Sudan’da Darbenin Öncesi ve Sonrası

0

Aralık ayının sonlarında hayat pahalılığı, ekmek, akaryakıt ve tedavüldeki banknot kıtlığından dolayı hükümete yönelik eleştiri ve tepkiler artık protesto ve gösteriler şekline evrimleşerek nihayetinde hükümetin istifasını ve askeri cuntanın tamamen tasfiyesini gündeme getirdi. Otuz yıllık süre zarfında el-Beşir iktidarı yolsuzluk, yoksulluk, rüşvet, baskı, işkence, siyasi cinayet ile anılan bir dönemin temsili niteliğini kazandı. Halk bütün bu olumsuzlukları yaşarken ileriye dönük vaatler ve geçmişin perişanlığı vurgusu ile korku-baskı sonucu halk iktidara karşı ses çıkaramaz hale gelmişti. Son gelişmelerde dış güçlerin hiç mi katkısı yoktu sorusuna verilecek tek cevap tabii ki vardı olacaktır. Sudan’ı darbeye (devrime) götüren sürecin hem içe dönük hem de dışa yönelik sebepleri bulunmaktadır. Bu sebepleri doğru tahlil edebilirsek Sudan’ın geleceğinin nasıl şekilleneceğini de anlamamız kolaylaşacaktır.

İktisadi Yapı ve Durum

Sudan büyük bir devlet olmasına, geniş topraklara, güneş ve suya sahip bulunmasına rağmen ülkenin oldukça küçük bir ekonomisi bulunmaktadır. TÜİK rakamlarına göre 2016 yılında ihracatı 3.7 milyar dolar, ithalatı 9.3 milyar dolardır. Aynı yıl Türkiye’nin Sudan ile ticaretinde ihracatı 460.474.000 USD, ithalatı 49.636.000 USD seviyesindedir. 2017 yılı verilerinde ihracat 395.156.473 USD ve ithalat 86.166.589 USD tutarındadır. 2018 yılı geçici verilerine göre ihracat 360.892.697 USD, ithalat 73.173.074 USD seviyesindedir.[1] Rakamlardan da görüldüğü üzere Sudan, Türkiye ile olan ticaretinde sürekli açık vermektedir. Bu durum diğer ülkelerle olan ticareti için de geçerlidir. Sudan, en fazla ihracatını 11.404 milyon USD ile 2010 yılında gerçekleştirmiş bulunmaktadır. Fakat ihracatı 2011 yılında bir milyar dolardan fazla bir düşüş ile 10.193 milyon USD düzeyine geriledi. Bu gerileme takip eden yılda 4 milyar seviyesi gibi yarıdan daha fazla bir düşüş oranı ile sonuçlandı. Son üç dört yılda ise 3 milyar USD seviyesinde seyretmektedir. İhracattaki bu keskin düşüşün esas sebebi 2011 yılında ülkenin bölünmesi ve petrol kuyularının güneyde kalması neticesinde petrol ihracının bitmesidir.

En büyük dış ticaret hacmi Çin ile gerçekleştirilmektedir. Ancak Çin’in genel Afrika siyaseti bağlamında ticaretini daha küçük gösterme gayreti sonucunda mal ve hizmet alımlarındaki rakamlar tam şeffaf ve kesinlik içermediğinden Çin ile yaptığı dış ticaretin hacmi resmi kayıtlardan daha yüksektir. Çin ile yapılan uzun vadeli kredi anlaşmaları sonucunda inşa edilen yol, elektrik üretim-iletim ve dağıtım şebekesi, baraj, köprü gibi altyapı ve müteahhitlik hizmetleri de iki ülke arasındaki ticarette önemli yeri vardır. Ancak borçların geri ödemeleri ilerleyen yıllarda Sudan ekonomisini zorlayacak görünmektedir.

2005

 6.757
20068.074
20078.775
20089.352
20099.691
201010.045
20119.236
20129.230             9.230
20139.918             9.918
20149.211             9.211
20159.509             9.509
20168.323
20176.117

  Yıllara göre Sudan’ın ithalatı[2]

Beyaz Nil eyaletindeki (Kosti) Kenane şeker fabrikasından başka hatırı sayılır ihracata yönelik bir sanayi tesisi bulunmamaktadır. Canlı hayvan, susam, pamuk, şeker ve altın en büyük ihraç kalemlerini oluşturmasına rağmen gıda ve her türlü sanayi malı ithalat ile karşılanmaya çalışıldığından ihracatın ithalatı karşılama oranı % 35-40 gibi düşük bir seviyededir. Oluşan cari açık dış yatırım, yardımlar, gümrük gelirleri ve işçi dövizleri ile kapatılmaya çalışılmaktadır. Gümrük gelirleri bütçede önemli bir kalem olarak yer almaktadır. Ülkede düzenli işleyen vergi sistemi bulunmadığından ve ihtiyaçlar üretim yerine ithalat ile karşılandığından dolayı piyasadan toplanamayan vergiler gümrük vergisi olarak tahsil edilmektedir. Ancak gümrükler ve alınan yardımlar bir takım bürokratik oyunlar ile rant aktarımına konu olmaktadır. Döviz gelirlerinin bir kısmı da hatırı sayılır miktardaki Sudanlının körfez ülkelerinde çalışarak gönderdiği paralar oluşturmaktadır. Bunlar ekonomiye can suyu vermektedir. İngiltere’de çalışan çok sayıdaki Sudanlı doktor ve mühendisin gönderdiği paralar da önemli bir yekûn tutmaktadır. Kriz döneminde bile ülkedeki inşaatların devam ediyor olması yurtdışından gelen gurbetçi dövizleri ile alakalıdır.

Güven ortamının bulunmaması, ambargo ve uluslararası yaptırımlar, banka transfer sıkıntısı, döviz sıkıntısı, kurumsal ve oturmuş iktisadi ve siyasi kültürün bulunmayışı, gümrük oranlarındaki keyfi kararlar alınabilmesi, günü kurtarma gayretleri neticesinde yapılan uluslararası anlaşmalara sadık kalınmaması yatırım ortamını ve dış yatırımcıyı caydırıcı etki yapmaktadır. Yerli ithalatçı ve ihracatçının yanı sıra yatırımcılar da banka ve kambiyo işlemlerinde sıkıntı çekmekte, döviz bulma ve transfer yapmak ayrı bir sorun teşkil etmektedir.

Döviz kıtlığından dolayı Sudan Merkez Bankası kur üzerinde baskı uygulamaktadır. Resmi kur ile piyasa kuru arasındaki fark % 50 ile 70 seviyelerindedir. 10 Nisan 2019 tarihli Merkez Bankası resmi dolar kuru alış 47.50, satış 47.73 seviyesinde gerçekleşmiş bulunmaktadır.[3] Aynı tarihte Hartum’daki serbest piyasayı belirleyen Sûku’l-Arabî’de (İstanbul’daki Tahtakale’nin muadili) dolar alış 75 cüneyh, satış ise günlük çek ile 88-90 cüneyh üzerinden (nakit para ile satış yapılmadığından) işlem görmekteydi. Dış ticaret Dubai’deki bankalar üzerinden gerçekleştirmektedir. İhracatçı dolar olarak gelen parasını döviz olarak alamamakta, resmi kur üzerinden ancak cüneyh olarak tahsil ederek piyasa-merkez bankası kur makasından dolayı da ortalama % 50 zarar ile ticaretini tamamlayabilmektedir. Dış ticaret ile gelen dövizler yandaş kişi ve kurumlar aracılığı ile piyasaya verilerek ihracatçının zararı nispetinde bir takım gruplar rant elde etmektedir. Kar etmek bir yana kur farkından dolayı büyük bir riske (zarara) girdiğinden dolayı iş adamı ihracatı bırakma noktasına gelmiş bulunmaktadır. Cari açığı kapatmak ve döviz geliri elde etmek için ihracatı arttırması gereken hükümet, icraatları ile dış ticareti bitirme noktasına getirmiştir.

Sudan’daki bankacılık sektörü hem kırılgan hem de zayıf bir yapıya sahiptir. Bunda yaptırım ve ambargoların etkisi kadar hükümete duyulan güvensizliğin de katkısı bulunmaktadır. Halk paralarına el konacağı veya vergi alınacağı veya istediği zaman geri alamayacağı endişesi ile varlıklarını bankalara yatırmamaktadır. 2010 yılında Merkez Bankası dâhil Sudan’daki bütün bankaların toplam mevduatı veya sermayeleri Türkiye’deki bir katılım bankasının mevduatının yarısına bile karşılık gelmemekteydi. Mart-Nisan dönemi itibariyle Sudan Merkez Bankası’nın içi boşaltılmış, bütün döviz ve yerel para stokları bitirilmiş durumdadır. Buna ilave olarak bankaların Merkez Bankası’nda tutmak zorunda oldukları munzam karşılık hesapları da boşaltılarak bankaların sermayeleri eritilmiştir. Mevcut durumda Merkez Bankası dâhil Sudan’daki bütün bankalar gerçekte ya iflas etmiş ya da aktifleri açısından sıkışık bir duruma gelmiş bulunmaktadır. İvedilikle bankaların sermaye yapılarının düzeltilmesi açık ifadeyle bankalara para aktarılması gerekmektedir ki bunun için acil dış kaynağa ihtiyaç duyulmaktadır. BAE, Abu Dabi Kalkınma Fonu (ADFD) aracılığı ile 28 Nisan’da bankaların ihtiyaç duyduğu mali desteğe (yardıma-krediye) istinaden 250 milyon USD para aktarımında bulundu.[4] Bu miktar ihtiyaç duyulanın mali desteğin az bir kısmını karşılıyor olsa da acil ihtiyaçlar için önemli bir katkı oluşturdu.

Bununla birlikte 55 milyar USD dış borcu olduğu söylenen Sudan’ın mevcut borçları dahi ödeyemezken nasıl yeni borç(lar) bulacağı veya bulduğu borçların ihtiyacının ne kadarını karşılayacağı en temel sorun olarak ortada durmaktadır. Uluslararası finans kuruluşları ve Batılı devletlerden veya Körfez ülkelerinden hibe-bağış verecek olanlar ise (Suudi Arabistan hariç) ne kadar hızlı hareket edecekleri belirsizdir. Ayrıca dış borç bulabilmek için Askeri Konsey, uluslararası desteğe ihtiyaç duymakla birlikte bu desteği verecek olan uluslararası kuruluşların talepleri arasında güvenilir ve mahir bir ekonomi ekibi ile bu ekibin arkasında sağlam şekilde durabilecek (sivil) siyasi bir iktidarın bulunması veya en azından askerler ile sivillerin arasında sağlam bir uzlaşmanın sağlanması olacaktır. Çünkü Sudan ekonomisi şuan tam bir enkaz halindedir ve yoksulluk içindeki geniş halk kitlelerinin kendilerine dayatılacak olan acı reçeteye nasıl razı edilecekleri sorusu hala ortada durmaktadır.

Enflasyondaki hızlı yükseliş, döviz kurunun artışı cüneyhin alım gücünü düşürerek emisyona olumsuz yönde etkisi oldu. El-Beşir iktidarına yönelik protesto ve gösterilerin sebepleri arasında piyasadaki banknot bulunamaması ve bankalardan para çekilememesiydi. Piyasadaki en büyük banknot 50 cüneyh değerindedir ve resmi kura göre yaklaşık bir Amerikan dolarına, piyasaya göre ise yaklaşık 70 cent-dolara tekabül etmektedir. Hükümetin aldığı tedbirler arasında 100 ve 200 cüneyhlik banknotların tedavüle çıkarılması bulunmaktadır. Ancak mevcut kur ayarlamaları (devalüasyon) ve enflasyon oranları ile daha büyük banknotların basılması gündeme gelecektir.

Afrika’nın genelinde olduğu gibi Sudan’da da halkın birincil şikâyetini işsizlik oluşturmaktadır. 2017 yılında Sudan’da yapılan bir araştırmada halkın en fazla şikâyetçi olduğu konular işsizlik, yoksulluğun azaltılmasına yönelik (yetkililerdeki) ilgisizlik ve ekonominin kötü yönetilmesi olarak ifade edilmiştir.[5] Aşağıdaki tabloda da görüldüğü üzere 2013-2015 yılları arasında Afrika genelinde yapılan toplumsal gösterilerin birincil sebebi 11.8 ile özel sektördeki ücretlerin arttırılması; ikinci olarak 9.1 ile devlette çalışanların ücretlerini arttırılmasına yönelik talepler ve üçüncü olarak da 8.9 ile daha iyi çalışma şartlarının sağlanmasıdır.[6]

Sudan’da memur maaşları ve asgari ücret oldukça düşüktür. Son birkaç yıla kadar asgari ücret ile düşük mevkideki memurların maaşları yaklaşık 90-100 USD civarında bulunmaktaydı. Bu rakam günlük üç dolar gibi oldukça düşük bir miktar olmasına rağmen halk bir şekilde geçimini sağlamaktaydı. 2019 Mart-Nisan döneminde memur maaşları veya asgari ücret 1.500 cüneyh seviyelerindedir. Bu miktar resmi kura göre yaklaşık 30 USD, piyasaya göre ise 20 USD seviyelerine tekabül etmektedir. Dünyadaki geri kalmış ülkelerdeki fakirlik ve yoksulluk ile ilgili araştırmalarda insanların günlük bir-iki dolar ile geçinmeye çalıştıkları ifade edilmektedir. Bu hesaba göre Sudan’daki bir memur günlük bir dolar kazanmaktadır. İnsanların günlük bir dolarla kamu veya özel sektörde çalıştırılması gerçek bir istihdam mıdır? Mezkûr şartlar altında muhalif-göstericilerin arasında alt seviyedeki polis, asker, memur gibi kamu görevlilerinin bulunması veya örtülü destek vermesi şaşırtıcı olmamaktadır.

2017 yılının Ekim ayında uluslararası yaptırımların arttırılmasının akabinde Sudan cüneyhi hızla değer kaybetmeye başladı. Yeterli dövizi olmayan ve ihracatın ithalatı karşılama oranı üçte bir düzeyinde bulunan ülkede döviz kıtlığına bağlı olarak gümrük oranlarının yükseltilerek ithalatın azaltılması yöntemine başvuruldu. Ancak bu tedbir ithal ürünler ile akaryakıt fiyatlarının yükselmesine sebebiyet verdi. Akaryakıt ürünlerinin zamlanması ulaşım ve taşımacılığı pahalılaştırırken tarımsal girdi fiyatlarını da yükselterek pazardaki gıda fiyatlarının yanı sıra 2018 yılı hasat ürünlerin de zamlanmasına sebep oldu. Bunun yanında hükümet hemen tamamen ithalata dayalı olan buğdaydaki sübvansiyonları 2018 bütçesinden kaldırınca geleneksel gıda-tarım ürünleri olan darı (zürre) ve sorguma olan talep arttı ve Kasım 2017 tarihinden Ağustos 2018 tarihine kadar kademeli olarak fiyatlar yaklaşık üç kat yükseldi.[7]

Sanayi, İmalat ve Tarımsal Yapı

Sanayi ve imalat sektörü zayıf, fabrikalar geri teknoloji ile kalitesiz üretim yapmaktadır. Kenane şeker fabrikası gibi birkaç tesis dışında rekabet imkânı bulunmayan sanayi sektörü ithal ikameci bir yapı arz etmektedir. Dış yatırımcı gelmezse mevcut tesisler düşük, verimsiz ve kalitesiz şekilde üretime devam edebilecektir. Kalite ve kapasite olarak rekabetten uzak yapılarından dolayı bu firmaların iç piyasa hâkimiyetleri gümrükler ve korumacılık vasıtasıyla sürdürülmektedir. Gümrük oranlarının düşürülmesi veya yeni teknolojilere sahip tesislerin ülkede kurulması ile mevcut tesisler ya teknolojilerini yenilemek zorunda kalacaklar ya da kapanacaklardır. İstihdam için dış yatırıma ihtiyaç duyulmakta, bu gerçekleştiği zaman ise mevcut tesis ve işletmelerin (yerli sermayenin) rekabete dayanamayarak piyasadan silinme riski bulunmaktadır. Sudan’ın içinde bulunduğu açmazlardan biri de budur. Dış yatırımcının gelmesi için öncelikle ambargo ve yaptırımların kaldırılması, bankacılık işlemlerinin düzeltilmesi gerekmektedir. Ancak mevcut durumda bu şartların kısa sürede değişmesi çok zor görülmektedir.

Diğer önemli bir faktör ise elektrik üretimidir. Mevcut haliyle ülkede elektrik yetmemekte, bölgesel kesintiler ile bu yetersizlik ötelenmeye çalışılmaktadır. Sudan’daki firmaların (sanayi tesisi) en fazla yüzde yirmisi (% 0 ile % 20), evlerin ise en fazla yüzde yetmiş dördü (% 34 ile % 74) güvenli bir elektrik arzına sahiptir.[8]  Elektrik yetersizliği sebebiyle Türk sermayeli haddehanenin elektrik sorunu 7-8 yıldır çözülemediğinden tesis kendi elektriğini jeneratörler vasıtasıyla daha pahalı bir şekilde temin etmeye çalışmaktadır. Mevcut sanayi tesisleri ve şehirdeki tüketime yetecek elektrik yokken yeni tesislerin kurulması da sıkıntılıdır.

Ülkede elektrik Nil nehri üzerine kurulu hidroelektrik tesisleri ve Hartum’daki (Bahri) elektrik santralinden karşılanmaya çalışılmaktadır. Coğrafi ve siyasi şartlar gereği nehir üzerine fazla baraj yapma imkânı kısıtlıdır. Bahri bölgesindeki elektrik santrali ise fuel-oil ile çalışarak elektrik üretmektedir. Tesis kurulduğu dönemde güneyden çıkan petrol bol ve rafineriden elde edilen fuel-oil ucuz olduğu için tesis rahatlıkla çalışabilmekteydi. Ancak bölünmenin ardından petrol arzı durunca tesis için yeterli yakıt temin edilemediğinden üretimde aksamalar meydana gelmektedir. Ülkede kömür yatakları olmadığından termik santral kurulamamakta, rüzgâr yetersiz, nükleer santral ise ütopya durumunda olduğundan uzun bir süre daha elektrikte sıkıntı devam edecek gözükmektedir. Bu da sanayileşmeyi olumsuz yönde etkilemektedir.

İstihdam ve yatırım açısından diğer bir sorun ise insan kaynağıdır. Sudan genelinde kalifiye eleman yetersizliği yanında çalışma kültürü düşüklüğü ve işçi hakları imalatı olumsuz yönde etkileyen bir yapıya sahiptir. Diğer bir nokta ise “Hartum Sendromu”[9] olarak tanımlayabileceğimiz sosyolojik ve psikolojik durumdur. İnsanlar, sosyal hafızada hala mevcudiyetini koruyan ve 19. yüzyılda (veya daha önceki dönemlerde) köleler tarafından icra edilen işleri veya bu işlerle iltisaklı olan fiilleri yapmaktan geri durmakta veya bunları gönülsüzce yapmak zorunda kalmaktadır. Hükümet toplumdaki bu önyargı veya ayrıştırıcı düşünceyi ortadan kaldırmak için gayret sarf etmelidir.

Siyasi Yapı

Ömer el-Beşir’in yaptığı darbenin (1989) üzerinden otuz yıl geçmesine ve seçimlerin yapılarak sivil idarecilerin iş başında olmalarına rağmen yönetimde askerlerin etkisi ve gücü bu süre zarfında devam etmiştir. El-Beşir iktidarı üç temel saç ayağı üzerine kuruluydu: Askeriye (ve İstihbarat), Ulusal Kongre Partisi ve Siyasal İslam ideolojisi. Muhalif ve göstericiler, şimdi bu yapıları geçmiş dönemin destekçileri olarak sorgulamakta ve bu süreçteki bazı klikler bunların tasfiyesi için çalışmaktadır.

Devlet yönetimi her ne kadar sivil görüntü verse de ülke cunta tarafından yönetilmekteydi. Generallerin bu kadar güçlü olması, hesap verme zorunluluğunun bulunmaması, adam (kabile mensuplarını) kayırma, rüşvet ve yolsuzluk ağındaki kliyentalist şebekeleşmeler bu dönemin alamet-i farikası haline geldi. Sudan’da orta ve büyük ölçekli iş yapabilmek için mutlaka bir bakan veya general ile ortaklığınızın bulunması gerekmektedir. Generallerin yolsuzlukları artık sıradanlaşmış ve kanıksanmış bir durumdadır. Mevcut devlet başkanı ve Askeri Geçiş Konseyi’nin çoğunluğu askerlerden oluşmaktadır. Mezkûr askerlerin de el-Beşir döneminde söz konusu yozlaşmaya bulaşmış olmaları ihtimal dâhilindedir. Halkın sivil iktidar talebinin sebeplerinden biri otokrat cuntadan kurtulmak ise, diğeri generallerin yolsuzluklarıdır. Eski dönemde söz sahibi olan istihbarat yöneticileri ile generallerin tasfiyesi bu kurumlardaki Ceyli kabilesi ağırlıklı yapıyı da derinden etkileyecektir.

Ulusal Kongre Partisi’nin (UKP) gelecekte fazla bir fonksiyonu kalmayacaktır. Aynen Cafer Muhammed el-Nimeyri’nin Sosyalist Birlik Partisi’nin 1985 yılında yapılan darbenin ardından ortadan kaybolmasına benzer bir süreci yaşayacaktır. El-Beşir iktidarı ile özdeşleşmiş olan UKP halkın gözünde bitmiş, işlevini tamamlamış olduğundan artık tasfiye olacak, yeni partiler siyasi hayata katılacaktır.[10]

El-Beşir, Sudan’da “Siyasal İslam” ideolojisini temsil eden bir iktidar yapısına sahipti ve ülkenin “şeriat” kanunlarına göre yönetildiğine dair bir iddiası bulunmaktaydı (Şeriat, rüşvet yolsuzluk, baskı ve adaletsizliğe izin veriyor mu?). Otuz yıllık iktidar süresince şeriatın hâkim kılındığı ifade edilmektedir. Muhalif ve göstericiler, Siyasal İslam ve onun temsil ettiği sembollerden yılgınlık ve bıkkınlık ifadeleri sarf etmektedirler. Yeni dönemde İslam ve devlet ilişkisi önemli tartışmalara vesile olacak ve nihayetinde mevcut siyasal düzen terk (tasfiye) edilecektir.

El-Burhan’ın ilk yaptığı açıklamalardan biri olan “el-Beşir iktidarını temsil eden sembollerin kökü kazınacak” ifadesi yapısal reformları mı işaret etmekte, yoksa popülist bir yaklaşım neticesinde kullanılmış bir söz mü olduğu gelecek için önem arz etmektedir.  Cevap her ne olursa olsun ekonominin büyütülmesi, işsizliğin azaltılması için siyasi, sosyal, iktisadi, zirai, askeri, eğitim alanlarında ivedilikle köklü yapısal reformlara ihtiyaç duyulmaktadır. Dış yatırımcının ülkeye getirilmesi bunun için de güvenilir, şeffaf ve hesap verebilirliği olan bir siyasi kadro liderliğinde bir siyasi-iktisadi ortamın oluşması lazımdır. Kanunlar adil ve herkese eşit olarak uygulanmalı, rüşvet, kayırmacılık olmamalıdır. Halk 30 yıllık otokratik ve despotik bir yönetimden ve ülke kaynaklarını sömüren oligarşik yapıdan bıkmış durumdadır. Cin bir kere lambadan çıkmış bulunmaktadır. Eğer reformlar hakkıyla yapılmazsa halk yeniden meydanlara inerek hakkını ve hak ettiğini düşündüğü idareyi arayacaktır.

El-Burhan başkanlığındaki Askeri Geçiş Konseyi ilk önce Suudi Arabistan tarafından tanınmış ve 15 Nisan’da yapılan Suud kabine toplantısında alınan kararla “Sudan’ın huzur ve güvenliğini yeniden tesis etmek için çalışan Askeri Geçiş Konseyi’nin faaliyetleri ile Sudan halkını desteklemek için” para, un ve akaryakıt gönderilmesi kararlaştırılmıştır.[11] Akabinde BAE, Mısır ve Etiyopya da konseyi tanıdığını ifade etmiş bulunmaktadır. Avrupa Birliği ve ABD, konseyi tanımadıklarını ifade ederken Rusya ve Çin’den kayda değer bir açıklama gelmemiştir. Suudi Arabistan ve BAE’nin hibe-yardım desteği önemli ancak yeterli değildir. ABD ve Avrupa Birliği temkinli hareket ederek kazanımlarını arttırma gayreti içerisinde bulunmaktadır. Türkiye’nin var olan bu dengede ciddi sorumluluk üstlenmesi isabetli olacaktır.

ABD ve Avrupa Birliği, gösterilerin başladığı ilk günden itibaren doğru ve tutarlı politika ve Kamu Diplomasisi örneği sergilemektedir. Darbe ile ilgili son gelişmelerin ardından başta Suudi Arabistan, BAE ve Mısır’ın darbeci el-Burhan’a destek açıklamaları sonrasında göstericiler ellerinde taşıdıkları dövizler ve yaptıkları açıklamalar ile “Suudi Arabistan ve Körfez Ülkeleri’nin paralarını istemediklerini, ellerini ülkeden çekmelerini” talep etmektedirler. Askeri diktanın hamisi durumuna düşerek muhalif ve göstericilerin tepkisini (nefretini) celp etmektedirler. Bunun yanında ABD ve Avrupa Birliği ise Askeri Geçiş Konseyi’ni desteklemediklerini ve halkın iradesini yansıtacak sivil bir iktidara geçilmesini arzuladıklarını beyan ederek muhalif-gösterici-halk kitleleri ile görüş birliği (empati) oluşturmak suretiyle kendilerine yönelik mevcut nefret ve düşmanlık söylemlerinin esasında eski (askeri) yöneticilerin ve cuntacıların siyasetlerinden kaynaklandığı algısını yerleştirmeye çalışmaktadırlar. Şunu da belirtmek gerekir ki Trump döneminde ABD, Afrika’ya fazla bir müdahalede bulunmamakta, herhangi önemli bir girişime başvurmamaktadır. Sudan olayında da yakın müttefiki olan Suudi Arabistan üzerinden (veya Suudi Arabistan’ın politikalarına müsaade ederek) kendi kazanımlarını devşirmeye çalışmaktadır. Tıpkı zamanında Batı ve Merkezi Afrika’da AB ülkelerinden Fransa üzerinden dizayn sürecini kontrol ettiği gibi…

Kamu diplomasisini doğru ve yerinde kullanan ABD ve Avrupa Birliği, kazanım elde ederken Türkiye bu konuda biraz pasif kalmış bulunmaktadır. Kamu diplomasisi daha iyi yönetilerek muhalif-gösterici ve halkın Türkiye algısı olumlu yönde inşa edilmesi gerekirken (doğru veya yanlış) bir şekilde çıkan haberde Türkiye’nin göstericilere karşı kullanılmak üzere (20 konteyner) göz yaşartıcı gaz gönderdiği söylentisi Sudan kamuoyu üzerindeki Türkiye algısına zarar vermiş bulunmaktadır. Kamu diplomasisi sosyolojik ve psikolojik gerçekler göz önünde bulundurularak geçmiş iktidarın askeri kökenli olmasına rağmen daha sonra yapılan seçimler sonucu “seçilmiş, meşru bir iktidar” olduğu vurgusu ve mevcut Geçici Askeri Konsey’in ise “geçiciliği” üzerinden sivil iktidara bir an önce geçilmek istendiği vurgulanmak suretiyle Türkiye algısı olumlu yönde değiştirilebilir. Muhalif olarak bilinen birkaç kişiye de Türkiye’nin daima Sudan halkının yanında olduğu tarzında sistematik açıklamalar yaptırılarak kamu diplomasine işlerlik kazandırılabilir.

Sudan, 1993 yılında terörü destekleyen ülkeler listesine alınarak yaptırım ve ambargo sürecine sürüklendi. El-Beşir hükümeti, el-Kaide lideri Usame bin Ladin’in Hartum’dan yaklaşık 300 km uzaklıktaki Beyaz Nil eyaletinin başkenti Kosti yakınlarında toprak zeminli bir havaalanının da bulunduğu bir bölgede kalmasını sağlamıştı. Ayrıca FKÖ ile yakın ilişkisi olan ve özellikle Fransa’ya karşı girişimlerde bulunan Venezüellalı Hıristiyan terörist Çakal Carlos’u (Ilich Ramirez Sanchez) barındırması ve destek vermesi sonucunda Sudan, ABD tarafından terörü destekleyen ülkeler listesine dâhil edildi ve yaptırım kararı alındı. Bunun üzerine el-Beşir, Usame bin Ladin’i ülkeden çıkarırken Çakal Carlos’u Ağustos 1994 tarihinde Fransız istihbaratına teslim etmek suretiyle mezkûr listeden çıkmaya çalıştıysa da olayın üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen halen bu mümkün olmamıştır. Yaptığı icraatlar ile Sudan’ın mezkûr listeye girmesine sebep olan el-Beşir’in iktidardan düşmesine rağmen ABD, Sudan’ı listeden çıkartmayarak el-Burhan’dan terörün desteklenmesinin terk edilmesine ve ileride desteklenmeyeceğine dair kendisini ikna edecek sağlam niyet ve icraatlarda bulunmasını istemektedir. Bu isteklerin altı nasıl doldurulacak, terör ve terörist tanımı neye göre şekillenecektir? Bu istek ve taleplerin ucu açık olup hangi tavizlerin verileceği ve ne gibi radikal kararların alınacağını (aldırılacağını) zaman gösterecektir.

Tarih boyunca Mısır’daki gelişmeler Sudan’ı etkilemiş veya bazen de Sudan, Mısır’ı etkilemiştir. El-Burhan’ın yukarıda da ifade edilen açıklamasında el-Beşir iktidarına ait bütün sembollerin kökü kazınacak ifadesinin ucu açıktır ve geniş bir niyetin ifadesini göstermektedir. Burada el-Burhan, kendisine Mısırlı mevkidaşı es-Sisi’yi örnek alacak gibi görülmektedir. Suudi Arabistan, BAE destekli Mısır Genelkurmay başkanı Sisi, iktidardaki İhvan-ı Müslimin’e karşı darbe yaparak seçilmiş hükümet olan el-Mursi iktidarını devirdi ve akabinde Mısır’da tam manası ile bir eksen kayması meydana geldi. Bu denklemde Mısır İhvanı, Suud yönetimi ve BAE tarafından terörist örgüt olarak tanımlanmakta olduğu unutulmamalıdır. Meşruiyet ve ikbal arayan Sisi, Suud yönetiminin isteklerini harfiyen yerine getirerek İhvan hareketi ve onun temsil ettiği değerleri Mısır’da silmeye çalışmaktadır. Sudan’daki Siyasal İslamcılar ve İhvan benzeri yapılar (ve muhtemelen tarikatlar) terörist veya terör şüphelisi sıfatıyla Suud’un siyasi ve mali gücü kullanılarak (el-Burhan veya sonra gelecek olanların eliyle) bitirilmeye çalışılacaktır. Sudan’ın sosyal ve dini yapısının temelini oluşturan tarikatlar de uzun süredir Suud yönetiminin hedefindedir. Suudi Selefiliği, tarikatları kabul etmemekte, şeyhleri şirk içinde olmakla suçlamaktadır. Yeni dönemde Sudan’da mezkûr dini teşekküllerin, Mısır’da olduğu gibi ağır eziyet ve yıkıma uğratılarak ortadan kaldırılmaya çalışılmalarının akabinde Selefi destekli IŞİD, DAİŞ, el-Nusra, Boko Haram veya eş-Şebab tarzı yeni bir terör örgütünün Sudan’da çıkması da gelecekteki muhtemel gelişmeler arasında görülmektedir. Bu bağlamda Sudan’daki karar alıcıların bölgenin vekâlet savaşları (proxy wars) senaryolarına dahline asla müsaade etmemelidir.

Meşruiyet ve para arayan el-Burhan, Sudan’ı “Küre İttifakı”na dâhil ederek es-Sisi gibi devlet başkanı olmaya çalışması diğer bir olasılık olarak ortada durmaktadır. Ancak muhalif-göstericilerin sivil iktidar ısrarı ya başarıya ulaşacak ya da daha otoriter ve baskıcı bir askeri yönetim ülkeyi yönetecektir. El-Burhan, bu süreçte “Küre İttifakı” mensuplarının diğer taleplerini de yerine getirmeye çalışacaktır. El-Beşir, Sudan’ı “Küre İttifakı”na dâhil etmemiş, buna direnmiş ve bu siyaseti ile de tepkileri üzerine çekerek iktidardan uzaklaştırılmıştır. Ancak sorumlusu olduğu iktisadi, sosyal ve siyasal hatalar sonucunda çıkan kriz ile ülkeyi (yeni yönetim eliyle) “Küre İttifakı”na doğru sürüklemenin baş müsebbibi olmuştur. İçinde bulunulan iktisadi kriz sonucu ülke Suudi Arabistan ve Batılı kredi kuruluşlarına muhtaç duruma getirilmiştir.

İlerleyen süreçte Sudan’ın sosyal ve siyasal yapısının değiş(tiril)mesi de gündeme gelecektir. Sudan’ın bugün yaşadığı sorunların temeli İngiliz işgal döneminde başlatılan bazı uygulamalara dayanmaktadır. Sudan’daki “Türk Dönemi”nde merkezi bir idare sistemi kurulmuş ve idareciler de çoğunlukla liyakate göre görevlendirilmişti. İşgal döneminde ise bu uygulama terk edilerek adem-i merkeziyetçilik uygulanmış, her kabile kendi bölgesinde daha etkili bir konumda değerlendirilmişti. Bağımsızlıktan sonra da kabileler etkilerini devam ettirerek belli kurum ve bakanlıklarda daha fazla söz sahibi oldular. Bu bağlamda Sudan’ın içyapısına muttali olanlar aslında ülkenin kabileler federasyonu şeklinde idare edildiğini de bilmektedirler. Örneğin, vilayetlerin üst yönetimleri, istihbarat ve orduda Ceyli kabilesi mensuplarının etkileri baskındır.

Bağımsızlığını kazandığından beri Sudan’ın Arap kimliğini oluşturan ve oluşmasını sağlayan temel etnik grup Ceyli kabilesidir. Ceyli kabilesi mensupları kendilerini Sudan’da en fazla Arap kanı taşıyan kabile olarak görmekte ve soylarını Hazret-i Peygamber’in (SAS) amcası Hazreti Abbas’a dayandırmaktadırlar.[12] El-Burhan da bir Ceyli mensubu olmasına rağmen gelecekte el-Beşir’in sembollerini kazımak gerekçesine sığınarak askeri, idari ve siyasi makamlardaki Ceyli mensuplarını da dışlayacağı öngörülmektedir. Sudan’ın Arap kimliği aza(ltı)lırken Afrikalı kimliği öne çıka(rıla)cak veya Arap kimliğinin yanında Afrikalı kimliği de daha baskın şekilde vurgulanarak Darfur sorunu hem Sudan hem de dünya gündeminde daha fazla yer alacak, Beca kabileleri de kendilerinden daha fazla söz ettirerek ön plana çıkacaktır. Sudan siyasetinde Darfur kökenliler daha etkin olmaya başlayacak, Kebâbiş kabilesi kökenlilerin bürokrasideki üstünlükleri devam edecektir.

Meşruiyet ve mali desteğe ihtiyaç duyan el-Burhan ve konseyin fazla direnç gösterecek imkân ve kabiliyetleri bulunmamaktadır. Üstelik ABD, yönetimin sivillere bırakılmasını talep ederek baskının şiddetini arttırmaktadır. Sivillerden kasıt nedir ve bu sivil idare Sudan özelinde hangi kabilelerden daha fazla şekillenecektir sorusu önem arz etmektedir. Bu sebeplerden dolayı Askeri Konsey popülist icraatlara başvurmadan ve zaman kaybetmeden ivedilikle radikal kararlar almak ve halkın güvenini kazanarak öncelikle halkın nazarında meşruiyetini arttırmak zorundadır. Halkın talepleri arasında başta el-Beşir ve Salih Kuş (Salah Guş) olmak üzere eski dönem yöneticilerinin Hüsnü Mübarek gibi yargılanması bulunmaktadır. Ancak bunun gerçekleştirilmesi veya bu yönde bir girişim Sudan özelinde zor ve sıkıntılı bir sürecin de başlangıcını ifade etmektedir. Şayet bu sürece girilirse küresellerin sürece müdahalesine asla izin verilmemeli ve şeffaflık korunmalıdır. Bu noktada el-Burhan ciddi bir açmaz içindedir. Eğer yargılamaları yapar ve eski yöneticileri cezalandırırsa kendi tabanını ve kabile mensuplarını tırpanlamış olacaktır. Bu yola başvurduğu zaman da mevkilerini, imtiyazlarını ve etkinliklerini kaybetmek istemeyen güçler el-Burhan’a karşı bir darbe veya suikast yapmaları da ihtimal dâhilindedir. Eğer yargılama ve cezalandırma olmazsa halkın ve muhaliflerin ve hatta dış güçlerin beklentileri gerçekleşmeyecek olacağından Askeri Konsey’in iç ve dış meşruiyeti sorgulanacaktır. Askeriye, polis ve istihbaratta bu şekil bir tasfiye sürecinin başlatılması güvenlik zafiyeti oluşacak, can ve mal emniyeti kalmayacaktır. Şuanda bile bu zafiyet hissedilmeye başlandığından Hartum başta olmak üzere büyük kentlerde hissedilir bir oranda hırsızlık olaylarında artış görülmektedir. Zafiyet alenileştiği zaman yokluk ve yoksunluk içindeki halk yağmalama girişimine tevessül edecektir.

Güvenlik güçleri arasında tam bir fikir ve hareket birlikteliği de yoktur. Gösteriler sırasında güvenlik güçlerinin bir kısmı göstericilere karşı güç kullanılmasına ve dağıtılmalarına karşı çıkmış, bu tür bir girişime engel olarak muhalif ve göstericilerin yanında yer almış veya açık-örtülü destek vermiştir. Özellikle genç ve düşük rütbeli asker ve polislerin muhalif-göstericiler safında yer aldığı veya fikir birliği yaptığı gözlemlenmektedir. Bu da bize güvenlik güçlerinin birlikte hareket etmedikleri, kendi içlerinde bölündüklerini göstermektedir.

Devlete Güven

Bir ülkede yasama, yargı ve yürütmeye karşı duyulan güven büyük önem arz eder. Aşağıdaki tabloda Afrika’daki bazı ülkelerin halklarının Cumhurbaşkanı, başbakan ve polis ile askere olan güvenlerinin oranları verilmektedir. Tabloda görüldüğü üzere 2014-2015 yılı araştırmasına göre Sudan’da halkın yarıya yakını (%55) devlete (Cumhurbaşkanı, başbakan, polis ve ordu) güven duymaktadır. Mevcut rakamlar 4-5 yıl önceki toplumsal yapıyı ifade etmektedir. Bu dönemde küçük çaplı gösteri ve protestolar olmasına rağmen toplumun nispeten yarıya yakını (birbirlerine eşit bir şekilde) devlete (veya hükümete) karşı destek-muhalif durumda bulunduğundan topyekûn bir isyan olmamıştır. Ancak iktisadi, siyasi ve sosyal sorunlara mevcut iktidarın çözüm getirememesi veya getiremeyecek olması, ağırlaşan iktisadi yapı ile orantılı olarak güvenlik güçlerinin baskısının artması devlete olan güven oranını düşürmüş ve halkı isyan noktasına getirmiştir. Mevcut iktidarın birtakım vaatler ve geleceğe dönük taahhütleri geniş halk kitleleri üzerinde artık anlam ifade etmez olmuştur. Bunun neticesinde mevcut hükümet veya yukarıda adı geçen ve devlet olarak isimlendirilen kurumların toptan değişimi gündeme gelerek göstericilerin birincil talebi olmuştur.

Devlete güven* (%) | 36 ülke| 2014/2015[13]

* Sadece merkezi icracı kurumlar (cumhurbaşkanı veya başbakan, ordu, polis)
Muhataplara sorulan soru: Aşağıdakilerden her birine ne kadar güveniyorsunuz veya konuşmak için yeterli bilginiz yok mu? (yani muhatapların % kaçı “biraz” veya “çok” şeklinde cevap verdiği)

Türkiye ile Olan İlişkiler

Türkiye ile Sudan arasındaki ilişkiler son dönemlerde hem devlet hem de özel sektör ve sivil toplum kuruluşları üzerinden devam etmektedir. Sudan’da faaliyette bulunan devlet kurumları arasında Diyanet Vakfı, Maarif Vakfı, Yunus Emre Enstitüsü, Ticaret Müşavirliği, TİGEM ve THY bulunmaktadır. Devlet yatırımları ve işbirliği büyük oranda TİKA projeleri üzerinden yürütülmektedir. Sudan, TİKA faaliyetleri olarak Türkiye’nin en fazla para aktardığı beşinci ülke konumundadır. TİKA projeleri arasında Hartum, Sevâkin ve el-Fâşir’deki yenileme (restorasyon) çalışmaları; kalifiye eleman ve teknik personel eğitimleri; zirai alanda bilgi, tohum ve ekipman temini, hastane inşası ilk başta sayılabilecek faaliyetlerdir. Sevâkin adasındaki yeni düzenlemeler çerçevesindeki çalışmalar başlamış ve projenin tahmini tutarı 650 milyon USD olarak öngörülmüştür. Hartum’da bir Türk üniversitesi açılması ve tarım arazilerinin tahsisi için imzalar atılmış ancak henüz herhangi bir kayda değer çalışma başlamamıştır. Türkiye ile olan ticaret nispeten düşüktür ve bunda Türk ürünlerine uygulanan gümrük oranlarının yüksekliği de etkilidir. İlişkiler ağırlıklı olarak TİKA projeleri üzerinden yürütülmekle birlikte bu faaliyetlerin, Sudan’daki karar alıcılar nezdinde daha görünür kılınmasının zemininin oluşturulması büyük önem arz etmektedir. Zira bu yatırımların sağlam anlaşmalarla kayıt altına alınmaması durumunda uzun vadede her iki taraf açısından da zafiyet doğurması muhtemeldir.

Sivil toplum kuruluşlarının geniş bir işbirliği ve yardım çalışmaları bulunmaktadır. Bunlar arasında sağlık çalışmalarının geniş halk kitlelerine ulaşmakta önemli bir etkisi vardır. Katarakt ameliyatları, sünnet, sağlık taraması, enfeksiyon hastalıklarına yönelik tedaviler ilk sıradadır. Ayrıca bu kuruluşların su kuyusu açma, yetimhane işletme, Ramazan yardımları, Kurban kesim ve dağıtım çalışmaları sahada ciddi karşılık bulmaktadır.

Özel sektör yatırımları arasında büyük ölçekli olanlar bulunduğu gibi KOBİ düzeyinde yatırımlar da mevcuttur. Demir-çelik, çimento, tuğla-briket imalatı, tekstil, tarım, deri, mermer, mobilya-dekorasyon, PVC, şehirlerarası otobüs taşımacılığı, tarım makinaları imalatı, madencilik alanlarında Türk yatırımları bulunmaktadır. Ülkede geçmişten gelen ve devam eden gelenek, kanun ve düzenlemeler ile son dönemde ortaya çıkan veya geçmişe nazaran şiddeti artan sorunlar bu şirketleri zorlamaktadır. Sudan hükümetleri ülkeye yatırımcının gelmesini, istihdama katkı sağlamasını arzulamakta ancak iktisadi ortamın veya ticari düzenlemelerin kolaylaştırılması veyahut da keyfilikten arındırılması noktasında fazla bir gayretleri olmamaktadır.

Dış ticaret ile uğraşan veya yaptığı üretimden dolayı ithalat yapmak zorunda olan şirketlerin ABD ambargosu ve uluslararası yaptırımlar sebebiyle para transferi yapmaları sıkıntılıdır. Üretimde kullanılan hammaddelerin ithalinde gümrük muafiyeti olmasına veya muafiyet verileceği anlaşmalarla kabul edilmesine rağmen bu muafiyetlerin yatırım yapıldıktan sonra uygulanmaması, adil ve düzenli vergi sisteminin yokluğu, işçi haklarının objektif olmaması ve işçi-işveren sorunlarının adilane çözülmemesi Türk firmalarının karşılaştığı sorunlarının başında gelmektedir. THY, Hartum operasyonunda dövizdeki merkez bankası-piyasa makasından dolayı sürekli zarar etmektedir. Türk sermayeli haddehanenin elektrik sorunu son 3-4 dönemdir Hartum’da görev yapan büyükelçilerimizin girişimlerine rağmen çözülememiştir.

Sonuç ve Beklentiler

Kabul edilsin veya edilmesin Sudan bugün (sosyal, siyasal, iktisadi, zirai, eğitim, dini) bütün kurumları ile birlikte sistematik bir çöküş yaşamaktadır. Bu çöküşün baş sorumlusu da otuz yıldır ülkeyi yozlaşmış cunta ve kaynakları sömüren oligarşi temelli bir grup ile yönetmeye çalışan el-Beşir’dir. El-Beşir’in kaderi de bu mezkûr çöküşün süreci ile alakalıdır. Çöküşün süresi uzarsa veya tepkiler azalırsa el-Beşir ya yargılanmaz ya da (ev hapsi gibi) az bir ceza ile kurtulabilir. Çöküş hızlı ve ağır olur ise bütün tepkiler el-Beşir ve yandaşlarına yöneleceğinden alacakları ceza da ağır olacaktır.

Esas itibari ile Sudan bir yol ayrımındadır: ya Suriyeleşecek/Libyalaşacak ya da Mısır’a benzeyecektir. Oligarşi düzenini temsil edenler ve askeri dikta (cunta) yöneticileri şahsi çıkar, kazanım ve imtiyazlarını korumak istemektedirler. Ancak farkındalar veya değiller, sahiplenmeye çalıştıkları devletin yolsuzluklara konu olacak fazla bir kaynağı kalmamış durumdadır. Yolsuzlukta ısrar edilmesi, ülkeyi çöküşün eşiğine getirmekten başka bir işe yaramayacaktır.

Ülkenin şuan için birincil sorunu ekonomidir. Ülkenin bu acil ve temel sorununu, askeri cuntanın eliyle çözmesi imkânsızdır. Sivil bir iktidara geçişe ise askerlerin itirazı bulunmaktadır. Orta yol olarak ise teknokratlar hükümeti gözükmektedir. Dış kaynak ve borç temininde daha güvenilir olacakları ve yolsuzluğa bulaşmayacakları düşünülerek ve de geçici oldukları göz önüne alınarak kendilerine destek olunacaktır. Ancak askeri vesayet altında çalışırken otuz yıldır ülkeyi sömüren asker-sivil çıkar çevrelerinin iktisadi ve siyasi imtiyazlarına dokunulduğunda karşılaşılacak baskıya ne kadar dayanabilecekleri ise merak konusudur. Diğer bir konu ise ülkede etnik veya bölgesel karışıklıklar (ayaklanmalar) baş gösterirse bu teknokrat tabanlı hükümetin ne yapacağı ya da nasıl müdahale edeceği ayrı bir sorundur. Bununla bağlantılı olarak bu hükümetin yapacağı müdahaleye vesayeti elinde bulunduran askerler nasıl tepki verecek veya tam tersi olarak askerlerin ağır müdahalesine mezkûr hükümet nasıl razı gelecektir. Bu tarz bir ayaklanma baş gösterirse sıkıyönetim veya OHAL gerekçesi ile bu teknokrat kökenli hükümete de yeni bir darbe neticesinde son verilmesi mümkün görülmektedir. Ülkede darbe süreci veya olasılığı şartlara bağlı olarak devam etmektedir.

Türkiye ile olan ilişkilerin kısa vadede bozulacağı ve orta vadede tekrar düzelme ihtimalinin olduğu görülmektedir. Sudan’da yatırımları olan iş adamları üzerinden Türkiye’ye yönelik aleyhte kampanya başlatılması ihtimaline karşı yetkililerimizin ciddi tedbirler alması büyük önem arz etmektedir. Başta Sevâkin olmak üzere büyük projeler ve tarım alanları ile ilgili anlaşmalar, hızla takviye edilmeli, aksi halde ikili diyalogların güçlendirilmemesi durumunda tek taraflı feshedilmesi söz konusu olabilir. Mezkûr anlaşmaların Suudi Arabistan, BAE ve Mısır’dan (veya daha geniş ifadesiyle Küre İttifakı’ndan) taviz veya maddi yardım alabilmek için sonlandırılmaları veya iptal edilmeleri zamana yayılarak pazarlık araçlarına dönüştürülecektir. Aldığı mali yardımlar sebebiyle mevcut durumda Sudan’da Suudi Arabistan, BAE ve Mısır’ın etkinliği tartışmasız şekilde artmakta ve ileri de daha da artacağı öngörülmektedir.

Türkiye’nin Sudan’a yaptığı yardım, işbirliği ve katkıların önemi anlaşılmış ancak mezkûr katkıların demokratik, adil ve şeffaf bir yönetim olmayınca fazla da bir anlam ifade etmediği veya beklenen faydanın elde edil(e)mediği net bir şekilde görülmüştür. Sudan’ın acilen demokrasi, insan hakları, şeffaflık, adil yönetim, hukukun üstünlüğü ve çağdaş değerler tabanında yeniden yapılandırılması gerekmektedir ve halkın da talepleri bu yöndedir. Türkiye kendi deneyim ve birikimlerini çeşitli alanlarda Sudan’a aktarmaktadır/aktarmayı sürdürmelidir. Şimdi ise sıra demokrasi ve bunu tamamlayıcı kurumlarının Sudan’da yerleştirilmesi yönünde olmalıdır. Ülkede demokratik ve meşruiyeti sağlanmış bir iktidarın mevcut ağırlaşmış sorunları çözmesi daha kolay olacaktır. Aksi takdirde Suudiler ve Körfez ülkeleri gibi para ve diğer yardımları yapmak geçici etki yapacağından ülkenin temel sorunlarına kalıcı bir çözüm getirmeyecektir. Türkiye, kamu diplomasisine ağırlık vererek halkın (sivil toplumun) yanında güçlü bir şekilde yer almalıdır.

DİPNOTLAR

[1] http://rapory.tuik.gov.tr/ Erişim Tarihi: 20.04.2019

[2] http://stat.wto.org/StatisticalProgram/WSDBStatProgramHome.aspx?Language=E  Erişim Tarihi: 01.05.2019

[3] https://cbos.gov.sd/en/exchange-rates Erişim Tarihi: 20.04.2019.

[4] https://aawsat.com/turkish/home/article/1700046/%E2%80%8Bbae%E2%80%99den-sudan%E2% 80%99-250-milyon-dolarl%C4%B1k-mevduat-deste%C4%9Fi Erişim Tarihi: 1 Mayıs 2019

[5] African Development Bank, African Economic Outlook 2017, s.130; www.afrobarometer.org.

[6] African Development Bank, African Economic Outlook 2016, s.119. https://www.afdb.org/fileadmin/uploads/afdb/Documents/ Publications/AEO_2016_Report_Full_ English.pdf Erişim Tarihi:27.04.2019.

[7] http://www.fao.org/3/CA1361EN/ca1361en.pdf  Erişim Tarihi: 20.04.2019

[8] Africa’s Pulse, No:17 (April 2018), The World Bank, Washington, 2018, s.52.

[9] Hartum Sendromu, kişinin köleler veya kölelik ile ilişkilendirilen işleri yapmaktan imtina etmesini veya uzak durma davranışını ifade etmektedir. Bu olgunun tespiti, isimlendirilmesi ve tanımının yapılması tamamen bu çalışmanın yazarına aittir.

[10] Türkiye’nin 1983 yılında ANAP ile yaşadığı sürece benzer bir gelişme ile Sudan’daki tüm eğilimleri kapsayıcı teknokrat kökenli bir liderin ortaya çıkması beklenmektedir.

[11] http://www.arabnews.com/node/1483611/saudi-arabia Erişim Tarihi: 17.04.2019

[12] Yusuf Fadl Hasan, The Arabs and the Sudan, Sudatek, Khartoum, 2012, s.146-154.

[13] https://www.g20-insights.org/policy_briefs/g20-africa-sectoral-policies-delivering-african-citizens-demands/ (Figure 17). Erişim Tarihi: 27.04.2019.

KAYNAKÇA

http://rapory.tuik.gov.tr (Erişim Tarihi: 20.04.2019)

http://stat.wto.org/StatisticalProgram/WSDBStatProgramHome.aspx?Language=E (Erişim Tarihi: 01.05.2019)

https://cbos.gov.sd/en/exchange-rates (Erişim Tarihi: 20.04.2019)

https://aawsat.com/turkish/home/article/1700046/%E2%80%8Bbae%E2%80%99den-sudan%E2% 80%99-250-milyon-dolarl%C4%B1k-mevduat-deste%C4%9Fi (Erişim Tarihi: 1 Mayıs 2019)

https://www.g20-insights.org/policy_briefs/g20-africa-sectoral-policies-delivering-african-citizens-demands/ (Figure 17). (Erişim Tarihi: 27.04.2019)

http://www.arabnews.com/node/1483611/saudi-arabia (Erişim Tarihi: 17.04.2019)

http://www.fao.org/3/CA1361EN/ca1361en.pdf  (Erişim Tarihi: 20.04.2019)

African Development Bank, African Economic Outlook 2017. www.afrobarometer.org. (Erişim Tarihi:27.04.2019)

African Development Bank, African Economic Outlook 2016. https://www.afdb.org/fileadmin/uploads/afdb/Documents/ Publications/AEO_2016_Report_Full_ English.pdf (Erişim Tarihi:27.04.2019)

Africa’s Pulse, No:17 (April 2018), The World Bank, Washington, 2018.

Yusuf Fadl Hasan, The Arabs and the Sudan, Sudatek, Khartoum, 2012.

Share.

Yazar Hakkında

Dr. Araştırmacı.

Yorum Yap