Mali Cumhuriyeti’nde Siyasi Kriz ve Güvenlik Sorunu

0

17 Ocak 2012 tarihinde Mali’nin Menaka şehrinde bulunan askeri garnizonun, MNLA (Azawad Kurtuluş ve Ulusal Hareketi) isyancı grubu tarafından saldırıya uğraması, ülkede yaşanan siyasi ve güvenlik krizinin tetikleyicisi olmuştur. Güvenlik açısından ülkeyi tehdit eden bu kriz nedeniyle ülke toprağının %70’i mevcut durumda hükümetin kontrolü dışındadır. Bu yazıda Mali’deki siyasi, güvenlik krizin kökenlerine, Uluslararası Toplumu ve krize karşı kamuoyunun bakış açısına değinilecektir.

Siyasi Kriz

2012 Ocak ayında MNLA, bölgeye gelen diğer terör gruplarıyla birlikte ülkenin kuzey bölgesini işgal ederek hem güvenlik hem de siyasi krize neden olmuştur. Bu süreçte Mali ordusu, mühimmat sorunu yaşamasına rağmen direncini korusa da 24 Ocak 2012 tarihinde geri çekilmek zorunda kaldı. MNLA isyancı grubu ve müttefik terör grupları, kuzey bölgesinde bulunan Anguelhok askeri garnizonuna saldırarak 80’den fazla askeri öldürmüştür. Bu olayın televizyonlarda ve sosyal medyada gündeme gelmesi siyasi krizi körüklemiştir. Mali ordusunun teröre ve isyancılara karşı bu yenilgisinin, askeri mühimmat eksikliğinden kaynaklandığı gündem oldu. Gerek muhalefet gerekse de kamuoyu, mevcut hükümeti sorumlu tutmaya başladı. 2 Şubat 2012 tarihinde anneler, başta olmak askerlerin eş ve çocukları sokağa dökülerek hükümeti protesto etti. Hükümet “neden askerler mühimmatsız bırakılıyor” sloganlarıyla mevcut cumhurbaşkanlığı sarayı önünde protesto edilmiştir. Bu durum karşısında cumhurbaşkanı, protestoculardan bir heyeti ertesi gün kabul etmiştir. Cumhurbaşkanının protestocularla konuşması, ortalığı biraz sakinleştirse de siyasi krizine son vermemiştir. Çünkü bu durum orduda gerginlik yaratmıştı. Durumu yatıştırmak için orduyla konuşmaya gönderilen generalin de olumlu bir sonuç alamaması asker ve hükümet arasında gerginliğe neden olmuştur. İki taraf arasında gerilen ilişkiler ordunun yönetime el koyması ile sonuçlanmıştır.

Güvenlik Krizi

Mali’de yaşanan güvenlik krizinin alevlenmesi, 2012 yılında bölgede ortaya çıkan terör gruplarıyla doğrudan bağlantılı olsa da ülkenin kuzeyinde kurgulanan isyancılığın ürünü olduğunu söylemek mümkündür. Bağımsızlıktan bu yana beş büyük isyancı ayaklanması (1962, 1991, 1992, 2006 ve 2012) olmuştur. Dış desteklerden faydalanan bu isyancılar, 1960’dan bugüne zaman zaman Mali Cumhuriyeti’ni kaosa sürüklemeyi amaçlamakta ve ülke istikrarını hedef almaktadır. Bu meselede daha fazla derine girmeden isyancılığın kronolojisinden bahsedelim[1].

1962-1964 arası isyanlar bastırılarak bölge (Kidal) ordu tarafından kontrol altına alındı.

1990-1996 arasındaki ayaklanma sonucunda Tamanrasset Antlaşması” (6 Ocak 1991) imzalanmıştır. Antlaşmanın dördüncü maddesine dayanarak isyancılar silahsızlandırıldı. Fakat bu süreç özellikle antlaşma çerçevesinde isyancılarla masaya oturulması onlara güven vererek bölgede başka grupların oluşmasına ve her türlü kaçakçılığın doğmasına sebep oldu.

1991 askeri darbesi ardından ortaya konan demokratikleşme süreci ile 11 Nisan 1992 “Ulusal Pakt” (Pacte National) yapıldı. Bu paktın çerçevesinde birçok isyancı askeri, bürokrasi ve idare birimlere entegre oldu. Ardından 1995 yılında başka bir ayaklanma meydana geldi ama müzakereler sonucunda 1996 yılında varılan mutabakat ile Timbuktu şerhinde bütün silahlar toplanıp yakılarak “barış antlaşması” (La Flamme de la Paix) yapıldı.

Ne yazık ki 1996 yılında barış antlaşması imzalayan isyancılar, 2006 yılında hükümete karşı tekrar silahlı mücadele yoluna başvurdular. O tarih itibariyle kuzeyde Mali ordusuna savaş açmışlarsa da 4 Temmuz tarihinde Cezayir şehrinde “Cezayir Antlaşması” imzalanması ile gerginlik yeniden azalmıştır. Fakat bu antlaşmalar isyancılar tarafından çoğu kez ihlal edilmiştir.

2011 yılında Libya’dan gelen isyancı ve paralı askerler, MNLA çatısı altında Mali hükümetine karşı savaş açmıştır. Timbuktu Barış Antlaşması ve Cezayir Antlaşması çerçevesinde silah bırakıp devlet bürokrasisine ve milli orduya entegre olunan birçok eski militan yeniden isyancı gruplara katılmıştır. Bu sefer birçok terör grubu ve paralı askerle koalisyon yapılarak Mali Ordusuna karşı savaştılar. 2011 yılı itibariyle devam eden bu kriz, Mali Cumhuriyeti’ni kaosa sürüklemiştir.

Uluslararası Toplum                                                           

Fransa başta olmak üzere Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Afrika Birliği, Birleşmiş Milletler ve Batı Afrika Ülkeler Ekonomik Birliği (ECOWAS) gibi aktörlerin Mali krizine çözüm bulmaya yönelik harekete geçmelerine rağmen 2013 yılında bu yana değil çözümü krizin alevlendiği görülmektedir. Mali Hükümeti ve bu aktörler, Neden Mali halkının güvenini kaybetti? Bu sorulara özetle cevap vermeye çalışacağız.

Uluslararası toplumunun Mali krizinin çözümüne dahil olması, 2013 yılındaki askeri darbeden sonra yönetimin sivillerin eline geçmesinin süreciyle başlamıştır. Bu dönemde Birleşmiş Milletler başta olmak uluslararası toplumun aktörleri, ambargo ile tehdit ederek Mali’de seçimlere gidilmesi gerektiğini söylediler.

Uluslararası toplumun gözetiminde yönetilen Mali Cumhuriyetindeki kriz süreci, 2014 yılından itibaren “Cezayir Antlaşması[2] çerçevesinde yürütülmektedir. Barışın sağlanmasına yönelik sanılan bu antlaşmanın hangi koşullarda ortaya konulduğunu hatırlatmakta fayda var. Bu süreç Fransa’nın askeri müdahalesinden sonra başlamıştır. Bildiğimiz gibi Afrika’da dış güçlerin askeri müdahalesinden sonra geçici yahut mevcut hükümetinin söz hakkı sınırlı olmaktadır. 2014 yılında uluslararası toplum tarafından bu sınırlamalar çerçevesinde “Cezayir Antlaşması” Mali Hükümetine dayatılmıştır. Uluslararası düzeyde tanınan bağımsız bir devletinin toprak bütünlüğünü sorgulayacak herhangi grupla masaya oturtulması, o devletin toprak bütünlüğünü Birlemiş Milletlerin bu konulara yönelik teamüllerini yok saymaktadır. Mali devletini birtakım gruplarla masaya oturtarak “Cezayir Antlaşması”nın ortaya konulması, Mali devletinin toprak bütünlüğünün sorgulanmasına neden olabilir.

Fransa ve yandaşlarının (Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler…) Mali krizi sürecine dahil olması, “Cezayir Antlaşma”’nın ötesindedir. Bu aktörler, neoliberalizm politikaları çerçevesinde kriz sürecine dahil oldukları açıktır. Güçlü devletler ve uluslararası kurumlar (IMF, Dünya Bankası), eski sömürge ülkelerine karşı bir koalisyon kurmuşlardır. Bu koalisyonun yarattığı kaosların gölgesinde Afrika ülkelerinin kaynakları sömürülerek fakirleştirilmektedir. Mali Cumhuriyeti, bugün bu koalisyonun hedefi olmaktadır. Mali devleti, bu koalisyonun empoze ettiği savaşla karşı karşıyadır. Bugün Mali Cumhuriyetinin uluslararası toplumunun ve onun neoliberalizm sistemin yarattığı kargaşada boğulduğunu söyleyebiliriz. Topluma söz hakkı tanımayan bu sistem, toplumu sindirir ve fakirleştirir. Mali Cumhuriyeti’nin bugünkü durumu tam da budur. Mevcut hükümet halk yerine neoliberal aktörlere hesap vermektedir. Ülkedeki krizin uluslararası toplumu tarafından yönetilmesi, devlet ve halkın yararına değil neoliberalizmin yararına gerçekleştirilmektedir. Uluslararası toplumun manipülasyonunda hükümet, halkın idaresini hiçe saymaktadır. Uluslararası toplum hükümetin anayasaya aykırı şekilde milletvekillerinin görev sürelerini uzatılmasını, meclis başkanını anayasa mahkemesi tarafından atanması ve benzeri anayasayı ihlal eden uygulamalara seyirci kalması, Mali halkının iradesini göz ardı ederek, demokratik hakları zedelemektedir.[3]

Kamuoyunun Krize Bakış Açısı

Mevcut Cumhurbaşkanı İbrahim Boubacar Keita, 2013 yılında cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında krize çözüm bulacağına söz vermişti. 2013 yılında yapılan seçimde %77 ve üzeri oy oranıyla seçilen ve neoliberalizme hizmet eden cumhurbaşkanı halkın güvenini kaybetmeye başlamıştır. Mevcut hükümet, krizi yönetmek yerine neoliberalizm çıkarlar çerçevesinde kendi iktidarını korumaya yönelmiş ve halkı ikinci planda tutmuştur.

2017-2018 yılları arasındaki dönem halkın ne kadar ikinci planda tutulduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Eğitimden sağlığa kadar neredeyse bütün sektörlerde çalışanlar greve gitmiştir. 2017 yılında maaş problemi nedeniyle doktorların 37 gün boyunca grev yapması ve hükümetin buna çözüm bulabilecekken hastanelerde yeni doğan bebekler başta olmak üzere hastaların ölüme terk edilmesi, halkı hayal kırkılığına uğratmıştır. Yedi yıl boyunca Mali’de öğretmenlerin maaş alamaması nedeniyle eğitimde yaşanan aksaklıklar hükümetin halkın sorunlarını çözmede ihmalkarlığının bir başka göstergesidir. Bu süreçte yolsuzluğun arttığı, yolsuzluk yapanların cezasız kaldığı ve yolsuzlukla mücadele edenlerin tutuklandığı bir süreç başlamıştır. Bu kapsamda 2020’nin mayıs ayında yolsuzluğa karşı mücadele eden aktivist Clément Dembélé’ tutuklanmıştır. Bu ve benzeri adalete aykırı uygulamalar, halkın hükümete karşı güvensizliğini attırmıştır.

Hükümet, 2013 yılında olduğu gibi 2018 yılında da cumhurbaşkanlığı seçimlerine gidilirken krizlerin çözümü konusundaki vaatlerini tekrar etmekle kalmayıp emperyalizmin böl ve yönet siyasetini ülkede uygulamaya çalışmaktadır. Siyasi alandan dini alana kadar sivil toplum bölünmüş durumda. Bu da kamuoyunun bilincini artırarak hükümetin kötü yönetimi ile hükümete karşı olumsuz duyguları alevlendirdi. Artık hükümet, yeni sömürgeci politikaları izleyen, neoliberalizm ve emperyalizmin aracı olarak tanımlanmaya başlandı. Mali kamoyundaki genel izlenim ülkenin geleceğinin halkın iradesi olmadan belirlendiği yönünde.

Birleşmiş Milletlerin Mali’de barış gücü (MINUSMA) kapmasında 13 bin 289 askeri ve 1920 polisi[4], Fransa’nın “Barkhane Operasyonu” kapsamında ülkede (5100 askeri)[5] bulunmasına rağmen sivil ölümleri ve silahlı grupların saldırıları artmaktadır. Halk bu durumu artan askeri varlığa rağmen neden siviller öldürülüyor, neden güvenlik sağlanmıyor şeklinde sorgulamaktadır. Hükümet ve uluslararası toplumun meydana gelen bu ölümlerle ilgili gerçeği söylememesi, halkın hükümete karşı olduğu gibi uluslararası topluma güven kaybı yaşamasına neden olmuştur. Artık yeni-sömürgeci, yolsuzluk ve yönetimi kötüye kullanma suçlamalarıyla uluslararası toplum ve hükümete karşı ülkedeki muhalif sesler yükselmekte ve aralıklarla yürüyüşler yapılmaktadır.

Bu yüzden son zamanlarda bazı sivil toplum kuruluşlarının önderliğinde bu rahatsızlıkların dile getirildiği yeni bir platform oluşturulmuştur. Hareketin temel amacı hükümetin kötü yönetime son vermesidir. Diğer tarafta uluslararası toplumun özellikle Fransız askeri varlığının ve Birleşmiş Milletlerin askeri gücünün güvenlik açısından olumlu sonuç üretmesi talep edilmektedir.

Mahamadou Boubou Sidibe, Amadou Togola 

[1] La lettre adressée par Mohamed Ali Ag attaher au nom des Touaregs du Mali au roi Hassan II et au peuple marocain. “Les rebbelions au nord du Mali des origines à nos jours” p70, C.K.Maiga & I.A.Singaré.

[2] Accord d’Alger, https://www.justiceinfo.net/media/k2/attachments/Mali/1-accord-paix-et-reconciliation-francais.pdf22.06.2020.

[3] Aminata Dramane Traore, Le Viol de l’imaginaire, (france, Fayard, 2019), 24.

[4] MINUSMA, Manda, https://minusma.unmissions.org/mandat-0, 22.06.2020.

[5]Ministère des Armées, l’oppération Barkhane au Mali, https://www.defense.gouv.fr/operations/barkhane/breves/barkhane-la-representation-barkhane-au-mali-rbm-a-bamako, 22.06.2020

Share.

Yazar Hakkında

Amadou TOGOLA, 1985’te Nianjtila-Mali Cumhuriyeti’nde doğdu. Bamako-Mali’de bulunan Bamako Üniversitesi’nin Özel Hukuk bölümünden 2010’da mezun oldu. 2016’da Sakarya Üniversitesi Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi bölümünde yüksek lisansını tamamladı. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde doktorasına devam etmektedir. Bambara, Fransızca ve İngilizce’nin yanı sıra Türkçe’yi iyi derecede bilmektedir. 2010 yılında Mali Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’nda ve 2016’da MÜSİAD’da (Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği) stajyer olarak faaliyetlerde bulundu. İlgi alanları, başta Mali Cumhuriyeti olmak üzere Batı Afrika’da siyaset, sömürgecilik ve emperyalist politikalardır. Hâlihazırda Afrika Araştırmacıları Derneği’nde (AFAM) stajyer olarak görev yapmaktadır.

Yoruma Kapalı