Cezayirli 24 Şehidin Hatırlattıkları: Fransa Kara Tarihiyle Yüzleşebilecek mi?

0

Cezayir’in Fransızlar tarafından işgal edilmesi sırasında görevli olan ve birçok sivil katliamının sorumlusu olarak görülen Fransız Albay Lucien de Montagnach şöyle söylemişti: ‘‘Beni zaman zaman rahatsız eden düşünceleri aklımdan çıkartmak için bazı kafaları kesiyorum, enginarların kafalarını değil, insanların kafalarını’’. Montagnach 1830’dan beri süre gelen Cezayir direnişini kırmak için ve ülkede sahil kesimlerine sıkıştırılmış kuvvetlerin tam alan hakimiyeti sağlamasını hızlandırmak için 1845 yılında göreve getirilmişti. Yine 1845 yılında Sidi İbrahim Savaşı’nda Cezayirli direnişçiler tarafından öldürüldü.

5 Temmuz 1830 günü Fransız işgalinin başlangıcı Cezayir’de Gençlik ve Ulusal Bağımsızlık Günü olarak kutlanmaktadır. Bugünün yıldönümü öncesinde iki ülke arasındaki ilişkileri yumuşatmak için Paris yönetimi hiç tahmin edilmeyen bir harekette bulundu. Fransa, 1849 yılında Cezayir’in Konstantin şehrinin güneyinde Fransız kuvvetlerine karşı direnen Şeyh Bouzaine ve arkadaşlarına ait 24 kişinin kafatasları ve naaşlarından geri kalanları bu ülkeye teslim etti. Türkiye’nin Cezayir Büyükelçisi Mahinur Özdemir Göktaş Hanımefendi de, şehidler için başkentte yapılan törene katılması, Türkiye’nin dün olduğu gibi, bugün de ve gelecekte de kardeş ve dost Cezayir Halkı’nın daima yanında olacağının mesajını verir nitelikte bir adım oldu.

Fransız tarihçi Benjamin Stora’nın da ifade ettiği gibi Cezayir’de şiddet olayları ele alınırken bağımsızlık savaşının cereyan ettiği 1954 -1962 yılları arasına odaklanılmaktadır. Halbuki Fransa’nın diğer coğrafyalarda uyguladığı sömürgecilik tarihinden farklı olarak buradaki tam anlamıyla şiddetin ve katliamın tarihidir. Fransa, Cezayir topraklarında hakimiyet kurabilmek; yerel halkı sindirmek, topraklarını gasp edip onları ırgat olarak kullanabilmek için gerekli doğal bir araç olarak şiddete başvurmuştur. Bu sürecin tarihini konuşmak, ölümün ve katliamın geçmişini ifade etmektir. 1859’da Faslı kabilelerin ayaklanması, 1864-1867 yılları arasında Evlad-u Sidi Şeyh Ayaklanması ve 1871 Muhammed el-Mukrani Ayaklanması gibi direniş hareketleri daima üzerlerinde uygulanan en acımasız katliamlarla bastırılmıştır. Yerel halk sadece ülke içinde değil dışarıda da zor kullanılarak Afrika’nın iç kesimlerinin işgalinde, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nda cepheye sürülerek de yok edilmiştir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonunda Cezayirliler bağımsızlık mücadelesi boyunca Fransız saflarında cephelere gitmek kaydıyla kendilerine vaat edilen bağımsızlığı kazandıkları düşüncesiyle 8 Mayıs 1945’te sokaklara dökülmüşlerdi. Bu sevinç gösterileri yerini çok kısa bir süre sonra sömürgeci şiddete bıraktı. Tarihe Setif Katliamı olarak geçen  ve 16 gün süren kanlı sömürgeci şiddetin bilançosu, çocuk ve kadınlar da dahil olmak üzere 45 bini aştı. Cezayir Halkı, bu katliamdan sonra bağımsızlık sürecinin demokratik ve diplomatik yollarla kazanılamayacağına kanaat getirmiş ve bu olay Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nın fitilini ateşlemiştir.

İşgalden bağımsızlığa kadar geçen 132 yıllık süreçte sömürgecilere karşı direniş hiçbir suretle son bulmadı. Fransa’nın Cezayir’in tamamında alan hakimiyeti sağlamasının Osmanlı Devleti’nin özellikle Tunus ve Trablusgarp tarafından gizli olarak yaptığı müdahalelerle 1918’e kadar yaklaşık 90 yıldan fazla sürdü. Osmanlılar 1912’de Trablusgarp’tan çekilseler bile en son 1918’e kadar geçen süreçte Cezayir’in önde gelen aydınları ve ileri gelenleri ile güneydeki topluluklarından Tuaregler gibi kimi toplumlarla temaslarını daima korudular. İstanbul doğrudan müdahale edemese de uzaktan yaptığı katkılar sayesinde Fransız kuvvetleri uzun bir müddet sahil kesimlerinde sıkıştırılmıştır. Haliyle böylesine uzaktaki eski eyaletiyle münasebetin iyice zayıflaması ve altı asırlık hanedanın da yıkılma sürecinin hızlandığı dönemlerde Cezayir direnişinin zayıfladığı da söylenebilir.

2020 yılı Temmuz ayının ilk günlerinde Cezayir’de büyük törenlerle karşılanan 24 şehidin kafatasları çok uzun süredir Paris’te medeniyet timsali olarak her yıl onlarca milyon turistin görmek için geldiği Eiffel Kulesinin adeta gölgesinde inşa edilen ‘İnsanlık Müzesi’ (Musée de l’Homme) diye anılan alanda sergilenmekteydi. Bir antropoloji müzesi olduğu söylenen bu yerde, Afrika’nın birçok yerinden getirilen insanların vücut parçaları, hayvanlar ve eşyalarla birlikte sergilenmektedir.  Esasen bu müze insanlık adına değil, geçmişte yapılan terörü temsil etmektedir. Müze terörün tarihini gözler önüne sermektedir. Bugün iade edilen şehitlerin kafatası kemikleri olduğu gibi Afrika’da yapılmış birçok katliama ait ceset parçaları da getirilerek güya antropoloji bilimi adına sergilenmektedir.

Geçmişte Fransız devlet aklı sömürgeciliği ve şiddeti kendi açılarından gayet doğal bir hak olarak görüyordu. Hatta Fransız eski başbakanlarından Jules Ferry ‘sömürgeciliği’ ülkesinin bir uygarlık hakkı olduğunu, eğer bu politikadan geri çekilme olursa Fransızların üçüncü veya dördüncü sınıf bir millet olacağını, dolayısıyla zenginleşerek ileri milletler seviyesinde kalması gerektiğini ve bu sebeple de bu faaliyetlerinin hoşgörü ile karşılanması gerektiğini savunmuştu. 1885 yılı temmuz ayında yaptığı bir konuşmada aynı devlet adamı, sömürgeci politikalara yönelik devletinin gerçekleşmesi gerekenleri yaptığını (!), barbar kavimleri medeniyete taşımanın onlara verilmiş bir misyon olduğunu ifade etmişti. Ferry’nin burada ifade ettiği ‘ne gerekiyorsa yapılması’ Fransız hakimiyeti için uygulanan şiddet ve katliam sarmalından başka bir şey değildi.

Bugün Cezayir’e geçmişin acımasız katliamlarını işleyen ülkenin siyasetçileri olarak şirinlik adına göz kırpan ve kendi tarihi sömürgeci katliamlarla dolu olan Paris yönetimi, o döneme dönüp dikkatlice bakıp soykırım boyutuna varan katliamları ile yüzleşmelidir.  Artık bir iskeletin parçalarını iade etmenin ötesinde bunların ve tüm kurbanların itibarını iade etmelidir. Fransa, Paris gibi birçok şehrin metrolarının ve gösterişli tarihi binalarının temellerine gömülen karın tokluğuna çalıştırılan Afrikalı işçilerin emeklerinin üzerinde yüklesen utanç tarihi ile yüzleşmelidir. Sömürgelerin bağımsızlıklarına kavuşmasından sonra, yeni sömürgeci maske ile alana dolaylı şekilde ama daha etkin bir biçimde müdahalelerini sürdüren güçlerden biri olan Fransa, başta Cezayir olmak üzere, Afrika ülkelerini kendi arka bahçesi gibi görmeyi bırakmalı ve kazanılan siyasi bağımsızlıkların devamı olan ekonomik bağımsızlıklarını da baltalayan eylemlerinden vazgeçmelidir.

Share.

Yazar Hakkında

1988 yılında Adapazarı’nda doğdu. Aslen Trabzon’un Yomra ilçesindendir. 2007’de girdiği Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi’nden 2013 yılında Fransızca ve İngilizce Öğretmenlik (çift anadal) bölümlerinden aynı anda mezun oldu. Aynı yıl, Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığına [Uluslararası İlişkiler ve Anlaşmalar Müdürlüğünde (Orta Doğu & Afrika)] uzman olarak katıldı. Halen bu pozisyonda görevini sürdürmektedir. Ocak 2017’de İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nde, Prof. Dr. Ahmet KAVAS danışmanlığında '”Cezayir İç Savaşında Fransa’nın Etkisi'” konulu yüksek lisans tezini başarıyla tamamladı. AFAM üyesi olup hâlihazırda İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler anabilim dalında doktorasına devam etmektedir.

Yoruma Kapalı