Giriş
Tıp alanında 21. Yüzyılda görülen en büyük atılımlardan biri olan organ nakli başarılı bir şekilde ve etik kaygılar gözetilerek gerçekleştirilen operasyonlar sonucunda yüzbinlerce hastanın yaşam süresini uzatmış ve yaşam şartlarını olumlu yönde etkilemiştir. Ne var ki, organ nakli bekleyen hasta sayısının çokluğuna karşılık, nakil gerçekleştirilebilen organ sayısının ve dolayısıyla hasta sayısının azlığı bu alanda illegal organ bulma ve nakil süreçlerine ilişkin sektörlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yapılan bir araştırmaya göre Avrupa’da 120 bin hasta diyalize bağlı olarak yaşamını sürdürmekte, 40 bin hasta böbrek nakli için sıra beklemekte ve her yıl binlerce hasta organ nakli gerçekleştirilemediği için hayatını kaybetmektedir. Bu durum, insanları illegal yollarla gerçekleştirilen organ nakline yöneltmekte, organ kaçakçılığı ve organ ticareti gibi kavramların ister istemez günlük hayatımızın bir parçası haline gelmesine yol açmaktadır.
Organ Naklinin Bir Sektör Haline Gelmesi: Organ Ticareti ve Yansımaları
Günümüzde, insan vücudunun ticari amaçlar ile kullanımı ve ekonomik amaçlı organ nakli dünyanın hemen her ülkesinde yasaklanmıştır. Buna karşın, kimi ülkelerde oldukça sık rastlanan fakirlik olgusu ve hastalar ile organlarını satmak isteyen kişiler arasında aracılık yapan mafya ve benzeri oluşumların mevcudiyeti, dünyanın hemen her yerinde yasak olmasına rağmen organ kaçakçılığının varlığını ve yaygınlığını açıklamaktadır. Konuya ilişkin hazırlanan bir raporda, bir böbreğin yaklaşık 2500-3000 dolara satıldığı, organ nakli operasyonlarının ise 150-200 bin dolar karşılığında gerçekleştirildiği ileri sürülmektedir. Söz konusu rakamlar, organ kaçakçılığının nasıl devasa bir endüstriye dönüşebileceğini ve illegal yollardan para kazanma arzusundaki insan tacirlerinin iştahını kabartabileceğini göstermesi itibariyle önemlidir. Üstelik son 15 yılda, dünyada 115000 organ nakli gerçekleştirilmiş olsa da, bu rakam organ nakline ihtiyaç duyanların yalnızca %15’i gibi cüzi sayılabilecek bir orana karşılık gelmektedir. Bu durum da organ ticaretini tetikleyen bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bir ülkede organ ticaretinin yaygınlaşması o ülkenin ekonomik ve siyasi istikrarsızlığı ile doğrudan alakalıdır. Bu kapsamda 20. Yüzyılda, bilhassa böbrek nakli konusunda, daha ziyade Hindistan ve Güneydoğu Asya ülkeleri ile sınırlı olan organ ticareti, 21. Yüzyıl ile birlikte ekonomik ve siyasi istikrarsızlığın pençesindeki çeşitli Latin Amerika ve Kuzey Afrika ülkelerine doğru kaymaya başlamıştır. Dünya Sağlık Örgütü’nden elde edilen verilere göre, yılda yaklaşık 5000 böbrek ve karaciğer nakli, illegal yollarla yapılmakta ve her geçen gün bu rakam daha da artmaktadır. Yazımızın konusu dâhilinde olan Somali örneğinde de görülebileceği üzere siyasi ve ekonomik istikrarsızlık, yasadışı organ ticaretini tetikleyen bir unsur konumundadır.
Birleşmiş Milletler çerçevesinde 12-13 Aralık 2000 tarihinde Palermo’da düzenlenen konferansta kabul edilen Palermo Protokolünde ve 2008 yılında yayınlanan İstanbul Deklarasyonunda organ kaçakçılığı ile ilgili hususlara değinilmiş, bu yasadışı eylemle başarılı bir şekilde mücadele etmek adına neler yapılabileceği irdelenmiştir. Palermo Protokolü ve İstanbul Deklarasyonu’nda, organ ticareti yasadışı bir eylem olarak nitelendirilmiş ve suç haline getirilmiştir.
Organ Ticaretinin Tarihsel ve Güncel Köşe Taşları
Hızla illegal bir sektör haline gelen organ ticareti kapsamını her geçen gün daha fazla genişletmektedir. Organ ticareti ile ilgili ilk bulgular 1980’li yıllara dayanmaktadır. Bu tarihten günümüze kadar Belçika, Avusturya, İngiltere ya da İsrail’deki birçok tıp merkezinde para karşılığında organ nakli gerçekleştirilmiştir. Söz konusu nakillerin birçoğu, ekonomik olarak zor durumdaki ülkelerin vatandaşlarından alınan organlar neticesinde gerçekleştirilmiştir. Organ ticaretinin her geçen gün daha kapsamlı bir endüstriye dönüşmesi üzerine, 2000 yılında yayınlanan Palermo Protokolü ve 2008 yılında ilan edilen İstanbul Deklarasyonu’na ek olarak, Avrupa Parlamentosu organ ticaretini engellemeye yönelik çabalarını derinleştirdi. Ayrıca antropolojist Nancy-Scheper-Hughes tarafından organ ticareti ile ilgili farkındalık yaratmak ve bu ticareti önlemek amacıyla “Organ Watch” adlı örgüt kuruldu.
Girişilen bu çabalar sonucunda, Avrupa’da organ ticareti nispeten azaltılsa da, ilgili ticaretin dünyanın başka bölgelerine kayması engellenemedi. Her ne kadar organ ticaretini yasaklayan ulusal ve uluslararası kararlar alınsa da, artan organ ihtiyacı ve donör yetersizliği nedeniyle günden güne illegal nakiller de hızla artmaktadır. Son yıllarda artan iç savaşlar, mültecilik durumu, oldukça fakir durumda bulunan çeşitli ülkelerin ekonomik durumlarının düzelmemesi ve organ endüstrisinde yüksek meblağların telaffuz edilmesi gibi nedenlerle organ ticaretinin dünya çapında günden güne artarak devam ettiği söylenebilmektedir.
Yalnızca 2012 yılında 109 ülkede yasal ya da yasadışı yollarla 114.000 nakil gerçekleştirilmiştir. Bu rakamın %70’sini böbrek nakli oluştururken Pakistan ve Bangladeş gibi ülkeler, bu sektörün önde gelen ülkeleri olarak sivrilmektedirler. Nakil işlemlerinin ardından hem hastalarda hem de donörlerde çeşitli problemler ile karşılaşılmaktadır. İllegal yollarla nakledilen organın alıcıya uymama durumu sık rastlanılan bir durumdur. Ayrıca donörler de paralarını eksik almaktan ya da hiç alamamaktan ve böbreklerinden birini verdikten sonra gerek iş gücü bakımından gerekse hayat standartları bakımından organlarını vermeden önceki yaşam kalitelerine ulaşamamaktan şikâyetçidirler. Ayrıca hem alıcılar hem de donörler steril ortamda ya da tam bir hassasiyet içerisinde gerçekleştirilemeyen ameliyatların neticesinde, ameliyatların ardından çeşitli sağlık sorunları ile karşılaşabilmektedirler.
SOMALİ ÖRNEĞİ: Ülkede Organ Ticaretini Tetikleyen Koşullar
Somali, Doğu Afrika’da Afrika Boynuzu olarak nitelendirilen coğrafi bölgede bulunan bir ülkedir. Ülkenin kuzeyinde Aden Körfezi, kuzeybatısında Cibuti, batısında Etiyopya, güneybatısında Kenya ve doğusunda Hint Okyanusu yer almaktadır. Yüzölçümü 637.657 km2 olan ve 18 idari bölgeden oluşan ülkenin nüfusu yaklaşık 10 ile 14 milyon arasındadır. Bu ülke, Akdeniz’i Süveyş Kanalı, Kızıldeniz ve Aden Körfezi aracılığıyla Hint Okyanusu’na bağlayan stratejik geçişin batı kıyılarını kontrol etmektedir. Somali’de 1991 yılında M. Siad Barre rejiminin yıkılmasının ardından uzunca bir süre merkezi hükümet tesis edilememiştir. Günümüzde Ülkenin kuzeybatısında Somaliland isimli bağımsız bir devlet bulunmakta, fakat bu devlet uluslararası toplum tarafından tanınmamaktadır. Ayrıca ülkenin kuzey doğusunda Puntland özerk yönetimi, merkez bölgede ise Galmudog özerk bölgesi bulunmaktadır.
1991 yılında merkezi hükümet çöktükten sonra Somali’de kelimenin tam anlamı ile bir kargaşa durumu hâkimdir. 2012 yılına kadar, “Geçici Federal Hükümet” ile “İslam Mahkemeleri Birliği” arasında yıllarca süren iktidar mücadelesinden sürekli, istikrarlı ve kuvvetli bir hükümet çıkmamıştı. Yirmi yılı aşkın bir süre hükümet krizi yaşayan ülkede, siyasi istikrar nispeten 2012 yılında sağlanabilmiştir. Günümüzde ise Somali’de kabilecilik olgusu ordu ve siyasette etkisini sürdürmektedir. Ülkede, şehirlerde yaşayan nüfusun %62’si, kırsal kesimde yaşayanların %80’i, genel nüfusun ise %73’ü yoksulluk sınırının altında bir gelirle yaşamlarını sürdürmektedir. Hâlihazırda 1 milyonun üzerinde Somali vatandaşı güvenliğin sağlanamaması, kuraklık ve açlık gibi nedenlerle komşu ülkelerde mülteci olarak yaşamaktadır. Somali’de 3,7 milyon insan yardımlar sayesinde hayatını sürdürebilmekte, her üç çocuktan biri ise ihtiyacı olan yeterli gıdayı alamamaktadır.
Ülke nüfusunun neredeyse yarısı genç nüfusa karşılık gelmektedir. Buna karşın Somali’de ortalama yaşam süresi 50,8 yıl ile dünyanın en düşük ortalama yaşam sürelerinden birini oluşturmaktadır. Ülkede okur-yazar olanların oranı %40’ın altındadır. Ayrıca ülkede çeşitli dönemlerde görülen yönetim zafiyeti Somali ekonomisini olumsuz etkilemektedir. Bir zamanlar Doğu Afrika’nın önde gelen ekonomilerinden olan Somali ekonomisi, merkezi hükümetin çöküşü ile birlikte gücünü yitirerek sıkıntılı bir sürecin içine düşmüştür. Belirtildiği gibi 1991 yılında Barre rejiminin yıkılmasının ardından Somali’de merkezi hükümetin nispeten tesisi oldukça güç şartlar altında gerçekleşmiş ve özellikle kabilesel farklılıklar nedeniyle ülkede süregelen bir iç savaş ortamı zaman zaman etkisini göstermiştir. Bu nedenle, ülkede istikrarsızlık, şiddet ve suç oranları genelde artış göstermiştir. Bu durum başarılı ve adaletli bir yönetimin eksikliği ile birleşince fakirlik daha da artmış, Somalililer dış yardıma haddinden fazla ihtiyaç duyar hale gelmiştir.
Başarısız devletler sıralamasında zirveye oynayan bu devlet, yaygın silahlı çatışmalar, açlık, kuralık ve göç gibi sorunlar ile başa çıkmaya çalışmaktadır. Merkezi otoritenin tam anlamıyla tesis edilememesi nedeniyle insan haklarını koruyacak bir sistemin olmaması, yoksulluk, eğitimsizlik ve mültecilik gibi nedenlerle Somali, organ ticareti ve kaçakçılığı için oldukça elverişli bir bölge olarak karşımıza çıkmaktadır. Konunun illegal boyutu, Somali’de yaşanan güvenlik sorunu ve yetersiz bilimler veriler nedeniyle tatmin edici değerlendirme yapacak bilgiler yeterince bulunmamaktadır. Ancak zaman zaman yazılı ve görsel medyada, özellikle mülteci kamplarında organ ticaretinin yaygın olarak gerçekleştiğine dair haberler çıkmaktadır. Bu hususta bilimsel verilere Uluslararası Göç Örgütü’nün Somali İnsan Ticareti Raporu’ndan ve Avrupa Parlamentosu’nun organ ticareti ile ilgili yayınladığı rapordan ulaşılabilmektedir.
Somali ve Organ Ticareti Kapsamında İnsan Ticareti
Merkezi hükümetin çöktüğü 1991 yılından sonra Somali hakkında doğru ve yeterli bilgi toplamak oldukça zorlaşmıştır. Buna rağmen, Uluslararası Göç Örgütü 2009-2011 yılları arasında bu ülkenin birçok farklı bölgesinde insan ticareti ile ilgili çeşitli bilgiler toplamıştır. Söz konusu bilgiler bilhassa Somaliland, Güney Somali ve Puntland’dan toplanmıştır. Raporda mültecilerin insan ticareti konusunda daha istekli olduğu; kadınların, çocukların ve yoksul ailelerin ise insan ticareti suçu bağlamında büyük risk altında olduğu vurgulanmıştır.
Yayınlanan rapora göre Somaliland insan ticareti için başlangıç ve taşıma bölgesi olarak dikkat çekmektedir. Buradaki kurbanlar, ülkenin genelinde olduğu gibi kadınlar ve çocuklar arasından seçilmektedir. Bu kurbanlar daha ziyade ev işlerinde, fuhuş sektöründe ve organ ticaretinde kullanılmak amacıyla Birleşik Arap Emirlikleri, Yemek, Cibuti, Suudi Arabistan ve Etiyopya gibi ülkelere götürülmektedir. Ülkede istikrarın yoksunluğu ve insanlardaki bilinç eksikliği, bölgedeki kadın ve çocuklar başta olmak üzere bölge sakinlerini organ kaçakçılarının karanlık yüzü ile karşılaşmak hususunda savunmasız ve nispeten gönüllü kılmaktadır.
Güney Somali’deki insan ise yirmi yılı aşkın süren iç savaş ortamı ve aşırı fakirlik nedeni ile insan ve organ kaçakçılarının olumsuz faaliyetleri ile karşı karşıya kalmaya daha elverişli olmaktadırlar. Kenya bu bölgede insan ticaretinin en çok yöneldiği ülkelerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsan ve organ tacirleri, Somali’deki merkezi hükümetin zayıf yapısından faydalanmakta ve faaliyetlerini kolaylıkla gerçekleştirmek için Güney Somali’yi tercih etmektedirler. Öte yandan Puntland da organ ticareti ve insan kaçakçılığı için kaynak sağlama ve geçiş merkezi olma hüviyetindedir. Bu bölgeden alınan kurbanlar, daha ziyade Etiyopya, Yemen ve Tanzanya’ya götürülmektedir. Benzer şekilde, bu kurbanlar da ev işleri, fuhuş ve organ ticareti alanlarında istismar edilmektedir. Bu bölgede, insan ticaretinin neticesinde organ tacirlerinin eline düşme ihtimali bilhassa kız çocuklarında oldukça yüksektir.
Uluslararası Göç Örgütü’nün yayınladığı raporlarda verdikleri bilgiler doğrultusunda Somali’nin neredeyse her bölgesinin organ kaçakçılığı riski altında olduğu vurgulanmış, fakat söz konusu riske ilişkin net sayısal veriler aktarılmamıştır. Bu raporda, bölgeler arası farklılıklar büyük oranda organ ticaretinin coğrafi yönelme haritasına göre şekillenmiştir. Somali’de organ nakli ile ilgili sayısal verilere ulaşılabilen istisnai araştırmalardan biri ise 2001-2014 yılları arasında farklı ülkelerin organ ticareti açısından durumunu gösteren Avrupa Parlamentosu raporu olmuştur. Bu rapora göre 2011-2014 yılları arasında Somali’de organ ticareti ve kaçakçılığı ile ilgili 60 vaka bildirimi olduğu ifade edilmiş ama tahmini sayının daha fazla olabileceği vurgulanmıştır. İlgili raporda Somali’de iç istikrarsızlığın nispeten daha büyük boyutlarda olduğu 2011 yılı öncesine ait dönem ile ilgili herhangi bir bilgi verilmemiştir.
Sonuç Yerine
Aslında, organ ticareti sağlık sorunlarından kaynaklanan umutsuzluklardan ve bu sorunların çözümüne yönelik çeşitli beklentilerden rant devşirenler ile bu yolda mağdur edilenlerin hikâyesidir. Somali örneğinde olduğu gibi, yoksulluk ve siyasi istikrarsızlık organ tacirlerinin iştahını kabartan temel faktörlerdendir. Oldukça büyük rakamların döndüğü bir endüstri haline gelen organ ticareti, tıp alanındaki gelişmelerin ve mevcut koşulların istismar edilmesinin en önemli sonuçlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Her ne kadar çeşitli ulusal ve uluslararası düzenlemeler ile önüne geçilmeye çalışılmışsa da, bu konuda topyekûn bir tavrın ve mücadele arzusunun eksikliği organ ticaretini Avrupa örneğinde olduğu gibi dünyanın bazı bölgelerinde azaltırken, bu ticareti Afrika örneğinde olduğu gibi dünyanın diğer yoksul ekonomilerinin ve ekonomik olarak zor durumda bulunan insanların bulunduğu bölgelere taşımaktadır. Şüphesiz organ ve insan tacirlerine karşı verilecek en etkili cevap, bu ticaretin dünyanın bir kıtasından diğerine aktarılması değil, organ ticaretine yönelik olarak alınacak caydırıcı önlemler ile birlikte dünyanın hemen her yerinde ekonomik ve siyasi istikrarsızlıkların çözümü yönünde çaba gösterilmesidir. Aksi halde, hızla küreselleşen ve koca bir köy halini alan dünyamızın, her geçen gün artan insan kaçakçılığı, insan ve organ ticareti gibi insan onuruna yakışmayan sorunlarla başa çıkması mümkün görünmemektedir.
Not: Bu analiz, AA Analiz Haber’de 20.06.2018 tarihinde yayınlanmıştır. Ayrıntılı bilgi için tıklayınız.