaşkanlığı önüne gelmesini neredeyse kimse fark etmedi bile deniyor. Hatta kimilerine göre kansız darbe dense de devletbaşkanlığındaki özel korumalarla darbeciler arasında çıkan çatışmada en az yedi, hatta 20’den fazla asker devletbaşkanını korumak isterken öldürüldü. Yoro Dia bu konuyu ilginç bir örnekle anlatarak Türkiye’de 15 Temmuz’da darbe teşebbüsünde bulunan askerlere karşı Türk halkının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a sahip çıkması ile Gine halkının tavrı arasındaki ciddi farkı gösteriyor demektedir. Bu örnek aslında önderlerin halkları tarafından sevildiklerinde hiçbir darbenin başarılı olma şansı bulunmadığının ispatıdır.