Küresel Güney’in Güçlü Aktörleri Afrika’nın Yeni Sömürgecileri Mi Olacak?

0

Yaklaşık 1 milyar insan, temel gıda ve sağlık hizmetlerine erişimde güçlük çekmekte ve kötü koşullar altında yaşamaktadır. Her yıl 6 milyon çocuğun yetersiz beslenme sonucu hayata gözlerini yumması, durumun ne kadar vahim olduğunu göstermektedir. Her 5 saniyede bir çocuğun can verdiği günümüzde tüm dünyada silahlı kuvvetler için ise her 5 saniyede 270.000 dolar harcanmaktadır. Tüm bu kötü gerçeklerin yanında sevindiren gelişme ekonomik faaliyetlerde gelişmiş ülkelerden az gelişmiş ülkelere doğru bir geçişin söz konusu olmasıdır. Geçtiğimiz yıllara ait büyüme rakamları incelendiğinde bu net bir şekilde görülebilecektir.

Son yılların en dikkat çekici olaylarının başında hiç şüphesiz gelişmekte olan ülkeler arasındaki ticaret ve yatırım hızının baş döndürücü bir şekilde artması gelmektedir. Neredeyse son 20 yıldır, gelişmekte olan ülkelerin (Küresel Kuzey) dünya ticaretindeki egemenliği azalırken az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin (Küresel Güney) etkisi giderek artmaktadır. Güney-Güney ticari ilişkileri de artmaktadır ve yeni trendin çarpıcı göstergesi Afrika ve Asya ülkeleri arasındaki ticari ve yatırım akışının inanılmaz boyutlara ulaşmasıdır. Başını Çin ve Hindistan’ın çektiği bu ticari ilişkiler, 2000’lerden bu yana devasa boyutlara ulaşmıştır. Yeni bin yılın başında Asya, Afrika’nın ihracatının yaklaşık % 14’üne karşılık gelirken bu oran günümüzde 30’ları aşmıştır. 2000 ve 2005 yılları arasında Afrika’nın Avrupa Birliği’ne ve ABD’ye -Afrika’nın geleneksel ticaret ortakları olarak görülmekteler- yönelik ihracatının payında neredeyse yüzde 50’den fazla düşüş yaşanmıştır.

Bu ‘ticari patlama’nın merkezinde yer alan Çin ve Hindistan’ın Afrika ile ilişkilerinin geçmişi farklılık gösterse de son yıllardaki yatırım hızının benzeri görülmemiştir. Kolonyal dönemde Doğu Afrika’daki demiryollarında ve diğer altyapı sektörlerinde büyük emekleri olan Hint kökenliler Hindistan’ın ticaret ve yatırım geçmişinin köklerini oluşturmaktadır. Çin ise son birkaç on yıldır -postkolonyal dönemin başlangıcında- Afrika ile ilişkilerini geliştirmeye başlamış ve adeta bunun merkezine tek başına oturmuştur.

Afrika kıtasındaki önemli Çin ve Hint yatırımları, giyim, gıda işleme, perakende girişimleri, balıkçılık, gayrimenkul, ulaştırma, turizm, enerji santralleri ve telekomünikasyon alanlarında yapılmıştır. Bir değerlendirmeye göre bu yatırımlar; Afrika’yı ‘uluslararası işbölümü’nü değiştiren çok uluslu şirketlerin ağına iterken, Çin ve Hindistan’ın Afrika’yla ilgili farklı stratejiler peşinde koştuğunu göstermektedir.

Bu muazzam ticari büyümeye rağmen Afrika aleyhine asimetrik bir görüntü söz konusudur. 2006 yılı verilerine göre; Asya’dan Afrika’ya yapılan ihracat oranı tüm dünyadan Afrika’ya yapılan ihracatın % 25’ini oluşturmaktadır. Buna karşın Afrika’dan Asya’ya olan ihracat tüm dünya genelinden Asya’ya yapılan ihracatın yalnızca % 1,6’sına denk gelmektedir. Çinli ve Hintli işletmeler, aynı sektörlerdeki Afrikalı işletmelere göre daha büyük ölçekli operasyonlar gerçekleştirme imkânına sahiptir. Bu da Afrikalı firmaların dezavantajlı durumunu artırmaktadır. Bu iki ülkenin Afrika’ya olan ilgisi dünyanın en fakir insanlarına -300 milyonu buluyor- iş istihdamı ve yoksulluğu azaltmada imkânlar sunmuş olsa da asimetrik ilişki biçimi uzun vadede Afrika kıtasının aleyhine gelişim gösterecektir.

“Karşılaştırmalı üstünlük” ilkesine göre; ülkelerin en fazla göreli verimliliğe ve en düşük göreli maliyetlere sahip olduğu ticaret mallarını üretmesi konusunda uzmanlaşması gerekmektedir. Diğer bir değişle düşük maliyet ve yüksek verime yönelik mallar üretilmesi verimlilik açısından son derece önemlidir. Oysa Çin ve Hindistan’ın Afrika ile ilişkilerine bakıldığında bu ilkenin tek taraflı olarak iki ülke lehine işlediği görülmektedir. Bunun çözümü Afrika’da verimli ve düşük maliyetli üretimi sağlarken uzmanlaşma ve kalkınmayı birlikte sağlamaktır. Çin’in ticaret dengesinin yaklaşık 250 milyar dolar fazla verdiği göz önünde bulundurulduğunda Afrika’daki orantısız ‘denge’nin boyutları da ortaya çıkacaktır.

Sonuç olarak; Çin ve Hindistan menşeli işletmeler küresel ölçekte faaliyet göstermekte ve dünya standartlarındaki teknolojileri Afrika’ya kısmi de olsa taşımaktadır. Bunun yanında Afrika işletmelerinin gelişmiş pazarlara dolaylı yoldan entegrasyonuna katkı sağlamaktadırlar. Ancak hem Çin hem de Hindistan’ın Afrika’nın önemli bir ticari ortağı haline gelmesi, Sahraaltı Afrika’daki fakir insanlar için umut ışığı olarak görülse de içerisinde çelişkiler taşımaktadır. Afrika bu ülkeler için mal ve hizmet tedarikçisi konumuna gelmiştir. Bu ticari ilişkide Afrika aleyhine devasa bir uçurum vardır ve kıta ülkeleri yeni bir sömürge biçimiyle karşı karşıyadır.

Bu dengesizliğin ortadan kaldırılması için Afrika kıtasından azami derecede faydalanan Çin ve Hindistan’ın atması gereken adımlar bulunmaktadır. Bu adımların en başında her iki ülkenin de Afrika ülkelerinden gelen ürünlere vergi kolaylığı sağlaması gelmektedir. Ayrıca Afrika menşeli üreticilerin küresel ticaret ağlarına katılmalarına destek verilmesi gerekmektedir. Her iki devlet de kıtadaki yatırımlarında yerli halkı istihdam etmeli ve eğitim programlarıyla kalifiye eleman yetiştirerek nitelik kazandırmalıdır. Tüm bunların yapılması elbette ki aradaki asimetrik ilişkiyi dengeleme noktasında yeterli değildir. Afrika’nın küresel ölçekte bir aktör haline gelebilmesinde önemli bir kilometre taşı, kıta ülkelerinin Çin ve Hindistan’ın yatırım ve ticaret ilgisinden nasıl başarılı bir şekilde yararlanabileceğidir.

Share.

Yazar Hakkında

Yorum Yap