Dünya medyasının 2010’lu yıllara kadar en az yarım asır boyunca Afrika gündeminden bahsederken Sudan’ın güneyinde devlet güçleri ile çatışan direniş örgütleri hakkındaki haberlere çokça yer veriliyordu. Hartum merkezli tüm hükümetlerin ülkenin güneyindeki Müslüman olmayan unsurlara karşı kurdukları her türlü baskı abartılarak verilir ve özellikle de Hıristiyan nüfusun yeryüzünde en fazla acı çektiği bölge diye takdim edilirdi. Oysaki bu bölgede yaşayan insanların ne kadarı Hıristiyan, ne kadarı animist ya da Müslümandı, bu konuda verilen oranlar ise hiçbir veriye dayanmadığı için gerçekleri ifade etmekten uzaktı.
16. yüzyılın başından itibaren Sinnar merkezli üç asırlık geçmişi olan tarihi Func Sultanlığı topraklarına Osmanlı Mısır Hıdivliği 1820’li yıllarda Kızıldeniz sahillerinden ilerleyip sıfırdan kurduğu Hartum adıyla yeni bir başkent inşa etti. Ardından yaklaşık 60 yıl içinde kendisine bağladığı ve Türkiye dönemi adı verilen dönemde sınırları 2,5 milyon km2’ye ulaşan bu bölgeye tayin ettiği hükümdar unvanı verilen bir yöneticinin idaresi altındaki yedi müdiriyetten birisi de Hattıistiva, yani Ekvator Müdürlüğü oldu. İşte burası bugün Güney Sudan adıyla 9 Temmuz 2011’de bağımsızlığı tanınan ülkedir.
İngilizler 1882’de Mısır ile beraber kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri ve ülkenin tamamına el koymalarının yaklaşık 40 yıl sürdüğü Sudan’dan 1956’da çıkarken geride birçok Avrupa ülkesine ait misyonerlerin güney kısmında Hristiyanlaştırdıkları küçük bir topluluk bıraktılar. Bunlar genelde ülkenin güney tarafında yer alıyorlardı. Sanki bölgede yaşayan herkes Hristiyan, kuzeydekiler de Müslüman olarak bunlara zulüm eden farklı bir toplum olarak ifade ediliyordu. Merkezi hükümete karşı her türlü direniş hareketini destekleyerek buranın Hartum’daki yöneticilerle çatışması için ellerinden gelen her türlü yardımı yaptılar.
2011 yılı Temmuz ayında Güney Sudan 55 yıllık Batılı tahrikçilerin desteğiyle sürdürdüğü mücadelesinin meyvesini almış, artık modern dünyanın nimetlerinden alabildiğine istifade edecekti. Ne yazık ki 2013 Aralık ayından bu tarafa son dört yılda Güney Sudan’ın başına gelenler geçmişte uluslararası medyanın abarttığı haberleri çok geride bırakacak derecede daha ağır ve de gerçek dramlara sahne oldu. Dünyanın en genç bu bağımsız ülkesi göz göre göre boşaltılıyor. Bir ülkenin toprakları kendi vatandaşlarının yaşamalarına adeta haram ediliyor. Bu gelişmelerin arkasında acaba ne tür gerçekler var, bunu kimse konuşmuyor. Mutlaka hem yeraltı zenginlikleri, hem de verimli arazileri Güney Sudan adlı bu cumhuriyet daha ilan edilmeden gizemli ortamlarda birilerine pazarlanmış olmalıdır. Eğer bir takım sanal ortamlarda paylaşılan makale ve yazılardaki bilgilerde doğruluk payı varsa Birleşik Arap Emirlikleri adına kayıtlı bazı ABD şirketleri önde olmak üzere buralardaki arazileri kira ya da satın alma usulleri ile sahipleneli yıllar olmuş. Ancak buraları isteseler de geçmişte Hartum merkezi hükumetinden alamazlardı. Henüz Sudan sınırları içindeyken bu verimli arazileri kimleri muhatap alarak elde ettiler. Hartum’daki idarecilerin sözü buralarda geçerli değildi. Yıllarca direniş hareketlerini yürütenlerin başındaki isim John Grang idi ve 2005 yılında bir helikopter kazasında öldü. Yerine geçen Dinka etnik grubundan Salva Kiir ise muhalifi Nuer etnik grubundan Riek Machar ile ülkede kıyasıya devam eden iç savaşın hedefindeki en önemli iki kişidir.
Afrika’nın ekilebilir arazilerini son on senede kapışan 25 civarında ve tamamına yakını kıta dışından ülkenin en çok göz diktiği ülkelerden birisinin Güney Sudan olduğu biliniyor. Buralarda ele geçirdikleri yerlere kimsenin ayak basamayacağı şekilde düzenlerini kurmak için verimli arazilerin yerel insanlarından da boşaltılması gerekiyordu. Günümüzde 629 bin km2’de 13 milyon Güney Sudanlının yaşadığı 2011 öncesinden bu tarafa her üç Güney Sudanlı’dan birisi ülkesini, ya da asırlardır yaşadığı toprakları başka bir bölgeye gitmek üzere terk etmek zorunda kaldı. Güney Sudan böylece tarihinde hiç yaşamadığı, kuzeyin devamlı suçlandığı yıllarda bile böyle bir dış göç yaşamadı. O dönemde kuzeyin 1983-2005 yılları arasındaki saldırıları sonucunda 2,5 milyon güneylinin öldüğü devamlı uluslararası haber ajansları tarafından tüm dünya medyasına servis edilirdi. Böyle bir katliamı Hartum hükümetlerinin ne yapabilecek ordusu vardı, dahası Müslüman kimlikleri böyle bir kıyıma asla müsaade etmezdi. Sudanlıları tanıyan sıradan bir kimse bu kanaattedir.
Güney Sudan bağımsızlığını alalı altı seneyi geride bıraktı. Barış ortamı eskisinden çok daha imkânsız hale geldi. 1.870.000 Güney Sudanlı ülke içinde yaşadığı toprakları terk ederek daha güvenli buldukları başka bölgelere göçmek zorunda bırakılıyorlar. Yani büyük bir iç göç yaşanmaktadır. Bugün gelinen noktada zorla göç ettirilen her beş Afrikalıdan birisi Güney Sudanlıdır. Henüz devletleşememiş bir ülkede bu kadar insanın en tabii ihtiyacını yaşadığı yerde karşılayacak bir yapı henüz kurulamamışken başka bir bölgesine gidenlerle kim ilgilenebilir, dahası imkânı olsa bile hangi ekonomi buna dayanabilir. Güneyindeki komşusu Uganda çok değil bundan 30-40 sene önce yaşadığı iç savaş ve siyasi gerginlik zamanlarında insanlarının göç etmek zorunda kaldığı bu ülkeden % 85’i kadın ve çocuk 1.034.106 kişiye kapılarını açtı. Bu durumuyla Afrika’da birinci, dünyada ise en fazla mülteci kabul eden beşinci ülke konumuna geldi. Zaten şu anda dünyanın en büyük kampı bu ülkedeki Bidi Bidi kampı olup burada 285.000 kişi barınmaktadır. 2016 yılı Ağustos ayında Uganda’daki Güney Sudanlı sayısı 250.000 iken son bir yılda 750.000’den fazla kişi bu ülke sınırlarını geçerek ülkelerini terk etmiş durumdadır.
Güney Sudanlıların ülkelerini terk ederken Uganda’dan sonra sığınmayı tercih ettikleri ikinci ülke kuzeydeki Sudan olup 447.287 kişi buraya göç etti. Yani yıllarca kendileri ile mücadele ettiği haberleriyle suçlanan ülke, yurtdışına çıkan dört kişiden birisini kabul etmiş durumdadır. Acaba yıllarca Güney Sudan edebiyatı yapan herhangi bir Avrupa ülkesinde birkaç bin Güney Sudanlı barınmakta mıdır? Güney Sudan deyince adeta dünyada en güçlü ses çıkaran ve Sudan’a olmadık baskılar kuran ABD’ye bu ülkeden sadece 75 kişi sığınabilmiş. Hele İsrail 1967 yılında silah vererek direnişçileri yıllarca desteklediği Güney Sudan’dan bin bir zorlukla ülkesine kaçak gelen bu ülke vatandaşlarını sınırdışı etmek için bu insanları kabul edecek ülkelere pazarlama hesapları yapıyor. Güney Sudan’dan göçenlerin sayısını BM’nin Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin verdiği raporlardan öğreniyoruz. Şayet Hartum hükümeti bu konuda sağlam veriler toplasa bu sayının milyonun üzerinde olduğu gerçeği ortaya çıkar.
2010’lu yıllarda Güney Sudan’daki dış göçten en fazla etkilenen üçüncü ülke doğusundaki Etiyopya olup buranın da batısındaki Gambella bölgesine 416.886 kişi sığındı. Nüfusu 100 milyonu aşan ve hem yaşadığı iç kargaşa ve ekonomik açıdan güçlenmesi yakın gelecekte epeyce zor görünen Addis Ababa hükümetinin bu göç dalgasının altından kalkması imkânsızdır. Afrika’da Çad ve Etiyopya ile birlikte en fazla mülteci barındıran ülkelerden olan Kenya’ya da geçmiş yıllarda sığınan yüzbinlerce Somalili’den sonra 110.337 Güney Sudanlı mülteci olarak geçiş yaptı. Siyasi karışıklıklar ile kendi halkı arasında gerginlik yaşayan Nairobi hükümetinin de bu insanlara fazla ilgi duyması mümkün değildir. Dahası iç karışıklarla boğuşan diğer bir kıta ülkesi de Demokratik Kongo Cumhuriyeti olup burada da 85.426 Güney Sudanlı kendilerine bir sığınak bulmaya çalışmış. Bir de kendi nüfusunun yarısına yakınını son beş yılda ülke içinde dışında göçe kurban veren Orta Afrika Cumhuriyeti’ne geçenlerin sayısı verilen rakam doğru ise 2.057 kişi olmuş. Bu ülkelerden Uganda ve Etiyopya’nın Güney Sudan direniş örgütlerine bağımsızlık öncesi en fazla silah yardımı yapan ülkeler olarak huzurunu kaçırdıkları insanların kendi ülkelerine kaçmaları bir tür yapıp ettiklerinin karşılığı olsa gerektir.
Güney Sudan’da verilen göç dalgası bir anlamda bundan yaklaşık iki asır önce sınırları çizilen Sudan’ı da insansız bırakma girişimidir. Darfur’dan 2003 sonrası ayrılanların sayısı milyonun üzerinde iken şimdi Güney Sudan’dan sadece yurtdışına gidenlerinki iki milyonu aşmıştır. Bunu sadece iktidar kavgası verenlerin saflarında yer alanların birbirlerini zayıflatmak için verdikleri mücadele tetiklemiyor. Bir an evvel bugüne kadar sadece % 4’ünü çok basit usullerle ekebildikleri verimli araziler üzerinde yaşayan milyonlarca yerel insanın bulundukları köy ve kasabaları terk etmeleri gerekli görülünce iç savaş buna uydurulan bir kılıftır.
Düne kadar Müslüman-Hristiyan Savaşı olarak takdim edilen Hartum ile Juba arasındaki gerginlik 2011’de bıçak keser gibi bitti. Şimdi ise kiminle kimin ne için savaştığının adı bile konmadan devam eden ve yüzbinlerce insanın hunharca öldürüldüğü iç savaşın en acımasız tarafı henüz çocukluğunu yaşama çağında ellerine silah verilen 17.000 gencecik yavrucağın bu suça ortak edilmesidir. Güney Sudan’daki her dört çocuktan üçü hiç okul görmeden büyüyor. Her gün hayatta kalabilen yüzlerce çocuk ise Uganda sınırını geçerek ülkesini terk ediyor. 1994 yılındaki Ruanda katliamı sırasında yaşanan göçten sonraki en büyük yer değiştirme olarak değerlendiriliyor. 2010’lu yıllarda Suriye, Irak ve Yemen’den olanlarla beraber 2013’ten bu tarafa bu göç dalgası, maalesef giderek büyümektedir.