ABD-Afrika ve Türkiye’nin Natron Rekabeti

0

Günümüzde adeta büyülü bir mineral olarak tarif edilen natron, endüstride birçok alanda kullanılıyor. Cam üretimi, deri tabaklama, kağıtçılık, tekstilde kurulama ile sertleştirme, metalürji, kozmetikte deodorant gibi ürünler, bu alanlara örnek olarak gösterebilir.

Her türlü hamur işinde kabartma tozu ve birçok yemeğin lezzet bileşeni olan natronun anavatanı Afrika. Fakat ABD, dünya natron tedarikinde birinci sıraya çıktı. Türkiye, rezerv bakımından ikinci sırada. Diğer ülkeler ise Bostvana, Kenya, Çad, Tanzanya, Mali ve Nijer.

Kullandığımız bazı ihtiyaç maddelerinin tarihlerinin binlerce yıl geriye gittiğini kaç kişi bilir. Adeta tüm insanlığın ortak değeri gibidirler ve uzun zaman dayanmaları için korunmak istenen ürünler, mumyalar, beden temizliği, cam ve benzerlerinin yapımı, insanlar kadar hayvanlarda görülen nice hastalıkları iyileştirme amacıyla elementler arasında ‘Na’ sembolü ile ifade ettiğimiz natron, hep vazgeçilmez oldu.

Eski Mısır’da bundan 4-5 bin yıl önceki antik dönemde Nitrie, ya da Natrun Vadisi denilen kuru bir gölün bulunduğu yerden çıkarılan ‘natron’, adeta kutsal bir madde gibi görülürdü. Prensler, krallar ve özellikle firavunlar için verilecek en kıymetli hediyeler arasındaydı. Bir dönem bu mineral, kraliyetin tekelindeydi. Mumya yapımında kurutulması istenen ceset, natronlu havuza daldırılırdı. Kullanılan mekanların temizliği, insanlar bedenlerini yıkarken ve dişlerini gargara yaparken mutlaka bunu tercih ederlerdi. Cam ve seramik yapımında ‘Mısır mavisi’ denilen rengin de bununla sağlandığı ancak 2015 yılında anlaşıldı. Bu gelenek Roma için de aynen geçerli oldu ve gemilerle bu madde talep edilen yerlere taşınırdı. Fakat bilinen tüm geçmiş çağlarda ve hatta günümüzde bile natrona Büyük Sahra ve çevresindeki topluluklar kadar insan sağlığı ve hayvan bakımındaki en sıradan ihtiyaçlarda bunun değerinin bilinmediği iddia edilebilir.

Natronun madencilik biliminde ilk defa yer almasını, İsveçli kimyacı Johan Gottschalk Wallerius, 1747 yılında sağladı. Kimyacıların tabii olanına alkali mineral dedikleri bir madde. Fransızlar, 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında Büyük Sahra bölgesini işgal ettiklerinde özellikle Mali, Nijer ve Çad’da geleneksel olarak tüketilen natron yataklarını öğrenip buralardan kısa zamanda istifade etmeye başladı. Şimdilerde özellikle sadece Nijer’de koruma altıda tutulan 300 kadar zürafanın sayısı artsa da hem bu hayvanlar hem de bunların da gereksinim duyduğu natron, mevcut üretilme şekli yüzünden yok olma tehdidi altında. Bilhassa da Çad’ın en önemli geçim kaynakları arasında hayvancılık ve ziraat başı çekerken henüz çok azı işletilebilen hammadde kaynakları arasında natron da altın ve tuz gibi önde geliyor.

TABİİ VE SENTETİK MÜCADELESİ

Natron, günümüzde iki şekilde elde ediliyor. Birincisi; çoğu kuru tuz gölleri, tuzlu topraklar ve çevrelerinden sağlanan tabii şekilde, ikincisi ise sanayide kimyevi işlemlerle arıtma, saflaştırma ve kurutma yoluyla üretilen sentetik ürün. Hatta sıvılarda sodanın miktarını ölçmek için geliştirilen alete de natrometre deniliyor. Halen bu minerale duyulan ihtiyacın 2018 yılı itibarıyla yüzde 73’ü kimyevi bileşenlerle temin edilirken, sadece yüzde 27’si doğrudan binlerce yıldır bulunduğu yerlerden tespit edilerek çıkarılıyor. Bilhassa gelişmiş ülkelerdeki tüm ürünler hakkında gerçekçi rakamlar verilse de Afrika’nın zor şartlarında elde edilen veriler kullanılan bu mineralin miktarının çok altında.

Tabiatta bulunduğu şekliyle natron, birçok ülkede yeni keşfedilse de Mısır, Libya, Çad ve Nijer’de asırlardır bilinir ve kullanılırdı. Şimdilerde Kenya, Tanzanya ve Bostvana’da da ciddi natron kaynakları tespit edildi. Avrupa’da bilinen tabii natron yoksa da ABD Wyoming’de bunun bulunmasıyla birlikte farklı bir süreç gelişti ve adeta dünya piyasasının tekeli oldu. Tabii olan bulunmadan da sentetik üretimde başı çekiyordu. Ancak doğal olanı hem daha az enerji tüketimi hem de fazla rağbet görmesi sebebiyle rekabeti kızıştırdı.

Sentetik natrona gelince, ilk defa Fransız Nicolas Leblanc, 1797’de deniz tuzu, sülfürik asit, odun kömürü ve kireç taşı karıştırarak sodyum karbonat üretti. Onun bu icadını Belçikalı kimyager Ernest Solvay, 1860’lı yıllarda daha da ilerletip geliştirdi. Solvay sürecinde (2018’de yüzde 46) öncekinden daha az ısıtma işlemi gerekiyordu. Şimdilerde Çin de Hou (2018’de yüzde 23) süreci ile piyasada yerini aldı. ABD’deki natron yatakları bulunana kadar en büyük miktarda üretimi yine bu ülke yapıyordu. Ne zaman ki tabii ürün daha kıymetli olduğu için kısa zamanda kimyasal işlemlerle elde edilenler yerine buna geçildi ve daha önce açılan birçok fabrika kapatıldı. Avrupa ülkeleri mevcut ihtiyaçlarını hâlâ üretimle elde ediyor.  

Dünyanın mevcut natron rezervleri 25 milyar ton olarak hesaplanıyor ve bunun 23 milyarlık kısmı ABD’de deniliyor. Şimdilik ikinci büyük kaynak 840 milyon tonluk rezerv ile Türkiye’de olup bunu 400 milyon ton ile Bostvana ve 7 milyon ton ile Kenya takip ediyor. Çad, Tanzanya, Mali ve Nijer gibi ülkelerdeki kaynakların ne kadar olduğu henüz tam bilinmiyor.

Günümüzde milyonlarca ton natrona, yani sodyum karbonata ihtiyaç aralıksız devam ediyor ve 1988’de talep 34 milyon ton iken, 1991’de 32 milyon tona düştü. Her geçen sene talepte azalma başladı ve 2018 yılında elde edilen 15 milyon ton natronun 12 milyon ton kadarını tek başına ABD sağladı. Bunun da 6.9 milyon tonunu ihraç ederek ciddi gelir elde etti. Oysa bu ürün, 1938 yılına kadar bu ülkedeki 17 kimya fabrikasında sentetik üretimle elde ediliyordu. Wyoming natron yataklarının bulunmasıyla tabii ve sentetik natron arasındaki rekabette kazanan birincisi oldu ve ikincisini üreten son fabrika 1979’da üretimini durdurdu. İhtiyaç sahibi ülkelere de en fazla ürün ihraç eden ülkedir. Halen dünya genelinde yıllık tüketilen tabii natronun oranı yüzde 27 olup bunun yüzde 94’ü ABD tarafından sağlanıyor. Kanada, Avustralya’nın güneyi, İtalya, Moğolistan, Çin, İran, Bolivya, Arjantin ve Macaristan’da az da olsa bulunuyor. Ancak özellikle Avrupa’da sentetik üretim devam ediyor.

AFRİKA NATRONU

Mısır’daki tarihte kullanılan ilk natron yatakları yanında Libya’nın özellikle Fizan’daki kaynakları şimdiye kadar bilinen en erken dönemlerde kullanılıyordu. Afrika’nın farklı coğrafyalarında bazı göllerin kenarlarında beyaz ve solgun bir madde şeklinde bulunuyor ve ciddi oranlarda ihtiyaç karşılanıyor. İsmini bundan alan ve ‘trona’ denilen mineral de yüzde 70 gibi büyük bir oranda natron içeriyor, soda veya sodyum karbonat bundan elde ediliyor. Çad, kıtanın bu mineral bakımından en zengin yataklarına sahip olup Tibesti, Ennedi, Çad Gölü ve Kanim isimli dört ayrı bölgesinde bol miktarda bulunuyor.

Tanzanya’da Kenya sınırına yakın 980 kilometrekarelik Natron Gölü ile Kenya tarafında da Magadi Gölü aynı şekilde natron bakımından çok önemli bir kaynak. Bilhassa Natron Gölü’ne su zannedip dalan kuşların ölüp adeta taş kesildikleri bundan yıllar önce gözlendi. Bostvana da bu minerale sahip ülkeler arasında. İçlerinde Tanzanya hariç hepsinden az veya çok ticari amaçla istifade ediliyor. Ancak henüz rezervleri konusunda kesin bir tahminde bulunulmadığı için bu kaynaklar tüm hayati özelliklerine rağmen adeta milyonlarca ton ABD’nin tabii ve sentetik natronu yanında yok sayılıyor. Ya da Afrika üzerine 21. yüzyıl siyasetlerini şimdilerde belirleyenler bu minerale insanlığın ne kadar ihtiyaç duyacağını tahmin ettikleri için buna sahip Afrika ülkelerinin kullanımını başta kendi pazarlarını kaybetmemek gibi başka gelişmelerle önlüyorlar.

Çad Gölü’nü besleyen önemli nehirlerden Şari, her yıl yüzbinlerce ton mineral taşıyor ve bunlar içinde natron da bulunuyor. Ülkenin kuzeyinde kuru ve tuzlu yapısıyla bilinen eski göllerden de bu ürün tabii olarak elde ediliyor. Her yıl 50 veya 100 kg’lık 260 bin çuval toz halinde, 525 bin çuval irili ufaklı natron da kamyonlarla taşınıyor. Toplam 35 bin ton hesap edilen bu mineralin yıllık üretiminin yüzde 35’i Çad içinde, yüzde 29’u Nijerya’da, yüzde 20’si Kamerun’da ve yüzde 7’lik kısmı da Orta Afrika Cumhuriyeti’nde tüketiliyor. İnsanların yılda ortalama 150 gr tükettiği natrona hayvanlar ise kilolarca ihtiyaç duyuyor. Hatta beslendikleri otlardan daha önemli konumda. Çünkü yetiştiriciler her türlü hayvan hastalıklarını bununla korudukları gibi iyi bir beslenme için de gerekli görüyor. Bu sebeple Çad’ın bir taraftan büyük gölden ve diğer taraftan kuzeydeki çölden ürettiği natronunun Sudan, Orta Afrika, Nijerya ve Kamerun’da büyük miktarlarda tüketildiği biliniyor. Ne yazık ki 1930’lara kadar ticari değeri çok yoktu. Aradan geçen her yıl daha fazla hayvan yetiştiricisinin buna talebi artıyor ve hassaten 2000’li yıllarda önemli bir kazanç kaynağına dönüştüğü görülüyor.    

KULLANIM ALANI GENİŞ

Sodyum karbonat olarak bildiğimiz teknik amaçlı elde edilen natron, özellikle cam üretimi, deri tabaklama, kâğıtçılıkta, tekstilde kurulama ve sertleştirme, metalürjide, kozmetikte deodorant gibi ürünlerin üretiminde ve bahçecilik alanlarında kullanılıyor. Ama gıda için üretilenin en önemli yanı, insanların her türlü hamur işinde kabartma tozu ve birçok yemeği pişirirken lezzet katmak için tükettikleri bir mineral.

ADETA BÜYÜLÜ BİR MİNERAL

Günümüzde adeta büyülü bir varlık olarak tarif edilen natron isimli bu tabii mineral; alerjiye neden olmaması, toksit içermemesi ve çevreye zarar vermemesi bakımından çok önemli. Adeta sihirli bir toz da denen ve diğer adıyla sodyum karbonat olarak bilinen mineral, insan besini hamur ve diğer mutfak yemeklerinde, hayvanlar için her türlü hastalığa karşı bir besin maddesi özelliği yanında, sanayinin bazı kollarında son derece gerekli. Çamaşırların beyazlatılması, derilerin tabaklanması ve hayvan eti ile balıkların kurutularak korunması, antibiyotik özellikleri için aranan bir ürün. Dahası sulu olarak kullanınca maddelerin yumuşatılmasını sağlıyor. Kahve, çay, tütün lekeleri yanında diş plaklarını temizliyor ve ağız kokusunu gideriyor. Özellikle ayaklar başta olmak üzere vücut organlarının yorgunluğunu alıyor. Kimya endüstrisinde tabii haliyle soda ve sodyum karbonat içeriği ile doğal bir hammadde. Morgların bakımında da buna gereksinim duyuluyor. Mısır’da ve Sudan’da yapı malzemesi olarak kullanıldığı gibi tıpta ilaç, kozmetik sanayinde temizlik malzemesi deterjan ve sabun üretiminde de önemli katkı maddesi. Küçük yaralanmalarda dezenfektan ve hatta böceklere karşı bir ilaç olarak tercih ediliyor. Daha da önemlisi Çad’da gastrit gibi mide rahatsızlıklarında kullanılıyor. Bilhassa vücuttaki pH değeri dediğimiz su miktarını dengede tutup dağıtımını sağlaması önemli bir özelliği olarak görülüyor.  

TÜRKİYE NATRON-SOYDUM KARBONAT REZERVİNDE DÜNYA İKİNCİSİ

Türkiye’de ise 1979 yılında Ankara Beypazarı’nda natron/sodyum karbonat yatakları tespit edildi. 1995 yılında işletilmesi öngörülmüşse de ancak 2009 yılında işletilmeye alınabildi. Şimdilerde yılda 1.7 milyon ton natron çıkarılıyor. Ayrıca Kazan’da da yıllık miktar 2.7 milyon ton olarak hesap ediliyor.

FİZAN’IN BAŞLICA GELİR KAYNAĞIYDI

Osmanlı Devleti’nin İstanbul’a en uzak ve gidilmesi en zor idari bölgelerinden biri, bugünkü Libya sınırları içindeki Trablusgarp eyaletine bağlı Fizan Sancağı idi. Burası, aynı zamanda Çad Gölü çevresine kadar uzanan geniş coğrafyaya açılan en önemli kapı konumundaydı. Çoğu köy büyüklüğündeki 100 kadar yerleşim yerinden bir kısmının geçim kaynağı, arşiv belgelerimiz ve dönemin yazılı eserlerinden öğrendiğimize göre, ‘natrun’ denilen mineralden sağlanıyordu. Bunun nasıl elde edildiği, ne amaçla kullanıldığı, alışveriş usulleri, daha da önemlisi taşınması sırasında yaşanan gelişmeler hakkında sınırlı da olsa bilgiler İstanbul’a gelirdi. Yani natron, Fizan’ın başlıca gelir kaynağıydı ve aynı isimli kuru bir gölden çıkarılırdı. Bölge ahalisinin en önemli gıda maddesi tüm tarih boyunca daima hurma olsa da beş küçük gölden çıkardıkları natron karşılığında güneydeki Büyük Sahra ve güneydoğusundaki Sudan’dan getirdikleri ticaret mallarını alıp satarak geçimlerini sağlarlardı.

YEMEKLERİN LEZZET BİLEŞENİ

Çad Cumhuriyeti’ne yolu düşenler, yerel yemekler hakkında bilgi almak istediklerinde, özellikle başlangıçta yenen bizim çorbamız benzeri sulu yemeğe ve diğer bazılarına, adına ‘natron’ dedikleri bir mineralin katıldığını öğrenmekte gecikmezler. Her ne kadar bu ülke Müslümanları arasında toplu iftar ziyafeti verme geleneği yaygın değilse de şayet bu anlamda bir girişim olursa veya aileler, hatta dostlar bir araya geldiklerinde natronlu çorba olmadan sofra kurulamaz. Öyle ki, buna Arapça’nın bölgedeki lehçesiyle ‘atrun’ da derler. İster istemez ilk merak bunun ne tür bir madde olduğunu sorgulamakla başlıyor.

Nijer’in coğrafi olarak en geniş topraklarına sahip Agadez bölgesinde her yıl ekim ayında düzenlenen ‘tuzla temizleme’ törenine ülkenin birçok yöresinden gelen özellikle göçebe Tuareg ve Pular (Pöl) toplumları, davetli tüm resmi erkanın huzurunda şenlik havasında gösteri yaparlar. Bu, aynı zamanda kültürel, siyasi ve ekonomik etkileşim ortamı sağlar. Yılda bir kez de olsa hayvanları için gerekli natron ve tuz ihtiyacı bu vesileyle giderilmeye çalışılır. Şimdilerde terör sebebiyle Mali, Burkina, Nijerya, Cezayir gibi ülkeler bu tür katılımlara pek ilgi gösteremiyorlar.

TÜM DİLLERDE KULLANIMI MÜŞTEREK

Kullanıldığı coğrafyalar ve uzun asırlar ihtiyaç malzemesi olarak önemini koruması kadar isim olarak ifade edilen ‘natron’ kelimesi de ufak telaffuz değişikliklerine rağmen bugünlere ulaştı. Eski Mısırlıların Neter dedikleri kuru gölün yakınında çıkarırlar ve onu ‘nitry, netjer’, yani ‘kutsal olmak’ anlamında kullanırlardı. Yunanlılar onlardan bunu alırken ismini de ‘nitron’ şeklinde korudular. Eski Yunanca’da ‘natro’ kelimesinin ‘yıkamak’ anlamına gelmesi Afrika coğrafyasındaki kullanımından etkilendiğine işaret ediyor. Latince’de ‘narium’, İbranice’de ‘natruna’ deniyordu. Avrupa dillerinde de bilhassa Arapça’daki ‘natrûn’ söylenişi esas alınarak ‘natron’ dendi. Şimdilerde buna ‘sodyum karbonat’ veya kısaca ‘soda’ da deniliyor.

Bu yazı 30 Ekim 2020 tarihinde İTOHaber sitesinde yayınlanmıştır. 

Share.

Yazar Hakkında

Prof. Dr., İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi. 1964 yılında Vezirköprü’de doğdu. Merzifon İmam-Hatip Lisesi (1982) ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde (1987) eğitimini tamamladıktan sonra Türkiye Diyanet Vakfı bursuyla yüksek lisansını (1991) ve doktorasını (1996) Paris’te tamamladı, aynı yıl Üsküdar’da İslam Araştırmaları Merkezi’nde (İSAM) araştırmacı olarak çalışmaya başladı. 2002’de doçentlik unvanı aldı. 2006 yılında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü öğretim üyesi ve bölüm başkanı oldu. 2008-2011 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık’ta Afrika ile ilgili konularda müşavir olarak görev yaptı. 2009 yılında profesörlük unvanı aldı. 2011 yılı Eylül ayında görev değişikliği yaparak İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Siyasi Tarih Anabilim dalına geçiş yaptı. 2013 yılı Mart ayında Afrika ülkelerinden Çad Cumhuriyeti’nin başkenti Encemine’de Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk büyükelçisi olarak göreve başladı ve iki buçuk yıl bu görevini sürdürdükten sonra 2015 yılı Ağustos ayında İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanı olarak tayin edildi. Batı Afrika Ülkelerinden Mali Cumhuriyeti’ndeki ilk ve öğretim seviyesindeki özel eğitim kurumları medreseler üzerine hazırladığı doktora çalışması IRCICA tarafından L’enseignement islamique en Afrique francophone: Les médersas de la République du Mali adıyla Fransızca olarak 2003’de İstanbul’da basıldı. Geçmişten Günümüze Afrika (Kitabevi, İstanbul 2005); Osmanlı-Afrika İlişkileri (Kitabevi, İstanbul 2011/1. baskı, 2013/2. baskı, 2015/3. baskı); Les relations turco-tchadiennes: La politique ottomane en Afrique centrale (TİKA, İstanbul 2014) adlı kitaplarının yanı sıra Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi-İSAM tarafından yayımı tamamlanan İslam Ansiklopedisi için önemli kısmı Afrika hakkında 95 madde yazdı. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde “Afrika”, “Osmanlı Afrikası”, “Osmanlı-Fransa Münasebetleri” ve “Osmanlı’da Dini Hayat” üzerine araştırmalar yapmakta olup bu konularla ilgili basılmış kitapları, farklı dergilerde bu konular hakkında çok sayıda makalesi, yurt içi ve yurt dışında düzenlenen ilmi toplantılarda takdim ettiği tebliğleri yayımlanmış bulunmaktadır. Evli ve üç çocuk babası olup Arapça, Fransızca ve İngilizce yanında Paris Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Milli Enstitüsü’nde (INALCO/Institut National des Langues et Civilisations Orientales) eğitimini aldığı Bambara ve Volof Afrika yerel dilleri ile ilgili dersleri takip etmiştir. Prof. Dr. Ahmet Kavas, hâlihazırda Afrika Araştırmacıları Derneği’nin (AFAM) kurucu başkanlığı görevini yürütmektedir.

Yoruma Kapalı